Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Gesellschaft & Soziales


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #29241  
Alt 28.08.2006, 16:23
Benutzerbild von kerio
kerio kerio ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 22
Standard yok yok öyle degil. ben özür diliyorum.

kanimca sende bazi seyler dogru degil. ama olsun. adam degilsin sözlerinin dogru oldugunu düsünmüyorum. onun icin özür diliyorum.
  #29242  
Alt 28.08.2006, 16:54
Benutzerbild von peren
peren peren ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard katiliyorum

Selam Roman,

bizleri kiymetli bilgilerinle aydinlatmaya devam ediyorsun. Tesekkürü borc bilirim.
Yalniz bu yaziyi burda okumak icin pek rahat bir yer degil burasi. Sayet web de yayinlanmis verziyonu varsa linkini gönderirsen memnun olurum.

Saygilar
Peren
  #29243  
Alt 28.08.2006, 18:20
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Merhaba peren!

Google nin arama motoruna Ali Bulaç medine vesikası diye yazınca aradığınız bilgilere ulaşabilirsiniz.
  #29244  
Alt 28.08.2006, 19:11
Benutzerbild von kerio
kerio kerio ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 22
Standard bundan 10 sene önce

yine bu mevzuu yu isleyen bir kitap okumustum. lakin teori gelistirilmemis hala ayni yerde duruyoruz gibi.
  #29245  
Alt 28.08.2006, 22:18
Benutzerbild von xbaburx
xbaburx xbaburx ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard sen öle zannet:)

sen yeni duymusun burda caka satıyorsun.tarihi dikkatini cekti mi?tartısmalar doksanların ilk yarısında yapıldı ve bitti.arada deginenler olsada cok fazla konu edilmior artık.cunku cok fazla degeri kalmadı.ozellikle 28 subattan sonra.
  #29246  
Alt 28.08.2006, 23:51
eniskaya
 
Beiträge: n/a
Standard Enteressant bir yazi

bu gibi olaylar genelde tek bir kisinin görüsüyle fazla saglikli anlam kazanmaz.... kiii cok cok detay var... asirlarin olayi bu kadar detayli olmasi kanimca mümkün degildir.... aynisi Kuran yorumu veya calismalari icinde gecerli....

Bence arkadasimizin kisisel kapasite ve arastirmasinin sonucu.... yanlisda olabilir
  #29247  
Alt 29.08.2006, 00:05
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Sen on yıl önce okumuşsun, okumak

her zaman iyidir.

Aşağıda da küfürbaz bir şahıs medine vesikasının on yıl önce tamamlanıp bitiridiğini belirtmekte. aferim ona ve sivri zekasına, bundan üç hafta kadar önce bu konuda bilgi sahibi olanlar varsa bir şeyler yazsınlar dediğim zaman kimsenin çıtı çıkmamıştı, ben bu yazıyı buraya asasıya kadar, bu konu üzerine çok daha değişik tartışma yazılarıda bulunmakta, lakin bu yukarıdaki yazıyı kavramak, inceleyebilmek başlı başına büyük bir bilgi birikimi içerir.

Bakın aşağıya küçük bir araştırma yazısı daha bırakıyorum. Ocak 2006 tarihli o insanların kafasında bu konu bitmediği gibi daha belkide yeni açılmakta, bu sayfalarda bulunan pek çok kişi gibi.

Yaşamım boyunca tüm yalancılardan hem iğrenmiş hem tiksinmişimdir. Aşağıdaki pis yalancıya ve küfürbaza hediyedir bu yazı... Benden her zaman mesafeli durmasında yararı vardır kendisinin.



"MEDİNE VESİKASI" - 1

Bir Alevilik Belgesi

İsmail Onarlı

Alevilik; Kur’an-ı Kerim’in yorumlanması ve yaşama geçirilmesi açısından, diğer İslami görüş ve uygulamalar olan; Sünni ve Şii anlayışlarla temelde karşıttır. Alevi öğretisi Kur’an’ı baz alarak inancının ve hayat tarzının odağına insanı yerleştirir.Bütün insanlar diline,ırkına,rengine ,cinsine bakılmaksızın eşit ve kardeştir. Alevilik’de sevgi, paylaşım,mutluluk,özgürlük,adalet herkesin doğal bir hakkıdır. Alevilik’de insanın insanı sömürmesi yoktur. İnsanların doğuştan sahip oldukları hakları ve özgürllükleri vardır ki; bu husus Kur’an’da emredildiği için Alevilik’de uygulanmaktadır. Kadın ve erkek için eşit olarak emredilen “Allah’ın Buyruğu” evrensel hukuk normlarınıda oluşturur ki, tüm bu olgular Alevilerin toplumsal ilişkilerinde hayatiyet kazanmıştır.
Hz.Muhammed; sınıf,dil,din,ırk,cinsiyet,kültür, gelenek-görenek, sosyo-ekonomik durum, düşünsel ve felsefi inanç da ayırım gözetmeksizin, tam bir eşitlik içerisinde ve gönüllük temelinde, Medine’de toplum mühendisliği tasarımı ve mutabakatı olan bir “Toplum Sözleşmesi” bağıtlar. Bu sözleşmeyle getirilen bugünkü Alevilik Kurumlarına Kur’an bağlamında kısaca değinerek ilişkilendireceğiz ve tanımlayacağız.
1. MEDİNE VESİKASI
Mekke’li Müslümanlar Nisan ayından itibaren l6 Temmuz 622 gününe dek Medine’ye Hicret ederler. Hz.Muhammed; hicretin daha ilk aylarında, Enes İbn-i alik’in evinde Mekkeli Muhacir ile Medineli Ensar’ın aile reislerini ya da vekillerini toplayarak bir “şura” oluşturur. Bu şura 23 maddelik ortak hareket etme ve Müslümanları nasıl yöneteceklerine ilişkin bir sözleşme hazırlarlar.
Daha sonra bu sözleşme; Medineli Yahudileri,Hırıstıyanları, Müşrik Arapları,çeşitli
Kabilleri ve tüccarlar kapsayacak şekilde ve gönüllü olarak iştiraklarıyla genişletilerek
Mutabakat sağlanır ve 52 maddeye çıkarıkarak “sosyal bloklar” arasında akdedilir.
“Medine Vesikası” denilen bu toplum sözleşmesi; “Medine Site Devleti”nin yapısal
erkinin yazılı belgesini gösterdiği kadar, “ilk İslam Anayasası” olmasından dolayı da
önem arz etmektedir.
Medine Vesikası’nı İslam alemine Prof.Dr.Muhammed Hamidullah tanıtırken, (1)
Tükiye gündemine Ali Bulaç getirerek tartışılmasını sağlamıştır.(2)
Dünyada ve Türkiye’de Sol ve İslami çevrelerce bu belge “toplum tasarımı” açı-sından çok tartışılmasına rağmen; benim dışımda Alevi yazarlarınca gündeme getirilip
tartışılmamıştır.(3) Halbuki, Medine Vesikası “İslami Nizam” içinde Aleviliğin temel
belgesini ve bakış perspektifini oluşturmaktadır. Ne hikmetse çok sayıda kitap yayın-layan ve medyatik Alevi yazarlar; Ali Bulaç’ın aktülel gündemleştirdiği bu tarihsel bel-
geyi görmemezlikten geldiler. Çünkü bu tip yazarlar “sistemin” öngördüğü ve proğ-ramladığı gündemin dışına çıkmaya cesaret edememektedirler. Ya da ideolojik neden-lerle kaygı duyduklarından bu konuya girmememeyi tercih etmişlerdir.
Medine Vesikası’yla çok kültürlü,çok kimlikli,çok inançlı bir toplum öngörülmekle
birlikte, aynı zamanda sekuler, özgürlükçü, eşitlikçi ve paylaşımcı bir toplumsal yapının
da temelleri atılmıştır.
Medine Vesikası’nın 2.maddesi gereği olarak “İslami toplum” için “ahdi kardeşlik,,
organizasyonu şart koşulmuştur. Bu ilke ve Medine Site Devleti sosyal yapısı daha son-
ra İmam Cafer-i Sadık tarafından “Buyruk”da “Rıza Kenti” şeklinde tasarı haline
dönüştürülmüştür.(4)
Hz.Muhammed tarafından uygulanan “Kamil Toplum” projesi ve “kentsel yaşama biçimi” ile bu tasarımın temel taşı “musahiblik kurumu”; üç halifeler (Bekir-Ömer-
Osman) ve Emeviler döneminde kaldırılmıştır. Halbuki bu uygulamalar Kur’an’i bir
emir olup, Hz.Muhammed’de gerçekleştirmiştir. Hz.Ali yanlılar bu projeyi sonuna dek
savunarak bugüne dek “ütopya” olarak gerirmişlerdir. Aleviler tarihsel süreç içinde bu
projeyi zaman zaman hayata geçirmişlerdir.
Hz.Muhammed’in hicretine izafeten adını “Dâr-ul Hicra” koyan Karmatiler ve Nizari İsmailileri; 9 ve 13.yüzyılda bugünkü Suriye,İrak,Azerbaycan,İran ve Orta-Asya (Hor-
asan) bölgesinde ki yerleşim yerleri ve kalelerinde “Rıza Şehri” toplum modelini uygu-
lamışlardır.Bunun en somut örneği “Alamut Kalesi”dir.(5)

2. MUSAHİBLİK KURUMU
Hz.Muhammed’in ihdas ettiği Musahiblik Kurumu, Allah tarafından emre-dilmiştir. Hicretin ilk aylarında kardeşlik akdi ve ikrârı; 45’i Muhacir ve 45’i de
Ensar’an olmak üzere 90 aile arasında topluca törenle yapılmıştır.Bu tören esna-
sında Hz.Muhammed’de Hz.Ali ile musahib olmuşlardır.Aynı zamanda Hz.Ali’yi
Peyganber kendisinin vekili olduğunu ilân etmiştir.
Daha sonra Hz.Muhammed; sahâbilerine ikişerli aileler halinde kardeşlik ikârı verdirerek, “musahib kavline” almiş ve biat ettirerek akidleştirmiştir. Bu konuda,
“Sahih-ı Buhari”de; ‘Muâhât:Kardeşleşme Akdi’ne dair bilgiler yer almaktadır.(6)
Musahiblik: Kur’an-ı Kerim’in Enfal Suresi 72,73; Tevbe Süresi 100,117; Haşr
Suresi 9.nuncu Ayetlerine dayanmaktadır. Emevi İslam’ın reddettiği bu ayetler, Aleviler
Allah’ın buyruğu olarak buğüne dek uygulayarak, “olmazsa olmaz” kuralı haline geti-
rerek içselleştirmişlerdir.
Musahiblik: “Hakk-Muhammed-Ali Yolu”na giren iki bireyin/iki ailenin bir bü-
tünlük sağlayarak; “canı cana,malı mala katıp”, eşitlikçi-ortakcı-paylaşımcı bir toplum
yaratmanın ilk adımıdır.
Alevilik’de musahiblik ikrârı; Sebe Suresi 45. ve 46. Ayetleri göre “Mürşid-Pir-Rehber” nezaretinde “ikrâr vermek” suretiyle; Fetih Suresi 10. ve 18. Ayetler gere-ğince, “cemaat”ten “rızalık” almak şartıyla, “görülüp-sorularak”, Ayn-i Cem ile edâ
ve icra edilir.(7)
Musahib kardeşler arasında “yârin yanağı hariç” her şey ortaktır. Nisa Suresi
33. Ayet’de “...Yeminlerinizin “akid ile) bağladığı kimselere de kendi paylarını verin...”
buyurmaktadır ki; musahib kardeşlerin biri diğerinin mirascısı ve hak sahibi olduğunu
belirtmektedir. Ayrıca, Enfal Suresi 75. Ayeti de bu konuda kesin emir vardır.(8)

3. DÂR KURUMU
Aleviler hukuk kurallarını; Kur’an ve On İki İmam Öğretisi ile Türk tüzesi-
örfü-töresini baz alarak Dâr kurumsallığı çerçevesinde ve tapınma ritüelliği içerisinde
çözümlenmiştir. Alevi Fıkıhı (huhuku); İbadetler,Dünyevi konular ile Berzah ve Ahiret
alemiyle ilişkin olmak üzere üç bölümde toplanmıştır.
Dâr Kurumu’nun temel dayanak noktası, Medine Vesikası’dır. Hz.Muhammed’in
Medine’de uyguladığı “hukuk ve adalet sistemi”ne göre, kendisi İslam toplumunun yargılama mercinin “hakimi” konumundadır. Diğer sosyal blokların ise, “hakemi” durumundadır.Çünkü çok hukuklu bir sistemle idare edilen Medine’de, mahkemeler
Farklı inançtaki cemaatleri onların hukuku normlarına göre yargılamaktaydılar. Devlet
Başkanı da olan Hz.Muhammed bütün toplum katmanlarına karşı eşit mesafedeydi.
Uygulama açısından Alevilik’teki Dâr’da da aynı sistem geçerli olup, bir nevi toplumsallaşmış halk mahkemesi niteliğindedir. “Ahmed-i Muhtar Makamı ya da
Tah-ı Muhammediyye”de post’da oturan bir Alevi Mürşid Dedesi kendi talipleine
karşı hakim (Yargıc) konumunda, diğer Müslüman veya gayr-i müslim topluluk,birey
ve cemaatlere karşı “adil tarafsız hakem” konumuda olup, canların (bacılar ve sofular)
jüriliğinde hukuksal görevlerini yapar.
Alevi toplumunun hukuksal sorunları; şikayet, sorgulama, yargılama,aklama veya
cezalandırma 8 tipte icra edilen Dâr kurumu içerisinde çözümlemmiştir. Buyruk’taki
ilkeler çerçevesinde ve 12 Burç Ceza cetveline göre infaz işlemi yapılır. Alevilik’de ölüm
cezası yoktur. Ölüm cezası yerine, bu fiili işleyenin malları ve mülkleri elinden alınarak
mağdura verilir, yapanda ömür boyu sürgüne gönderilir.


kul himmet
Kullanıcının Profilini Göster
kul himmet kullanıcısına özel mesaj gönder
kul himmet tarafından gönderilmiş daha fazla mesaj bul

06-23-2006, 17:16 #2
Profil
kul himmet
Bir Dost


Bilgiler


Üyelik Tarihi: Jun 2006
Yaş: 45
Mesaj: 21

İtibar


İtibar Gücü: 0
İtibar Puanı: 10


--------------------------------------------------------------------------------



4.CEMEVİ VE AYN-İ CEMLER
Hz.Muhammed; Mekke’de “Vahy”leri tebliğe başladıktan birkaç yıl sonra gizli
bir örgütsel yapı oluşturur. İslâmi cemaati yönetmek ve ibadetleri eda etmek için bir
evi karargah olarak kullanırlar.
“Dâr-ün Nedve” denen bu “cemaatevi” gizli bir cemevi’dir. Enfal Suresi 30.Ayet-
te bu husus belirtilmektedir.(9)
Araf Suresi 31. Ayet’te cemevi tanımlandığı gibi, yapılacak işlerde anlatılmak-tadır. (10) Hac Suresi 34. Ayet’de belirtilen hususlar ve “mensek” terimi cemevi ile
yıllık “görgü cemi” tanımlayarak, farz olduğunu belirtmektedir.(11)
Mekke’de “Dar-ün-Nedve” de oluşturulan ve İslami toplumu yöneten “şura”ya,
Hz.Muhammed’in “danışma organı”na “Kırklar Meclisi” denmektedir. Bu meclisin
eda ettiği ibadet tarzına da “kırklar cemi” denir.
Gizli bir örğüt gibi faaliyet gösteren “kırklar meclisi”, 615-618 yıllarında yetkin-leşir ve geniş bir örğütlenme ağı kurar. Medine’ye 12 İslam ailesi göndererek koloni oluşturur ve tebliğle görevlendirilir. Hz. Muhammed artık Mekke’de barınamayacağı-
nı anlayınca üç yıl boyunca Medineli’lerle gizlice görüşmeler yapar. Ve bu görüş-meler sonucunda “3 Akabe Biatı” gerçekleştirir. Kırklar Meclisi’nin organize ettiği bu
biatlar sonucunda da Hz.Muhammed, Medine’ye 622’de göç eder.
Hz.Muhammet; Medine’ye varışına mütakip bizzat kendisinin “mimar ve mü-hendis” lik tasarımını yaptığı ve yapımında da bir işçi gibi çalışarak “külliye” inşa eder. Bu mekam, Hâce Bektaş Veli ve Şahkulu Dergahlarınının özelliklerine sahip ve işlevsel tarzda idi. Külliye o günkü yapı malzemeleri olan,tuğla, kerpiç ve ahşap kulan-ılmak suretiyle ana bina ve müştemilatı inşa edilir. Hz.Muhammed’in kendi evininde
bulunduğu bu külliye; ibadethane, aşevi, konukevi, at ve develerin kaldığı ahırlar, tüccarların mallarının pazarladığı avlu, okul gibi çok amaçlı bölümlerin olduğu büyükçe bir yapıdır. Hz.Muhammed’in kurduğu okula da “Suffa Okulu” denmektedir ki, ilk İslam Üniversitesidir.(12) Kadın ve erkeklerin öğretim ve eğitim gördüğü bu okulda başta Hz.Muhammed olmak üzere, Kırklar Meclisi’nin üyeleri her konuda dersler vermekteydiler. Daha sonralar “Mescid-i Nebevi” denecek olan bu külliye
ilk kurulmuş olan resmi cemevi’den başka bir şey değildir. Cemevleri; Karmati ve
İsmaililerin “Dâr-ül-Hicra”larının “mikro” örnekleridir.

5. Hz.MUHAMMED ile Hz.ALİ’nin CEM’deki KONUMU
ve DEDELİK KURUMU’nun OLUŞUMU
Hz.Muhammed; gelen “vahy”leri tebliğle görevli bir Nebi/Resûl olmasının yanın da Kırklar Meclisi tarafından seçilmiş bir “Mürşid”dir. Yine bu meclisce de
Hz.Ali, “Rehber” ve Resûlullah’ın vekili olarak seçilir. Bu nedenledir ki,Hz. Muham-med: “Ben ilmin şehriyim Ali de onun kapısıdır. İlim isteyen kimse onun kapısıdan gelsin” mealindeki hadisi ile “Ali Kur’an-ı Natık”tır buyruğu, Alevi Cemlerinde bu
iki ulu kişinin yerini ve önemini belirtmeye yetmektedir. Kırklar Meclisi’nde mürşid ve
rehber seçimi bugünkü anlamda “Dedelik Kurumu”nun oluşmasına temel dyanak sağ-
lamıştır. Bu kurumsallığa “Pirlik Makamı”nıda Hâce Bektaş-i Veli eklemlemiştir.
Alevi inancına göre; Hz.Muhammed okur-yazar olup, büyük dahi bir feylesof-
tur. Peyganberin torunlarından, 5.İmam Muhammed Bakır (676-735); “Peyganber
kesinlikle okuma yazma bilmez bir cahil değildi. Aksine 70 dile yazılı ve sözlü olarak
hakimdi ve her kim ki, O’nu bir cahil olarak tanımlarsa o kâfirdir.”Demektedir.(13)
Hz.Muhammed, okul açıp pozitif bilimleri okutan ve aynı zamanda öğretmenlik
yapan bir peyganberdir. Bazı Sünnilerin belirtiği gibi “ümmi” değildir. Suffa Okulu
ile ilğili Bakara Suresi 273.Ayet bunun en büyük delilidir.
  #29248  
Alt 29.08.2006, 00:35
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard GÜZELLIK BAHANE,KADINI EZMEK SAHANE

islamda varolan klasik bir slogandir, Kadinin örtünme Haksizligini sendrom halinde herkesin gözüne sokmaktir. Yok efem kadin cok güzelmisde, bu güzellik korunmasi lazimmisda... yok istemiyorum güzelligimi korumak, hatta bu güzelligi olaganüstü güzellik olarak kabulda etmiyorum...
Var mi bir diyecegin? Ancak yobazlar kadinlari tüm sosyal haklarini gasp edip, erkeklere kölelestirerek kapatmaya calisir. Such a Religion - No Thanks
  #29249  
Alt 29.08.2006, 01:22
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Sana yazar hakkında bilgi vereyimde,

neden böylesine ciddi, detaylı ve bilimsel bir bakış açısı ile tarih araştırılırmış Enis???


ALİ BULAÇ"I KORKUTAN NEYDİ?

Ani bir rahatsızlıkla by-pass ameliyatı geçiren yazar Ali Bulaç, yaşadıkları boyunca ölümden korkmadığını, Allah’a tevekkül ettiğini söylüyor. Ancak onu da korkutan bir duygu vardı.

Ali Bulaç’ı, üzerine düşen vazifeleri hakkıyla yerine getirememiş olmak korkutmuş.

“Eve girmeye çalışan bir hırsızı gözetler gibi, 3-4 ay kalbimi dinledim. Hırsızı, eve girmeden antrede yakaladım.” sözleri ile özetliyor 11 Aralık günü yaşadıklarını gazeteci-yazar Ali Bulaç. Türkiye’nin en saygın mütefekkirleri arasında yer alan Bulaç, kapalı kalp damarlarının sıkıştırması ile o gün kendini hastaneye atıyor. “Kalbim değil, onu çevreleyen kalp kafesim ağrıyordu. Kemiklerde hissediliyordu. Deprem gibi geldi.” diyor.

Doktorlar, Bulaç’ın üç kalp damarından birinin yüzde 100, diğerlerinin de yüzde 93 ve yüzde 80 kapalı olduğunu tespit etmişler. By-pass ameliyatında, dördüncü damarı da saf dışı bırakılmış. Ya da yenilenmiş. Ameliyatı yaklaşık 6 saat süren Bulaç, şimdi kendisini iyi hissettiğini, her gün yaptığı egsersizler sayesinde daha iyiye doğru gittiğini belirtiyor. Yaşadığı duyguları Aksiyon Dergisine anlatan Ali Bulaç, inanan bir insan olarak yaşadıklarını, “iyi bir tecrübe” olarak niteliyor. Ölümden korkmadığını, Allah’a tevekkül ettiğini, ancak üzerine düşen vazifeleri hakkıyla yerine getirememiş olmaktan korktuğunu söylüyor.

54 yaşındaki Bulaç, bütün bu süreç boyunca Zümer Süresi 42’nci ayetini düşünmüş: “Gerçek koruyucu Allah, insanların ruhlarını ölümleri sırasında, ölmeyenlerin ruhlarını da uykuları sırasında alır. Hakkında ölüm hükmü verdiği ruhu tutar, vermediği ruhu ise, belirli bir süreye kadar salıverir.” Bu ayetin tevekkülünü artırdığını belirten Bulaç, uyanmaya yakın rüya mı, halüsinasyon mu olduğunu bilmediği ilginç bir tecrübe yaşamış.

“Yükseklerde, dağların, tepelerin üzerinden geçiyorum. Masmavi bir gökyüzü, yemyeşil tepeler. Her şey çok berrak ve pürüzsüz.” diyen Bulaç, bu şekilde havada gezinirken net biçimde İbn-i Sina’nın ruhla ilgili sözlerini hatırlamış. İbn-i Sina bir kitabında ruhu anlatırken benzer bir tasavvurda bulunuyor: “Kendini havada, muallakta düşün. Hiçbir uzvun hiçbir şeye değmiyor. Ellerin de açık olsun. Parmakların da birbirine değmesin. Eğer halen kendini hissediyorsun, işte ruh budur”. Bulaç, ne olduğunu bilmediği bu halde gezinirken, “İbn-i Sina işte bunu anlatmaya çalışıyormuş, herhalde” diyor. Bu hoş, rüya gibi durumda, varlığın tesbihatını andıran çok güzel sesler duyduğunu anlatan Bulaç, “uyan, uyan” çağrıları ile kendine geliyor. Gözlerini açtığında, süngerlerle vücudunun yıkandığını belirtiyor.

Kalp rahatsızlığı ile sevenlerini üzen Bulaç, hayatını hep okuyup yazarak geçirmiş. Bürokraside ya da resmi bir kurumda hiç görev almamış. Bugüne kadar 21 kitabı yayımlanmış. Bunlar arasında müellifi olduğu meal kitabının onun için ayrı bir yeri var. Bulaç’ın meali, bugüne kadar yarım milyon adet satmış. Ama, en çok satan eseri bu değil. “Çağdaş Kavramlar ve Düzenler” kitabı, 650 bin satmış. 1990’da yayımladığı Medine Vesikası çalışmasının üzerine, bugüne kadar yurtdışında 27 tez yazılmış. Bulaç, halen yabancıların da görüşlerine en çok başvurduğu Türk mütefekkirlerden birisi.

Bulaç’ın kitapları daha çok, dini ilimler, İslam düşünce tarihi ve Ortadoğu üzerine. Bulaç, çok önem verdiği iki eser üzerinde çalıştığını kaydediyor. Bunlardan biri siyer, yani Peygamberimizin hayatı üzerine. Hicret’e kadarki kısmını kaleme almış. İkincisi, bir tefsir çalışması. 3-4 yıldır üzerinde çalıştığını belirten Bulaç, ekliyor: “Bir ayete Türkçe en iyi ve en derin mana nasıl verilir. Geleneğin ışığında bir ayetin en iyi tefsiri nasıl olmalı. Küçüklüğümden bu yana bu konuda notlar aldım.”

Farklı bir yöntemle tefsir yazıyorum

Fahruddini Razi, Ebussuud Efendi ve Elmalılı Hamdi Efendi’nin eserlerini çok beğendiğini söyleyen Bulaç, kendisinin tefsir çalışmasında farklı bir yöntem denediğini kaydediyor. “Farklı, hatta zıt tefsir ekollerinin önemli eserlerinden birini seçip, bir ayete nasıl baktıklarına ve o ayeti nasıl anlamaya çalıştıklarına önce bakıyorum.” diyen Bulaç, selefilerden İbn Teymiyye’nin, kelamcılardan Fahruddini Razi’nin, mutezileden Keşşaf’ın, sufilerden Kuşeyri’nin, Şia’dan Tabatabi’nin ve dil bilimcilerden Kadı Beydavi’nin tefsirini esas aldığını kaydediyor. Bulaç, hepsinin ayete nasıl baktığını verdikten sonra, bu birikimlerin yanında bugün söylenecek bir şey var mı, onu değerlendirdiğini söylüyor. O ayetle ilgili tefsirini, ayrıca eklediğini belirtiyor. Bulaç, bunun çok zor ve mesuliyet isteyen bir iş olduğuna dikkat çekerek, “Bazen, bırakıyorum. Hatta, tamamını silmeyi bile düşündüm. Ama vazgeçtim. 6 ay bakmadığım oldu. Sonra yeniden başladım.” sözleriyle tefsir girişimini açıklıyor.

Bulaç’ın İslami konularda bu kadar çok kalem oynatmasının nedenlerinden biri, Mardin’de ana dili Arapça olan bir ailenin 5 çocuğundan biri olarak dünyaya gelmiş olması. Evin en büyük çocuğu olan Bulaç, anne ve babasının ümmi oldukları halde, arif olduklarını, köklü bir Osmanlı kültürü taşıdıklarını ve kendisinin okumasının önünü açtıklarını ifade ediyor. Okumaya ortaokul ve lise yıllarında da çok meyilli olan Bulaç, Mardin’de iken Türk ve Batı klasiklerinin çoğunu okuduğunu vurguluyor. Falih Rıfkı Atay, Kerime Nadir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi yerli yazarları, Tolstoy, Dovstoyevski, Balzac gibi yabancı yazarların romanlarını okumuş.

Bulaç, yazmaya meyli sebebiyle mahalli gazetede çalışmaya başlamış. Bir daha adımını geri çekemeyeceği matbuat dünyasına da bu şekilde girmiş. Bulaç, genç yaşında “İlahi aşka dair” şiirler kaleme almış. Bugüne kadar yayımlanan ilk ve tek şiir kitabı “Rüzgar Şarkıları”, Bulaç henüz 18 yaşında iken Mardin’de yayımlanmış. Şiirlerini baskı için büyük oranda kendi eliyle dizmiş. Şiirlerinin sunulduğu Cizreli tanınmış Şeyh Seyda’nın hayır duasını almış. Bulaç, halen zaman zaman şiirler yazdığını, ama bunları yayımlatmak için bugüne kadar bir girişimi olmadığını vurguluyor. Fikri çalışmaları daha baskın gelmiş. Bulaç’ın şiir kitabında yer alan şiirlerden biri şöyle:

TEN KAFESİ

Cânan senden çek benî
Bir vâdiye ek beni.
Öyle kaybolmuşum ki,
Ver bana gerçek benî.

Ben bir deryâdan damla
Örtülüyüm bir damla
Ey Ben çekil şu yerden;
Koptuğum yere damla.

Mardin’de o dönemde halen canlılığını koruyan medreseler, Bulaç’ın dini alt yapısının ve Arapçasının gelişmesinde önemli rol oynamış. Arapça, Farsça ve fıkıh hocalarından dersler almış. Birçok medrese dolaştığını ve pekçok hocanın tedrisinden geçtiğini anlatıyor. Annesinin kendisini kırmızı bir fistanla medreseye gönderdiğini dile getiren Bulaç, “Gerçi yasaklı dönem bitmişti ama, tek partili dönemin yansımaları sürüyordu. Annem, Jandarma korkusuyla dini kitapları fistanın içine saklardı.” sözleriyle o sıkıntılı günleri anıyor.

Bulaç, Mardin İmam Hatip Lisesi’nde okumaya başlamasının da kendisi için önemli bir dönüm noktası olduğunu ifade ediyor. Mardin İHL’nin, o dönemde Türkiye’nin en iyi iki ya da üç okulu arasında yer aldığını vurguluyor. Bulaç, bunun o dönemde okulun sürgün yeri olmasından kaynaklandığını belirtiyor. “Sürgün olan adam, yerinde rahat durmayan adamdır. Seçkin insanlardı. Aralarında solcular da vardı. Bunlardan biri, bana sol literatürü okumamı da teşvik etti.” diyen Bulaç, Orhan Kemal’i, Yaşar Kemal’i ve Salah Birsel’i bu dönemde okuduğunu, özellikle Birsel’in edebi dilinin gelişmesinde etkili olduğunu kaydediyor.

Arkadaşım komünist öldü

Bulaç’ın, Mardin İHL’ye girişinin ilginç bir hikâyesi var. Aslında kendisinin Mardin Öğretmen Okulu’nu kazandığını, bu okulun Köy Enstitüsü’nün devamı olduğunu ifade eden Bulaç, “O dönemde bu okuldan safi komünist yetişiyordu.” tespitinde bulunuyor. Bulaç, kendisinin uzaktan bir akrabası ile İnekler Pazarı’nda (bugün Cumhuriyet Pazarı) su sattıklarını, İHL teklifinin de burada arkadaşı tarafından iletildiğini kaydediyor. Akrabasının, “İHL’ye gel, çalışmadan, bedava sınıf geçersin.” teklifinin, çocuk aklına çok cazip geldiğini belirtiyor. Hemen kaydını aldırmış. Bulaç için hikâyenin devamı hem düşündürücü hem de elem verici: “Allah’ın bir hikmeti. O çocuk, orta okulu bitirince normal liseye geçti. Ben İHL’ye devam ettim. O İstanbul’da Türkoloji’yi kazandı, ben sosyolojiyi. O komünist oldu. Öldürülen solcu öğrenci Kerim Yaman’ın cenazesinin başında sabaha kadar yağmur altında bekledi. Hastalandı ve alnı secdeden uzak vefat etti. Ben Öğretmen Okulu okusam, herhalde kesin komünist olurdum. O ise, İmam Hatip’ten ayrılıp komünist oldu. Bunu kendi üstümde ilahi bir sorumluluk olarak hissettim hep.”

Öğretmen Okulu’nda kalsa, kendisinin de komünist olma ihtimalini iki sebebe bağlıyor, Bulaç. Birincisi, sermayeye karşı tavrı. İkincisi de, o dönemlerde Cemal Abdünnasır’ın Arap Sosyalizmi’nin popülerliği. Bulaç, o günleri şu sözlerle anlatıyor: “Nasır’ı Kahire Radyosu’ndan dinlerdik. O konuşacağı zaman, Mardin’de sokaklar boşalırdı. İhvan’ın bazı eserlerini okuyuncaya kadar, Nasır’a olan bu hayranlığım sürmüştü.”

Bulaç’ın hayatında önemli dönüm noktalarından birisini de 1970’te İstanbul’a gelmesi oluşturuyor. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü kazanan Bulaç, burada tekrar imtihana girerek İstanbul Edebiyat ve Sosyoloji Bölümü’nü de kazanmış. Her iki bölüme aynı anda devam eden Bulaç, iki bölümü de ayrı ayrı bitirmiş.

Bulaç, İstanbul’a gelince güzel bir çevreye düştüğünü belirtiyor. 3 yıl boyunca dönemin önemli mütefekkirlerinden Nurettin Topçu’dan dersler almış. Hüseyin Hatemi, Yaşar Nuri Öztürk, Mehmet Sılay, Mustafa Kutlu, Ezel Elverdi, Mehmet Doğan, Atilla Maraş ve Ahmet Tabakoğlu gibi seçkin isimlerle birlikte bu derslere devam etmiş. “Birbirini tanıyan ve birbirini destekleyen bir ekipti.” diyor, Bulaç. Necip Fazıl’ı da bu dönemde tanımış Bulaç, “Büyük Doğu dışında da çok maceralarımız oldu. Belki bunları bir gün yazarım.” şeklinde temennide bulunuyor.

“Topçu, Allah razı olsun, bize fiş tutmayı öğretti.” sözleri ile farklı bir yönünü keşfediyoruz, Bulaç’ın. Okuduğu kitapları, ilgi duyduğu paragraflara göre fişlere yazıp, dipnotları ile birlikte zarflarda tasnif ediyor. “Fişlemeleri konu ve alt başlıklarına göre yapıyorum. Bugüne kadar, 100 bin kadar fiş biriktirdim.” diyor. Bulaç, çok iyi bir gazete ve dergi kupürü arşivinin olduğunu da kaydediyor.

İslam dünyasının bugün akademisyenlerden çok, ansiklopedik bilgiye sahip mütefekkirlere ihtiyacı olduğunu düşünen Bulaç, bununla akademik düşünceyi küçümsemediğini, akademik çalışmaların bir nevi teknik çalışmalar olduğunu söylüyor. “İslam dünyasının Gazali gibi mütefekkirlere ihtiyacı var. Gazali, fıkhi ve tasavvufi dünya ile insanın ruh ve ilim dünyasını birleştirdi.” diyen Bulaç, İslam dünyasının parçalanmışlığının Müslüman’ın ruhi ve fikri kişiliğinde de parçalanmaya sebep olduğunu belirtiyor. Bulaç, mütefekkirlerin bir konuyu derinlemesine bilmenin yanı sıra diğer konuları da bilmeleri gerektiğini vurguluyor. Bulaç, bu sebeple 5 farklı konudaki kitabı aynı anda okuduğunu dile getiriyor.

Politik boyutu öne çıkararak hata ettik

“Siyasal İslamcı” nitelemesine itiraz ettiğini ifade eden Bulaç, “İslamcı” denmesinden rahatsız olmadığını vurguluyor. İslamcılığın güçlü bir geleneğin devamı olduğuna ve arkasında 1400 yıllık bir tarihi birikim bulunduğuna dikkat çekiyor. Bulaç, “Ama, 19’uncu yüzyılda Osmanlı toprak kaybetmeye başlayıp, Batı karşısında kaybedince, biz de nefsi müdafaaya çekildik. 300 yıldır da müdafaadayız.” diyor. İslamcılığı, “fikri, toplumsal ve politik yeniden doğuş veya diriliş” olarak tanımlayan Bulaç, kendisi gibi ikinci nesil İslamcıların en büyük hatasının politik boyutu çok öne çıkarması olduğunu söylüyor. İkinci hatalarının, manevi ve sufi İslam geleneğinden uzaklaşmaları, üçüncü hatalarının da gelenekle gerilim ve hatta çatışma içine girmeleri olduğunu kaydediyor. Bulaç, “Bu bizim başarısız olmamıza sebep oldu.” tespitinde bulunuyor.

Bulaç, kendi nesillerinin yaşadıklarını yolu olmayan köye yol götüren ilklere benzetiyor. “Buldozer gibi. Biz yolu açtık. Ama, bu yolları stabilize etmek, asfaltlamak bize nasip olmadı. Sizlere ait bu.” diyor. O dönemde yaşanan çatışmaların ideolojik ve politik mücadelelerle aşılacağına inandıklarını kaydeden Bulaç, bunlarla çok vakit kaybettiklerini anlatıyor. Bulaç, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Tefekküre daha fazla vakit ayırsak, daha iyi olurdu. Yol gösterenimiz pek yoktu. Çok şeyi el yordamıyla, denemeyle öğrendik. Bu bizim için bir zenginlik oldu. Ama, şimdiki aklımla bunu yapmazdım.”

“İslam dünyasının sorunları, kalp damarlarınızın tıkanmasında etkili oldu mu?” sorumuz, Bulaç’ı duygulandırıyor. Bunu bugüne kadar pek dile getirmediğini söyleyen Bulaç, kalp damarlarının tıkanmasının esas sebeplerinden birinin aşırı stres olduğunu belirtiyor. Yazdığı yazıları içselleştirdiğini, Cemalettin Afgani’nin dediği gibi ‘bilginin imana dönüşmesi’ni yaşadığını kaydediyor. “Ben bunu hissetmeye çalışıyorum ve bu beni çok üzüyor.” diyor Bulaç ve ekliyor: “Müslümanların topraklarının işgal altında bulunması, her gün birinin işgale uğraması, içinde bulundukları durum ve bu kadar ağır zulümlere maruz kalması beni üzüyor”.

Küçükken annesinin “kırmızı fistanının içinde dini kitaplarla” medreseye gönderdiği Bulaç için tablo neredeyse yarım asır sonra tekrarlanıyor. “Türkiye’de bir başörtüsü sorunu var. Elimizden bir şey gelmiyor.” şeklinde çaresizliğini dile getiren Bulaç, “Benim kızlarım var. Başlarını örttükleri için aşağılandıklarını gelip bana anlatıyorlar. Üniversitede kapıdaki bir güvenlik görevlisi, arkasından koşmuş ve ‘sen hangi ülkede yaşadığını sanıyorsun, başını aç’ demiş. Kızım bunu yemekte anlattı, 15 dakika ağladı, beni de ağlattı. Onu teselli etmeye çalıştım.” Bulaç, 5’i kız, 6 çocuk sahibi. Kızının çok çalışkan olduğunu ve dereceye girdiğini, ama üniversite diplomasını kapıda evraklarını imzalayarak aldığını anlatıyor. Bu durumu, üstad Necip Fazıl’ın bir mısrası ile özetliyor: “Öz yurdunda garip, öz vatanında paryasın.”

Bulaç, ümmetin Osmanlı’nın son dönemlerindeki günahlarının kefaretini ödediğini düşünüyor. Günahlarımız için bedel ödeyeceğimizi vurguluyor. “Günahlarımızın kefaretini ödeyeceğiz. Şu an biz O’na layık değiliz. Önce, hak edeceğiz. Sonra Allah bize nusret verecek.” diyen Bulaç, ekliyor: “Çünkü Allah, asla kullarına zulmetmez.”
  #29250  
Alt 29.08.2006, 07:30
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard der Film wird dich entäuschen! Das Buch

hat Freiraum für Eigeninterpretation.Mehr darüber im Kino-Forum.
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu