Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Gesellschaft & Soziales


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #33451  
Alt 08.08.2007, 15:37
Benutzerbild von kerio
kerio kerio ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 22
Standard devam edelim

İsrâ Sûresinin 73 . Ayetinde
Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.


Kehf Sûresinin 14,15 . Ayetinde
Kalkıp da, “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Ondan başkasına asla ilah demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu kavmimiz, ondan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil getirselerdi ya! Artık kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?” dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.


Tâ-Hâ Sûresinin 61 . Ayetinde
Mûsâ onlara şöyle dedi: “Yazıklar olsun size! Allaha karşı yalan uydurmayın, yoksa sizi azap ile yok eder. Allah’a karşı yalan uyduran mutlaka hüsrana uğramıştır.”


Enbiyâ Sûresinin 5 . Ayetinde
Onlar, “Hayır, bunlar karma karışık yalancı düşlerdir. Hayır, onu kendisi uydurdu, hayır, o bir şairdir. Eğer böyle değilse önceki peygamberlerin (mucizelerle) gönderildikleri gibi o da bize bir mucize getirsin” dediler.
Mü’minûn Sûresinin 38 . Ayetinde
“Bu, Allah’a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız.”
Mü’minûn Sûresinin 83 . Ayetinde
Andolsun, biz de bizden önce atalarımız da bununla tehdit edildik. Bu öncekilerin uydurduğu masallardan başka bir şey değildir.


Nûr(*) Sûresinin 11 . Ayetinde
O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır.
Furkân Sûresinin 4 . Ayetinde
İnkar edenler, “Bu Kur’an, Muhammed’in uydurduğu bir yalandan başka bir şey değildir. Başka bir topluluk da bu konuda ona yardım etmiştir” dediler. Böylece onlar haksız ve asılsız bir söz uydurdular.


Kasas Sûresinin 36 . Ayetinde
Mûsâ onlara delillerimizi apaçık olarak getirince onlar, “Bu ancak uydurulmuş bir sihirdir. Biz geçmiş atalarımızın zamanında böyle bir şeyin varlığını duymadık” dediler.


Kasas Sûresinin 75 . Ayetinde
Her ümmetten bir şahit çıkarırız ve (kafirlere), “Kesin delilinizi getirin” deriz. Onlar da gerçeğin Allah’a ait olduğunu bilirler ve (Allah’a ortak diye) uydurdukları şeyler kendilerini yüzüstü bırakıp kaybolup gitmişlerdir.


Ankebût Sûresinin 13 . Ayetinde
Andolsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir. Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyamet günü şüphesiz, sorguya çekileceklerdir.


Ankebût Sûresinin 17 . Ayetinde
“Siz Allah’ı bırakarak ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’ı bırakarak taptıklarınızın size hiçbir rızık vermeye güçleri yetmez. Öyle ise rızkı Allah’ın katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.”


Ankebût Sûresinin 68 . Ayetinde
Allah’a karşı yalan uyduran, yahut kendisine geldiğinde, gerçeği yalanlayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirler için bir yer mi yok?


Rûm Sûresinin 58 . Ayetinde
Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali verdik. Andolsun, eğer sen onlara bir âyet getirsen, inkâr edenler mutlaka, “Siz ancak asılsız şeyler uyduranlarsınız” derler.
  #33452  
Alt 08.08.2007, 15:39
Benutzerbild von kerio
kerio kerio ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 22
Standard devam etmeye gerek varmi?

acikcasi küfür cephesinde yeni birsey yok. ayni hikayeler ayni masallar.

bize bizim kaynaklarimizla bizim dinimizi anlatmaya kalkacak kadar edepsiz hamiyetsiz haysiyetsiz serefsiz.

küfür cephesinde yeni birsey yok. yeni bir fikir düsünce yok. yeni birsey olsaydi, onlar Allah"in yüce kitabinda buyurdugu gibi kurana karsilik bir kitab getirsinler.

tarih bunu gösterdi göstermeye devam etmekte ki onlar ayni masallar ile kendilerini avutmakta.

Hac(*) Sûresinin 73 . Ayetinde
Ey insanlar! Size bir örnek verildi. Şimdi ona iyi kulak verin. Sizin Allah’tan başka taptıklarınız bir sinek dahi yaratamazlar, hepsi bunun için toplansalar bile. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, istenen de.
  #33453  
Alt 08.08.2007, 15:41
Benutzerbild von kerio
kerio kerio ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 22
Standard yalanci uydurmaci sahtekar

olan birtek sensin. bizim elimizde apacik bir kitap var.
  #33454  
Alt 08.08.2007, 15:51
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Evladım seni ben medeni edemem.

201.sayfadan- 250. sayfaya "Tanrı, haftanın hangi gününde neler yaratmış"? Ebu Hureyre anlaüyor:"Peygamber elimden tuttu ve şöyle dedi: Tanrı, TOPRAĞI (yeryüzünü, CUMARTESİ yaratü. Toprağın üzerinde DAĞLARI da PAZAR günü yaptı. AĞAÇLARI da PAZARTESİ varetti. MEKRUHU (kötü? olanı) da SALI GÜNÜ yaratmışür. NURU (ışığı) da ÇARŞAMBA günü... HAYVANLARI da, PERŞEMBE günü yaraüp yaydı. ADEM"İ yaratması da CUMA GÜNÜ İKİNDİDEN SONRA, ikindiyle gece arasında, cuma günü saatlerinden en son saatte oldu. Sonuncu yaraük olarak." (Bkz. Müslim, e"s-Sahih, Kitabu Sıfaü"I-Munâfıkîn/27, hadis no: 2789; Ahmed Ibn Hanbel, Müsned, 2/227.) Aclûnî, bu hadisi "Müslim"in, Neseî"nin ve Ahmed Ibn Hanbel"in, Ebu Hureyre"den aktarıp yer verdiğini" belirttikten sonra, aynı konudaki açıklamayı içeren hadisin Ibn Abbas"tan da aktarıldığını yazıyor. (Bkz. Aclûnî, Keşfu"1-Hafâ, 1/454-455, ha. 1241.) Muhammed"in bu açıklaması, Kur"an"da "göklerin ve yerin alü günde yaratıldığı" bildirilirken görülen "günler"le, bildiğimiz "haftanın günleri"nin amaçlandığına kuşku bırakmıyor. En yetkili sayılan "müfessir"lerin görüşü de bu yöndedir. 2000"e Doğru 21 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 4 201 KUR"AN"DAKİ "AKIL VE BİLİM DIŞILIK"LAR (V) Fussilet Suresinin 9. ayetinin anlamı: - "De ki: Siz YER"i İKl GÜN"de Yaratan"ı yoksayıp da O"na eşler koşuyorsunuz? O, dünyaların Efendi Tann"sıdır (Rabbu"l-âlemîn)." "Koskoca YER"i "iki gün içinde yaratma"ya kimin gücü yeter? "İki gün" gibi kısa bir süre içinde bu denli büyük işi kim başarabilir? Dünyanın bütün insanları gelse bunu gerçekleştiremez. Öyleyken nasıl oluyor da "O"na başkaları tanrılıkta ortak yapılıyor"? Ayet"de demek istenen bu. (Bkz. RRâzî, 27/101; Taberi, Câmiu"l-Beyân, 24/61-62. Ve öteki tefsirler.) Bu "iki günde" gerçekleştirilen "iş"in içinde, "dağlar"ın ve "yiye-cekler"iyle birlikte "yeryüzü canlılan"nın yaratılması yok. "İki gün"de yalnızca "yeryüzü", yani "dümdüz" olarak "yaratılmış". Muhammed"in daha önce sunulan "hadis"teki açıklamasına göre, bu iş için yalnızca "1 gün"ün harcanmış olması gerekiyor. Cumartesi. Ama yukandaki ayette, bu iş için "iki gün"ün harcandığının anlatıldığını görüyoruz. Kur"an yorumlarına göre bu "iki gün", PAZAR günüyle PAZARTE-Sî"dir. (Bkz. Taberî, Câmiu"l-Beyân, 24/61; Tefsiru"n-Nesefî, 4/88; Ce-lâleyn, 2/153. ve öteki tefsirler.) "İki günde de dağlar ve öteki şeyler yaratılmış": Aynı surenin 10. ayetinin anlamı: - "O ki yeryüzüne, üstünden ÇİVİLER (DAĞLAR) yerleştirdi. Orada çoğalma (bereket) gerçekleştirdi. Ve yiyeceklerini bir ölçüye düzenine koydu. Dört gün içinde tamam hepsi. Soranlara..." Demek ki "iki gün"de "yeryüzünde yaratılan öbür şeyler"e harcanmış. Öyle anlatılıyor. Tümüne harcanan "gün sayısı": Tam "dört". Muhammed"in daha önce sunulan açıklamasına göre, "dağlar"ı 202 yaratmaya ayrı bir gün (pazar), "ağaçlar"ı yaratmaya ayrı bir gün (pazartesi), "hayvanlar"ı yaratmaya ayrı bir gün (perşembe) harcanmış. Yukandaki ayete göreyse, bunlann tümüne harcanan "gün sayısı"; "iki". Bu "iki gün"de, Kur"an yorumcularına göre; salı ile çarşamba. (Bkz. Celâleyn, 2/153; Tefsiru"n-Nesefî, 4/89...) 9. ve 10. ayette bildirilen o ki, "YER", dağlan, ağaçlan, bitkileri ve hayvanlanyla birlikte toplam: "DÖRT GÜN"de yaratmıştır. Başka ayetlerde, "göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı" bildirildiğine göre, geriye "iki gün" kalıyor. Yani "yedi kat göğün yaratılması"na da "iki gün" yetmiş. Bu da aynı surenin 12. ayetinde açıkça bildiriliyor. "Tanrı, gökleri yaratmaya, yeri yarattıktan sonra girişmiş": Aynı surenin 11. ayetinde bildirilen: - "(Tanrı) Sonra (YER"i içindekilerle birlikte yarattıktan sonra),bir duman durumunda olan göğe yöneldi (yaratmak için). Göğe veyere: "Haydi ikiniz de gelin. İsteyerek ya da istemeyerek." dedi. İkisibirden: İsteyerek geldik." dediler." "İki gün içinde de yedi kat göğü yaratma işi tamam": 12. ayette bildirilen: - "Bunun üzerine (Tann), tüm gökleri, yedi (kat) olarak ikigünde yarattı. Ve her göğe, işini (görevini) bildirdi. (...)" Kur"an yorumlarında açıklandığına göre,."«ıfER"in, içindekilerle birlikle yaratıldığı "günler": Pazar, pazartesi, salı ve çarşamba. "Yedi kat göğün" yaratıldığı iki-gün de şunlar: Perşembe ve cuma. (Bkz. Celâleyn, 2/152-153; Tefsiru"n-Nesefî, 4/88-89.) Tüm evren içinde "YER"in, yani "DÜNYA"nm önemi nedir ki? Öyleyken "Yer"in yaratılmasına "dört", kalan tüm evrenin yaratılmasına da yalnızca "iki" günün harcandığı anlatılıyor. Buna şaşılabilir. Ama unutulmamalıdır ki, dünyadan çıplak gözle bakan kimse, "bilinV"den, özellikle de "gökbilimi"nden habersizse, "DÜNYA"mızı, evrenin öteki kesimlerinden "daha büyük" görebilir. 203 Burada asıl şaşılası şey şu olmalı: - Ayetlerde, "AY"ıyla, "GÜNEŞ"iyle, "YILDIZ"lanyla "GÖK" (ayetlerdeki anlaümıyla "yedi kat gök") daha ortada yokken, "YER"in, dağlarıyla, ağaçlarıyla, bitkileriyle, hayvanlarıyla "yaraüldığrnın bildiriliyor oluşu. Bunu yalnızca "iman" ve "imana bağımlı akıl" kabul edebilir. Özgür insan aklı ve bilimse, hiçbir zaman."Yer"in "gökler"den sonra yaratıldığını anlatır gibi anlatımlar içeren ayetler de var. (Bkz. Nâziât: 27-30.) Ama Fussilet Suresinin yukarıda sunulan ayetlerindeki ayrıntı ve açıklık hiçbir yerde yok. "Yer"in "gökler"den ÖNCE yaratıldığı, çok açık biçimde anlatılıyor bu ayetlerde. Kaldı ki Muhammed"in, daha önce sunulan ve Müslim"in "e"s-Sahih"inde de yer alan hadiste, kendi açıklaması da bu doğrultuda son derece açık. Kur"an"da, "TanrTmn "YER"i ve "GÖKLER"i yarattığı bildirilen "ALTI YARATMA GÜNÜ"nün "İLK GÜN"ünde "TOPRAK" diye anlatılan "YERYÜZÜ"nün, onu izleyen günlerde de "DAĞLAR"ın, "AĞAÇLAR"ın yaratıldığını açıklıyor. Aynı hadisteki açıklamaya göre: 204 KUR"ANT)AKi"AKIL VE BİLÎM DIŞILIK"LAR (VI) Kur"an"da pekçok şey Tevrat kaynaklı ("Isrâiliyyât"). Eski Kur"an yorumcuları ("tefsirciler"), bunu bildikleri için, çoğu kez değişik biçimde Kur"an"a geçmiş olan öykülerdeki boşlukları, Tevrat"a başvurarak doldurmaya çalışmışlardır. Tevrat"ın kaynağı da "söylenceler" (efsaneler). En temel kaynaktır bu. Örneğin bir "Nuh (Sümer"deki adıyla: Utnapiştim.) Tufanı"nın kaynağının "Gılgamış Destanı" olduğu artık biliniyor. O destan ki, Tevrat"tan çok önceki dönemlerin ürünü. "Yaratılış Söylencesi" de bu türden. Yani Tevrat"a söylencelerden yansıma. Dolayısıyla da Kur"an"a... "Yeryüzü, dağlar, ağaçlar, daha ışık yokken yaratılmış" "Nur" sözcüğüyle anlatılan buradaki ışığın ne olduğu açıklanmıyor. "Güneş"in, "Ay"ın, "yıldız"lann "ışık"lan olduğu söylenebilir. "IŞIK, DÖRDÜNCÜ GÜNDE" yaratılmış. Tevrat"a bakıyoruz; burada da öyle. Yani burada da "ışığın dördüncü günde yapıldığı" anlatılıyor. (Bkz. Tevrat, Tekvin, 1:16-19.) Tevrat"ta da böyle anlatılması doğal. Çünkü asıl KAYNAK: Tevrat. 2000"e Doğru 4Şubatl990,Yıl 4,Sayı 6 204 "Yaratılış Söylencesi" Kur"an"ın "Tann"dan olduğu" savı ortaya atıldığında, buna inanmayanlar, "Hayır, bunlar eskilerin masallarıdır..." demişlerdi. (Kur"an"da bu, pek çok yerde aktarılır, örneğin bkz. En"am: 25; Enfal: 31; Nahl: 24...) Böyle diyenler, ne dediklerini biliyorlardı. "Yaratılış" öyküsü, pek çok toplumun söylencesinde var. Eski Türklerde de türlü "yaratılış efsaneleri"nin bulunduğu bugün biliniyor. Kimi, "kitaplı" diye ünlü olan "din"lerdekine çok benzer. Örneğin: "Tann" Ülgen, söylenceye göre "DÜNYA"yı altı günde yaratmış, yedinci gün de yatıp uyumuş". (Bkz. Abdulkadir inan, Tarih Boyunca ve Bugün Şamanizm, Ankara, 1972, Türk Tarih Kurumu Yay., s. 20.) Bu, söylencenin yaygınlığını gösterir, inan, "Kitaplı dinlerin, Şamanizm"le beslendiklerini ve bu beslenmenin az olmadığını" yazar. (Bkz. inan, aynı kitap, s.6. Karşılaştırrrtak için ayrıca, Dünyanın ve İnsanların Yaradılışlarına Dair Efsaneler başlıklı bölüme, s. 13-21"e bkz.) "Tann"nın" Yer"i ve "gökler"i "altı gün"de yarattıktan sonra "ye- -dinci gün dinlendiği", Tevrat"ta yer aldığı halde, Kur"an"da bu açıklıkla 205 yer almıyor. Yalnızca, işini bitiren "TanrTnın, "sonra ARŞ"a İSTİVA ettiği" anlatılıyor. "Istiva"ya "dayanma" anlamı verenler de var. İslam kelamında tartışmalı. Eğer bu anlam doğruysa, "ARŞ"a dayanmak"la "Tanrı", bir çeşit "dinlenmiş" oluyor diye düşünülebilir. Bununla birlikte Kur"an"m "TanrTsı da "SEBT" gününe son derece önem verdiğini belirtiyor. Öylesine ki, bu günde, çalıştılar, "balık avladılar" diye, insanları (koca bir kasaba halkını) korkunç biçimde cezalandırdığını, bunları "aşağılık maymunlara dönüştürdüğünü" açıklıyor. (Bkz. A"raf: 163-166.) "Sebt", Tevrat inanırlarını, "TanrTnın "evreni altı günde yarattıktan sonra dinlendiğTne inandıkları (bkz. Tevrat, Tekvin, 1:1-31; 2: 1-4.) "yedinci gün "dür. Demek ki "SEBT"e önem verdiğini anlatmakla, Kur"an"da, "TanrTnın "yedinci gün dinlendiğini", dolaylı da olsa kabul etmiş oluyor. Böyle denebilir. Kaldı ki, Muhammed"in hadiste bir açıklaması var: "Tanrı işini bitirince bir ayağını öbür ayağının üstüne atıp oturmuş; ya da sırt üstü yatmış": Abdullah Oğlu Câbir"in anlattığına göre Muhammed, "herhangi bir kimsenin, ayak ayak üstüne atıp oturmasını ve sırtüstü yatarken de ayak ayak üstüne atmasını yasaklamıştır"; "sakın ha, kimse bunu yapmasın!" demiştir. (Bkz. Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"l-Libâs/72-74, hadis no: 2099; Ebû Dâvûd, e"s-Sünen, Kitabu"l- Edeb/35, hadis no: 4865; Tirmizî, Sünen, Kitabul-Edeb/20, h.no: 2767.) Muhammed"in şu açıklaması buna ekleniyor: "Çünkü bu oturuş (ayak ayak üstüne atıp oturmak), Yüce Efendi Tann"nın (Rabb Teâlâ) oturuşudur." Bu açıklamasının başı da şöyle: "Yüce Tanrı, yaratıkları yaratma işini bitirince, sırtüstü uzandı. O sırada bir ayağım da öbür ayağının üstüne koymuştu. Bunun benzerini yapmak, hiç kimse için uygun değildir..." (Bkz. Hâfız-Ebûbekr Muhammed İbnü"l-Hasen Ibn Fûrek, Müşkili"l-Hadis, tahkik: Dr. Abdul"mu"C. Halep, 1982, s.42.) Tann"nın "ayak ayak üstüne atıp oturması ya da yatması", biraz ters bulunduğu için Muhammed"in bu açıklamasını uygun biçimde yorumlama çabalarına girişiliyor, bir sürü zorlamalı yorumlar yapılıyor. (Bkz. Ibn Fûrek, aynı kitap, s.42-44.) 206 Tevrat"ın "Tann"sı, "yedinci gün dinlendiğTne ilişkin açıklaması yüzünden "Tann da yorulur mu ki, dinlenmiş olsun? Ne biçim Tann?" diye eleştirilince, Kur"an"ın "Tann"sı bu eleştirinin kendisine yönel-/ memesi için şu açıklamayı yapıyor: (Çeviri: Diyanet"in.) -"And olsun ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları \ ALTI GÜNDE yarattık ve Biz, bir YORGUNLUK da duymadık!" K (Kâf, ayet: 38.) "Yaratılış günleri" olarak "söylencelere dayanan ve "TevraTa, pek nice zaman sonra da "Kur"an"a yansıdığı görülen "ALTI GÜN"le an-v laülmak istenenin, "haftanın günleri" olduğu son derece açık. Ne var *" ki, bunun "akıl"la4 "mantık"la ve "bilim"le bağdaşmadığını gören kimi Kur"an yorumcusu ille de "bağdaştırmak" için bu konuda da yoğun ve zorlamalı yorumlara girişmişlerdir. Ünlü yorumcu F.Râzî de bu konuda aynı çabaya katılmış görünüyor: "Altı gün, altı evre demektir." diyor. (bkz. F.Râzî, 28/183-184.) Son yüzyılın islam propagandacılan da bu yoruma tutunmuşlardır. Maurice Bucaille (müslüman olmadığı halde islam propagandasını üstlenmiş görünür. Bu konu için bkz. Bucaille, Müsbet ilim Yönünden Tevrat, Inciller ve Kur"an, çev. Dr. ! Mehmet Ali Sönmez, Konya 1979, s. 217-224.), Süleyman Ateş (bkz. islam"a İtirazlar ve Kur"an-ı Kerim"den Cevaplar, Ankara, 1971, s.213 ve öt.) de, bu kervanda kuyruğa girmiş olanlardan. Oysa "altı gün", bildiğimiz "haftanın günleri, haftanın altı günü"dür. Bu, açık seçik belli: -Kur"an"m "TamT"sı, bunca şeyi "altı günde" yarattığını anlatır- ken, ne denli "GÜÇLÜ" ve "HIZLI" olduğunu anlatmak istemiştir. "Tefsir"lerde de bu belirtiliyor. (Bu, Râzî"de bile belirtilir. Bkz. 27/ 101. Ayrıca bkz. Taberi, 24/61-62.) - Tevrat"ın "TanrTsı da "yaratılışın altı günü"nü, "haftanın günleri" olarak alıp anlatmıştır. (Bkz. Tevrat, Tekvin, 1-2.) - Muhammed"in "hadis"lerdeki açıklaması da bu doğrultudadır. (Hadisi, daha önce sunulmuştu.) 2000"e Doğru 11 Şubat 1990, Yıl 4, Sayı 7 207 KUR"ANTJAKİ "AKIL VE BÎLÎM DIŞILIK-LAR (VII) Nuh ve tufanı "Nuh"un "tufan" öyküsü de, kendisinin "ne kadar yaşadığına ilişkin açıklama da "akıl ve bilim dişilik" için çarpıcı örneklerdendir. Din çevreleri, "Nuh"u, "insanlığın ikinci atası" sayar. (Birincisi: Âdem.) Kur"an"ın, her konuda ve her şey üstüne, sık sık antiçen, "ant"lanyla Kur"an"ı dolduran "tann"sı, 6 kez de şöyle antiçen - "Andolsun ki, Nuh"u da toplumuna (peygamber olarak) gönderdik..." (Bkz. A"râf: 59; Hûd: 25; Mü"minûn: 23; Ankebût: 14; Hadîd: 26; Nuh: 1.) Bu antlardan birinde, bir de açıklama yer alır: - "Andolsun ki, Nuh"u toplumuna gönderdik. O, onların arasında,elli yıl eksiğiyle bin yıl kaldı (yaşadı). Sonunda, onlar kendilerineyazık etmekteyken tufan kendilerini yakaladı." (Ankebût, ayet 14.) "Elli yıl eksiğiyle bin yıl"m ne demek olduğu belli: "950 yıl". Kur"an yorumcuları, burada anlatılmak istenenin şu olduğunu yazarlar - Nuh"un, tufandan önceki yaşamı 950 yıldır. Ve Nuh"un "tufandan sonra" da şu kadar, bu kadar yaşadığından sözederler. Yazdıklarına göre, Nuh, "tufandan sonra"; 60 yıl daha yaşamıştır. Kimine göreyse Nuh""un toplam yaşamı daha çok: -1300 yıl. -1400 yıl. Yorumlar böyle. (Bkz. "Tefsir"ler, örneğin: Taberi, 10/87; Tefsi-ru"n-Nesefî, 3/252.) Oysa, Muhammed"in ya da öğretmenlerinin, bu öyküyü aldığı kaynağa, Tevrat"a bakıldığında sorun çözümleniyor: -"Ve Nuh"un bütün günleri (ömrü), 950 yıldı..." (Tevrat, Tekvin, 9:29.) 208 "950 yü"ın nereden çıktığı, böylece anlaşılıyor. Tevrat"taki anlatımla Kur"an"daki anlatım değişiklikleri hep olur; buradakini de yadırgamamak gerekir. Kur"an"daki ayette, "dokuz yüz elli" denecekken, niçin "elli yıl eksiğiyle bin yıl" deniyor? Kur"an yorumcuları, bu soruya şu karşılığı verirler: - Eğer doğrudan "dokuz yüz elli yıl" denseydi, yıl sayısında "kesinlik olmadığı" düşünülebilirdi. Yıl sayısının kesin olarak bu kadar olduğu bilinsin diye, "elli yıl eksiğiyle bin yıl" anlatımı seçilmiştir. (Bkz. Zemahşeri, Keşşaf, 3/371; F.Râzî, 25/41-42; Tefsiru"n-Nesefi, 3/252.) îyi ama, insan bu kadar yaşayabilir mi? Yani hangi dönemde olursa olsun insanın bu kadar yıl yaşamış olduğu düşünülebilir mi? Kur"an yorumları da, buna "tıp dünyası"nın "evet" demeyeceğini kabul ediyorlar. Ne var ki yine de bunun olabileceğini tıbbın kabul etmediği şeyi "aklın kabul edebileceğini" savunuyorlar. Ve "aynca şu da bilinmelidir ki, en çok 120 yıl olabileceği söylenen ömür, tabiî (doğal yaşamdaki) ömürdür; buradaki ömür (Nuh"unki) ise, ilâhî (Tanrı vergisi) bir ömürdür..." diyorlar. (Bkz. F.Râzî, 25/42.) Yani gerçekte, "insan aklı"nın ve "bilim"in hiçbir biçimde "olur, olabilir" demediği şey için Kur"an yorumcuları "olabilir", "olmuştur" diyorlar. Böyle diyorlar, çünkü Kur"an"da var. "Tufan" öyküsüne gelince:"Nuh Tufanı", kesinlikle bir "efsane" (söylence) dir:"Tufan" öyküsünü hemen herkes bilir. Kur"an"ın anlattığı, özet olarak şöyle: Nuh, toplumuna sürekli uyarılarda bulunur; Tann"nın buyruklarına karşı gelmemelerini, Tann"ya inanmalarını ve gereğine göre davranmalarını ister; yoksa Tann"nın kendilerini cezalandıracağını bildirir. Ama toplumu, Nuh"un öğütlerine aldırmaz. Tanrı cezalandırmaya, "Nuh toplumu"nu dünya çapındaki suda boğmaya karar vermiştir, ancak, Nuh"u ve "aile"sini kurtaracaktır. Bunun için Nuh"a, bir "gemi" yapmasını, günü gelince de "her cinsten bir çift"i ve "inananlar"ı ge- 209 miye almasını buyurur. "TanrTnın dediği olur. Gemidekiler kurtulur, öbürleri boğulur. Sonunda gemi, bir dağa (Cûdî) oturmuştur... Bu öykü, Kuf"an"ın birçok yerine serpiştirilmiştir, (özet için bkz. Hûd, ayet: 2547.) Bu öykünün kaynağı: Tevrat. Tevrat"ta ayrıntılar da var. "Ve Tann Nuh"a şöyle dedi: Tüm insanlığın sonu geldi. Çünkü onlar nedeniyle yeryüzü zorbalıkla doldu, işte ben, onları, yeryüzüyle birlikte yok edeceğim. Kendine gofer ağacından bir gemi yap..." diye başlar, sürüp gider. (Bkz. Tevrat, Tekvin, 6:13-22; 7-9.) Ve tüm araştırmacılar, Tevrat"taki bu öykünün kaynağının da "SÜMER TUFAN EFSANESİ" olduğunda birleşirler. Tevrat"tan bin yılı aşkın bir zaman öncesinin ürünü olan "GILGAMIŞ DESTANI". "Nulfun bu "efsane"deki adı: "Utnapiştim (Ut-Napishtim)"dir. (Karşılaştırmak için bkz. Gilgameş Destanı, çev. M.Ramazanoğlu, MEB yayınları, lstanbu, 1989, s.80-85.) "NUH TUFANI" öyküsünün, Gılga-mış Destanı"ndan alınma olduğunu, araştırmacı "ilahiyatçılar" da kabul etmek zorunda kalmışlardır. İlahiyatçı "Dinler Tarihi Müderris Muavini" A.Hilmi Ömer, bu konuya ayırdığı, gerçekten çaplı incelemesinde, gerçeği açık seçik yazmıştır. (Bkz. A.Hilmi Ömer, Tufan Hikayesi, ilahiyat Fakültesi Mecmuası, istanbul, 1932, yıl: 5, sayı: 23, s.53-64sayı:24,s.33-45.) 2000"e Doğru 18 Şubat 1990, Yıl 4, Sayı 8 210 KUR"AN"DAKÎ "AKIL VE BÎLİM DIŞILIK-LAR (VIII) inandırmak için "mucize"ler - Kur"an"ın "Tann"sı insanları, dediklerine inandırmaya çok istekli. İnsanlar inanmadıkları zaman çok öfkeleniyor; bu dünyaya tüyler ürpertici "felâketler gönderdiğini, göndereceğini bildiriyor; daha büyük ceza ve işkencelerin de "âhiret"te, "cehennem"de, buranın ölümsüzlüğü ve sonsuzluğu içinde verileceğini duyuruyor. Kiminde inandırmak için türlü "ant"lara başvuruyor, kimindeyse "mucize"lerle "peygamber"lerini desteklediğini "haber" veriyor. Bütün bunlar inart-; dırmak için... iyi de bunların yerine, insanları istediği nitelikte, değişiklik gerekliyse istediği değişikliklerde, ama hepsini de dilediği doğrultuda yürüyecek biçimde yaratmaz mıydı? Tüm "kul"lannın gönüllerini istediği doğrultuya çeviremez miydi? Gücü yetmez miydi buna? -Yeterdi. - Peki niye yapmadı? - "imtihan (sınav)" için. - iyi ama kime karşı "imtihan", niçin? Bilirsiniz, bu tür tartışmalar çok olur. - "Firavun ailesi: "Bizi sihirlemek için ne mucize gönderirsen gönder, sana inanmayacağız" dediler (Musa"ya). Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, güveyi, kurbağalan ve kanı, birbirinden ayrı mucizeler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular." (A"râf, ayet: 132-133, Diyanet çevirisi.) Bu "bilim ve akıl dışılık"lann aslı ve ayrıntıları Tevrat"ta. 1-Musa"mn değneğinin yılan olması, 2- Değnekle suya vurunca koca ırmağın suyunu kana dönüştürmesi, 3- Değnek, ırmaklara, kanalları, ha- 211 vuzlara uzatılınca kurbağa sürülerinin oluşması, 4- Değnekle yerin tozuna vurunca her yeri "tatarcık"larm (sivrisinekten küçük, insan kanı emer) kaplaması, 5- Evlerin "at sineklerinin saldırısına uğratılması, 6- Hayvanlarda kırgın (ölüm salgını), 7- însan ve hayvanlarda irinli çıban, 8- Dolu yağdırarak insanları, hayvanları öldürme, 9- Çekirge sürüleri gönderip, ülkenin otunu, ürününü yedirmek. (Bkz. Tevrat, Çıkış: 7-10.) Kur"an"da Nemi Suresinin 12. ayetinde, Musa"nın mucizelerinin 9 olduğu belirtilir. Ama Tevrat"a ve Kur"an"ın başka surelerine, başka ayetlerine bakıldığında, Musa"nın mucizelerinin sayısının 9"dan çok olduğu görülür. Kimi tefsirde, Musa"nın mucizelerinin 11 tane olduğu belirtilir, (örneğin bkz. F.Râzî, 24/184.) Tevrat"ta, yukarıdaki 9 mucizeden sonrakiler de uzun uzun anlatılır. (Bkz. Çıkış, öteki "Bap"lar.) Kur"an"ın "Tann"sı Musa"yı "büyücülerle yanşa sokar, yarıştırır. (Bkz. Tâhâ, 64-73.) -Çamurdan bir kuş yapıp sonra bunu gerçekten canlı bir kuş durumuna getirmek olabilir mi? Kur"an"a göre: "Evet". İsa, mucize olarak bunu yapmış. (Bkz. Âlu İmran: 49; Mâide: 110.) -Bir ölüyü insan diriltebilir mi? Kur"an"a göre: "Evet". Peygamber olan kişi bunu yapabilir, îsa "mucize" olarak bunu yapmıştır. (Bkz. Aynı ayetler.) Bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin kökeni de İncil"de. (İsa"nın dört günlük ölü olan Lazar"ı, adıyla çağırıp nasıl dirilttiğini anlatan kesim için bkz. Yuhanna, 11: 39-44.) -Bir dağın yerinden sökülüp kaldırılması, insanların üzerinde tutulması olabilir mi? Kur"an"a göre: "evet" ve Musa"nın mucizesi olarak olmuştur. (Bkz. Bakara: 63,93; Nisa: 154; A"raf : 171.) Bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin kökeni de Yahudilik kaynak-larındadır. (Bkz. Talmut, Şabat/88.) - Aç insanlar için "gök"ten "men (Diyanet"in resmi çevirisinde:kudret helvası.)" ve kebap olmuş "bıldırcın" indirilir mi? Kur"an"a göre: "evet". Ve bu, Musa"nın "mucize"si olarak gerçekleşmiştir. (Bkz. Bakara: 57; A"raf: 160; Tâhâ: 80.) "Gök Sofrası" başlıklı yazıda bunun üzerinde durulmuştu. Orada belirtildiği gibi, bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin kaynağı: Tevrat. (Bkz. Çıkış: 16: 13- 212 15; Sayılar, 7,31-32.) -Aç insanlar için "gök"ten "gök sofrası" indirilmiş olabilir mi? Kur"an"a göre: "Evet". Ve bu, İsa"nın "mucize"si olarak gerçekleşmiştir. (Bkz. Mâide: 114-15.) Bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin de kaynağı ("Gök Sofrası" başlıklı yazımızda belirtildiği gibi) İncil"dir. (Bkz. Matta, 14:16-20; Markos, 6;37-44; Luka, 9:13-17; Yuhanna, 9-14,31.) - Bir insanın alev alev yanan bir "ateş"e atılması ve onun da yan-maması, ateşin "serin" oluvermesi olabilir mi? Kur"an"a göre: Bir "mucize" olarak bu gerçekleşmiştir: Nemrud, İbrahim"i ateşe atmış, ama ateş İbrahim"i yakmamıştır. (Bkz. Enbiya: 68-69. Ayette Nemrud geçmez.) Oysa araştırmacılara göre: Nemrud"la İbrahim arasında birçok yüzyıl bir zaman var. Yeri geldiğinde konunun üzerinde ayrıca durulacak.Böylece nice "mucize"ler yer alır Kur"an"da. Bunların "akıl ve bilim"le bağdaşabileceği söylenebilir mi? 2000"e Doğru 25 Şubat 1990, Yıl 4, Sayı 9 213 KUR"AN"DAKI "AKIL VE BÎLÎM DIŞILIK"LAR (IX) Bir "üfürük", bir "can" oluyor —Çamurdan bir biçim, yani bir canlının biçimi, benzeri yapılıyor. Sonra ona "ruh üfürülüyor" ve o, "canlanıveriyor". Bu türden şey olur mu?Kur"an"a göre:—Evet!Âdem"in kalıbı böyle yapılmış, yani "çamur"dan bir "insan" yapılmış; sonra ona "ruh üfürülmttş" ve Âdem, canlanıp bir insan oluvermiş. İşte ayet: (Çeviri, Diyanet"in.) —"Rabbin melekler şöyle demişti: Ben, çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ona ruhumdan üflediğim zaman, ona secdeye ka-panınP(Sad, ayet 71-72.) Âlu İmran Suresi/59"a göre de, Âdem, önce toprak"tan, yani çamurdan bir heykel olarak yapılmış; sonra: "Ol!" denmiş; o da "hemen oluvermiş". (Bkz. F.Râzî, 8/76.) Tüm insanlar da ondan, yani Âdem"den türeme Kur"an* göre. (Bkz. Araf: 172. Bunu anlatan başka ayetler de var.) Tüm insanlar Âdem"den gelmeyse, insanların derilerinin rengi niye değişik? Muhammed bu soruya karşılık veriyor: —"Tanrı Âdem"i yaratırken, tüm yeryüzünden toplayıp avuçladı-ğı topraktan yaptı (heykelim). Tüm Âdemoğullan da (toprağının alındığı) yerin özelliğine göre özellik kazanarak gelmiştir. (Bu nedenle) kimi kızıl, kimi ak, kimi kara derili... olmuştur." (Bkz. Ebu Dâvûd, Sünen, Kimbu"s-Sünne/17, hadis no 4693; Tirmizi, Sünen, Kitabu Tef-siri"l-Kur"an/3, hadis no: 2955;Ahmed îbn Hanbel, Müsned, 4/400, 406.) Aktarılan kimi hadise göre, Âdem"in heykeli yapılırken toprağın- 214 dan biraz artmış, bundan da Tanrı", bildiğimiz "hurma ağacı"nı yaratmış. Bu nedenle de Muhammed, "hurma"ya, insanoğlunun "HALASI olarak saygı gösterilmesi gerektiğini" bildirir. (Hadis için bkz. Aclûnî, Keşful-Hafa, 1/195-196,459, hadis no: 511,1223.) özgür insan aklına ve bilime göre "komik" gelebilir, ama anlatılan böyle. Âdem, öyle yapılıp yaratılmış. Havva da "onun kaburga kemiğinden". Muhammed"in açıklamasıdır bu. (Bkz. Buhari, e"s-Sahih, Kitabu"l-Enbiya/ 1; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"r-Rıdâ 59-60, hadis no: 1468.) Kur"an"da da Âdem"in "eşinin, kendisinden (bir parçasından) yaratıldığı" anlatılarak, bu anlatılmak istenmiştir. (Bkz. Nisa, âyet: 1. Ve bu ayete ilişkin tefsirler.) Asıl kaynaksa, yine: Tevrat (Bkz. Tekvin, 2:22..) İsa"da "çamurdan bir kuş" yapmış; "üflemiş" ona. Ve "Tann"nm izni"yle bildiğimiz "canlı kuş" oluvermiş. (Bkz. Âlu İmran: 49; Mâi-de:110.) İsa"nın kendisinin de bir "üfürme"nin olduğu bildirilir. Meryem, "ferc"ini yani "kadınlık organı"nı hep "korumuş". Sonra bu organa "üfürülmüş". Kur"an"ın "Tann"sı diyorki:"... Ona (ferce) ruhumuzdan üfürdük...) (Bkz. Enbiya: 91; Tahrim: 66.) Kur"an yorumcularına göre: "Meryem"in fercine üfüren CEBRAlL"dir. Cebrail, "bir erkek (insan) kılığına girmiş; Meryem"in fercine üfürmüş. Ve Meryem, bu üfürükle İsa"ya gebe kalmıştır." (Bkz. Sözkonusu ayetlerle ilgili tefsirler, örneğin: F. Râzî, 22/218.) Meryem"i "gebe" bırakmak için, Cebrail"in bir "insan kılığına girerek" ona yanaştığı, Kur"an"da da anlatılır. (Bkz. Meryem, ayet: 19.) İster "Tanrı" üfürmüş olsun, ister Cebrail; burada, "üfürme"nin bir "meni" yerine geçtiği ve Meryem"i döllediği anlatılıyor. Araştırmalar, bunun kökenin de, "mitoloji"ler (efsaneler) olduğunu ortaya koyar. Cahit Beğenç, "Koca-Ana" da denen "Ay-Ana"lann, mitolojilerde hep "bereket" simgesi olduklarını, "bâkire"yken çocuk doğurduklarını yazar ve örnekler verir: "Anadolu"da Cybele Ana, bakiredir, babasız oğlu, hem de âşığı, Attis"tir. Bâbil ülkesinin koca-Ana"sı: Iştar Ana, bakiredir. Babasız doğan oğlunun adı: Temmuz"dur. Mısır ülkesinin Koca Ana"sı: Isis Ana"dır. Bakiredir. Babasız doğan oğlunun, aynı zamanda sevgilisinin adı: Osiris"tir. Batı Anadolu ve Güney Anadolu bölgesinin Koca Ana"sı: Artemis"tir, bakiredir. Baba- 215 sız oğlu, aynı zamanda sevgilisi: Adonis"tir. (..) Hazreti Meryem de Koca Ana"dır, bakiredir. Oğlu îsâ, babasızdır..." (Bkz. Beğenç, Anadolu Mitolojisi, s. 70-71; Eren Kutsuz = Turan Dursun, Güneş Kültü, Saçak Dergisi, Şubat 1988, sayı: 49, s. 13.) "Üfürme" ya da "üfürük", Kur"an"ın "Tanrısının dilinde, son derece önemlidir. "Cansız"lan "canlandırma" ve "ölü"leri "diriltme" aracıdır. Kıyamet günü, "ölüler"in de "üfürme"lerle diriltilecekleri bildirilir. Bilindiği gibi, Kur"an"da bir "sura üfürme"den sözedilir ve "ölüleri diriltme"leri bu üfürmeyle gerçekleştirileceği anlatılır. (Bkz. En"am: 73; Kehf: 99; Tâhâ: 102; Mü"minûn: 101; Nemi: 87; Yâsîn: 51; Zü-men 68; Kâf: 20; el Hakke: 13; Nebe": 18.) "Üfürme (NEFHA)", diriltmeye yaradığı gibi "öldürme"ye de yarıyor. Bildirilir ki, kıyamette "SUR"a iki kez "üfürülecek". Birinci "üfürme"yle canlılar " ölecek"; ikinci "üfürme"yle de "dirilecek"ler. Şöyle deniyor ayette: —"VE SUR"a üfûrülür; Tann"nın, tersini dilediklerinin dışında, göklerde ve yerde olan herkes ÖLÜ olarak düşer. Sonra ona bir kez daha üfûrülür. işte o sırada herkes kalkıverir (dirilip ayağa kalkar) ve birbirine bakışır." (Zümer, ayet: 68.) Muhammed"in "doktorluğu"na ilişkin yazılarımda (Bkz. 2000"e Doğru Yıl 3, sayı: 31, 32, 33) "üfiirük"le "hasta tedavi"den de sözedil-mişti. "Üfürükçülük" denen yöntemin, Islâm"de geçerli ve yaygın olmasında, Kur"an"ın "TanrTsınm dilinde "üfürme"nin çok önemli oluşu rol oynuyor diye düşünülebilir. 2000"e Doğru 4 Mart 1990, Yıl 4, Sayı 10 216 KUR"AN"DAKI "AKIL VE BİLİM DIŞILHC"LAR (X) Ay ikiye bölünüp yere düşmüş İslam"da "Şakku"l-Kamer (Ay"ın bölünmesi) Mucizesi" fliye ünlü "mucize"yi birlikte göreceğiz: Kamer Suresinin 1. ayetine, Diyanet"in resmi çevirisinde şöyle anlam verilir: —"Kıyamet saati yaklaşır, ay ayrılır." Bu çevirideki "yaklaşır, ayrılır" ayetteki sözcüklere uymuyor. Ayette, burada, "geçmiş zaman" kipi kullanılıyor. Bu nedenle, doğrusu: "Yaklaştı, ayrıldı."dır. "Ayrıldı" yerine de ayetteki "inşakka" sözcüğüne uygun olması için "bölündü", ya da "parçalandı" demek gerekir. Diyanet"in çevirisi, burada, "akıl ve bilim dışılığı örtmek" amacıyla, sözcükler kendi anlamlarının dışına çıkarılarak, daha sonraki ayetler, ayrıca açıklayıcı hadisler göz ardı edilerek yapılmış bir "yo-rum"a, ibnü"l-Cevzi"nin yorumuna (Bkz. tefsiru Îbnü"l-Cevzi, 8/89.) dayanmakta. Bu yorum, "tefsirciler"ce kabul edilmez. (Bkz. M.A1İ Sâbûnî, Safvetu"t-tefâsîr, 3/284; Hâzin, 4/226.) Bu durumda ayetin doğru çevirisi şudur: —"Kıyamet (sat) yaklaştı; AY bölündü (parçalandı):" Bunu izleyen iki ayetin anlamı da şöyle: —"Onlar bir mucize gördüklerinde; yüz çevirirler ve: "sürüp giden bir büyüdür." derler. Yalanladılar ve kendi eğilimlerine uydular. Her şey, yerini bulur." (Kamer: 2-3.) Görüldüğü gibi ayetlerde açıkça, "Kıyametin yaklaştığının da bir belirtisi" olarak, "Ay"ın bölündüğü" ve "bu mucizeyi, inanmazların yalanladıktan" anlatılıyor. Bu ayetlerin anlattığı "olay"ı aktaran "hadis"lere bakalım: 217 Gökteki Ay mı, Arabistan"daki "Hira Dağı" mı daha büyük İlkokul öğrencileri bile böyle soruyu saçma bulur, değil mi? Ama hadiste anlatılana bakılırsa bu soruya "saçma" dememek gerek. "Malik Oğlu Enes anlatıyorMekkeliler, Peygamberden bir mucize göstermesini istediler. Peygamber de onlara AY" ı ikiye bölünmüş olarak gösterdi, öylesine ki, onlar, Hira Dağı"nı, bu iki parçanın arasında görüyorlardı." (Bkz. Buharî, e"s-Sahih, Kitabu"l-Menâkıb/36; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu Sı-fâti"l- Münâfıkîn/46-47, hadis no: 2802.) "Abdullah lbn Mes"ud anlatıyor: Peygamberle birlikte Mina"daydık. Birden AY iki parçaya bölündü. Bu parçalardan biri, dağın arkasında, biri de dağın beri yanında kaldı. İşte o sırada Peygamber "(Bakın da) tanık olun!" dedi." (Bkz. Buhari, es-Sahih, aynı yer; Müslim, e"s-Sahih, aynı yer, hadis no: 2800.) Düşünün. —İnanmazlar, Muhammed"den, peygamberliğini kanıtlamak için bir "mucize" istiyor. —"Tanrı" da Muhammed"e güç veriyor. Muhammed "muci-ze"sini gösteriyor: Şu gökteki, şu Amerikalıların "ayak bastığı", şu bildiğimiz AY, iki parçaya bölünüyor. —Parçalanan Ay, YER"e düşüyor. YERYÜZÜ"nün UFACIK BÎR BÖLGESl"ne sığınıyor, düştüğünde orada, kimseyi EZMİYOR. — Ay öylesine ufakmış ki: Hira dağı ondan daha büyük. Çünkü geriden bakınca, Hira Dağı, AY"ın iki parçası arasında gözükebiliyor. Ve düşünün: —Böyle bir "olay"ı bile, Mekkeliler bir "mucize" saymıyor. "0lay"a "tanık" oldukları halde.. —Ve dünyanın her yanından gözüken şu AY, o sırada ikiye bölünüp yere düşüyor da, dünyanın hiçbir yerinde, kimse "farkında" olmuyor. "0lay"ı ne gören oluyor, ne de yazan. Muhammed"in "Saha-bî"lerinden başka...Ayrıca:—AY"ın "bölünmesi", haber verilegelen "KIYAMETin "yaklaş- 218 tığının bir kanıtı" oluyor.Yukarıdaki ayet ve hadislere göre, bütün bunlara inanmak gerekiyor. İnanan inanır kuşkusuz. Kim ne diyebilir? Bizim burada yapağımız şey, yalnızca bir belirleme ve sergileme, Şu da unutulmamalı: İnananın nasıl "inanma hakkı" varsa, inanmayanın da "inanmama hakkı" vardır. İnsanoğlunun aklına, bilime "özgürlük" tanımak bunu gerektirir. İnsan, "kınanmasız" ve "saldırısız" bir ortam içinde insanlığına yakışır nitelikte geliştireceği düşüncesini, kişiliğini meyvelendirirr. Bu köşedeki sergilemeler de bunun için...2000"e Doğru 11 Mart 1990, Yıl 4, Sayı 11219 doğru; "doğru" dediğiyse yanlış. Sabah"taki tartışma, Diyanet"in yalanı ve gerçek KUR"AN"DAKİ "ÖLDÜRÜN" BUYRUĞU!"Diyanet Kur"anı"ında büyük yanlış." 8 Ocak 1990 günlü Sabah gazetesinin manşeti böyle. Altında da iki Kur"an sayfası ve çevirisinin fotokopisi. Birinin üzerinde "doğrusu", öbürünün üzerinde "hatalısı" diye yazılı. 9 Ocak günlü Sabah"ta. yine birinci haber: "Kur"an"daki Hata Vahim". Orijinal Kur"an yok Bugün dünyanın hiçbir yerinde "Kur"an orijinal elyazması" yoktur. Birinci "aslı" da (beze, kağıda, hurma dalına, yufka taşa, deriye, kürek kemiğine, kaburga kemiğine, ağaç kabuğuna yazılı olan), bundan alınıp oluşturulan ikincisi de (Hafsa"nım sandığındaki) ve bundan yararlanılarak birkaç nüsha yapılan üçüncüsü de bugün bulunmuyor. Birinci ve ikincisi "yakıldığı" için yok. Üçüncüsüyse ne "hikmet"se, bulunması gerekirken bulunmamakta. Bununla birlikte var gösterilmekte. Bugün eldeki Kur"an, Muhammed"in "vahy" diye yazdırdığı Kur"an"ın ne "aynı"sıdır; ne de "tamamı"dır. îbn Ömer, şunları söyler: _ "Hiçbiriniz Kur"an"ın tümünü elimde bulunduruyorum demesin. Biliyor mu ki, Kur"an"ın çoğu, yokolup gitmiştir..." (Bkz. Celâluddin Suyûti, el Itkân fi Ulûmi"l-Kur"an, Mısır, 1978,2/32.) (Ayrıntılı bilgi için: "Asıl Kur"an yakıldı" başlıklı yazı.) Sabah, "Kur"an"daki vahim hata"dan sözederken, "Kur"an"ın kendisinden, "Kur"an"daki yanlışlardan, tutarsızlıklardan, çelişkilerden, akıl ve bilime aykırılıklardan" söz etmiyor. Diyanet"in resmi çevirisinde "yanlış" bulduğu bir "anlam"dan sözetmek istiyor. "Kur"an çeviri-sindeki yanlış" diyecek yerde, "Kur"an"daki yanlış" diyor. Yani "Kur"an"la "çeviri"yi ("meal") birbirine karıştırıyor. Sabah"m ortalığı "heyecan"a boğan haberinde "yanlış" dediği 220 "Sabah"taki iddia çürüyor Sabah"m sözünü ettiği ayetin Diyanet"in yayınladığı çevirisi yanlış mı, değil mi? Bakara Suresi"nin 54. ayetinin, Diyanet çevirisindeki anlamı şöyledir: "Musa, milletine: "Ey milletim! Buzağıyı TANRI olarak benimsemekle kendinize yazık ettiniz. Yaradanınıza tevbe edin, tevbe etmeyenlerinizi öldürün. Bu, yaradanınız katında sizin için hayırlı olur. O, dâima, tevbeleri kabul ve merhamet eden olduğu için tevbenizi kabul eder/ demişti." Sabah"m haberinde üzerinde durulan nokta, "tevbe etmeyenlerinizi öldürün!"dür. Sabah, bunu yanlış buluyor. Bu söz, ayetteki "fektulû enfüseküm." sözünün karşılığı olarak yer alıyor çeviride. Burada, biri "NEFS", öbürü de "KATL" olmak üzere iki sözcük var. "Nefsinizi katledin." demek.Sorulacak soru şu: Buradaki "NEFS" ve "KATL" sözcüklerinin anlamı nedir? FAHRUDDÎN-I RAZI ET-TEFSIRUE- 221 Sabah, buradaki "nefs"i, kimi zaman Türkçe"de kullanılan "nefsi ıslah etmek" deyimlerindeki "nefs" anlamında alıyor. Başvurduğu "islam bilginlerinden bu bilgiyi almış. Buna göre ayetteki "nefs", Türkçe"de kullandığımız "nefsi yenmek", "nefse .uymak" gibi deyimlerde hangi anlamdaysa o anlamdadır. Buradaki "kati" de, "öldürmek" demekse de, gerçek anlamında değil, "soğanı tuzla ezip öldürmek"teki, "bu iş bizi öldürdü"deki, "bugünü, bu zamanı öldürdükteki gibi "mecaz" anlamındadır. Acaba gerçekten de, bu sözcüklerin, sözkonusu ayetteki anlamları böyle midir? Bunu öğrenmek için önce, Kur"an"daki hangi sözcüğün hangi anlamda ya da anlamlarda kullanıldığını incelemiş olan, İslam dünyasında da tam güvenilen uzmanların ("ulemâ") kitaplarına bakalım: de şu anlamda olduğu belirtiliyor: _ "Buzağıya tapmamış olanlar, tapmış olanları öldürsünler. (Ya da buzağıya tapmamış olanlarınız, tapmış olanlarınızı öldürsün.)" (Bkz. Abdurrahman İbnü"l-Cezvî, Nüzhetü"l-A"yüni"n-Nevâzır, Beyrut, 1985, s.596; Damığânî, el Vücuh ve"n-Nezâir, "Nefs"; Islâhul-Vücûh, "Nefs".) Bu kitaplarda, "tüm müfessirler"in, şunda birleştikleri belirtilir. "Nefs", Kur"an"da 8 anlamda yer alıyor. 4. anlamı EHL"dir. Yani, halkı oluşturan bireyler. Bakara Suresinin 54. ayetindeki NEFS de, bu anlamdadır." (Bkz. Abdurrahman Ibnü"l-Cezvî, aynı yer.) Yani çok açık bir biçimde, "halktan suçlu olanların öldürülmele-ri"nin "buyurulduğu" belirtiliyor. Rağıb"m "müfredat""!: İsfahana Rağıb, tüm İslâm dünyasında son derece önemli ve güvenilir bulunan ünlü "el Müfredat fî Ğarîbi"l-Kur"an" adlı, Kur"an"daki sözcükleri tek tek ele alıp anlamlarım verdiği kitabında, bu ayetteki "nefs"e "kişi anlamını veriyor. "Katl"i de "mecaz" anlamıyla değil, kendi gerek anlamıyla alıyor. Bu durumda ayetteki "nefsi katletmek", herkesin bildiği "adam öldürmek" anlamındadır. Râğıb, ayette yer alan: "fektulû enfüseküm"e, "li yaktül ba"daküm ba"dan", yani "kimimiz kiminizi öldürsün!" anlamım veriyor. Sonunda ayetteki sözcükleri "mecaz" anlamında kullanan da bulunduğunu belirtiyor. (Bkz. el Müfredat, "K-T-L" maddesi.)Kur"an"daki çok anlamlı sözcükleri inceleyen kitaplar Kur"an"da, aynı sözcük bir yerde bir anlamda, bir başka yerde başka anlamda yer alır. En azından böyle görülür. Bunu inceleyen kitaplar da vardır. Bu konudaki bütün kitaplarda, Bakara"nın 54. ayetindeki "NEFS"e, bir toplumdaki ya da bir yöredeki "halk"ı (ahali) oluşturan "birey, kişi" anlamı veriliyor. Ve ayetteki "fektulû enfüseküm"ün 222 Tefsirlerde de aynı anlam 20. yüzyılın ünlüleri de içinde olmak üzere, tüm ünlü "tefsir"ler, yani "Kur"an yorumculan", Sabah"m "yanlış" dediği anlamı veriyor sözkonusu ayetteki sözlere. Tann seslenerek buyuruyor: _ "... fektulû enfüseküm!" Sözcük sözcük tam karşılığı şudur: _"... Hemen kendinizi öldürün!""Hemen", "fektulû" sözcüğündeki "fe"nin; "kendinizi", "enfüse-küm"ün; "öldürün" de; "fektulû"daki "uktulû"nun karşılığıdır. Kur"an yorumculan, "hemen kendinizi öldürün!" denirken de, şunun demek istenmiş olabileceğini belirtirler: _ "(Buzağıya taparak suç işlediğiniz için) kendinizi öldürün! İntihar edin." _ "(Ey buzağıya taparak suç işlemiş olanlar!) Haydi birbirinizi öldürün!" _"(Ey buzağıya tapmamış olanlar ya datevbe etmiş kişiler!) Kendi halkınızı (buzağıya tapmış ve tevbe etmemiş olanları) öldürün!" Kur"an yorumlannda "nefsinizi ıslah edin (ya da temizleyin)" anlamı değil; bu anlamlar var. Diyanet"in resmi çevirisindeki anlam da Kur"an yorumlanndaki bu anlamlara uygun. Olmayabilirdi, ama uy- 223 gun işte. Bu resmi çeviride, başka yerlerde bir dolu yanlış var ama buradaki yanlış değil. Bunu kanıtlayan kaynakların listesi yandaki sütunlarda. Dahası da var. Asıl kaynak Tevrat Kur"an"ın birçok yerinin kaynağı gibi, Bakara"nın sözü edilen 54. ayetinin kaynağı da "TEVRATtır. Muhammed"in öğretmenleri (bunlar arasında en çok adlarından sözedilenler, Addas, Yessar, CEBR adlı kölelerdi. Bkz. FJRâzî, 24/50.), kendisine, birçok şeyi gibi buradaki öyküyü de Tevrat"tan aktarmışlardır. Ama eksik olan ya da biraz değiştirerek, Tevrat"ta şöyle anlatılır "Ve dağdan inmek için Musa"nın geciktiğini kavım görünce, Harun"un yanına toplandı. Ona şöyle dediler _ Bizim için ilah yap..." (Tevrat, Çıkış, 32:1.) "Ve Rab (Efendi Tanrı), Musa"ya şöyle dedi: _ Git, aşağı in! Çünkü Mısır diyarından çıkardığın kavmin bozuldu. Onlara emrettiğim yoldan çabuk saptılar; kendileri için dökme bir buzağı yaptılar; ona secde kıldılar, ona kurban kestiler..." (Çıkış, 32; 7-8.) "Ve Musa döndü." (Çıkış, 32:15.) "Ve Musa"nın öfkesi alevlendi, elinden levhaları attı..." (Çıkış, 32:19.) "Ve Musa, kavmin dizginsiz olduğunu gördü. Ordugahın kapısında durup, şöyle dedi: _ Rab"den yana olan bana gelsin. Bütün Levi oğullan, onun yanına toplandılar. Musa onlara şöyle dedi: _ Herkes kılıcını beline kuşansın; ordugahta kapıdan kapıya dolaşsın! Ve herkes kendi kardeşini, kendi arkadaşını, kendi komşusunu öldürsün. Levi oğullan, Musa"nın söylediği gibi yaptılar. Ve o gün kavinden 3 bin kadar kişi düştü (öldü)." (Çıkış, 32:27-28.) Musa, "öldürün" buyruğunu, "Rab", yani Efendi Tann"sı adına 224 veriyordu. Bakara"nın 54. ayetinde anlatılan da işte bu. Demek ki, "fektulû enfüseküm"ün anlamı, Sabah"ta açıklamalan çıkan "bil-gin"lerin ileri sürdüğü gibi "nefsinizi ıslah edin!" değil; "kendinizi (ya da içinizden suçlu olanlan ya da tevbe etmeyenleri) öldürün! "dür. Kur"an yorumlanndan kiminde de, kaynağın Tevrat olduğu anlatılır. (Bkz. Meraği, 1/102; Muhammed Reşid Rıza, Tefsiru"l-Menâr, 1/ 320; Tantavî, el Cevahir, 1/73; Ömer Nasuhî Bilmen, Kur"an-ı Ke-rim"in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, 1/54.) Sabah"m Kaynağı kimdir ve nedir? Bunca temel eser varken, Sabah"ın yayınlanna kaynaklık edenler nedir? "Nebioğlu yayınları" Arapça"yı, hele Kur"an ve hadis Arapça-sı"nı bilmeyen Abdulbaki Gölpınarlı"nın uydurma çevirisi, "Türkiye"nin en ünlü Kur"an Tefsircisi" diye sunulan, aslında bir "tefsirci (müfessir)" olmayan Hasan Basri Çantay"ın "Meâl"idir. Hasan Basri Çantay"ın Arapça"yı bilmediği söylenemez kuşkusuz. Türkçe "Meal"i de genellikle, Kur"an"ın aslına bağlı kalınarak yapılmış bir çeviridir. Bunu kabul etmek bir dürüstlük gereğidir. Ama, Hasan Basri Çantay bu alanda bir kaynak olamaz. Kimi yerde, akıl ve bilim karşısında, Kur"an"ın dediklerini "kurtarma" çabasını göstermiş, bu çabalan gösterdiği yerlerde de, söz konusu ayette olduğu gibi, zorlamalı yorumla yanlışa düşmüştür. Sabah bir de Lütfi Doğan"ı kaynak gösteriyor. Diyanet işleri Başkanlığı da yaptı diye, MSP eski Milletvekili olan Doğan"ın bir kaynak olabileceği düşünülebilir. Güngör Mengi de, köşesinde, bu kişiyi "din bilgini" diye niteliyor. Lütfi Doğan"ın kendisini "din bilginleri"nden sayacağı kuşkulu. Kendisini bir başvuru kaynağı sayacağı da... Temel kaynaklara karşı, Râzî gibi eski "müfes-sir"ler şöyle dursun; bir Hamdi Yazır, bir Ömer Nasuhi Bilmen karşısında bile "edeb" dışına çıkmak isteyeceği de..Hüseyin Hatemi de "ünlü din bilimcisi" diye sunulamaz. 225 Zeybek"in Din-İslam kurtarıcılığı: Bakan Zeybek diyor ki: _ "Dini yanlış anlatanlar kadar, dine zarar veren kimse olamaz. Kufan"ı bilmeyen insanlara Kur"an"ın tercüme ettirilmemesi lazım. Bunu tercüme eden, demek ki NEFİS kelimesinin anlamını bilmiyor. Binlerce kitap basılmış. Şimdi, bu hata nasıl düzeltilecek? Bu tip tercümeleri, Kur"an"ı bilmeyenlere yaptırmak çok büyük hata." (Sabah, 9.1.f990) Prof.Dr. Hüseyin Atay, oku bunları! Oku da Bakan Zeybek"in neler söylediğini gör. Sen, ne "Kur"an"ı, ne de "NEFS" kelimesinin anlamını biliyormuşsun! Öğrenmek istiyorsan, işte kaynak, git öğren! Diyanet"in yalanı Diyanet işleri Başkanlığı 9 Ocak&gt 1990 günlü Sabah"ta yer alan açıklamasında şöyle diyor: "Ayet-i kerimede iki defa geçen "enfüs" kelimesi, "nefs" kelimesinin çoğuludur. "Nefs" Arapça"da, sözlük anlamında, "ruh, kan ve bir şeyin kendi, aynı" anlamlarında kullanılır. Bu itibarla, ayet-i kerimedeki "nefislerinizi öldürünüz" ifadesinin, sözlük anlamda, "kötü duygularınızı öldürünüz" olarak anlaşılması mümkün olduğu gibi, "kendinizi öldürünüz" olarak anlaşılması da mümkündür." Oysa, "nefs"e burada birinci anlamı vermek mümkün değildir. Çünkü: 1- Ayetteki öykü bu anlamı vermeye elverişli değildir. 2- Bu öykünün geldiği asıl kaynak olan Tevrat"taki anlatılan biçimi bu anlama uygun değildir. Ve açıklamada deniyor ki: _ "Bu ayet-i kerimedeki "nefislerinizi öldürünüz" ifadesi de, mü-fessirler tarafından genel olarak "kötü duygularnızı öldürünüz" şeklinde anlaşılmıştır." işte bu "yalan". Bunun "yalan" olduğunu yukarıda sunulan "tefsirler" kesin olarak kanıtlamakta. Büyüğü, küçüğüyle tüm "tefsirler", Diyanet"in bu açıklamada ile- 226 ri sürdüğünün tersini dile getiriyor. Buyursunlar, "tefsirler" ne diyormuş; birlikte görelim. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Diyanet, gerçeği örtüyor. Ve hem görevini, hem de kamuoyundaki "Diyanet dini konularda daha iyisini bilir" biçiminde özetlenebilecek koşullanmayı kötüye kullanıyor. Eğer bu konuda Diyanet"in ileri sürdüğü "doğru"ysa, Râzî"nin, Zemahşe-ri"nin, Beyzâvi"nin, Kurtubi"nin, Alûsi"nin, Menar"ın, Tantavî"nin ve ötekilerin dedikleri, yazdıkları, savundukları yanlıştır. Ve eğer Diyanet"in dediği doğruysa, hem bu kaynaktakileri, hem de Tevrat"ta yazılı olan öyküyü kazıyıp, çıkarmak gerekir. Buyursunlar tartışmaya. "Ulemalarını toparlayarak gelsinler, işte meydan. Diyanet"i Yalanlayan 17 Arapça ve 5 Türkçe Kaynak "Tefsir"ler "NEFS"e ve "KATL"e burada "mecaz" değil; gerçek (hakikat) anlamlarını vermekte birleşiyorlar. Bunu kanıtlayan işte 17 Arapça ve 5 Türkçe kaynak. Arapça tefsirler: 1-Fahruddin Râzî, e"t-Tefsiru"1-Kebr, Beyrut, 3/81-82. islam dünyasında herhangi bir kimse çıkıp da, "Fahruddin R. de kim oluyormuş?" diyebilir mi? 2-Zemahşerî, Keşşaf, Kahire, 1977,1/69.3-KâzîBeyzâvî, 1/81. 4- Taberî, Camiu"l-Beyân, Beyrut, 1972,1/226-229. 5-Ibn Kesîr, Beyrut, 1966,1/161-162. 6-Celaleyn, 1/8. 7-Abdullah Ibn Ahmed e"n-Nesefi, Tefsiru"n-Nesefî, istanbul, 1/ 48-49. 8-Merâğî, Mısır, 1974,1/120. 9-Kurtubî, 1/342-343." 10. Muhammed Reşid Rızâ, Tefsir"l-Menâr, 1/319-320. 1!- Âlûsî, 1/216. 12- Muhammed Ebu"s-Suûd, Tefsiru Ebi"s-Suûd (Irşadu"l-akli"s- 227 Selîm ilâ Mezâya-1-Kur"an"il-Kerim), Mısır, 1928,1/81-82. 13- Hâzin, Lubâbu"t-Te"vîl, istanbul, 1371,1/48. 14- Tantâvî, el Cevahir fî Tefsiri"l-Kur"an, Mısır, 1350,1/72-73. 15- ismail Hakkı (Bursalı), Ruhul-Beyân, istanbul, 1306, 1/93-95. 167 Ebu"t-Tayyib Sıddîk, Fethu"l-Beyân, Mısır, 1300,1/111. 17- Muhammed Ali e"s-Sâbûnî, Safvetu"t-Tefâsir, 1/58. Türkçe tefsirler: islam dünyasında saygı gören (muteber) Türkçe tefsir sayısı çok değil. En çok tutulan, ünlü olanlar ve başvurulup bakılacak yerleri de şöyle: 1- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, İstanbul, 1960,1/ 354. "... fektulû enfüseküm"e "hemen kendinizi katlediniz" anlamı veriliyor. "Nefsinizi öldürünüz" de aynı anlamda. Yani "kendinizi öldürün" anlamında. Yani "enfüsiküm"e ("nefsiniz"e) "KENDİNİZ" anlamı verilmekte. 2? Mehmet Vehbi, Hulasetul-Beyân, 1/128-129. 3- Ayıntâbi Mehmet Efendi, Tefsir-i Tibyan, istanbul 1324, 1/ 39-40. 4- Ferah Efendi, Tesfir-i Mevâkib, Tefsir-i Tibyan"m kenarı, 1/ 30-31. 5- Ömer Nasûhi Bilmen, Kur"an-ı Kerim"in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri. 1/54. Bir de Arapça"dan Türkçe"ye çevrilmiş olan bir "tefsir"i gösterelim: Prof. Seyyid Kutub, fî Zılâli"l-Kur"an, çev. Emin Saraç, I.Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa, istanbul, 1970,1/148-149. 2000"e Doğru 14 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 3 228 KUR"AN"IN NE DEDİĞİ Derginin iki hafta önceki sayısında yer verilen ve Diyanetin yalanını içeren tartışmayı okumuşsunuzdur. Bir hafta önce de, Diyanetin yalanını desteklercesine kaleme alınmış bir yazı, Prof.Dr. Hüseyin Hatemi"nin yazısı da mektuplar kesiminde yer almıştı; onu da okumuşsunuzdur. Bu yazıya bir karşılık vermek gerekiyordu. O nedenle, "Kur"an"daki akıl ve bilim dışılıklar" dizisini bölüp, araya girdim. Sabah gazetesi açmıştı tartışmayı. 8-10 Ocak 1990 günlü sayılarındaki önemli "haber"iyle... Bakara Suresinin 54. ayetindeki bir söze ilişkin Diyanet çevirisinin "yanlış" olduğu savunuluyordu. Hem de "Kıyamet haberi" verircesine... Oysa Diyanetin resmi çevirisinde nice yanlışlar vardı. Gelin görün ki, buradaki "yanlış" değil; "doğru"ydu. Bunu belirtmeye çalıştım. Dayandıklarımsa şunlardı: _ Kur"an sözcüklerinin nerede, hangi anlamlara geldiğine ilişkin uzmanlarınca kaleme alınmış ve İslam dünyasında yüzyıllar boyu "mu"teber" yani geçerli ve güvenilir sayıla gelmiş kitaplar. (Bu konuda temel kaynak niteliğinde bulunan 4 kitap sunulmuştu.) _ Yine geçmişte ve bugün, İslam dünyasında güvenilir, sayıla gelmiş 17 Arapça "tefsir". _ Türkiye"de, Türkçe olarak bilinen, güvenilen hemen tüm "tef-sir"ler. _ Ve "tefsirler"de de belirtildiği gibi asıl kaynak olan "Tevrat"ln ilgili bölümü. Buna karşılık, "çevirinin yanlış olduğu" ileri sürülerek "Kur"an"a karşı Kur"an"ı kurtarma çabası" gösterilirken dayanılan neydi? Doğu"da da, Batı"da da hiçbir biçimde "kaynak" sayılamayacak olan bir-iki "Türkçe meal" ve bir-iki kişi. Bu "bir-iki kişi" arasında da Sabah"ın "Türkiye"nin ünlü dinbilim-cisi ve islam tarihçisi" diye niteleyip sunduğu Prof.Dr. Hüseyin Hate-mî. Hatemî, dergimizde yayımlanan yazısında, böyle nitelenmesine karşı çıkağını, yalnızca bir "müslüman" olarak tanıalmak istendiğini, 229 buna da "tanık,,lanmn bulunduğunu yazıyor. "Tanık" gerekli değil; olabilir; buna birşey dediğimiz yok. Bu arada "aklı başında" olduğunu da yazıyor. Buna da birşey diyemeyiz. Buradaki "alçak-gönüllülük" müdür, Övünme midir? Bunun da üzerinde duracak değiliz. Ama bir başka çelişki var ki; işte, konunu özü nedeniyle onun üzerinde durmak gerekir: Profesörümüz madem ki "sadece bir müslüman"dır; üstelik de "aklı başında"dır; nasıl oluyor da: 1- Şimdiye dek İslam dünyasında, "Kur"an dili"ni "en iyi bildikleri" kabul edilegelmiş olan "dilci ve yorumcu"lann (örneğin bir Ra-ğıb"ın, bir Ibnü"L-Cevzi"nin, bir Nâbıgânî"nin...) ve de en ünlü, en güvenilir "milfessirlerin verdikleri anlamı kabul etmeyebiliyor; dahası "yanlıştır" diyor? Nasıl? 2- Yine nasıl oluyor da, "kendi re"yi"ne dayanarak "Kur"an tefsir" etmeye, ayete anlam vermeye kalkabiliyor? Hem de "tefsir" alanındaki uzmanları, (profesörümüz lütfen hoşgörsün) güldürecek nitelikte bir "Kamus"u (Kamus"un Kur"an sözcükleri konusunda kaynak olamayacağını çok sıradan kimseler bile bilir), bir "Ahmediye Mezhebi"nin şunun, bunun çevirisini ya da şunun bunun "meâTini "KAYNAK" diye göstererek? Nasıl yapıyor bunu? 3- Ayrıca nasıl oluyor da "doğru yorum için Kur"an"ı, Kur"an ile tefsir ilkesine başvurulmalıdır" türünden, gerçekten çok, ama çok büyük bir söz edebiliyor? "Kur"an"ı Kur"an"la tefsir" ilkesi sözkonusu olunca profesörümüze Tmrada hemen anımsatmak gerekiyor: "Tefsir Usûlü (Usûlü"t-Tefsir)" konusuyla ilgilenenler çok iyi bilirler ki, bu ilkeyi uygulamanın "kurallar" vardır. Başında da. "Kur"an dili"ni, âyetlerden hangisinin "mü-fessir", hangisinin "müfesser" olabileceğinin bilinmesi gelir. Ve daha nice bilgiler gereklidir. Profesörümüz, karşılaştırdığı âyetlerden, hangisinin hangisini "tefsir eder" nitelikte olduğunu nasıl bilebiliyor? Hem de "sade bir müslüman" olarak? Biliyorsa, lütfen söylesin. Bu köşede yer vermeye hazırım. Ama "vukufla, yerini, yurdunu (kaynağını? göstererek çıksın ortaya. Ciddi kaynaklar göstersin. Yoksa, "bü-külemedik el" ne yapılır; çok iyi bilir. Konumuza ilişkin sözün özü: Bakara 54"te "(Tevbe için) kendinizi (ya da birbirinizi) öldürün!" deniyor. 230 Kur"an"da, 13 yerde "nefsi katletmek"ten sözedilir. (Bkz. Bakara: 54; 72, 85,; Nisa: 29, 66; Maide: 32; En"an: 151; îsrâ: 33; Kehf: 74; Tâhâ: 40; Furkan: 68; Kasas: 19, 33.) Bunların tümünde de, tüm "Kur"an elfâzfna ilişkin kaynaklara ve tüm "tefsirler"e göre, "adam öldürmek, cana kıymak" anlamındadır. Diyanet çevirisinde, bunlardan birine, Nisa Suresinin 29. ayetindekine "yanlış"" anlam verilmiştir, ille de "yanlış" arıyorsanız, işte buyurun. (Bu yanlışı görmek için örneğin bk?. F.Râzî, 10/72.) Bununla birlikte, şunu da belirtmek gerekir: Diya-net"in resmi çevirisinin sahibi sayılan Prof.Dr. Hüseyin Atay, Arapça"yı da, "Kur"an bilimleri"ni de, "gerçekten bilen kişi"dir. Profesör Hâtemî de, Diyanet işleri Başkanı da, bu konuda olsa olsa, onun öğrencisinin öğrencisi olabilir. Doğrusu bu. Atay"ın konumuza ilişkin bir küçük açıklaması bundan önceki sayımızda, Hâtemi"nin yazısından sonra yer almıştı. Hâtemî"ye birşey daha: Kur"an, kendisini, tüm ayetlerde, Hâtemi"nin yazısında ileri sürdüğünün tersine, "Tevrat"ın "düzelticisi" değil; "onaylayıcısı" diye tanıtır. (Kimi yerde görmek için bkz. Bakara: 41,91, 97, 101; Nisa: 47; Mâide: 48; En"am: 92...) "Buyursunlar, tartışalım, "ulemâ"lanm toplayıp gelsinler. İşte meydan..." demiştik. Ama "sadece bir müslüman" geldi. Diyanet nerede? 2000"e Doğru 28 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 231 ŞERİAT TANRISININ HİLESİ Buradaki "hile"yi Türkçe"deki anlamında kullanıyorum. "Düzen, aldatmaya, oyuna getirmeye yönelik yapılan iş, tuzak..." anlamında. Çokları "Şeriat"ın Tannsı"nı iyice tanımaz. Kendi kafasında geliştirdiği, "sonsuz güzellikler kaynağı" ve "iyilik, güzellik,dürüstlük yolunu gösteren, bunu inanırlarına aşılayan varlık" diye görür. Savunduğunda da öyle savunur. İslâm"ın, İslâm Şeriatı"nın "Tanrsı mıdır konu? Konuşurken, tartışırken kafasındaki bu "Tanrya uyacak biçimde konuşup tartışır. Onun için İslâm "kelâm"ında da zamanla, duruma, göre, "kafalardaki TanrTya uygun düşecek biçimde yorumlar oluşturmaya çaba-lanmıştır. "Şeriat TannsTnın orası burası budanmış, orasına burasına eklemeler yapılmış ve bu "TanrTda "tadilât" yoluna gidilmiştir. Bu yapılırken, Şeriat"ın kendisindeki, temel kaynaklan olan Kur"an"daki, "hadis"lerdeki "Tanrı"; olduğu gibi kalmıştır kuşkusuz. Yani değişmeden... Gelişen, değişen her şeye, zamana, çağa, yeni durumlara, yeni anlayışlara, yeni yaşama biçimlerine "meydan okumuştur. Böyle gelmiştir çağlar boyu. "Hile" sözkonusu olunca da "Tann"ya yakıştırılmaz. Gelip "kafalardaki TanrTya çarpar çünkü. "Tann"nın hile yapmıyacağı" düşünülür. "Tanrı da hile yapar mı? Hâşâ!" denir. Gelin görün ki "Şeriat Tanrısı", âyetlerin, hadislerin çok açık açıklamalarına göre; hem kendisi "hile" yapar; hem de "hile" yapılsın diye "Peygamber"ine öğütler verdirir. Kur"an"da "hile (düzen.tuzak)" anlamına gelen "hud"a"nın türe-viyle bir yerde (bkz. Nişe, ayet: 142.); aynı anlama gelen "mekr" sözcüğü ve türevleriyle de altı yerde (bkz. Alu İmran: 54: A"raf:99; Enfal: 30: Yunus: 21; Ra"d: 42, Nemi: 50.), "Tanrı"nı hile yapar olduğu" anlatılır. Kur"an"ın "TanrTsı birtakım kasabaları nasıl yokettiğini uzun uzun anlattıktan sonra sorar: —"Onlar, Tann"nın hilesine karşı kendilerini güvenlikte mi görüyorlardı?" (A"raf: 99.)Sonra şöyle der: 232 —"Tann"nın düzenine karşı, yalnızca zararlı çıkan bir toplum kendisini güvenlikte görür."Yine Kur"an"ın "Tannsı" herkese şunlan duyurur:—"... De ki: "Tanrı, hile yapmakta, herkesten daha hızlıdır." " (Yunus: 21.) Bunun tam karşılığı olan sözlere, "Tann"ya yakıştınlma-dığı için Diyanet"in resmi çevirisinde, kendi anlamının dışında bir anlam verilmiştir. Bu, hep yapılır. —"Onlar hile yaptılar; Tann da hile yaptı. Tann, hile yapanlann en hayırlısıdır." (Alu imran: 54.) —"... Onlar hile-tuzak kurarlar. Tanrı da hile-tuzak kurar. Tann hile-tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Enfal: 30.) Muhammed de "inanır"lannı, "inanmaz"lanyla savaşa yöneltirken şu öğüdü verir: — "El hambu hud"atun = savaş hiledir." (Bkz. Buhari, e"s-Sahih,Kitabu"l-Cihad/ 157; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"l -Cihad/ 17-18, hadisno: 1739-1740.) Muhammed, bu öğüdü vermekle kalmamış, kendisiuygulamış ve uygulatmıştır da. Nicelerini, örneğin bir ozanı, Ka"b ibnEşrefi, "hile" yaptırarak, tuzak kurdurarak öldürtmüştür. (Buhari"ninde içinde bulunduğu hadis kitaplannda yer alan olay için bkz. Tecrîd,Diyanet Yay., hadis no: 1578.) İslam Şeriatı, tüm dünyayı bir savaş alanı görür. Bu savaş, "İslam inanırlan"yla "inanmazlar" arasındadır. Şeriat, güçleninceye dek, "mümaşat" yolunu, yani "birlikte banş içinde bulunma"yı kullanır. Bu da bir çeşit "hile"dir. Ama güçlenince, iki yoldan birinin seçilmesini ister insanlardan: — Ya ölüm, — ya da İslâm. İnanç ve düşünce özgürlüğünün soluğu kesilmiştir o zaman. İslam, hiçbir "din"i "din" olarak tanımaz. Kur"an"ın "tanrTsı: "Tann"nm dininden başka bir din mi istiyorlar? (Yani hiç olur mu?)" diye sorar. (Alu imran: 83.) sonra: "kim islam"dan başka bir din isterse, onunki kabul edilmiyecektir hiçbir zaman?" der. Ve yine şöyle açıklamada bulunur: "Tann katında din, kuşkusuz, yalnızca islam"dır." Güçleninceye dek şöyle demiştin "Senin dinin sana, benim dinim bana." (Kâfirim: 6.) "dinde zorlama yoktur..." (Bakara: 256.) Güçlendikten son-raysa, inanmazlar gösterilerek Müslümanlara şu buyruk verilmiştir: 233 — "... Onları nerede bulursanız orada öldürün!" (Bkz. Bakara 191;Nisâ:89,91;Tevbe:5.) İran"da mollalar, Şah"a karşı, sol kesimle "mümâşat" yapmıştır (barış içinde birlikte yürümüştür, Şah"a karşı birlikte savaşmıştır). Ama ne zaman ki güçlenmişlerdir; daha önce "ittifak" kurduklanna ne yaptıklarını herkes bilir. Mollalar, İslam Şeriatı"ndaki "hile" yöntemini kullanmışlardır. Ülkemizdeki "molla"lann, din çevrelerinin, "çifte standart olmasın", "demokrasi, inanç ve düşünce özgürlüğü" diyerek sol kesimin karşısına çıktıkları, birçoklarını istedikleri çizgiye getirmeyi başardıkları ve Türk Ceza Yasası"nın 141,142. maddeleriyle birlikte 163. maddesinin tartışıldığı şu sıralarda bunların bilinmesinde, unutulmamasm-da yarar var. "Görüş"lerin soluğu kesilmesin diye...Ekonomi ve Politikada Görüş Şubat 1990, sayı 39 234 163. MADDENİN KALDIRILMASI 141. ve 142. maddelerle birlikte 163. madde de kaldırılsın. "Düşünce suçu" diye bir şey istenmiyorsa, bu maddelerin tümünün kaldırılması istenmeli ve sağlanmalı. "Demokrasi" için, "düşünce özgürlüğü" için bu gerekli, zorunlu. 141. ve 142. maddelerin kaldırılması istenirken, "163. madde kalsın." denemez, denirse "çifte standart olur... Böyle dene geldiğini biliyoruz. Yani böyle diyenlerin bulunduğunu, dahası az olmadığını... Bu savın bir gelişmesi var; öyküsü var. Sağ kesimdeki "mol-la"lar, bir kesim "sol"la "ittifak" girişimleri ve bunu, sonunda başarmaları... Bu yazıda, bunlar üzerinde durulacak değil. "163. madde kaldırılsın" denirken neyin "olmayacağı"nı belirlemek gerekir. En başta bu yapılmalı. Şu sorunun karşılığı bulunmalı burada: —163. maddenin "hükmü" kaldırılabilir mi? 163. Maddenin hükmünü kaldırmaya meclisin gücü yetmez: Bu, şaşılası gibi gelebilir. Ama gerçek. Bir düşünelim: 163. madde ne tür bir hükmü içine alıyor? Bilindiği gibi, bu madde: "laikliğe aykırı olarak... " diye başlar. Ve "laikliğe aykınlıklar"ı bir takım ceza hükümlerine bağlar. Bu madde hükmünün kaldırılması demek, "laikliğe aykırılığın serbest bırakılması" demektir. Bunu, yasama organı^ yani TBMM yapabilir mi? Yapamaz; çünkü: Yasama organı, "DEVLET"in "3 erk"inden biridir. Devlet, bu" gücünü, "laikliğe aykırılık" eylemini "serbest bırakmak"ta kullanamaz. "Laik" olmasaydı kullanabilirdi. Ama herkesin bildiği gibi "la- 235 ikntir. (Anayasa, Madde:2.) Bu nitelik "değiştirilemez" ve"değiştirilmesi önerilemez" (Anayasa, madde: 4.) Konu, bu denli açık. Tartışması bile olmayacak ölçüde... Demek ki "kaldırılsın" denen madde hükmü, "kaldırılamaz". Tüm Partiler biraraya gelse bile, buna güç yetirilemez. "Şeriatçı bir darbe" olmadıkça... Devlet, hem "laik" olacak; hem de "laikliğe aykırılığın serbest olması" için "irade" gösterecek; gücünü kullanacak. "İsteyen laikliğe aykırı görüş ileri sürsün, bu doğrultuda davransın, partisini kursun, yapabiliyorsa gelsin, iktidar olsun. Olabiliyorsa Şeriat devleti kurulsun..." diyecek!!! Olmaz, olamaz böyle şey. Devlet, "laik" olarak "laikliğe aykırılığı serbest bıraktığı" zaman, "laik olma niteliğini yitirir. Ayrıca da, "Kendi yıkıcısı"nı kendi elleriyle hazırlayamaz. Ve böyle bir şey istenemez de, Onun için 163. maddenin kaldırılması istenemez. Ne "insan haklarını" savunma adına istenebilir; ne "hukuk" adına istenebilir, ne "demokrasi" adına istenebilir; ne de "Çağdaşlık" adına islenebilir. "İnsan hakları"nı savunma adına istenemez: İstenemez çünkü: "Laikliğe aykırılığı serbest bırakmamak", en geniş anlamıyla "insan haklarTm güvence altına almanın bir gereğidir. Laikliğin olmadığı yerde, "insan"ın temel "hak"lanndan olan "düşünce özgürlüğü", "inanç özgürlüğü" olamaz. Ayrıca: 163. maddenin yasakladığı "Şeriat iktidarında "insan haklarfnda değil; "İslam"a inanan insan haklarından sözedebilir olsa olsa.Bu da tam değ»; bir ölçüde... Çünkü İslam Şeriatı, İslam "fıkh"ı, Islamdan başka hiç bir "din"i "din" saymayanın yanında, "ırk ayrımı" yapar (Kur"an"a göre: Tek muhatap ırk Arap"tır, Araplar içinde de En"am/ 92"ye, Şûrâ/7"ye göre de "Mekke ve cevresi"nde bulunanlardır.); "soy-sop aynmı" yapar (hadislere ve fıkha göre: "en üstün olan, Kureyş Kabilesi"dir.); "mezhep aynmı" yapar (Şiilerin etkin olduğu yerde sünnilere, sünnilerin etkin olduğu yerdede şiilere ve ötekilere değer verilmez.);" Müslüman ayrımı" yapar ("dindar"ı varken, dinde biraz zayıf olanın değeri yoktur.)... Muhammed"in kendi arkadaşları 236 arasında bile ayrım yapmış; dahası bir kesim öbür kesimle kıyasıya savaşmış, 656 yılında bir savaşta bile (Cemel Savaşm"da) iki kesimden 15 bin kişi öldürülmüştür. Bu tür savaşlar, öldürmeler, İslam şeriatının egemen olduğu yüzyıllar boyu olmuş süregelmiştir. İslam Şeriatı, "insan"ın en temel "Hakkı" olan "yaşama hakkı"nı elinden alır kendi ölçüleri içinde. Ve kendi inanırlarına, "inanmazlar" gösterilerek: -Nerede bulursanız, orada öldürün!" der. (Bkz. Bakara: 191; Nisa: 89,91; Tevbe: 5.) "İnsan Haklan" yaşıyabilir mi böyle bir ortamda? Bu "terörlerin terörü" ortamında?!"insan Haklan" için evrensel nitelikte, "uluslararası" kabul edilmiş "bildirge"ler var. Bunlardan hangisi böyle bir ortama "evet" diyebilir? Hangi maddesi hangi hükmü?!! "Hukuk" adına da istenmez istenmez çünkü: "Laikliğe aykınlığı", ne ülkemizdeki hukuk sistemi benimser; ne de "hukukun genel ilkeleri" buna uygun. 1982 Anayasası bile kesin olarak "laik" dediği devletin bu niteliğini, sağlam güvenceye bağlayan hükümler içeriyor. "Yaptınmı"ysa Türk Ceza Yasası"nda. Ve işte 163. maddesinde. Aynca Türkiye Cumhuriyeti"nin 2 numaralı yasası olan bir Hiya-neti Vataniye Yasası var. Türk Ceza Yasası"nın 163. maddesiyle yasaklananlar, bu yasada "vatan hainliği" sayılmıştır. Yaptırımı da: idam ve bu yasa, bugünde geçerli. Türk Ceza Yasası"ndaki 163. maddenin kaynağıdır bu yasa. Laiklik, insanlığın ileri uygarlığı ve gelişmişliğiyle yakından ilgilidir. Ulaşılmış olan bir aşamadır. "Hukukun genel ilişkileri"yle içice olan, ayrılmaz nitelikte bulunan bir aşama... Bu aşamadan geri dönülmez. Geri dönülmesi de istenemez. Hele "hukuk" adına...Kaldı ki, yukanda da değinildiği gibi, islam Şeriatı, kendi ölçüleri dışında hiçbir hakka yer vermeyen bir hukuksuzluk düzenidir. Adam öldürmenin türlü biçimlerinin, türlü işkencelerin de bulunduğu bir düzen... Başlı başına bir terör mekanizmasıdır. 163. maddeyle yasaklanan mekanizma işte budur. Bu maddenin kaldınlmasını istemek, 237 bu mekanizmaya "serbestlik" vermektir. "Demokrasi" adına da istenmez istenmez çünkü: 163. madde, demokrasiyle hiç bir biçimde bağdaşmayan bir eylemi "laikliğe aykırılık" niteliğindeki eylemi yasaklıyor. Yine bu meddeyle yasaklanan "Şeriat" düzeni "demokrasi" için bir ölümdür. Bu konuda yeterli bilgi almak isteyenler, "yüzyılımızın kitabı" nitelikteki kitabın, Şeriat ve Kadın"ın yazan, an-duru bilim adamlığıy-la yürekliliğin örneğini veren değerli insan Prof. Dr. îlhan Arsel"in, bir hukuk anıtı niteliğindeki "Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına" adlı kitabını okuyabilirler. Ve okumalıdırlar. 163. maddenin kaldırılmasını istemek, "demokrasi"yle bu maddenin yasakladığı şeyin ne olduğunun bilincinde olanların tüylerini ür-pertmeye yeter sanırım. Elverir ki ikisi de iyi bilinsin. "Çağdaşlık" adına da istenemez: istenemez çünkü: Laiklik, çağdaşlığın en "olmazsa olmaz" lann-dandır. "Çağdaşlık"ta, "laikliğe aykırılık" eylemi hoşgörülmez. Çünkü/^^ bu eylemin hoşgörülmesi, "düşünce ve inanç özgürlüğünü yok etm^ eyleminin hoşgörülmesiyle eşanlamlıdır. ffele "Şeriat" sözkonusu olunca... Şeriat"m "iktidar" olmasına kapı açmak, insanı, "orta çağ karanlığına hapsetmenin yani sıra, insan boğazlamanın, işkencenin bir sistem durumuna geldiği düzen için "buyursun, olabilirse iktidar olsun!" demektir."Çağdaş" insan bunu diyemez. "MOLLA" başlıklı yazıyıda okuyacaksınız derginin bu sayısında. Bu yazıyı yazdığım zaman, Prof. Dr. Muammer Aksoy, daha öldü-rülmemişti. 163. maddenin kaldırılması istemine karşı sürekli savaşmış olan 238 bu hukuk ve bilim adamının öldürülmesinden sonra, sağ kesimden şimdilik "mümaşaf"çı davranan kimi "molla" ile, sol kesimden kimileri, "terör"e karşı "ortak bir bildiri" yayımladılar. (7. 2.1990 günlü gazetelerde.) Bence bu "ittifak"ın "terör"e karşı olmak yönünden hiç, ama hiç bir önemi yoktur. Çünkü, sağdaki "Molla"lann savunduklan düzen, islam"dır, islam Şeriatı"dır. Bu düzenin, kendini güçlü bulduğu zaman, baştan sonra bir terör durumunu aldığıysa, kimsenin yadsımayacağı bir gerçek. "Terör"le "terör"e karşı çıkabilirler mi? Ne var ki, "çağdaşlığımızdan kimileri, "mollalarla ittifak"ta di-renmekteler. Bence yanlış bir yoldur bu Unutulmamah ki, İran"da da bu yola gitmişlerdi ve durum şimdi ortada. Kısacası: 163. maddenin yasakladığına, "düşünce suçu" demek, "özgürlük düşmanhğı"yla "terör"le "cinayetlerle "düşünce"yi birbirine kanştırmaktadır bence. Sosyal DemokratŞubat 1990, Sayı 22 239 ÎSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE "KIZ ÇOCUKLARININ DİRİ DİRİ GÖMÜLDÜĞÜ" YALANI Tekvîr Suresinin 8. ve 9. ayetlerinde bir değinme. Bu ayetleri, Hamdi Yazır, biraz duygusal olarak, dilimize şöyle çevirir: — "Ve o diri gömülen, hangi günahla öldürüldü? Sorulduğu vakit." (Bkz. Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, 1962, 8/5593.) Diyanet"in resmi çevirisinde de ayetlerin anlamı şöyle: —"Kız çocuğun, hangi suçtan öldürüldüğü kendisine sorulduğuzaman." islam"ın "kadın"a nasıl "üstün yer ve değer verdiği"ni anlatan islamcılar, ikide bir de şöyle derler: — "Cahiliyet (islam öncesi) döneminde, kadına değer verilmediği için, kız çocukları diri diri gömülürdü, islam gelince, kadına üstünyerini verdi ve kız çocuklarını diri diri gömme geleneğini de ortadankaldırdı..." Bir kez islam Şeriati, "kadına üstün yeri verdiği"nden, "kadın haklan"ndan sözedemez. Edemez çünkü: 1- Kur"an"ındaki "kadın"la ilgili ayetler, hep kadının zararına, kadını küçültücü doğrultudadır, örnek: — Bakara Suresinin 228. ayetinde: "Erkeklerin, kadınların zararına, onlardan üstünlüğü (derece) vardır." deniyor. — Kur"an"ın "Tann"sı, hep "eril" sözcüklerle ("huvella- hu..." gibi) anlatılır. Sözcükler, bu "TanrTnın "erkekliği"ni anlatır niteliktedir. Onun için de "erkek"lerin "üstün" ve "kadın"lann "aşağı (dahası aşağılık)" görülmesi doğaldır. — "Erkek"lerin "derece"lerinin, "kadınların zararına" olacak biçimde "üstün" olduğunu anlatan "ayet"le ne demek istendiğine ilişkin "tefsir"lerin, "fıkıh"lann yazdıkları, gerçeği çarpıcı biçimde sergiler: örneğin Fâhruddîn Râzî şöyle der: "Erkeklerin derece üstünlükleri. Erkeklerin kadınlara karşı birçok üstünlükleri vardır: Birincisi: Erkek, akıl yönünden üstündür, ikincisi: Diyette (öldürme olayındaki kurtulmalıkta) erkeğin.üstünlüğü vardır. (Kadın için ödenecek diyet, 240 erkek için ödenecek diyetin yarısı kadardır.) Üçüncüsü: Miras konularında erkeğin üstünlüğü vardır. Dördüncüsü: Devlet başkanı ve kadı (yargıç) olmaya elverişlilikte ve tanıklıkta erkeğin üstünlüğü vardır. Beşincisi: Erkek, kadının (karısının) üstüne evlenebilir, cariye alabilirken kadının böyle bir hakkı yoktur. Kocasının üstüne evlenemez, kocanın cariye alıp kullanması türünden köle alıp kullanamaz. Altıncısı: Kocanın mirastaki payı, kadının mirastaki payından çoktur. Yedincisi: Koca, karısını boşayabilir, boşadıktan sonra da dönüş yapabilir. Kocasının bu eylemi, kadın istemese de gerçekleşir. Kadınsa, kocasını bo-şayamaz. Boşandıktan sonra da, dönüş yapamaz... Sekizincisi: Ganimette, erkeğin payı, kadının payından çoktur. Erkeğin kadına karşı üstünlüğü böylece ortaya çıkınca, kadın, erkeğin elinde güçsüz bir tutsak gibidir..."(Bkz. F. Râzî, e"t, Tefsiru"l-Kebîr, 6195.) öteki tefsirlerde de benzer açıklamalar yer alır ve kiminde, kadına karşı erkeğin daha başka ayrıcalıkları sıralanır. (Bkz. Taberî, Câmi-u"l-Beyân, 2/275-276; İbn Kesir, 1/271; Şevkâni, Fethu"l-Kadir, II 237; Kasımi, Mehasinu"t-te"vMl, 3/585; Tefsiru"l-Merâğî, 2/167. Ayrıca bkz. Dr. Kâmil Mûsâ, Kâmusu"l-Mer"e Derece, Beyrut, 1987, s. 15-26.) — Hiçbir hukuk sisteminde, ilkel hukuklarda bile olmayan bir şey var: Nisa Suresinin 34. ayetinde, kanlarının kendilerine başkaldıracaklarına ilişkin kuşkuya, kaygıya düşen kocalara şu yol gösterilmekte: "O kadınları dövün!" Ortada "suç" olmadan "ceza" verilmesi, hangi hukuk sisteminde bulunabilir? "Onları dövün!" deki ilkellik de ayrı... Kur"an"daki "kadın" ların zararına olan "hüküm"leri sıralamaya buradaki yerimiz el vermez. Mirasta oğlana 2, kıza 1 pay verilmesi eleştirilirken, islamcılar, islam öncesi dönemde, "kadın"a bu kadar da pay verilmediğini, kadının, mirasta hemen hiçbir hakkı olmadığını ileri sürerler. Bunun, "gerçek"le hiçbir ilgisi yoktur. Kur"an"da, hadisler de, "kadın"a "yeni hak"lar vermek şöyle dursun, islam öncesi haklarının birçoğunu da elinden almıştır kadının. Bu, ayrı bir yazı konusu olabilir. 1- "Hadis"lerde, "kadın" son derece aşağılanır. Hor görülen şeylerle bir tutulur, uğursuz görülür. Bu konudaki hadisleri genişçe görmek için, her bir kitabıyla karanlığın belini kıran ve aydınlara, bilim 241 adamlarına örnek olan Prof. Dr. ilhan Arsel"in "Kadın ve Şeriat" adlı kitap mutlaka okunmalıdır. Bu kitapta, kaynaklar da açık seçik gösterilmiştir. Kitabm sonunda bir de "indeks" vardır ve konular, kitapta kolaylıkla bulunabilir. Kız çocukları ve İslam öncesi dönem Şimdi gelelim "kız çocuklarını, islam öncesi dönemde diri diri gömüldijkleri" yalanına: Böyle bir şey gerçek olamaz, çünkü: 1- Kız çocuklarının neden "diri diri gömüldükleri", Kur"an yorumlarında, hadislerde anlatılırken değişik ve çelişkili "neden"ler ilerisürülüyor: — Kız çocukları, "yoksulluk yüzünden diri diri gömülüyordu." — Kız çocukları, "ailelerine leke sayıldığı için diri diri gömülüyordu." — Kız çocukları, "meleklere katılsınlar diye diri diri gömülüyordu. Çünkü Melekler de Tann"nın kızları diye niteleniyordu." "Tefsirlerde yer alan "neden"ler böyle. (Bkz.. Râzî, 31169.) Sonuncu nedenin komikliği ortada. Çelişkiside. Düşünün "Me-lek"lere "Tann"nın kızlan" diye inanılıyor olacak, hem de kız çocuğu, "ailesi için leke" sayılacak. "Melek" son derece "kutsal bir varlık" görüldüğüne göre, kız çocuğu ailesi için "leke, utanç verici" olamaz. Tersine, son derece "övünç kaynağı" sayılması gerekir "kız"ın. Ayrıca, "meleklere katılsınlar" diye diri diri gömmeye niye gerek görülsün? Bunun için "ölmek" ille de gerekli görülüyorduysa "diri diri toprağa gömmek" niye? "ölme"nin başka türlüsü yok muydu? Tüyler ürpertici cinayet niçindi? 2- ileri sürülen "neden"leri "gerçek" olduğu varsayılmış olsa,"kız çocuğu diri diri gömme" geleneğinin çok yaygın olduğunu düşünmek gerekir. "Kız"ın ailesi yoksulsa, "yoksulluk"tan; zenginse "âr (leke, kınama konusu)" olmasından; ayrıca "meleklere katılsın" diye; yani her durumda uğrayacağı sonuç aynı: Diri diri gömülmek. Bu 242 "gerçek" olsaydı, Araplarda "kız" kalır mıydı? Ve "kadın" olurmuydu? Oysa belgeler ortaya koyuyor ki, Araplarda "kadın çokluğu" vardı. 3- "Kız çocuklarının diri diri nasıl gömüldükleri"ni de tefsirlerdeğişik biçimde anlatmakta: — "... Kız çocuğu 6 yaşına gelince, adam karısına: "haydi bunu temizle, süsle, hısımlanna gezmeye götüreceğim." derdi. Oysa çölde bir kuyu kazmıştır onun için. Kızı alıp oraya götürür; "bak şunun içine!" der; sonra da arkasından iterek çocuğu o çukura düşürür ve-üzeri-ne toprağı döküp yığardı." — " Ya da gebe karısının doğum günü yaklaştığında, koca bir kuyu kazardı. Ağrısı tutunca kadın o kuyunun basma giderdi, kız doğurursa içine atardı kuyunun." (Bkz. Tefsirler, örneğin Arapçalardan F. Râzî, 31/69; Türkçelerden Hamdi Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, 81 5603, 5604.) Araplarda, hem de "yaygın biçimde" yaşandığı ileri sürülen bu olaylann olduğu apaçık yalan. Ne bir baba, ne de bir anne burada ileri sürüleni yapar. Bu tür şeyin olması, insan doğasına aykın olduğu gibi, hayvanlarda bile görülmez, ilkellerde, "çocuklann Tannlara kurban edildikleri"ni biliyoruz. Ama, Araplar, o sıralarda, "ilkellik" dönemini çoktan gerilerde bırakmışlardı, islam döneminden daha ileri bir uygarlığa sahiptiler. Bunun tersine, yalanlar uydurulmuş olsa da... Kaldı ki burada sözkonusu olan "Tann"ya kurban" da değil. Aktarmalarda da bu ileri sürülmüyor. Yani "kız çocuklannın, Tannlara kurban etmek için diri diri gömüldükleri"nden sözedilmiyor. Böyle bir şey, yani "çocuğu Tann"ya kurban etme" de hangi dönemde ve nerede yaşanmış olursa olsun; "çok yaygın" değil, tek tük olurdu. "Tann"ya kurban etme" durumu da sözkonusu olmayınca, işin mantığı büsbütün ortadan kalkıyor. "Kız çocuklannın yoksulluk için, ya da leke sayıldığı için... diri diri gömüldüklerini" ileri sürmek ve bunu kabul etmek, "annelik, babalık" ne demek; bilmemektir. Aynca "insan"ı, insanın doğasını tanımamaktır, insanlar, ileri sürülen türden şeyi yapmış olsalardı, türlerini sürdüremezlerdi. Araplarda, "kız çacuklannı diri diri gömme" geleneği bulunsaydı, islam öncesinin Arap şairlerinin şiirlerinde de dile getirilirdi.Hem de yaygın olarak yer alırdı şiirlerde, oysa bu yok. 243 Tefsirler, Ferezdak"ın iki dizesi üzerinde durur. Ne var ki, tefsirlerde bu iki dizi de hep aynı sözcüklerden oluşmuyor, iki dizi de değişik biçimde yer alıyor. (Karşılaştırarakbkz.ArapçalardanTaberi.Câ-miu"l-Beyân, 30/46; F. Râzî, 31169; Türkçelerden Hamdi Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, 815604.) Dizelerin değişik olması gözönünde tutulursa, sonradan uydurulduğu bile düşünülebilir. Kaldı ki, Ferezdak"ın olduğu ileri sürülen bu iki dize, bize "kız çocuklarının diri diri gömüldüklerini" açık açık anlatıyor. Kimi tefsirde yer alan biçiminde dizeler şu anlamda: — "Bizden öyle kimse çıkmıştır ki VÂÎDAT"ı önlemiş ve VEÎD"idiriltmiştir de artık kimse VEÎD olmamıştır." (Bkz. F. Râzî ve HamdiYazır.) Hamdi Yazır, "VÂÎDAT"a, "çocuklarını gömen vaideler (anneler)" anlamını veriyor. Sözcüğün kökü olan "ve"d" eğer "gömme"yse, "nasıl bir gömme"dir; belirtilmiyor. H. Yazır da yalnızca "gömme" anlamını veriyor; "diri diri gömme" demiyor. Varsayalım ki buradaki "gömme", tefsirlerde anlatılan türden "diri diri gömme"dir; o zaman dizelerdeki "VÂİDAT" niye? Bu sözcük, "çocuklarını diri diri gömen anneler" demekse, tefsirlerde anlatılana uymuyor. Çünkü tefsirlerde, "kız çocuklarını diri diri gömen"in "anneler" değil; "babalar" olduğu anlatılıyor. Bir başka terslik de şu: Tüm tefsirlerdeki biçimlerinde, dizelerde "gömülen"i anlatmak için "veîd" sözcüğü yer alıyor. "Veîd"se eril (erkeğe ait) bir sözcüktür, anlatılan eğer "kız çocuğun diri diri gö-mülmesi"yse niye dişili olan "veîde" ya ayetteki gibi "me"ûde" yer almıyor? Yani şiirde, "gömülen"in "dişi" değil; "erkek" olduğu anlatılıyor. Bundan, "kız çocuklarının diri diri gömüldükleri" anlamı çıkarılabilir mi? Elbette ki hayır.Muhammed"in şöyle bir hadisi var:— "Vâid de, mev"ûde de cehenemdedir." (Bkz. Ebu Davud, Sünen, Kitabu"s-Sünne/18, hadis no: 4717.) Sözcükleri, İslam dünyasındaki anlamıyla diümize çevirelim: — "Kız çocuğunu diri diri gömende, diri diri gömülen kız çocuğu da cehennemdedir." "Adalet anlayışı"na bakın siz! — "Kız çocuğunu diri diri gömen kimsenin CEHENNEME gitmesini anladık, ama o zavallı kız çocuğunun cehennem de işi ne, o niye cezalandırılıyor?" diye sorabilirisiniz, "kız çocuğunun, zulme uğra- 244 mış olanın ve de kadının hakkı. İslam"da böyle mi korunuyor?" diye de ekleyebilirsiziniz. Ama bu alanda kafa yormaya gerek yok. Nasıl olsa hepsi bir "yalan" üstüne kurulu. Sosyalist Birlik Mart 1990, Sayı 11 245 İSLAMCI NEDEN MÎNTÎKAMCI"DIR? 10 Şubat 1990 günü kimi gazetelerde (örneğin Cumhuriyet"te), Hamaney"in, Salman Rüşdi"ye ilişkin bir açıklaması yer aldı. Tahran Radyosu"nun yayınladığı bir habere göre, Hamaney, eski dini lider Humeyni"nin, Rüşdi hakkında verdiği "ÖLÜM FETVASF"nın geçerli olduğunu açıklayıp yerine getirilmesini istemiştir. Bu, "İslamcı intikamı"nın nice örneklerinden biridir. İslamcı, her zaman "intikamcı" olur. Bu, İslam"ın özünden, Kur"anından, "hadis"inden, tarih boyunca süregelen geleneğinden kaynaklanır. Yahudilik"te olduğu gibi... "İntikam", bilindiği gibi, "öç" anlamındadır. Öfke, kin, hınç ürünüdür."Öfke (gazap)" dolu, "kin" dolu bir "Tann" düşünebilir misiniz? Etnoloji bize kesin olarak bildirir ki, ilkellerde bu vardır. Yine araştırmalar gösterir ki, bu tür "Tanrı" anlayışı, ilkellerden Yahudilik kaynaklarına, başta Tevrat"a, yorumlarına, oradan da Kur"an"a ve islam"ın bütününe geçmiştir. Kur"an"da tam 4 kez, Tanrı için "zü"ntikam", yani "intikam sahibi, intikamcı" deniyor. Diyanet"in resmi çevrisinde de "öcünü alır", "öcahcı", "öcalan", "öcalabilen" anlamlan verilmiştir. (Bkz. Alu İmran: 4; Maide: 95; ibrahim: 47; Zümer: 37.) Bir ayetin Diyanet"in resmi çevirisindeki anlamı şöyledir: - Sakın, Allah"ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağınısanma! Doğrusu Allah, Güçlü"dür, Öc alan"dır." (ibrahim, ayet: 47.) Bu ayet, "peygamber"lerin de "intikam" istediklerini, "Tann"nıri, buyruklara karşı gelenlerden "intikam" alacağına "söz verdiğini" ve bu "sözünden de caymıyacağı"nı, Tann"nm hem "Güçlü", hem de "Öcahcı" olduğunu açık seçik anlatıyor. Secde suresinin 22. ayetinde de şöyle denir: -"Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz, suçlulardan öc alacağız." "Rabb"in, yani "Efendi Tann"nm, "suçlu"lardan, "günahiriardan öc alacağını bildirdiği anlatılırken, "Biz kesinlikle, onlardan öc alaca- 246 ğız ya da öcalıcılanz)" dediği, iki ayette daha anlatılmakta: Zuhruf, ayet: 41; Duhan, ayet; 16. "Tann"sının "öcalıcı", "peygamber"inin "öcahcı" diye sunulduğunu görüyoruz. "Tann"sı, "peygamber"i öyle olur da, "mü"min"leri, yani "inanır"lan öyle olmaz mı? İslamcı, bunun için "intikamcı"dır işte. "Tann için sevmek, Tann için kin beslemek", islam"ın temel ilkelerinden biridir. Muhammed"in, bunu dile getiren sözlerine dayanır bu. Muhammed şöyle der: — "işlerin en üstünü, Tann için sevmek ve Tann için öfkelenipkinlenmektir." (Bkz. Ebu Davud, Sünen, Kitabu"s-Sünne/3, hadis no:4599) Bir başka kez de Muhammed"in şöyle dediği görülür: — "içinizden kim bir MÜNKER görürse, eliyle onu değiştirsin;gücü yetmiyorsa diliyle onu değiştirsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle kinlensin..." (Bkz. Müslim, e4s-Sahih, Kitabu"1-Iman/ 78, hadisno: 49; Ebu Davud, Sünen, Kitabu"s-Salat/248, hadis no: 1140; Tirmi-zi, Sürten, Kitabu"l-Fiten/11, hadis no: 2172.) Buradaki "münker"in anlamı "tanınmayan, benimsenmeyen şey"dir. Demek ki Muhammed, her müslümana şu görevi veriyor: Müslüman kişi, islam Şeriatı"nca "tanınmayan, benimsenmeyen bir şey"mi gördü; hemen "elini", yani "yumruğunu" kullanacak. Diyelim ki yumruğu yeterli olamadı, bununla karşı çıkamadı; "diliyle" karşısına çıkacak. Kötüleyecek, kınayacak, aleyhte propaganda yapacak. Diyelim ki ortam buna de elverişli değil. O zaman da "kalbiyle" yöne-lip "kin besleyecek".islamcı ortamı elverişli bulana dek "kin besler" karşısında olduğu kimseye, duruma, düşünceye, davranışa. Ve "intikam" için zamanını kollar. Bu, kendisine verilmiş bir görevdir. islam"ın "Tann"sı, "intikam"ı, kimi zaman "bu dünya"da, kimi zaman da "öbür dünya"da yani, "ahiret"te alacağını bildirir. Her ikisinde de durum korkunç olarak bildirilir. Hele "ahirefte "işkence" olacağı da anlatılır, "ölüm yok, sürekli işkence var." En sadist insanın bile kabul edemeyeceği türden bir "azap (işkence". Bunu anlatan ayetlerle doludur Kur"an. Demek ki islam"ın "Tann"sı, "intikam" alırken "işkence"siz ol- 247 muyor "intikam"ı. İslamcı böyle bir eğitimle eğitilmekte. Yani İslamcı da "işken-ce"yi, doğal bulur ve "intikam"ın doğal gereği sayar. Bu durumda İslamcıdan beklenebilecek tutum, bu doğrultudadır. Başka bir deyişle, islamcı, "Tanrı için intikam" alacağı kimseye "işkence" uyguladığı zaman, "kutsal görev"ini yerine getirmekte olduğuna inanır. Karşılığında, "Tanrı"dan sevap, mükafat" alacağını düşünür. Coşkulanır bundan. Muhammed"in "işkence"yi yasakladığını anlatan hadis de var. (Bkz. Buhari, e"s-Sahih, Kitabu"l-Megazi/30; Ebu Davud, Sünen, Kita-bu"l-Cihad/120, hadis no: 2667.) Ama, yasaklandığı bildirilen şey, işkencenin yalnızca bir biçimidir "Müsle" denir bu biçime. Vücudun kimi organlarını, özellikle de bumu, kulakları kesmek, gözleri oymak anlamında. "Yüzü dümdüz etmek". Kaldı ki Muhammed"in kendisi de "müsle (işkence)" yaptırmıştır: Muhammed"in Ureynelilere yaptırdığı işkence: Ukl, Ureyne kabilelerinden bir kaç (7-8) kişi, Medine"ye gelmişler; biraz hastalanmışlardır. Kır insanları olduğu için Medine"nin havası kendilerine yaramamıştır. Muhammed"e başvururlar. Muhammed, "tedavi" için kendilerine "deve sütü" ile "deve sidiği" içirir Sonra da "zekat develeri"nin bulunduğu yere (kırlara) gönderir. Burada da "deve sütü" ve "deve sidiği" içeceklerdir. Kırda iyileşir adamlar. Sonra develerin çobanını öldürürler; develeri de önlerine katıp götürürler. Muhammed bunu (her nasılsa) öğrenir. Onların ardından, yakalasın diye adam gönderir. Sonunda katil ve hırsızların tümü yakalanır. Ve Muhammed"in verdiği ceza: Muhammed, yakalananların ellerini, ayaklarını kestirir; gözlerini oydurur ve Harre denen (son derece sıcak) yere attırır. Adamlar sızlanırlar, su isterler. Su verilmez. Adamlar taşlan kemirirler. Ve sonunda ölürler. (Buhari"nin 7 yerde ve 9 yoldan aktarıp yazdığı bu hadis için bkz. Buhari, e"s-Sahih, Kitabu"z-Zekat/68; Tecrid, h. no: 172; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"l-Kesame/9-14,h. no: 1671; Ebu Davud, Sünen, Ki-tabu"l-Hudud/3, hadis no: 4369.) Muhammed"in uygulattığı bu korkunç işkence, Maide suresinin 248 33. ayetine dayandırılır. (Bkz. Aynı kaynaklar) Bu ayetin, Diyanetin resmi çevirisindeki anlamı şöyledir: "Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası: Öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayaklarını kesilmesi ya da yerlerinde sürülmektir. Bu, onlara dünyada rezilliktir, onlara ahirette büyük azab vardır." "lşkence"yi Muhammed yaptırmış olunca, İslamcı kişi, "insanlık dışı" bulmaz kuşkusuz. "Haklı" bulur. Bugünkü İslamcıların üreyip yetişmelerinde en başta rol oynayanlardan Babanzade Ahmed Naim (1872-1934. Bkz. ismail Kara, Türkiye"de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul, 1987, 1/273-308) de olayı haklı buluyor, savunuyor, olay nedeniyle şöyle diyor: —"Biz müslümanlarca, Peygamberin yaptığı şey ne olursa olsun; doğrudur. Tanrı hoşnutluğuna da uygundur..." (Bkz. Diyanet yayınlarından Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi, 173. hadisin açıklaması.) Kısacası: Birşeyin "insanlık dışı" olması, İslamcının umurunda değildir. Elverir ki "islam dışı" olmasın. "IntikanTa, "Tanrı için işkence etme"ye de böyle bakar İslamcı. Emeğin Bayrağı 3 Mart 1990, Yıl 3, Sayı 23 249 VE KADINA DAYAK islam"ı savunanlar hep şöyle derler: — "islam, insanlık dinidir, insan haklarına önem verir. Kadını da yüceltmiştir..." Birçokları islam"ın kendisini bilmedikleri, tanımadıkları halde, yapılan propagandalara ya da kendi kafasında oluşturduğu islam"a göre konuşur, islam"ın kendisine, içyüzüne bakıldığı zamansa gerçek ortaya çıkar. islam Şeriatı, "din" ayrımı yapar; kendinden başka bir dini tanımaz. (Örneğin bkz. Âlu Imran: 19, 83, 85) "Irk" ayrımı yapar; Arap toplumuna seslenir, (örneğin bkz. Meryem: 97) Bu nedenle Kur"an"ın "Arapça" olarak gönderildiğini bildirir, (örneğin Bkz. Yusuf: 2; Ra"d: 37; Tâhâ: 113; Şûra: 7; Nahl: 103) "Oymak (kabile)" ayrımı yapar, hukukunda, "Peygamber"inin diliyle, "HALİFELİK" kurumunu yalnızca "Kureyş Kabilesi"ne verir. (Örneğin bkz. Ahmed Ibn Hanbel, 5/220-21.) "Kent-yöre" aynmı yapar; Kur"an ve "peygamber"in yalnızca "Mekke ve çevresi"ni uyarmaya yönelik olduğunu bildirir. (Bkz. En"an:92 Şûra: 7) "Zengin-yoksul" aynmı yapar; "nimet"leri "Tan-rı"nın bölüştürdüğü"nü, işçinin, çalışanın yanında, bunları çalıştırsınlar diye herzaman "patron"un da bulunması gerektiğini, "Tann"nın kimi insanlara karşı "derecelerle üstün kıldığını" anlatıp aşılar, (örneğin bkz. Zuhruf: 32.) Yani "zengin"den, "patron"dan yana ağırlığını koyar. Ganimetleri paylaştırırken de, "peygamber"i eliyle bunu yapmıştır. (Buhari"nin de yer verdiği ilgili hadisleri. Diyanet Yayınlarından Tecrîd"de görmek için, 1040, 1296, 1299-1303. nolu hadislere bkz.) "Müellefetü"l-Kulûb" (gönülleri islam"a kazandırılmak istenenler) adını verdiği kimselere, "müslüman" olsunlar ya da bu dinde kalsınlar diye "ganimeften rüşvet verdiği gibi, zengin olmalarına bakılmaksızın, "zekaf"tan da rüşvet vermiştir. (Bkz. Tevbe: 60.) "Efendi-Köle" aynmı yapmıştır, insanlann bir kesimini "alınan-satılan mal" durumuna sokmuştur. (Kur"an da sayısız ayetiyle.) Ve "cins" aynmı yapmış, "erkeği kadına derece ile üstün kılmıştır." (Örneğin bkz. Bakara: 228.) Bakara Süresindeki "derece"yle anlatılmak istenenin ne olduğu- 250 Genç Aleviler Harekatı
&lt&lt&lt&lt Kitabın Devamı &gt&gt&gt&gt1-50 / 51-100 / 101-150 / 151-200 / 201-250 / 251-303
  #33455  
Alt 08.08.2007, 16:54
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Konunun uzmanlarida cok sükür yobaz

degiller bakin nasil da yorumlamaktalar, emin ol tüm sapkin ayetler icin tek, tek yorumlar bulunmakta akli basinda bir insan bu yüz yilda bu insanlik düsmani ayetleri ne benimser nede pesine takilir.. Benim sizlerle hic bir sorunum yok selam bile vermeyecegim kadar medeni bile degilsiniz. Senin gibi bir odunu düzelt ve egitme denilen bir meselem hic olmadi bu yasina kadar gelmis bir insan ilk önce insani iliskilerin ne oldugunu ögrenirdi.

Hadi evladim kafana göre takil olur mu.

Benim sorunum bu sapik ideoloji ile halen insanlar öldürülmesi ve insanlarin ellerinden insani kutsal haklarinin bu manyak din ve dinci ulemasi tarafindan alinmasidir.

[Kuran"ın Eleştirisi Anasayfa ]






Kategori: Anasayfa/MUHAMMED"İN GÜNLÜK SİYASET ve YAŞAM GEREKSİNİMLERİNİN KİTABI OLARAK KUR"AN /Kur"an"daki Tanrı, Muhammed"in Yeminli Şahitliğini Yapmakta

Makale No : 56
Makale: Daha önce de belirttiğimiz gibi Muhammed, her işi için Tanrı"yı kendisine "şahit" edinmiştir; özellikle "peygamberliğini" Tanrı"nın "yeminli şahitliği" ile kanıtlamaya çalışmıştır. Bu maksatla koydu*ğu ayetlerden birinde Tanrı"nın şöyle konuştuğunu söyler:



"... (Ey Muhammed!) Seni insanlara peygamber gönderdik; şahid olarak da Allah yeter" (Nisa Suresi, ayet 79).



Görülüyor ki, Muhammed"in "peygamber" olduğunu söyleyen tek şahit Tanrı"dır. Hiç kimselere görünmeyen, hiç kimselerle gö*rüşmeyen, hiç kimselere seslenmeyen bu Tanrı, Muhammed"in şa*hitliğini yapmakta! Ve her ne hikmetse bu şahitlik işini, hiç kimse*lerin ortaya vuramayacağı bir şekilde yapmakta! Fakat Muhammed Tanrı"yı sadece "şahit" tutmakla kalmaz, bir de onu "şahitlik" konu*sunda insanlarla tanıştırmaya girişmiş gibi gösterir. Örneğin Kur"an hakkında: "Bu Muhammed"in uydurmasıdır" diyenlere karşı Tan*rı"nın şöyle konuştuğunu söyler:



"Ayetlerimiz onlara açıkça okunduğu zaman inkar edenler... "Onu Muhammed uydurdu" derler. De ki, ".. .(Tanrı) Kur"an için yaptığınız taşkınlıkları daha iyi bilir. Benimle sizin aranızda şahid olarak O (Allah) yeter" (K. 46, Ahkaf Suresi, ayet 78).



* Nisa Suresi, ayet 79; Ahkaf Suresi, ayet 78; Yunus Suresi, ayet 38.



Fakat bu da yetmiyormuş gibi bir de şunu ekler:



"Ey Muhammed! Senin için "onu uydurdu" diyorlar, öyle mi? De ki, "Onun Surelerine benzer bir Sure meydana getirin; id*dianızda samimi iseniz, Allah"tan başka çağırabileceklerinizi da çağırın"..." (K. 10, Yunus Suresi, ayet 38.)



Dikkat edileceği gibi burada Tanrı, kendi yarattığı kullarıyla ağız, kavgasına girişmiş gibidir; hani sanki "Siz yapamazsınız, an*cak ben yaparım; benden daha iyisini yapın da göreyim bakalım!" der gibidir; üstelik de kullarını şahit göstermeye çağırmaktadır!



Bütün bunlar bir yana, fakat Muhammed bir de Tanrı"yı, yemin*ler ederek konuşurmuş ve şahitliğini ancak bu yoldan kanıtlayabilirmiş gibi tanımlar. Sanki Tanrı"nın söylediklerine inanabilmek için, onun mutlaka yemin etmesi gerekirmiş ve yeminsiz konuştu*ğu zaman kimse onun sözlerini ciddiye almazmış gibi bir kanı ya*ratmış olur. Üstelik bunu yaparken Kur"an"ın hangi kaynaktan çık*tığı konusunda (yani Tanrı"nın sözleri mi, yoksa elçisinin sözleri mi olduğu hususunda) karışıklıklar yaratır. Örneğin Hakka Suresi"ne koyduğu ayetler şöyle:



"Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, hiç şüphesiz o (Kur"an), çok şerefli bir elçinin sözüdür" (K. 69, Hakka Suresi, ayet 3840).



Dikkat edileceği gibi burada anlatılan şey Kur"an"ın "elçi sözü olduğudur. Tekvir Suresi"ne koyduğu ayetler ise şöyle:



"Kararmaya başlayan geceye andolsun; ağarmaya başlayan sabaha andolsun ki, bu Kur"an, Arş"ın sahibi katında değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçinin getirdiği sözdür" (K. 81, Tekvir Suresi, ayet 1721).



Burada da Kur"an, "bir elçinin getirdiği söz" olarak tanımlanı*yor! Ayetteki "elçi" sözcüğünün "Cebrail" anlamına geldiği öne sürülür. Konuyu daha önce Kur"an"ın Eleştirisi I adlı kitabımızda ele aldığımız için burada durmayacağız. Burada anlatmak istedi*ğimiz şudur ki, Muhammed, kendi günlük siyasetinin gereksinim*lerinin her yönünü, Tanrı"nın yeminli şahitliği ile kanıtlama yolu*nu seçmiştir.
  #33456  
Alt 08.08.2007, 17:05
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Kuranda bak nasil siddet tapinmasi var.

Kategori: Anasayfa/MUHAMMED"İN GÜNLÜK SİYASET ve YAŞAM GEREKSİNİMLERİNİN KİTABI OLARAK KUR"AN /İslamı Korku Salan, Zorlayan ve Cezalandıran Bir Güç Olarak Uygulama Siyaseti

Makale No : 37
Makale: Muhammed"in "şiddet" denen şeyden hoşlanmadığı ve getirdiği dinin korku salan, zorlayan ve cezalandıran bir güç olmadığı öne sürülür ve Kur "an "ın



"Din"de ikrah (zorlama) olmaz..." (Bakara Suresi, ayet 256)



şeklindeki hükümlerinden örnekler verilir. Oysa bu tür iddiaların ger*çeklere yatkın düşen hiçbir yönü yoktur. Şu bakımdan ki, Muham*med, her ne kadar kendisini "ahlak ve fazilet örneği" ve "çok şefkat*li ve merhametli" olarak tanımlamış ve şiddet denen şeyden hoşlan*maz görünmüşse de, korku ve dehşet saçarak ve şiddet kullanarak iş görmeyi, başarıya ulaşmanın tek yolu saymıştır. Güçsüz bulunduğu dönemde öğüt verici ve barışçıymış gibi görünürken, güçlendiği andan itibaren şiddet usulleriyle iş görmüştür; şöyleki:

"Peygamberlik" iddiasıyla ortaya çıktığı andan itibaren Mu*hammed, Tanrı"dan geldiğini söylediği vahiylerle kendisini, "ahla*ki faziletlerin tamamlayıcısı" olarak ve "büyük ahlak üzere" gönde*rildiğini ve bu ölçüler doğrultusunda iş gördüğünü söylemiştir.1 Bu maksatla Kur"an"a koyduğu ayetlerden biri şöyle:



"(Ey Muhammed!) Muhakkak sen büyük ahlak üzeresin..." (K. 68, Kalem Suresi, ayet 4.)



l Muvatta"mn Kitahıı Hüsni"lHulk adlı yapıtında Muhammed"in sözleri olarak yer alan "Ben güzel ahlakı tamamlamak için (Peygamber olarak) gönderildim" şek*lindeki sözler için bkz. Turan Dursun, Kur"an Ansiklopedisi, c.I, s.245.



Yine bunun gibi, kendisini "yumuşak davranışlı" bir kimse ola*rak tanıtmak, "haşin" ve "katı" yürekli olmadığını anlatmak maksa*dıyla Kur"an"a Tanrı"nın ağzıyla ayetler koymuştur:



".. .(Ey Muhammed!)... Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi..." (Âli İmran Su*resi, ayet 159.)



Şefkatli, merhametli ve Müslümanlara çok düşkün bir kimse ol*duğuna dair söylediklerini pekiştirmek için, Tanrı"nın kendisi hak*kında şöyle konuştuğunu söylemiştir:



"Ey inananlar! Andolsun ki, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, inananlara şefkatli ve merha*metli bir Peygamber gelmiştir" (Tevbe Suresi, ayet 128).



Yine bunun gibi, kişisel çıkarları adına ve "Tanrı"nın hakkı dı*şında" hiç kimseden intikam almadığını bildirmek üzere Kur"an"a ayetler koymuştur. Ne var ki, yaşamı boyunca izlediği tutum ve davranışlarıyla, bu söylediklerinin tersini yapmıştır. Şu bakımdan ki, Kur"an"a koyduğu ceza türleriyle İslamı, şiddet, dehşet ve ölüm saçan bir güç olarak uygulamayı kendi günlük siyasetinin temel di*reği kılmıştır. Her ne kadar bir kısım suç ve günahın cezasının öbür dünyada (ahirette) verileceğini söylemekle beraber,2 insanları sade*ce ahiret cezalarıyla korkutmayı yeterli bulmamış, asıl bu yeryüzü cezalarıyla yıldırmayı, başarıya ulaşmak için koşul saymıştır. Örne*ğin Kur"an"a koyduğu ayetlerle "Cehennem" denen yerin, "alevlen*dirilmiş, tutuşturulmuş, çok yakıcı, baş derisini sıyırıp atan bir gay*ya kuyusu"ya da "yakıtı insanlardan ve taşlardan oluşan bir ateş" ol



2 Bakara Suresi"ne koyduğu bir ayel şöyle: "... Aranızda böyle yapmanın cezası an*cak dünya hayatında rezil olmaktır. Ahiret gününde de azabın en şiddetlisine on*lar uğratılır..." (Bakara Suresi, ayet 85). Büyük din bilgini Turan Dursun ayeli şöyle açıklıyor: "Öyle suç ve günah vardır ki, cezası bu dünyada verilir. Öyleleri vardır ki öbür dünyada verilir. Öyleleri de vardır ki hem bu dünyada, hem öbür dünyada verilir." Bkz. Kur"an Ansiklopedisi, c.IV, s.92.



duğunu, oraya atılanların "yetmiş arşın uzunluğundaki zincire vurul*muş olarak" sürükleneceklerini, katrandan giysiler giyeceklerini, "kaynar su" ve "kanlı irin" içeceklerini, başlarına işkence turundan kaynar su döküleceğini, bu yüzden bağırsaklarının parça parça olaca*ğını, derilerinin her yanıp dökülüşünde başka derilerle değiştirileceği*ni ve böylece uğradıkları işkenceyi daha iyi tatmış olacaklarını ve bu*na benzer daha nice tüyler ürpertici şeyleri bildirmiştir (Kur"an"da ce*hennemi ve içindeki yerleri anlatan bu tür ayetlerin sayısı 130 civarın*dadır.)3 Ne var ki dehşet verici bu ahiret cezalarından önce, asıl yeryüzünde iş görecek pek çok cezalar getirmiştir ki, bunlar cehen*nemdeki cezaları aratmayacak kadar korkunç nitelikte şeylerdir ve bunları "Tanrı"dan gelme buyruklar" diye herkesten önce kendisi, ken*di yaşam gereksinimleri vesilesiyle uygulamıştır. Bu buyruklar ara*sında, hırsızlık yapanların "ellerinin, bileklerinin kesilmesi"nden tutu*nuz da (Maide 38), adam öldürenler hakkında kısas uygulamasına (Bakara 178), "müşrik"lerin (her nerede görülürlerse) öldürülmeleri*ne (Tevbe 5) ya da başka dinden olanlara (kitap ehline) karşı savaş açılmasına ve savaşın İslam olmalarına ya da cizye (kafa parası) ver*melerine kadar sürdürülmesine (Tevbe 29), fitnecilik edenlerin ya da İslamı terk edenlerin (dinden dönenlerin) "elleri ve ayakları çaprazla*ma olarak kesilmek suretiyle" öldürülmelerine varıncaya kadar işken*ce niteliğinde, vicdan sızlatıcı cezalar vardır ki, tüyler ürperticidir. Her ne kadar bu cezalan ve bu şiddet siyasetini Muhammed, kamu düzeni adına getirmiş gibi görünmekle beraber, hepsini de sırf kendi iktidarını köklü kılmak amacıyla düşünmüştür.



Gerçekten de Muhammed"in yerleştirdiği buyruklar arasında, Tanrı"ya ve Muhammed"e eza edenlere (onları incitenlere) bu yeryü*zünde ve ahirette azap hazırlandığını öngören buyruklar vardır ki, son derece geniş kapsamlı olup, Allah hakkında "layık olmayan söz söylemeyi", "Allah"ın razı olmayacağı eylemlerde bulunmayı",



3 Bunlardan bir iki örnek olarak bkz. Hümeze 49; Mutaffifin 79; Mearic 1518; Mürselat 2934; Bakara 24; Tahrim 6; Nebe 2425; Sad 5558; Hakka 3032, 3537; Mü"min 7172; Nisa 175; Zümer 16; vs.



"Kur"an"ı inkar etmeyi", hu "Kitab"ın bazı ayetlerini geçersiz sayıp değiştirmeyi" ya da hatta İslami buyrukların artık çağımızda uygu*lanamayacağını öne sürmeyi, "irtidat" etmeyi (yani İslamdan çık*mayı) suç ve günah şeklinde görür. Bu tür eylemlerde bulunanlar sadece ahirette değil fakat daha önce bu dünyada cezalandırılırlar; cezalan en feci şekilde öldürülmektir (Örneğin bkz. Ahzab 57)!



Bu buyruklar arasında ezan"ın, "Dini İslamın şiarı" sayıldığına, bu nedenle terk edilmesinin "dinden dönmek" olduğuna ve ezanı terk eden belde halkının kanının akıtılması gerektiğine dair buyruk*lar vardır ki. Muhamed"in sabahın erken saatlerinde ezan okutulma*yan köylere yaptığı saldırı örnekleriyle birlikte halka belletilir.4



Bu buyruklar arasında Muhammed"in gece baskınları yaparak müşriklerin (puta tapanların) köylerini yerle bir ettiğini, köy halkı*nı kadın erkek, çoluk çocuk farkı gözetmeden kılıçtan geçirdiğini ve kendisine neden böyle yaptığı sorulduğunda (örneğin: "Ya Resulallah! müşriklerden aile sahibi bulunanlara gece baskını yapılıyor, küçük çocukları da musab oluyor" diye şikayet olunduğunda):



"Onlar da müşrikler (camiasın)dandır" diye cevap verdiğini ve bu doğrultuda olmak üzere Tanrı"nın:



"Biz nice memleket helak ettik ki, o köy (halkı) gece yatarlar*ken, yahut gün ortası istirahat ederlerken azabımız o köy hal*kına gelmiş (basıvermiş)tir" (Enfal Suresi, ayet 3) diye vahiyler gönderdiğini bildirenler vardır. 5



Bu buyruklar arasında "fitne" yaratanların öldürülmelerini öngö*renleri vardır ki, birazdan göreceğimiz gibi, dinden dönmenin fitne anlamına geldiğini anlatır (örneğin Bakara 191193, Maide 33).



4 Bkz. Sahihi Buhari Muhtasarı..., c.II, s.565568, Hadis No: 362.

5 Sahihi Buharı Muhtasarı..., Diyanet Yayınları, c.VIII, s.3846, Hadis No: 1261.



Bu buyruklar arasında ölümden sonraki dirilmeye inanmayanla*rın "kafir" olarak lanetlenlendiklerine ve boyunlarının vurularak öl*dürülmeleri gerektiğine dair hükümler var ki, bunlardan biri şöyle:



".. Lanet edilmişler, boyunları vurularak öldürülmelidirler" (Ahzab Suresi, ayet 61).

Bir diğer buyruk şöyle:



"Allah ve Resulüne karsı savaşanların ve yeryüzünde (İslamı) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öl*dürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazla*ma kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvalığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır" (Maide Suresi, ayet 33).



Burada "suç" diye anlatılmak istenen şey, sadece silahlı eşkıya*lık gibi toplum ve devlet düzenini bozan davranışlar değildir; bun*lardan gayrı bir de, Kur"an"ı inkar etmek ya da bu hükümlerin uy*gulanamayacağını öne sürmek gibi davranışlar vardır ki, hepsi de "Allah ve Resul"üne karşı savaş açmak" ya da "fitne yaratmak" an*lamına gelmekte. Biraz aşağıda bu ayetin Muhammed tarafından uygulanmasıyla ilgili bir iki örnek göreceğiz.



Bu buyruklar arasında



"İkiyüzlülerin, kalblerinde fesad bulunanların, şehirde boz*guncu haberler yayanların, nerede bulunurlarsa yakalanıp öl*dürülmelerine"



dair buyruklar vardır ki, ölümden sonraki dirilmeye inanmayanların dahi lanetlenmiş olarak boyunlarının vurulup öldürülmelerini öngö*rür (örneğin bkz. Ahzab Suresi, ayet 6061).



Bu buyruklar arasında "kafirler"e ve "münafık"lara karşı cihatta bulunulması için:



"Ey Peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla cihatta bulun. Ve onlara katı davran (sertlik göster)..."



şeklinde olanlar var (örneğin bkz.Tevbe Suresi, ayet 74;Tahrim Suresi, ayet 9).



Bu buyruklar arasında:



"Ey Peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla savaş (cihatta bulun). Ve onlara katı davran (sertlik göster)..." (Tevbe Suresi ayet74)



ya da:



"... onlarla (kafirlerle) büyük cihad ederek savaş..." (Furkan Suresi, ayet 52)



ya da:



"Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin..." (Hac Suresi, ayet 78)



şeklinde ayetler vardır ki, "Allah yolunda mallarınızla, canlarınız*la girişip cihad edin" anlamındadır. Hatırlatalım ki, İslam hukukun*da "kafir" deyimi, İslama inanmayanları, müşrikleri/puta tapanları, başka inançta olanları (örneğin Yahudileri, Hıristiyanları, Mecusileri, vs.) kapsayan bir deyimdir. "Cihad" deyimi ise, kafirlerle savaş*mak, öldürmek, ellerinden mallarını mülklerini almak, tapınakları*nı yıkmak, putlarını ve benzer şeylerini kırmaktır.



Bu buyruklar arasında "inkarcılara" (Tanrı"yı, Muhammed"i ya da Kur"an"ı inkar edenlere) karşı savaşmayı, acımasız davranmayı öngören buyruklar var (örneğin bkz. Tevbe Suresi, ayet 123).



Bu buyruklar arasında Müslümanların birbirlerine karşı "merha*metli" fakat "inkarcılara" karşı acımasız, sert davranmaları gerek*tiğini bildirenler var (örneğin bkz. Fetih Suresi, ayet 29).



Bu buyruklar arasında Tanrı yolunda öldürmeye girişen Müslü*manların canlarının ve mallarının, Tanrı tarafından satın alınıp kar*şılığında cennettlerin verileceğini müjdeleyenler var (örneğin bkz. Tevbe Suresi, ayet 111).



Bu buyruklar arasında müşriklerin (Tanrı"ya eş koşanların), her nerede olurlarsa olsunlar, öldürülmelerini öngörenleri vardır ki, in*sanların kılıç yollu İslama zorlandıklarının kanıtıdır (örneğin bkz. Tevbe Suresi, ayet 5).

Bu buyruklar arasında "fitneciliğe" ya da "ikiyüzlülüğe" yöne*lenlere ölüm saçanları vardır ki, birazdan belirteceğimiz gibi, esas itibariyle dinden dönenleri kapsar. Örneğin Nisa Suresi"nin 88. ve 89. ayetleri şöyle:



"... Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan (inkarcılardan, müşriklerden) dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tu*tun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin... Ne var ki, fitneciliğe her çağrıldıklarında ona can atarlar; eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün, işte onların aleyhinde size apaçık ferman verdik..." (Nisa Suresi, ayet 8891.)



Biraz aşağıda açıklayacağımız gibi, bu ayetleri Muhammed, hem İslamdan çıkanlar hakkında ve hem de müminmiş gibi görü*nüp kafirlere yakınlık gösterenlere karşı ölüm cezasını uygulamak maksadıyla koymuştur.6



Bu buyruklar arasında:



"Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kö*tüdür..." (Bakara Suresi, ayet 191)



şeklinde olanları vardır ki, "fitne" niteliğindeki davranışların en zi*yade ölüm cezasını gerektiren davranışlar olduğunu içerir. Hatırla*talım ki, "fitne" sözcüğü son derece geniş anlamlı olup Tanrı"ya eş koşmayı (şirk koşmayı), Tanrı"ya ve Muhammed"e karşı gelmeyi,



6 Bu konuda bkz. Elmalılı H. Yazır, Hak Dini, Kur"an Dili, Bedir Yayınevi, İstan*bul 1993, c.Il, s.14121415.



Kur"an"ı inkar etmeyi, Kur"an"ın hükümlerini değiştirmeyi, dinden dönmeyi ya da bozgunculuk (kargaşalık) yapmayı vs. kapsar. Bu buyruklar arasında:



"Fitne kalmayıp yalnız Allah"ın dini ortada kalana kadar on*larla savasın... " (Bakara Suresi, ayet 193)

olanları vardır ki Müslüman kişileri, İslamdan gayrı inançta olan*lara karşı düşman ve saldırgan yapmaya yeterlidir.



Bu buyruklar arasında "Kitap ehli"ne (Yahudilere ve Hıristiyan*lara) karşı savaş açılmasını ve onların İslamı kabul etmelerine ya da "cizye" (kafa parası) vermelerine kadar savaşın sürdürülmesini ve İslamı kabul etmedikleri ve cizye vermedikleri takdirde öldürülmeleri*ni öngören buyruklar vardır (bkz. Tevbe Suresi, ayet 2930).



Bu buyruklar arasında Muhammed"in şiddet hükümleriyle iş görmüş olup ölümünden az önce Veda Hutbesi"nde:



"İnsanlar "La ilahe illAIIah" deyinceye kadar onlarla cihad etmek üzere emrolundum. Onlar (insanlar) bunu söyledikleri zaman kanlarını ve mallarını korumuş olurlar...."



şeklinde vasiyette bulunduğuna dair olanları var! Dikkat edileceği gibi Muhammed, ölmeden önceki bu son sözleriyle, insanları kılıç yolu İslama sokmak gerektiğini açıkça bildirmiş, İslamı kabul et*meyenlerin canlarını ve mallarını kaybedeceklerini ilan etmiştir. Başka bir deyimle kendisinden sonraki yöneticilere ve kuşaklara "şiddet" siyasetini bıraktığını bildirmiştir.

Bu buyruklar arasında, "irtidat" edenlere (dinden dönenlere) bu yeryüzünde yaşama hakkı bırakılmadığına dair olanları vardır ki, biraz aşağıda göreceğimiz gibi, insanların en feci şekilde öldürül*meleri sonucunu doğurur.



***



Bu konularda verilecek örnekler çok. fakat tekrar belirtmeliyim ki bütün bu yukarıda işaret ettiğim şiddet usulleriyle önlenmek iste*nen şey sadece silahlı eşkıyalık gibi toplum ve devlet düzenini bozan davranışlar ya da sadece kafirlerden gelebilecek saldırılar değildir; kafirlerden saldırı gelmese dahi. Müslümanları onlara karşı saldırgan ruh ile hazırlamaktır. Bunlardan gayrı bir de, biraz önce değindiğim aibi. Kur"an"ı yalanlamak, ayetleri değiştirmek ya da Kur"an"ın artık zamanımıza uymadığını ve uygulanamayacağım öne sürmek gibi davranışlar vardır ki, hepsi de "fitne yaratmak", "Alla/ı ve Resul"üne karsı savaş açmak", "Allah"a ve Muhammed"e eza etmek", yani din*den çıkmak anlamlarına gelmekte, hepsi de ölüm cezasını gerektir*mekte! Ve işte l 400 yıllık İslam tarihi boyunca hep bu şiddet usul*leri iş görmüş ve Müslüman halklara, hep Muhammed"in bu doğrul*tudaki tutum ve davranışlarından örnekler verilmiştir.



A) İslam Kaynaklarının Bildirmesine Göre Muhammed,

"İrtidat" Eden (İslamı Terk Eden) ve Ayrıca da Hırsızlık ve Cinayet İşleyen Kişileri, "Allah"a ve Resul"üne Eza Verdiler" Diye, Gözlerini Oydurtarak, Ellerini ve Bacaklarını Çaprazlama Kestirterek ve Kızgın Güneşte Ölüme Terk Ederek Cezalandırır (Bkz. Bakara Suresi, Ayet 217; Nisa Suresi, Ayet 8889, 91; Maide Suresi, Ayet 33; Ahzab Suresi, Ayet 61 vs.)



Her hususta olduğu gibi "irtidat" (İslamdan çıkmak, dinden dönmek) konusunda da İslamcılar, İslam şeriatını şirin göstermek çabasındadırlar: Kur"an"ın Bakara Suresi"nin 217. ayetini öne sürüp bu tür bir "suç" işleyenlere verilecek cezanın sadece öbür dünyada cehenneme atılmak olduğunu söylemekten geri kalmazlar. Yani İs*lamı terk edenlere bu dünyada ceza olmadığını savunurlar. Oysa ya*landır. Zira bu ayette dinden dönenler için şöyle yazılı:



".. .sizden her kim dininden döner ve kafir olarak can verime, artık onların bütiin amelleri Dünya ve Ahiret heder olmuştur ve artık onlar eshabı nar"dırlar..." (Bakara Suresi, ayet 217.)



Dikkat edileceği gibi burada, dinden dönenlere hem bu dünyada ve hem de ahirette verilecek cezadan söz edilmekte; hem de ce*zanın, ahiretten önce bu yeryüzünde uygulanacağı bildirilmekte. Nitekim din bilginlerinin söyledikleri gibi bu ayet, dinden dönen ki*şilere bu yeryüzünde "hakkı hayat kalmaz" anlamını taşımaktadır.7 Ve şu bir gerçektir ki, İslamda dinden dönmenin cezası öldürülmek*tir ve bunun böyle olduğu. Muhammed"in getirdiği ve bizzat uygu*ladığı buyruklarla ortadadır; şöyleki:



Muhammed"i en ziyade endişeye sürükleyen şeylerden biri taraftar*larının İslamdan çıkmaları idi. Dinden dönenlere karşı sınırsız bir kin beslerdi. Şu nedenle ki, İslamdan çıkmak hem kendisine destek olan*ların sayısının azalmasına ve hem de prestijinin sarsılmasına sebep ol*mak bakımından tehlikeliydi. Kendisini "peygamber" ilan ettiği tarih*ten Medine"ye hicret ettiği tarihe kadar (ki "Birinci Mekke Dönemi" diye bilinir ve on ya da on üç yıllık bir zamanı içerir) Müslüman yapa*bildiklerinin sayısı pek azdı; kaynakların bildirmesine göre bu sayı yüz civarında olmuştur. Söylemeye gerek yoktur ki, on ya da on üç yıllık bir süre boyunca yüz kişiden fazlasını İslama inandıramamak, üzücü bir şeydi. Kuşkusuz ki, dinden çıkmalar yüzünden bu sayının daha da azalması mümkündü ki, bu da kendisinin peygamberlik iddialarını so*na erdirmeye yeterli olabilirdi. Ne var ki, henüz güçsüz durumda bu*lunduğu için dinden dönenlere karşı yapabileceği pek bir şey yoktu. Onları ancak cehennem korkutmalarıyla etkileyebilirdi; ancak bu pek yeterli değildi. Fakat Medine"ye geçtikten sonra iş değişir. Zira zengin kervanlara karşı çete saldırıları ya da varlıklı Yahudi kavimlerine kar*şı giriştiği savaşlar sayesinde elde ettiği ganimetleri paylaşmakla taraf*tarlarının sayısını yavaş yavaş çoğaltmış olur. Giderek güçlenmek su*retiyle şiddet usullerine başvurma olasılığını kazanır. İlk yaptığı şey İs*lamdan çıkanların öldürülmelerine dair şu buyruğu yayınlamak olur:



7 Bkz. Elmalılı H. Yazır. Hak Dini Kur"an Dili, Bedir Yayınevi, İstanbul 1993,

c.l, s.759.



"... Her kim dinini (ki Müslümanlıktır) değiştirirse onu hemen öldürünüz."



Bu buyruğu,



"Dinini değiştiren ve cemaatten ayrılan kimsenin (kanının dö*külmesi caizdir)"



şeklindeki bir diğer buyrukla pekiştirir.8 Biraz yukarıda belirttiğimiz ayet hükmünü de buna destek edinir.



Bu tür şiddet yoluna başvurmasının başlıca nedeni, İslama giren kişilerden bir kısmının hicret etmeyip Mekke"de kalmaları ve müşrik*lerle (inkarcılarla) dostluk kurmaları, Müslümanmış görünüp müşrik*lere yüz vermeleri (yani ikiyüzlü davranmaları) ya da İslamı terk et*meleriydi. Örneğin hicretten sonraki bir tarihte bir kavim, Medine"ye gelip İslama girdiklerini bildirirler. Fakat bir süre sonra sıkıldıklarını bahane ederek Medine dışına çıkmak için Muhammed"den izin ister*ler ve verilen izin üzerine Medine"den çıktıktan az sonra Mekke"ye dönerler ve müşriklere katılırlar; onlarla dostlukta bulunurlar. Bu tür tutum ve davranışlar Muhamed"i huzursuz kılar ve onları "münafıklık*la" suçlardı. Çünkü bu kişilerin İslamdan uzaklaşacaklarını ve diğer Müslümanları olumsuz şekilde etkileyeceklerini sezmişti. Nitekim ta*raftarları gelip kendisine bunların Müslüman sayılıp sayılmayacakla*rını ve haklarında ne yapılmak gerektiğini sorarlar; hatta bu konuda birbirleriyle anlaşmazlığa saplanırlar. Ve işte bu durumu kendi iktida*rı bakımından tehlikeli bulduğu içindir ki Muhammed, vahiy geldi di*yerek Kur"an"a, ölüm saçan şu ayetleri koyar:



"Size ne oldu da münafıklar bakımından iki gruba ayrıldınız? Halbuki Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiş*tir (küfürlerine döndürmüştür). Allah"ın saptırdığını doğru yo*la getirmek mi istiyorsunuz? Allah"ın saptırdığı kimse için as*la (doğruya) yol bulamazsın. Sizin de kendileri gibi inkar et*menizi istediler ki, onlarla eşit olasınız. O halde Allah yolun



8 Bkz. Sahihi Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi, Diyanet İşleri Başkan*lığı, c.8, s.388.



da göç edinceye kadar onlardan hiçbirini dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öl*dürün ve hiçbirini dost edinmeyin" (Nisa Suresi, ayet 8889).

Dikkat edileceği gibi Muhammed"in söylemesine göre Tanrı, bir kısım insanları saptırmış "münafık" kılmıştır ve Tanrı"nın saptırdığı bu kişileri artık hiç kimse, hatta Muhammed bile doğru yola sokma gücüne sahip değildir.9 Ve Tanrı, bu saptırdığı "münafıkların" öldü*rülmeleri için Müslümanlara buyrukta bulunmaktadır!



Yine İslam kaynaklarından öğrenmekteyiz ki. birtakım kişiler hem Muhammed"e hem de İslama bağlıymış gibi görünmekle beraber müş*rik olan kendi kavimlerine fazlasıyla yakınlık gösterirlermiş. Örneğin Esed ve Gatafan kavimlerine mensup bazı kişiler Medine"ye gelip Müslümanlara güvenlik telkin ederler, bir savaş vukuunda onlarla be*raber olacaklarını söylerler, Müslüman olduklarını eklerlermiş; fakat az sonra kendi kavimlerine dönünce Müslümanlara küfür ederlermiş. Başka bir deyimle iki tarafa hoş görünmek, iki tarafın gözüne girmek isterlermiş (aralarında Beni Abdürrar ve Nuayn İbni Mes"udı Eşcai gi*bi tanınmış kimselerin bulunduğu ve bu tür ikiyüzlülüğü gelenek edin*dikleri söylenir). Ve işte bu gibi kişilerin öldürülmeleri için Muham*med, Nisa Suresi"nin yukarıdaki ayetlerine şunu ekler:



"Hem sizden, hem de kendi toplumlarından emin olmak iste*yen başkalarını da bulacaksınız. Bunlar her ne zaman fitneye götürülseler ona bas aşağı dalarlar (daldırılırlar). Eğer siz*den uzak durmaz, sulh teklif etmez ve ellerini çekmezlerse on*ları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar üzerine sizin için apaçık bir yetki verdik..." (Nisa Suresi, ayet 91.)



Görülüyor ki Muhammed, Müslümanlara karşı ikiyüzlü davra*nanları ve Müslümanlarla barış içerisinde bulunmayanları fitneci*likle suçlamakta ve Tanrı"dan geldiğini söylediği vahiylerle onlara karşı ölüm saçmakta.



9 "... Siz Allah"ın dalalet verdiğine hidayet vermek mi istiyorsunuz; halbuki Allah " her kime dalalet verirse ya Muhammed, sen bile artık ana bir yol bulamazsın..." ., (Elmalılı H. Yazır"ın çevirisi ve yorumu için bkz. age, c.II, s.1412).



Bu arada "fitne öldürmekten daha kötüdür"



diyerek fitne yaratanların öldürülmelerini öngören hükümler (Ba*kara Suresi, ayet 191193) yanında:



".. .Lanet edilmişler, boyunları vurularak öldürülmelidirler" (Ahzab Suresi, aye 61)



şeklinde ayetler koyar. "Fitne" deyimini "irtidat" (dinden dönmek), "şirk etmek" (Tanrı"ya eş koşmak), "bozgunculuk yapmak", "Tan*rı"ya ve Resul"üne savaş açmak" vs. gibi çok geniş anlamlarda ol*mak üzere kullanır. Ve bir olay vesilesiyle bütün bu anlamları kap*sar olmak üzere Kur"an "a şu ayeti koyar:



"Allah ve Resul"üne karşı savaşanların ve yeryüzünde (İslamı) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öl*dürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazla*ma kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvalığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır" (Maide Suresi, ayet 33).



Burada "suç" diye anlatılmak istenen şey, sadece silahlı eşkıyalık ya da sadece adam öldürmek gibi toplum ve devlet düzenini bozan davranışlar değildir; bunlardan gayrı bir de İslamı terk etmek (irtidat) suçu vardır ki,10 biraz önce değindiğim gibi, Kur"an"ı inkar etmek ya da bu hükümlerin uygulanamayacağını öne sürmek gibi davranışları kapsar. Yani bu tutum ve davranışların hepsi de "Allah ve Resulüne karşı savaş açmak" ya da "fitne yaratmak" anlamına gelmekte, hep*si de dinden dönmeyi (irtidat etmeyi) içermekte.11 İslam kaynakla



10 Ebu Kılabe"nin açıklaması için bkz. Sahihi Buharı Muhtasarı..., Diyanet Yayın*ları, c.I. s.181, Not 3.

1 l "Fitne" deyiminin Kur"an"daki yeri ve kapsadığı anlam için bkz. Elmalılı H. Ya*zır, age, c.I, s.695 vd.; Turan Dursun, Kur"an Ansiklopedisi, c.5, s. 126 vd.



rından öğrendiğimize göre Muhammed, Maide Suresi"nin bu dehşet verici ayetini şu olay vesilesiyle koymuş12 ve ayette yazılı olandan da daha büyük bir şiddetle uygulamıştır; şöyleki:



Ukl ve Ureyne kabilelerine mensup yedisekiz kişi Muhammed"in yanına gelerek İslam dinine girdiklerini söylerler ve "Ya Resulallah, biz fakiriz. Bizi barındır, yedir, içir" diyerek yardım is*terler. Aralarında hasta olanlar da vardır. Muhammed kendilerine istedikleri yardımı yapar ve hatta güya kendi çobanıyla birlikte bir deve sürüsünü de onlara tahsis eder; hasta olanların sağlığa ka*vuşmalarını sağlar. Ne var ki, adamlar az geçmeden İslamdan çık*tıklarını ilan ederek kaçarlar ve kaçarken de Muhammed"in çoba*nını öldürürler ve develerini alıp kaçırırlar. Haberi alan Muham*med derhal onların peşine yirmi altı kişilik bir çete gönderir. Kısa zamanda adamları yakalatıp huzuruna getirtir. Dinden çıkmak ve adam öldürmek suçunu işlediklerini öne sürerek gözlerinin oyul*masını, ellerinin, ayaklarının çaprazlama kesilmesini emreder. Emredildiği gibi yapılır ve adamların gözleri oyulur, elleri ayaklan çaprazlama kesilir. Fakat Muhammed bunu yeterli bulmaz; bir de ister ki, işkenceye sokulan bu adamalar Medine haricinde Harre diye bilinen kara taşlı güneş altında ateş gibi yanar olan yere götü*rülüp ölüme terk edilsinler. İstediği yapılır ve adamlar, gözleri oyulmuş, elleri ayakları kesilmiş vaziyette Harre"ye götürülüp kız*gın güneş altında ölüme terk edilir. Ölünceye kadar su isterler, fa*kat Muhammed onlara su verilmesini dahi yasak eder; en büyük bir azap içerisinde ölmelerini ister.13



12 Yorumculardan bir kısmına göre bu ayet, Muhammed"in antlaşma yaptığı bir Ya*hudi kavminin antlaşmayı bozup yeryüzünde fesat yaratmaya çalışmaları nedeniy*le inmiştir. Bir kısmına göre "müşrikler" (Tanrı"ya eş koşanlar) hakkında inmiştir. Bir kısmına göre Hilal İbni Uveymiri kavminin Müslümanlar aleyhindeki davra*nışları vesilesiyle inmiştir. Bir kısmına göre hem kafirler ve hem de yoldan çıkmış Müslümanlar için konmuştur. Bkz. Elmalılı H. Yazır, age, c.II, s. 16613.

13 Diyanet"in Buhari ve Sirei Dahlaniyye"yi esas alan nakli için bkz. Sahihi..., c.I, s. 180181, Hadis No: 172; ayrıca bkz. age, c.XII s.258. Bu konuda ayrıca bkz. Turan Dursun, Din Bu l, Kaynak Yayınları, 3. basını, s.48 vd.



Muhammed"in bu tutumunu özürlü göstermek maksadıyla İslamcı*lar, olmadık gerekçelere başvururlar: Güya bu adamlar Muhammed"in çobanını işkence yaparak öldürmüşledir; güya öldürürken elini ayağı*nı kesmişler ve gözlerine diken batırmışlar, dilinin altına ve gözlerine diken sokmuşlardır ve işte onların bu yaptıklarına kısas olmak üzere Muhammed de yukarıdaki şekilde davranmıştır.14



Bir an için bu adamların işkence yaparak Muhammed"in çobanı*nı öldürdüğünü ve koyunlarını alıp götürdüklerini kabul etsek bile, söylemeye gerek yoktur ki, kötülüğe böylesine bir kötülükle, böy*lesine bir işkenceyle karşı koymanın "peygamberlik" anlayışıyla bağdaşır bir yönü olamaz. Kaldı ki, Muhammed"den iyilik ve yar*dım gören bu insanların, söylendiği şekilde vahşet davranışlarına yönelmeleri için ortada hiçbir sebep yoktur. Pek muhtemeldir ki, Muhammed"in uyguladığı cezayı özürlü kılmak için onlara yama*nılmak istenen davranışlar abartılmıştır. Gerçek olan şudur ki, Mu*hammed Tanrı buyruğu olarak öne sürdüğü bu tür bir cezayı (yani Maide Suresi"nin 33. ayetini), onların İslamı terk etmiş olmaları ne*deniyle uygulamıştır. Fakat her ne olursa olsun, gözler oydurtmak ve "elleri ve ayaklan çaprazlama kestirmek" gibi cezalan uygula*mak için pek acımasız olmak gerekir. "Yüce" ve "insaflı" olduğu öne sürülen bir Tanrı"nın böylesine acımasız bir buyruk gönderebi*leceğini düşünmek, Tanrı fikrini zedelemek olmaz mı?



Öte yandan yukarıda vermiş olduğumuz örnek, dinden dönmeyle ilgili tek örnek değildir. Yaşamı boyunca Muhammed, dinden dönen*lere karşı hep öldürme cezasını uygulamıştır. Kin beslediği bazı kişile*ri, İslamı kabul ettiler diye affetmiş olduğu halde, dinden dönenleri as*la affetmeyip öldürtmüştür. Örneğin Mekke"yi feth ile işgal ettikten sonra, genel af ilan etmeyi günlük siyasetine uygun bir davranış bil*mişti. Bu sayede Mekke halkını kendisine daha kolaylıkla boyun eğdirtmiş olacaktı. Fakat kin beslediği dört erkeği ve iki kadını bu aftan istisna edip Öldürtmüştür ki, bunlardan biri, ünlü şair İbni Hatal"dı. İlk



14 Sahihi Buhar!Muhtasarı..., c.l, s.183.



başlarda Müslümanlığı kabul eden İbni Hatal, daha sonra İslamdan hoşlanmayarak dinden çıkmış (irtidat etmiş) ve Muhammed hakkında iğneliyci şiirler yazmıştı. Bununla beraber Mekke"nin fethi üzerine piş*manlık göstermiş ve tekrar İslama dönmüştü. Hatta bu davranışındaki içtenliği ortaya vurmak maksadıyla Mekke"nin fethi günü Ka"be"nin ör*tüsüne sarılıp Muhammed"in Mekke"ye girişini beklemiştir. Ne var ki Muhammed, onun bu şekilde beklediğini kendisine haber verenlere: "İbni Hatal"ı öldürünüz" emrini vermiştir.15



Hemen ekleyelim ki, Muhammed, emrindeki kişilerden de ken*disi gibi davranmalarını bekler, bu şekilde davrananları yüceltirdi. Verilebilecek ilginç örneklerden biri şöyle:



Muhammed, Yemen bölgesini İslam yaptıktan sonra Ebu Musa ve Mııaz İbni Cebel adındaki iki adamını bu ülkenin iki ayrı bölge*sine vali olarak tayin eder. Her ikisi de Kur"an"ı çok iyi bilen kimse*lerdir. Bölgelerine giderek görevlerine başladıktan sonra bu kişiler, zaman zaman birbirlerini ziyaret etmeyi gelenek edinirler. Bu ziya*retlerden birinde Muaz, arkadaşının bölgesinde yere oturmuş, iki eli boğazına bağlanmış ve etrafına da bir sürü halk toplanmış olan bir ki*şiye rastlar. Sebebini Ebu Musa"ya sorduğunda öğrenir ki, bu kişi Müslüman olduktan sonra İslamı terk etmiş olan bir Yahudidir. Bunu öğrenir öğrenmez Muaz:



"Bu mürted öldürülmedikçe devemden inmem!" diye tutturur. Ebu Musa kendisine:



"Bunun katli için mi geldin? Haydi in" diye ısrar ederse de Muaz inmez:



"Bu mürted öldürülünceye kadar inmem!" der. Bunun üzerine o kişi öldürülür.16



15 Buhari"nin Enes İbni Malik"ten rivayeti için bkz. Sahihi Buharı Muhtasarı..., Diyanet Yayınları, c.V[, s.219, Hadis No: 873.

16 Bkz. Sahihi Buharı Muhtasarı..., Diyanet Yayınlan, c. 10, s.347, Hadis No: 1638.



Dinden dönenlere ölüm saçan bu örnekler, l 400 yıllık İslam ta*rihi boyunca tüm Müslüman ülkelerde aynı şiddet ve bağnazlıkla iz*lenmiştir. İslam şeriatını eleştirmeye kalkışanlar, hatta "şeriat çağı*mızda uygulanamaz" diye konuşanlar, bugün dahi "dini reddettiler", "dinden döndüler" diye ölüm fetvalarına muhatap kılınmakta ve öl*dürülmektedirler. Daha geçenlerde Teslime adındaki bir Pakistanlı aydın kadın yazar, şeriatın çağdaşlıkla bağdaşamaz hükümlerine ka*fa tuttu diye, neredeyse yakılacaktı. Mısır"da, Necip Mahfuz gibi dün*ya çapında üne sahip aydın bir yazar, şeriatçılar tarafından bıçaklan*mıştır. Verilecek örnekler pek çok. Bakınız size, bu vahşet olayları*nın ibret verici son örneklerinden birini özetleyeyim ve bu örneğin bizdeki alkışlayıcılarını takdim edeyim ki, aralarında "reformcu" ge*çinen bazı profesör ilahiyatçılarımız da bulunmakta!



Mısır"da, 1992 yılının Ağustos ayında. F araç F uda adında bir ay*dın kişi, sokak ortasında ve herkesin gözleri önünde şeriatçılar tara*fından öldürülür. Öldürülmesinin sebebi, şeriatın çağımızda artık uy*gulanamayacağına dair gazetelerde yazı yazmasıdır. Kısa zamanda ele geçirilen caniler hakkında dava açılır. Dava sırasında suçlarım iti*raf eden sanıkların avukatı, ortada suç diye bir şey bulunmadığını ve çünkü müvekkillerinin, dinden çıkmış sayılan yazarı öldürmekle, şe*riat buyruklarını yerine getirdiklerini söyleyerek beraat isteğinde bu*lunur. Katillerin avukatı tarafından öne sürülen hususların geçerliliği*ni saptamak maksadıyla mahkeme, İslam dünyasının en ünlü Kur"an üstatlarından sayılan Şeyh elGazali"yi bilirkişi seçer. Bu molla, mah*keme önündeki ifadesinde, Farac Fuda"nın "Çağımızda şeriat uygula*namaz" diye yazılar yazmak suretiyle Tanrı"ya karşı savaş açmış sa*yıldığını, yani dinden çıkmış olduğunu, dinden çıkanların ise öldürül*melerinin Kur"an gereği bulunduğunu söyler. Bununla da kalmaz, bir de Farac Fuda"yı öldürenlerin "cinayet suçu işlemediklerini", cürüm*lerinin "basit bir kanun ihlalinden" ibaret bulunduğunu ve aslında devlet organlarınca tatbik edilmesi gereken bir cezayı onların uyguladıklarını belirtir; bu sebeple, işledikleri cürümün "cinayet" değil fakat olsa olsa "tazir" (dayak) cezasını gerektirici bir eylem olduğunu bildi*rir. Bunları söylerken dayanağının, özellikle Kur"an ayetleri (örneğin Maide Suresi"nin 33. ayeti) ve Muhammed"in Kur"an olmayarak söy*lediği sözler olduğunu ekler. Mısırlı Şeyh elGazal i, daha sonraki bir tarih (Aralık 1997) itibariyle "alMacalla" adlı bir dergiye vermiş ol*duğu beyanında, Farac Fuda"nın öldürülmüş olmasından dolayı duy*duğu mutluluğu da dile getirmekten geri kalmamıştır.



Ne hazindir ki, bu karanlık zihniyet, bizde de çok geçerlidir; ken*dilerini "aydın" ve "reformcu" olarak gören ve güya gericilikle savaşıyormuş gibi görünen bazı ilahiyatçı profesörlerimiz dahi, Mısırlı Şeyh elGazali"nin Kur"an anlayışına hayranlık beslediklerini söyle*mekte, onu başlarına taç edinmektedirler. Bu arada halkı kandırmak için, biraz yukarıda değindiğim gibi, Bakara Suresi"nin 217. ayetini öne sürüp "irtidat" edenlere verilecek cezanın sadece öbür dünyada cehen*neme atılmak olduğunu, onlar için bu dünyada uygulanacak bir ceza olamadığını söylemekten geri kalmazlar. Başka bir deyimle dinden çı*kanlara uygulanacak cezanın, ahiretten önce bu dünyada uygulanaca*ğına dair ayette yer alan hükmü göz ardı etmekten kaçınmazlar.



Öte yandan TC Devleti"nin Anayasal organlarından biri olan Di*yanet İşleri Başkanlığı, sadece halkımızı değil, fakat "aydın din ada*mı" yetiştirmek amacıyla açılan İmam Hatip okullarında (ve Kur"an kurslarında) okuyan iki buçuk milyon genci, biraz yukarıda birkaç örnek olmak üzere verdiğim şeriat buyruklarıyla eğitmektedir. Bu tür "aydınlar"la Türkiye nasıl ve ne zaman aydınlığa çıkabilir diye sormak gerekir! Şunu artık iyice bilmemiz gerekir ki, bu köhne zih*niyeti terk etmedikçe ve aklın vahye üstünlüğü düşüncesine yönel*medikçe, yani daha açıkçası akıl çağına erişmedikçe, bu ülkede ne hoşgörü ilkesi, ne insanlık sevgisi ve can güvenliği ve nihayet ne de uygarlığa geçiş diye bir şey söz konusu olamayacaktır.



B) "Peygamber"ligine İnanmayanlara Karşı Tanrı"nın Gazaba Geldiğine Dair Ayetler Koyar (K. 25, Furkan Suresi, Ayet 617)



Daha önce de belirttiğim gibi Muhammed, kendisini peygamber olarak ilan ettikten sonra Mekke"de geçirdiği on yıldan fazla bir za*man boyunca çevresinden pek az insanı Müslüman yapabilmiştir. Müslüman yapabildiği kimseler (bir iki kişi hariç) genellikle Ku*reyş"in en yoksul, en cahil sınıfına mensup kimselerdi. Kureyşlilerden aklı başında olanlar onu ciddiye almamışlardır. Kendisine ba*balık eden ve yaşamı boyunca koruyan amcası Ebu Talib bile, onun ısrarlarına rağmen, Müslüman olmamıştır. Kureyşliler genellikle Muhammed"i peygamber olarak kabul etmezler, onun parasız pul*suz sokaklarda dolaşan sıradan bir kimse olduğunu söylerlerdi; ara*larından bazıları, onun büyülenmiş ve hatta "mecnun" (deli) olduğunu, Kur"an diye ileri sürdüğü şeyin Tanrı"dan gelmeyip onun tarafından uydurulduğunu ya da başkalarının yardımıyla hazırlandığını eklerler*di. Muhammed bunu Kur"an"a koyduğu ayetlerle şöyle anlatıyor:



"İnkar edenler: "Bu Kur"an Muhammed"in uydurmasıdır, ona başka bir topluluk yardım etmiştir" diyerek haksız ve asılsız bir söz uydurdular; "Kur"an öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırılıp sabah akşam ona okunmaktadır" dediler... Şöyle de*diler "Bu ne biçim peygamber ki, yemek yer, sokaklarda gezer? Ona... bir melek indirilseydi ya! Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bostan olsaydı ya!"... "Sizin uy*duğunuz, sadece büyülenmiş bir adamdır" dediler" (K. 25, Furkan Suresi, ayet 45, 79).



Ve işte hakkında söylenenlere karşı Muhammed, kendisinin büyülenmiş" bir kimse olmadığım, Kur"an"ı uydurmadığını, bunun Tanrı"dan geldiğini anlatmak için Kur"an"a şu tür ayetler koymuştur:

"Ey Muhammed," De ki: "Onu (Kur"an"ı), göklerin ve yerin sır*rını hilen indirmiştir..."" (K. 25, Furkan Suresi, ayet 6):

l

"Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz bütün peygam*berler de, şüphesiz, yemek yerler, sokaklarda gezerlerdi... " (K. 25, Furkan Suresi, ayet 20.)



Bununla da yetinmemiş, bir de Tanrı"yı gazaba gelmiş ve şöyle konuşmuş gibi göstermiştir:

"Ey Muhammed!... onlar sapmışlardır, yol bulamazlar... Za*ten onlar kıyamet saatini de yalanladılar. O saatin geleceğini yalanlayanlara çılgın alevli bir ateş hazırlamışadır. Bu ateş. onlara uzak bir yerden gözükünce, onun kaynamasını, uğultu*sunu işitirler..." (K. 25, Furkan Suresi, ayet 817.)

Zamanla ve hele Medine"ye geçtikten sonra giderek güçlenmek*le, kendisine karşı yukarıdaki şekilde konuşma cüretini gösterecek olanları bu gibi tehditlerle değil fakat kılıçla susturacaktır.



C) Kendisine Baş Eğmeyenlerin Tanrı"ya İsyan Etmiş Sayılacaklarına Dair Ayetler Koyar (Nisa Suresi, Ayet 5960, 6569)



Daha önce de belirttiğimiz gibi Muhammed, Müslümanları kendisine mutlak şekilde itaate zorlamak üzere, Kur"an"ın pek çok yerine:



"Ey iman edenler! Allah"a itaat edin. Peygamber"e de itaat edin" ya da "Peygamber"e itaat Allah"ın emrine itaat demek*tir; Peygamber"e isyan etmek, Allah"a isyan demektir"



şeklinde ayetler koymuştur. Müslümanların her hususta kendisine danışmalarını istemiş, anlaşmazlığa düşecek olurlarsa çözüm için kendisine başvurmaları gerektiğini bildirmiştir. Örneğin Nisa Sure*si"ne koyduğu şu ayet bunlardan biridir:



"Ey iman edenler! Allah"a itaat edin... Eğer bir hususta anlaş*mazlığa düşerseniz... onu Allah"a ve Resul"e götürün (onların talimatına göre halledin), hu hem hayırlı, hem de netice bakı*mından daha güzeldir" (K. 4, Nisa Suresi, ayet 59).



Yine bu maksatla Nisa Suresi"ne koyduğu diğer bir ayet şöyle:



"Biz her peygamberi Allah"ın izniyle ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik..." (K. 4. Nisa Suresi, ayet 61.)



Ne var ki, buna rağmen Muhammed"in emirlerini dinlemeyenler ya da anlaşmazlıklarını ona götürmeyip onun hasmı sayılan kimse*ler aracılığıyla çözümlemek isteyenler olmuştur. Nitekim İbni Abbas"ın rivayetine dayalı olarak Beyzevive Celaleddin esSuyuti(vs.) gibi kaynakların bildirmesine göre günlerden bir gün Yahudilerden biri, Müslüman bir kişi ile anlaşmazlığa düşer. (Bazı kaynaklar bu Müslüman kişiyi "münafık" olarak, yani Müslümanlığa inanırmış gibi görünüp kalben inanmayanlardan biri olarak tanımlarlar ki, ko*numuz bakımından farketmez.) Bunun üzerine o Müslüman kişi, an*laşmazlığın Ka"b b. elEşrefe götürülüp onun tarafından hükme bağ*lanmasını ister. Ka"b hem ünlü bir şair ve hem de Yahudilerin çok iti*bar ettiği bir kimsedir. Muhammed aleyhinde yazmış olduğu şiirleriy*le tanınmıştır. Bundan dolayıdır ki, Muhammed onu kendisine düşman bilmiştir. (Nitekim bir süre sonra da adamlarına onu öldürtecektir.) Müslüman ("münafık") kişinin Kah" b. elEşrefe, başvurmak istemesi*ne karşılık, diğeri, yani Yahudi olan kişi, doğrudan doğruya Muham*med"e başvurmayı, anlaşmazlığın onun tarafından çözüme bağlanma*sını teklif eder. Sonunda işi Muhammed"e götürmeye karar verirler. Muhammed onlan dinler ve Yahudi lehinde hüküm verir. Pek muhte*melen "münafik1 kişinin Ka"b b. elEşref önünde muhakemeleşmek is
  #33457  
Alt 08.08.2007, 17:13
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Kuranda kadin hakki ?

Kategori: Anasayfa/MUHAMMED"İN GÜNLÜK SİYASET ve YAŞAM GEREKSİNİMLERİNİN KİTABI OLARAK KUR"AN /Kadınlarıyla Olan İlişkilerini Düzenlemek Üzere Kur"an"a Kendisi İçin Özel Hükümler Koyar

Makale No : 43
Makale: Kırk yaşlarında dul bir kadın olan Harice ile evlendiği tarihte Muhammed, henüz yirmi beş yaşındaydı. Kendisinden on beş yaş büyük bu kadınla evli bulunduğu süre boyunca (ki yirmi beş yılı bu*lur) başkaca hiçbir kadınla ilişki kuramamış, haremine bir başka ka*dın katamamıştır. Bunun nedeni Hatice"ye sevgi ve sadakat besle*mesinden değil, fakat Hatice"nin hem otoriter, hem şahsiyet sahibi ve hem de varlıklı bir kadın olup ona böyle bir şey yapma olanağı*nı vermemesindendir. Fakat Hatice"nin ölümü üzerine iş değişir; aradan ikiüç ay bile geçmeden iki kadınla birden evlenir; bunlar*dan biri Ayşe"dir ki, o tarihte henüz 6 yaşında bir kızdır; diğeri ise Şevde adında dul bir kadındır. Medine"ye hicretten sonra kadınları*nın (ve cariyelerinin) sayısını iki düzineye çıkarır. Bunu sağlamak üzere de Kur"an"a kendisi için özel hükümler koyar: Örneğin başka*larına dörtten fazla kadınla evlenmeyi yasaklarken, kendisini bu ka*yıtlamanın dışında tutar. Bu sayede dokuz ya da on bir kadınla ay*nı zamanda nikahlı olduğu ve ayrıca da cariyelere sahip bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu kadar çok kadınla bir arada yaşamanın ortaya çıkardığı sorunları da Tanrı"dan geldiğini söylediği vahiylerle kendi günlük yaşam gereksinimleri doğrultusunda çözüme bağlamıştır. Bağlarken de onların özgürlüklerini, tıpkı diğer müminlerin eşleri



* Ahzab Suresi, ayet 6, 2931, 50, 51, 54, 59; Nisa Suresi, ayet 24, 28: Tahrim Su*resi, ayet 17; Nur Suresi, ayet 426.



için yaptığı gibi, hatta daha da fazlasıyla kısıtlamıştır. Buna sebep sınırsız denecek şekilde kıskanç oluşudur. Hemen ekleyelim ki. bu kısıtlamaları her zamanki kurnazlığıyla sanki eşlerine değer ve pg. ye veriyormuş gibi görünerek yapmıştır. Kur"an"a koyduğu şu ayet bunun en ilginç örneklerinden biridir:



"Ey Peygamber hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi de*ğilsiniz. Allah"tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın... evleri*nizde oturun; eski Cahiliyyede olduğu gibi açılıp saçılma*yın..(vs.)" (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 3233).



Görülüyor ki, kadınlarını diğer kadınlardan farklı ve üstün kılı*yormuş gibi göstermek üzere: "... Sizler herhangi bir kaçlın gibi de*ğilsiniz..." şeklinde konuşurken, onların özgürlüklerini "edalı" şe*kilde konuşmalarına varıncaya kadar kısıtlamış olmaktadır. Fakat bunun dışında da kendisi için birtakım ayrıcalıklar koymuştur. Ko*yarken de Tanrı"nın kendisine, kadın ve cariye edinmek hususunda zorluk çıkmasını istemediğini anlatmış olmaktadır. Bu konuda kısa*ca fikir edinilmek üzere aşağıya bir iki örnek çıkarıyoruz.



A) Başka Erkeklere Dörde Kadar Kadın Alma Hakkı Tanırken Kendisini Bu Sınırlamanın Dışında Tutmak Üzere Kur"an "a Ayet Koyar (K. 33, Ahzab Suresi, Ayet 50)



Şeriat ve Kadın adlı kitabımda etraflıca belirttiğim gibi Muham*med"in söylemesine göre Tanrı, evlenme ve boşanma konusunda Müslüman erkek kullarına fevkalade cömert davranmıştır. Örneğin dörde kadar kadınla evlenmek (ve ayrıca diledikleri sayıda cariye edinmek), evlendiklerini diledikleri gibi boşayabilmek, boşadıklarını tekrar geri alabilmek," kadınları üzerinde mutlak hakimiyet kurabil



1 "Üç talak" ile boşadığı kadını tekrar geri alabilmek için "hülle" yoluna başvur*mak gerekir. Yani boşadığı kadının bir başka erkekle evlenmesi, onunla cinsi mü*nasebette bulunması, sonra ondan ayrılıp kocasına dönmesi gerekir.



nıek. onları dövebilmek vs. gibi hususlarda haklar tanımıştır. Ne var ki. Müslüman erkek kullarına dörde kadar kadın alma olasılığını ta*nırken Muhammed"i bu sayı ile sınırlamanııştır. Hatta ona mehirsiz olarak kadın almak gibi bir ayrıcalık tanımıştır:



"Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah"ın sana ganimet olarak verdiği cariyeleri; seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının... dayının... teyzelerinin kızla*rını ve... mü"minlerden ayrı ve sırf sana mahsus olmak üzere kendisinin ınehrini peygambere hibe eden mü"mi n kadını al*mam helal kılmışızdır... Allah bağışlayandır, merhamet eden*dir" (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 50).



Dikkat edileceği gibi Muhammed Tanrı"yı:



"Ey Peygamber!... mü"minlerden ayrı ve sırf sana mahsus ol*mak üzere ..."



şeklinde ve kendi kişisel çıkarları doğrultusunda konuşuyormuş gi*bi göstermek maksadıyla Kur"an"a koyduğu bu ayeti "Allah bağış*layandır... merhamet edendir" şeklindeki sözlerle noktalamıştır; sanki Tanrı için Muhammed"e bu ayrıcalıkları sağlamak "merha*met" işiymiş gibi! Öte yandan kendisine hediye edilen ya da savaş*larda esir olarak ele geçirip de beğendiği ve kendine seçtiği cariye*leri de Tanrı"nın kendisine "ganimet" olarak verdiği nimetler şeklin*de tanımlamayı ihmal etmemiştir.



Aynı anda evli bulunduğu karılarının sayısı on bire ulaşınca, sanki kendisini bu konuda sınırlarmış gibi Kur"an"a:



"Ey Muhammed! Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbiri*sini başka eşle değiştirmen helal değildir" (K. 33, Ahzab Su*resi, ayet 52).



diye ayel koymuşsa da (ki bunun daha önceki iki ayetle ilga edildjğj söylenir),2 cariye edinmek hususunda herhangi bir sınır çizmemiştir.



B) Kendisi Hakkında: "Eğer Muhammed Peygamber Olsaydı Bu Kadar Çok Kadın Almazdı" Şeklindeki Konuşmaları Önlemek İçin Kur"an"a Ayet Koyar (K. 13, Ra"d Suresi, Ayet 38)



Biraz önce değindiğimiz gibi Muhammed, yirmi beş yaşın*dayken Hatice ile evlendiğinde, Hatice kırk yaşını aşkın dul bir ka*dındı. Hatice ile evlendiği tarihten Hatice"nin ölümüne kadar geçen yirmi ya da yirmi beş yıllık süre boyunca, başkaca hiçbir kadınla ilişki kurmamıştır; daha doğrusu kuramamıştır. Yukarıda dediğimiz gibi son derece güçlü bir kişiliğe sahip olan Hatice ona bu olasılığı vermemiştir. Fakat Hatice"nin ölümünden sonra az geçmeden, he*men hemen iki ay sonra, Ayşe ve Şevde ile nikahlanmıştır. Ayşe o ta*rihte henüz 6 yaşında bir çocuk olduğu için onunla gerdeğe gireme*miş, üç yıl beklemek zorunda kalmıştır. Kaynakların bildirmesine göre Ayşe dokuz yaşına bastığı zaman oyuncaklarını toplayıp Mu*hammed"in evine taşınmış ve onunla cinsi münasebete başlamıştır. Sevde"ye, gelince, o dul bir kadın olduğu için c;nsel ilişki bakımın*dan sorun söz konusu olmamıştır. Medine"ye hicret ettikten sonra Muhammed, karılarının sayısını artırma hevesine kapılmış ve bunu sağlayabilmek için Kur"an"a, sırf kendisine özgü olmak üzere ayet koymuş, böylece dörtten fazla kadın alma hakkına sahip olabilmiş



2 Kur"an yorumcuları bu ayet konusunda hemfikir değillerdir. Kimine göre daha, on bir kadınla evli bulunduğu sırada artık daha fazla sayıda kadın almaması içi" konduğunu söylerler. Buna karşılık Beyzavi, Zemakşeri, Celaleddin gibi ünlüler bu ayetin daha önceki iki ayet ile ilga edildiğini bildiriler. Fakat her ne olursa ol*sun cariye sayısının sınırsız bırakıldığında tereddüt yoktur.



tir bu ayet sayesinde karılarının sayısını giderek artırmaya başlamış, birbirinden güzel kadınlarla evlenmiş, ayrıca da cariyeler edinmiştir. Yirmiden fazla kadını nikahına aldığı, aynı anda on bir kadınla evli bulunduğu olmuş ve ayrıca da cariyeler kullanmıştır.3

ve işte onun bu kadar çok kadın edinmiş olması nedeniyle çevre*de ileri geri konuşanlar olmuştur; kadına ve şehvetine düşkün bir kimsenin gerçek bir peygamber sayılamayacağı öne sürülmüştür. Özellikle Hıristiyanlar, kendi peygamberleri olan İsa"nın şehevi duygulardan uzak kaldığını, hiçbir kadınla yatmadığını örnek ve*rerek şöyle demişlerdir:



"Eğer Muhammed "peygamber" olsa idi, böyle kadınlarla meş*gul olup evlad ve lyal (çoluk çocuk vs.) ile uğraşır mı idi? Yah*ya ve İsa gibi onlardan (kadınlardan) sarfı nazar edip tecerrüd hayatı yaşaması (gerekmez miydi)?4



Onların bu şekilde konuşmalarına karşı Muhammed, Adem"den Nuh"a, İbrahim"e, Musa"ya, Davud"a vs. varıncaya kadar diğer bir*çok peygamberin çok sayıda (hatta yüzlerce) kadınla yaşadıklarını örnek vermek maksadıyla Kur"an"a şu ayeti koymuştur:



"(Ey Muhammed.1) Andolsun senden önce de Peygamberler gönderdik ve onlara da eşler ve çocuklar verdik..." (K. 13, Ra"d Suresi, ayet 38.)



Dikkat edileceği gibi bu ayete göre Tanrı, hani sanki kendi pey*gamberlerinin aşırı sayıda kadınla evli olmuş olmalarıyla övünür gibidir; hem de yeminler ederek ve sırf Muhammed"in çok sayıda*ki evliliklerini meşru gösterebilmek için!



3 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz. İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın.

4 Bkz. Elmalılı H. Yazır, age, c.IV, s.3000.



C) Mehir Vermeden Evlenebilmek ya da Eşlerini Dilediği Şekilde Boşayabilmek, Boşadıklarını Hüllesiz Geri Alabilmek Maksadıyla Kur"an"a Kendisi İçin Özel Hükümler Koyar (K. 33, Ahzab Suresi, Ayet 5051; Nisa Suresi, Ayet 24)



Hoşlandığı kadınları dilediği gibi ve kolaylıkla haremine kata*bilmek ya da evli bulunduğu kadınları dilediği gibi boşayabilmek ve boşadıktan sonra dilediği gibi geri alabilmek gibi hususlarda Muhammed, kendisini başkalarının sahip olamayacakları ayrıcalık*larla donatmıştır. Bu ayrıcalıklar arasında mehir vermeden ve "sadaksız olarak" nikah yapabilmek ya da hülle şartına bağlı kalmadan boşayabilmek gibi haller vardır.

Gerçekten de Muhammed"in söylemesine göre Tanrı, Müslüman erkek kullarına mehir verme zorunluluğunu yüklemiş ve şöyle de*miştir:



"(Kadınlardan) yararlandığınıza mukabil kararlaştırılmış olan mehirlerini verin"

(K. 4, Nisa Suresi, ayet 24).



Dikkat ediniz, Muhammed"in anlayışına göre evlilik denen şey erkeğin kadından "yararlandığı" ve bu yararlanma karşılığında ona belli bir miktar para (mal vs.) ödediği bir kuruluştur. Bu yararlan*ma, sadece kadının ev hizmetlerini görmesi bakımından değil fakat aynı zamanda erkeğin şehvet gailesini gidermek bakımından da söz konusudur.



Kadına mehir ödenmesini oldukça önemli saymış olmalıdır ki, Muhammed Araplar arasında kızlarını, kız kardeşlerini ya da akra*ba karılarını mübadele etmek suretiyle yapılan ve "sigar" tabir edi*len evliliklerde bile kadının değer bedelinin verilmesini emretmiş ve "Müslümanlıkta mehir siz değişmek suretiyle nikah yoktur" de*miştir.5 Bununla beraber mehir verme zorunluluğunu yumuşatıp er*keklere kolaylık sağlamayı ihmal etmemiştir; bu yoldan onları ken



5 Müslim"in rivayeti için bkz. Sahihi..., c.XI, s.290.



dişine minnettar ve dolayısıyla boyun eğer durumda kılacağını he*sap etmiştir. Bu nedenle, bazı hallerde pek az değer karşılığı mehir ile kadın alma olasılığını sağlamıştır. Örneğin iki tarafın anlaşma*sıyla mehri azaltmanın, hatta yok saymanın mümkün olduğunu an*latmak üzere şu hükmü koymuştur:



"Mehr tesmiye olunduktan sonra her ikinizin gönü! hoşluğu ile yaptığınız tenzil veya ibrada günah yoktur."6



Söylemeye gerek yoktur ki, karısı üzerinde her türlü baskı ola*sılığına sahip bulunan koca, şu ya da bu şekilde onu böyle bir an*laşmaya sürüklemekte güçlük çekmez.



İşte erkeklere tanıdığı bütün bu kolaylıkları ve haklan kendisi bakımından yeterli bulmamış olmalıdır ki, Muhammed onlardan ayrı, sırf kendisine özgü ayrıcalıklar yaratmıştır. Başka erkeklere, evlenebilmek için, mehir verme zorunluluğunu yüklediği halde kendisini bu zorunluktan uzak tutmuş ve mehir vermeksizin, sadaksız olarak nikahı kendisine helal kılabilmek üzere Kur"an"a biraz yukarıda belirttiğimiz ayeti koymuştur:



"Ey Peygamber!... nikahlanmayı dilediğin taktirde, mü"minlerden ayrı ve sırf sana mahsus olmak üzere kendisinin mehrini Peygamber"e hibe eden mü"min kadını sana helal kılmışız*dır" (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 50).7



Sırf kendisine özgü olarak yerleştirdiği bu hükme dayanarak mehir vermeden kadın aldığı çok olmuştur. Söylendiğine göre Meymune binti Haris, Zeyneb binti Huzeymetel, Ümmi şerik binti Cabir ve Havle binti Hakim adındaki kadınlarını mehirsiz almıştır, çünkü güya bu kadınlardan her biri, kendilerini Muhammed"e hibe etmiş1lerdir.8 Her ne kadar İbn Abbas gibi kaynaklar, Muhammed"in me*hir vermeden hiçbir kadınla evlenmediğini iddia etseler de yalandır.



6 Bu hükmün yorumu için bkz. Sahihi..., c.XI, s.280.

7 Bu konudaki hadisler için bkz. Sahihi..., c.II, s.309.

8 Elmalılı H. Yazır, age, c.V,s.3914.



Çünkü en sağlam kaynaklardan öğrenmekteyiz ki, Muhammed baş*la S afi ve olmak üzere birçok kadınını mehir vermeden almıştır. Sehl İbni Sa"d"ın şöyle bir rivayeti var:



"Bir kadın gelerek (Peygamber"e) "Ya Resulallah! Ben cenabıniza nefsimi hibe etmek (ve kadınlık kıymetimi mehirsiz bağış*lamaya) geldim" demişti. (Peygamber) gözünü kadına doğru kaldırıp tasrih, sonra da indirip başım eğmiştir."9



Muhammed"in bu son derece bencil ve bencil olduğu kadar da olumsuz tutumu, Ayşe"yi öylesine rahatsız etmiştir ki, bir gün Mu*hammed"e: "Bir kadının mehirsiz nefsini hibe etmesi yakışmaz" de*mekten kendisini alamamıştır. Onun bu sözlerine karşılık olmak üzere Muhammed, kendisine Tanrı"dan buna izin geldiğine dair ayet indiğini bildirince, Ayşe şöyle demiştir:



"Allah (kadınlarının arzusunu değil) ancak senin arzunun ta*hakkukuna müsahale ediyor (kolaylık gösteriyor)"10



Ayşe"nin bu sözleriyle ilgili bir başka rivayet ise şöyledir:



"Öyle inanıyorum ki, Rabbin arzun konusunda seninle yarışı*yor"11



Öte yandan bazı hallerde, "esir" olarak ele geçirip de güzelliği*ne kapıldığı ve evlenmek istediği kadınları azat etmek ve ettikten sonra azatlamayı "mehir" karşılığı saymak suretiyle de, mehirsiz olarak kadın alma şıkkını tercih etmişir. Örneğin Hayber Seferi"nde Ibnü Ebi"lHakik kalesini fethedince ele geçirilen esirler arasından Safıye"yi kendisine ayırmış ve onunla nikahlanmıştır. Nikalandıktan sonra onu kölelikten azat edilmiş saymış ve kölelikten azatı da onun mehrine karşılık tutmuştur.12



9 Bkz. Sahihi..., c.XI, s.296, Hadis No: 1804.

10 Bu hadis için bkz. Sahihi..., c.XI, s.1512, Hadis No: 1721.

11 Siyer İlm İshak, Akabe Yayınlan, İstanbul 1988, s.326.

12 Siyer İbn İshak, Akabe Yayınları, İstanbul 1988, s.324.



Bundan başka, yine sırf kendisine mahsus olmak üzere, amcala*rının, halalarının, dayılarının, teyzelerinin kızlarıyla evlenebilmek, dilediği zaman bunları boşayabilmck, boşadıklarını hüllesiz olarak geri alabilmek gibi kolaylıkları da ihmal etmemiştir. Kur"an"a bu maksatla koyduğu ayetlerde, "hiçbir zorluğa uğramaması için" Tan*rı"nın kendisine bu hak ve imtiyazları ihsan ettiğini açıklamıştır. Açıklarken de Tanrı"yı "Allah bağışlayandır, merhamet edendir" şek*linde konuşur göstermekten geri kalmamıştır; sanki bunları yapmak, Tanrı için bir "bağışlama" ya da "merhamet" işi olabilirmiş gibi! Gerçeklen de bu konuda Kur"an"a koyduğu ayetler şöyle:



"Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevcelerini, harp esirle*rinden Allah"ın sana verdiği cariyeleri, amcanın, halanın, da*yının, teyzenin seninle beraber hicret eden kızlarını sana he*lal ettik.. Mü"min bir kadın, kendini (mehirsiz) Peygamber"e bağışlar, Peygamber de onunla evlenmek isterse bunu da, mü"minlere şamil olmamak ve sana mahsus olmak üzere helal kıldık. Müminlerin zevceleri, cariyeleri hakkında onlara ne*ler farz ettiğimizi elbet biliriz. Sana bir sıkıntı gelmesin diye onları sana mahsus kıldık. Hak Teala yargılayıcı ve bağışlayı*cıdır" (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 50).



"Ey Muhammed! Bunlardan istediğini bırakır, istediğini ala*bilirsin. Boşamış olduklarında da arzu ettiğini almanda sana bir sorumluluk yoktur. Bu onları gözlerinin aydın olmasını, üzülmemelerini, hepsine verdiğin şeylere razı olmalarını sağ*lar" (Ahzab Suresi, ayet 51).



Söylemeye gerek yoktur ki, kendisini bu ayrıcalıklarla donatır*ken, hem dilediği sayıda kadın (ve ayrıca cariye) edinmek ve hem de karılarını kendisine boyun eğdirtmek olanağına kavuşmuştur. Bundan dolayıdır ki, sayıları iki düzineyi bulan kadınla evlenmiş, bunların on biri ile aynı zamanda buluştuğu haller olmuştur; ayrıca da sayısı bilinmeyen cariyeye sahip olmuştur ki, bunlar arasında Mariya en fazla scvdiklerindendir. Her ne kadar Kur"an"a:



"Ey Muhammed! Bundan sonra sana hiçbir kadın, cariyelerin bir yana, güzellikleri ne kadar hoşuna giderse gitsin, hiçbiri*ni başka bir eşle değiştirmen helal değildir" (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 52)

şeklinde bir ayet koymuşsa da, bazı yorumcular bunun, biraz yuka*rıya aldığımız hükümlerle kaldırılmış olduğunu söylerler. Bazı yo*rumculara göre ise bu ayet, Muhammed"in on bir kadınla evli bu*lunduğu sırada ve onun artık başkaca bir kadınla evlenmemesi için inmiştir.(Bunu söyleyenler arasında Beyzavi, Zemakşeri, Celaled*din vs. gibi ünlüler var.) Fakat yorumcular ne söylerlerse söylesin*ler durum şudur ki, söz konusu ayetler cariye sayısını sınırlandırmamıştır; dilediği sayıda cariye edinme imkanı varken, evlenebile*ceği kadınların sayısını sınırlandırmanın elbetteki anlamı yoktur.



D) Boşadığı Karılarını "Hüllesiz" Olarak Geri Almak Hususunda Tanrı"nın Kendisine Özel Ayrıcalıklar Tanıdığını Söyler (Ahzab Suresi, Ayet 51, 53; Tahrim Suresi, Ayet 5)



Müminleri (Müslüman erkekleri) kendisine kolaylıkla boyun eğdirtebilmek maksadıyla Muhammed, çeşitli usullerle onları hoş*nut kılmaya çalışırdı. Bu usullerden biri, kadınları erkeklerin ege*menliğine terk etmekti; bunu sağlayabilmenin en etkili yollarından biri de, erkeklere mutlak (adeta kayıtsız ve şartsız) bir boşama hak*kı tanımaktı. O kadar ki, getirdiği sistemde erkeğin, hiçbir sebep göstermeden karısına "seni boşadım" ("boş ol", "sen boşsun") ya da buna benzer şekilde konuşması, evliliğin tek taraflı olarak son bul*ması ve kadının evden atılması için yeterlidir. Bu hususta Kur"an"a koyduğu ayetlerden biri şöyle:



"(Erkekler) eğer boşamaya karar verirlerse, kuskusuz Tanrı işitir ve bilir..." (Bakara Suresi, ayet 227.)



Dikkat edileceği gibi burada, boşama kararının erkeğe ait bu*lunduğu vurgulanmakta. Oysa ki, Muhammed"in kötülemek mak*sadıyla "Cahiliye" diye tanımladığı dönemde (yani İslam öncesi dönemde) kadınlar tıpkı erkekler gibi boşama hakkına sahiptiler; bu nedenle erkeğin kadın üzerindeki egemenliği mutlak değildi. Nitekim Muhammed bile, boşama ile ilgili hükümleri getirmeden önceleri bazı karılarının kendisini boşamaya kalkmaları nedeniyle bir hayli sıkıntılı anlar geçirmiştir. Kadını boşama hakkından yok*sun kılıp bu hakkı erkeğin tekeline bırakmakla, erkeklerin kadınlar üzerindeki saltanatını kolaylaştırması ve bu nedenle Kur"an"a yuka*rıdaki ayeti (ve benzerlerini) koyması bundandır, (Örneğin bkz. Bakara Suresi, ayet 226233; Nisa Suresi, ayet 20 vs.) Söylemeye gerek yoktur ki, bu hükümleri aynı zamanda kendisinin de yararı*na olmak üzere koymuştur.



Fakat bu arada kendisine özgü bir ayrıcalık yaratmıştır ki, o da "talakı selase" (üç talak ile boşama) ve "hülle" adıyla yerleştirdiği uygulamadan kendisini istisna kılmasıdır. "Talakı selase" denen şey, erkeğin üç "talak" ile (örneğin "seni üç kez boşadım" diyerek) karısını boşamasıdır. Bu şekilde boşadığı bir kadını tekrar alabilme*si için, kadının yabancı bir erkekle evlenmesi, onunla cinsi müna*sebette bulunması ve sonra o adamının kendisini boşamasını bekle*mesi gerekir. Ve ancak bu takdirdedir ki, koca boşamış olduğu ka*dınla yeniden evlenme olasılığına kavuşur (bkz. Bakara Suresi, ayet 229230). Söylemeye gerek yoktur ki, böylesine acayip bir sistemin akla ve vicdana yatkın bir yönü olmadıktan gayrı, gerek kadın ve gerek erkek bakımından azap verici yönleri çoktur.13 "Cahiliye" dö*neminde olmayan bu usulün neden dolayı Muhammed tarafından yerleştirildiği hususu, ayrıca tartışılabilecek bir konudur. Fakat

sebep ne olursa olsun şu muhakkak ki, "hülle" sistemi, hiç günahı olmadan boş edilmiş bir kadını, tekrar eski kocasına dönebilmek için, bilmediği ve istemediği bir erkekle evlenmek, onunla cinsi münassebette bulunmak, ondan ayrılmak gibi bir azaba sokarken erkeği de, başkasının koynuna girmiş olan eski eşini geri almak gi*bi pek üzüntü verici bir ruh haletine sokar. Ne var ki, Muhammed her hususta olduğu gibi "hülle" konusunda da kendisine ayrıcalık*lar yaratmıştır. Kur"an"a koyduğu ayetlerle kendisini "hülle" siste*minin azizliklerinden uzak kılmıştır:



"(Ey Muhammed!) ., .Boşadığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur.... " (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 51.)14



Ayetin bir başka okunuşu şöyle:



".. .Onlardan ... azleylediğinden de arzu ettiğinde sana günah yoktur..."15



E) Kanlarının Kendisinden "Dünya Dirliği ve Süsü... Ziynet Elbiseleri" vs. Gibi İsteklerde Bulunmalarını Önlemek İçin (ya da Başka Vesilelerle) Boşama Tehdidinde Bulunur. Boşadığı Kadınlarının Yerine Tanrı"nın Kendisine Daha İyilerini Bulacağına Dair Söz Verdiğini Söyleyerek Bu Tehditlerini Daha da Etkili Kılmaya Çalışır. (K. 66, Tahrim Suresi, Ayet 5; K. 33, Ahzab Suresi, Ayet 28)



Birçok olay vesilesiyle Muhammed, evli bulunduğu karıların*dan bazılarıyla ya da tümüyle küsüşmüştür. Örneğin cariyesi Man*ya ile Hafsa"nın odasında cinsi münasebette bulunurken Hafsa tara*fından yakalandığı zaman Hafsa"dan bunu sır olarak tutmasını iste



14 Bu çeviri için bkz. S/ver İbn İshak, Akabe Yayınları, İstanbul 1988, s.326.

15 Elmalılı H. Yazır, age, c.V, s.3909.



miş, fakat Hafsa sırrı diğer kadınlara yayınca Mııhaınmed hem onunla ve hem de diğer kanlarıyla küsüşmüş, bir ay boyunca yan*larına gitmemiştir. "Gerdanlık olayı" vesilesiyle Ayşe"ye darılmış, bir ay süre ile onunla konuşmamıştır. "Bal şerbeti" olayında da ay*nı şey olmuştur. İlerideki sayfalarda bu olaylara yer vereceğiz ve göreceğiz ki, Muhammed kanlarıyla küsüştüğü zamanlar, bir süre onlardan ayrı kalır ve onların gelip kendisinden özür dilemelerini, yalvar yakar olmalarını beklerdi. Fakat ne var ki. çoğu zaman bek*lediği gibi olmaz ve bu yüzden hırçınlasın hırçınlığını üzüntü şek*linde ortaya vururdu. Nitekim daha önce değindiğimiz gibi, "bal şerbeti" olayı vesilesiyle ya da Hafsa"nın odasında Mariya ile se*vişirken yakalanması üzerine karılarının tümü ile küsüşmüş ve bir ay boyunca kadınlarından yalvarıp yakarma diye bir şey görme*miştir. Gerdanlık olayında da Ayşe"den suçunu itiraf etmesini bek*lemiş, etmediği için bir ay boyunca ondan uzak kalmış ve fakat so*nunda dayanamayıp onunla barışmıştır.16 Ve işte bütün bu vesile*lerle şunu anlamıştır ki, kanlarını kendisine mutlak şekilde boyun eğer, tevbe eder, kulluk eder durumda tutabilmek için bir şeyler yapmak gerekir. Her ne kadar karılarım dilediği gibi boşamak hak*kına sahip olmakla beraber bunun yeterli olmadığını anladığı için*dir ki, Kur"an"a, şu ayeti koymuştur:



"Ey Peygamber"in eşleri! Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, siz*den daha iyi olan... boyun eğen, tevbe eden, kulluk eden... dul ve bakire eşler verebilir" (K. 66, Tahrim Suresi, ayet 5).



Başka bir deyimle Muhammed, Tanrı"nın kendisine, onlardan da*ha güzel, daha iyi ve üstelik her zaman için boyun eğen, tevbe eden, kulluk eden kadınlar bulup evlendireceğine dair bu ayeti koymakla sahip bulunduğu boşama yetkisini pekiştirmiş olmaktaydı. Böylece karılarına şunu anlatmış olmaktaydı ki, kendilerini boşadığı taktirde Çok daha iyi, çok daha cazip evlilikler yapma olanağına sahiptir.



Öte yandan karılarının ikide bir kendisinden giysi ya da ziynet cinsi şeyler istemelerini ya da daha iyi bir yaşam tarzı beklemeleri*ni önlemek için boşama tehdidi niteliğinde olmak üzere Kur"an"a şu ayeti koymuştur:



"Ey Peygamber! Eşlerine şöyle söyle: "Eğer dünya dirliğini ve " süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin size boşanma bedellerini*zi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim" (K. 33, Ahzab Sure*si, ayet 28).



Görülüyor ki, Muhammed evlilik yaşamının en basit sorunları vesilesiyle dahi karılarını "boşama" tehdidi altında tutmak gibi bir yol seçmiştir: Hani sanki onları "sade" ve "alayişsiz" bir dünya ya*şamına ikna edebilmek için başkaca bir yol yokmuş gibi! Hem de bütün bunları da Tanrı"nın kendisine verdiği talimat ile yaptığını söyleyerek!



Kur"an yorumcularına göre Muhammed, yukarıdaki ayeti koy*makla, kendi evinde dünya "alayişine" ve "dünyanın geçici zinetlerine" yer vermemek istemiş ve bu yoldan başkalarına (özellikle ik*tidar sahiplerine) kendinden örnek yaratmıştır.17 Oysa bu ayetin başkalarına örnek yaratmakla hiçbir ilgisi yok. Olsaydı başkalarını da kapsayacak şekilde apaçık bir ifadeyle hazırlanmış olurdu. Öte yandan bir de şu var ki, Muhammed"in karılarının istedikleri şey, öyle aşırı nitelikte şeyler değildi; bütün istedikleri, günlük geçim koşullarının daha iyi bir şekle sokulmasıydı. Çete saldırıları ve sa*vaşlar sonucu elde edilen ganimetler sayesinde Muhammed"in mad*di ve mali durumu çok iyileşmiş olduğu içindir ki, karıları yıllar bo*yu çektikleri sıkıntıdan kurtulup rahat bir yaşama kavuşmak iste*mişlerdir; kuşkusuz ki, bu onların hakkıydı. Ne var ki, hareminde bir düzineye yakın kadın bulunduğu için, onların isteklerini karşıla*mak Muhammed"e güç görünmüştü. Bundan dolayıdır ki, yukarıda*ki ayeti koymak ihtiyacını duymuştur. Eğer hareminde bu kadar çok



17 Bkz. Diyanet Vakfı, Ahzab Suresi, ayet 28.



kadın bulundurmasaydı, muhtemelen ortaya böyle bir güçlük çık*mış olmayacaktı. Fakat her ne olursa olsun şunu belirtmek gerekir la, karılarına dünya "zinetlerini" ve "alayişini" yasaklamak gibi şeyler için boşama tehdidine başvurması, başkaları bakımından hiç de örnek yaratıcı bir davranış olmamıştır. Esasen o bunu örnek ya*ratmak için değil, fakat günlük siyasetinin gereksinimlerine çözüm bulmak için yapmıştır.



F) Karılarının Kendisine Karşı Kafa Tutmalarını ya da Kendisini Kederlendirecek Şekilde Davranmalarını Önlemek İçin Onlar Hakkında Tanrı"nın Azabının "İki Kat" Olacağına Dair Kur"an"a Ayetler Koyar (Ahzab Suresi, Ayet 2931)



Karılarını her an boşama tehdidi altında tutmak suretiyle Mu*hammed, kuşkusuz ki onları kolaylıkla sindirebileceğini düşünmüş*tür. Fakat bu tehdit şeklini pekiştirmek maksadıyla bir de şunu bil*dirmiştir ki, Tanrı"nın onlara yükleyeceği azap "iki kat" büyüklükte bir»azap olacaktır. Bu maksatla Kur"an"a koyduğu ayetlerle Tan*rı"nın şöyle konuştuğunu söylemiştir:



"Ey o Peygamber! (Eşlerine) şöyle de: ... Eğer AIIah ve Resul"ünü ve Ahiret evini istiyorsanız haberiniz olsun ki, Allah içinizden güzellik edenlere pek büyük bir ecir hazırlamıştır. Ey Peygamber"in kadınları! Sizden her kim açık bir terbiyesizlik ederse ona azab iki kat katlanır ve o, Allah"a kolay bulunuyor. Yine sizden her kim Allah"a ve Resul"üne divan durub salih bir amel işlerse ona da ecrini iki kere veririz, hem onun için ke*rim bir rızık hazırlamısızdır..." (Ahzab Suresi, ayet 2831.)



Görülüyor ki, Tanrı Muhammed"in karılarından Muhammed"e karşı iyi ve güzel davrananlara bol "rızık" ve güzel bir "ecir" (mükafat) hazırlamıştır: onların "ecrini" (ücretini) iki kez verecekti Buna karşılık Muhammed"e karşı "çirkinliği belli bir kabahat" iş)e, yen. "terbiyesizlik eden" ya da kafa tutarak kederlendiren kanların iki kat azap ile cezalandıracaktır. "İki kat azap"lan maksat, kocalarina karşı aynı şekilde davrananan diğer kadınlara verilecek cezanın iki katı olan cezadır. Başka bir deyimle, Muhammed"in kanlarına karşı Tanrı"nın vereceği iki kat cezadan biri, asıl günahın karşılığ, olan cezadır; diğeri de Muhammed"in "peygamberlik" niteliğine karşı gösterilen saygısızlığın cezasıdır.18



G) Boşayacağı ya da Ölümünden Sonra Dul Bırakacağı Karılarının, Her Ne Suretle Olursa Olsun Başka Erkeklerle Evlenmelerini Yasaklayıcı Ayetler Koyar Kur"an"a (K. 33, Ahzab Suresi, Ayet 53)



Anımsatalım ki, Muhammed her hususta son derece kıskanç bir kimseydi. Kıskançlık denen şeyi "fazilet" bilir, kıskanç olmakla övünür ve Tanrı"yı bile kendisinden daha kıskanç olarak gösterirdi. Örneğin: "Allahu Teala Hazretleinden daha kıskanç hiç kimse yok*tur..." derdi."9 Başkalarının kıskançlıkla övündüğünü gördüğü za*man, kendisinin onlardan daha kıskanç olduğunu ileri sürerdi. Ör*neğin bir gün Ensar"dan Sa"d İbni Übade, herkesin içerisinde kıs*kançlıkta rakipsiz olduğunu söylerken, Muhammed onu susturup şöyle demiştir:



"...Ben Sad"den daha kıskancım, (Tanrı ise) benden (daha) kıskançtır..."20



18 Bkz. Elmalılı H. Yazır, age, c.V, s.3889.

19 Muhammed"in bu sözleri için bkz. Sahihi Buharı Muhtasarı..., Diyanet İşlerl Başkanlığı Yayınları, c.III, s.334.

20 Ebu Hüreyre"nin rivayeti için bkz. Sahihi Buharı Muhtasarı..., c.XI, s.287, 319.





Kıskançlığını özellikle kadın konusunda ortaya vururdu. O kadar ki sahibi bulunduğu kadınları sadece başkalarından değil fakat kenHi nesebinden olan kişilerden ya da yakın akrabalarından dahi kıska*nırdı. Bu kıskançlık yüzündendir ki, karılarının yaşamını çeşitli kısıtlamalara tabi kılmıştı; bu kısıtlamalardan biri, onların başka erkek*lerle evlenmelerini yasaklamaya yönelik şu ayetle ilgilidir:



"Ey inananlar! .. .(Peygamber"in) eslerini nikahlamanız asla caiz değildir. Doğrusu bu Allah katında büyük bir (günahtır)" (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 53).



Bu ayeti Muhammed, bazı kimselerin kendi karılarına karşı ilgi besler oldukları kanısına saplanarak koymuştur ki, bu kişilerden bi*ri Talha İbni Ubeydillah"tır, İslama ilk giren sekiz Sahabi"den biri olarak bilinir. Nesebinin Muhammed"in nesebiyle Mürre İbni Ka"b"da birleştiği söylenir. Uhud Savaşı"nda Muhammed"i korumak üzere kendini tehlikeye koyup eline isabet eden ok yüzünden bir kolu çolak olmuştur. Bu yüzden Muhammed onu çok sever, çok takdir eder, iyilik, cömertlik ve bereketlilik timsali olarak görür ve "Talhatü"lHayr" (hayırlı Talha), "Talhatü"lCud" (cömert Talha) ya da "Talhatü"lFeyyaz" (bereketli, bolluk verici Talha) gibi yüceltici adlarla çağırırdı. Ona birçok ayrıcalık tanımıştı. Örneğin Bedir Sa*vaşı"na katılmadığı halde ona, elde edilen ganimetten paylar ver*miştir (Bedir Savaşı"na katılamayışı, o sırada görevli olarak Şam"da bulunması nedeniyledir). Daha sonra Cemel olayında "şehit" olarak öldüğü anlaşılmakta.21 Ve işte Muhammed"in böylesine sevdiği, böylesine takdir ettiği ve kendi nesebinden bildiği Talha İbni Ubeydillah, muhtemelen şaka olsun diye bir gün şöyle konuşur:



"Resulallah vefat ederse, Ayşe"yi mutlaka ben eş edineceğim."22



Bilindiği gibi Ayşe, Muhammed"in en çok sevdiği ve herkesten kıskandığı eşlerinden biridir. Ve işte Talha"nın bu şekildeki konuş



21 Bu konuda bkz. Sahihi Buharı Muhtasarı..., c.VI, s.473; c.IX. s.373 vd.

22 Kur"an yorumcularından Mukatil"in sözleri için bkz. Sahihi Buhari Muhtasarı.., c.Xl, s.154, Hadis No: 1722. (Bkz. hadisle ilgili açıklama.)



ması üzerine kıskançlığı kabaran Muhammed,23 vahiy geldi diyerek Kur"an"a, Ahzab Suresi"nin yukarıda belirttiğimiz 53. ayetini koymuştur:



"Ey inananlar! ...(Peygamber"in) eşlerini nikahlamanız asla caiz değildir..."



Böylece eşlerini başka erkeklerle evlenme yasağına sokarken şu rahatlığa kavuşmuştur ki, boşamış olduğu ya da ölümünden sonra dul bırakacağı kadınlar artık başka bir erkekle bir araya gelmiş ola*mayacaklardır.



Fakat bunu yaparken aynı zamanda bir taşla iki kuş vurmak gi*bi bir kazancı daha olmuştur ki, o da kanlarına karşı kullanabilece*ği "boşama" tehdidini çok daha da etkili kılmak bakımından önem*liydi. Şu bakımdan ki, karıları boş edildikleri taktirde cennetlere gitme imtiyazından yoksun kalmak bir yana, fakat bir de ömürleri boyunca erkeksiz kalmak endişesiyle Muhammed"i asla darıltma*mak, daima hoşnut etmek ve ona mutlak şekilde baş eğmek, kulluk etmek zorunluluğundaydılar. Nitekim Şevde, biraz yukarıda dediği*miz gibi yaşlanmakta olduğu için kendisini boşamak isteyen Mu*hammed"e boşamaması hususunda yalvar yakar olmuş ve cinsi mü*nasebet sırasını (nöbetini) Ayşe lehine terk edeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine Muhammed teklifi kabul ederek Sevde"yi boşamak*tan vazgeçmiş ve böylece sevgili Ayşe"sini,günde iki kez ziyaret olasılığına kavuşmuştur.24



Şimdi denecektir ki, "peygamber" karılarının başka erkeklerle evlenmeleri doğru değildir! Bu itibarla yukarıdaki yasağın eleştiri*lecek bir yönü yoktur! Pek güzel ama kendisini peygamber diye ilan eden bir kimsenin iki düzineye yakın kadınla evlenmesi ve bu kadınların çok genç yaşta tek başlarına ve kocasız olarak yaşamala



23 Bir rivayete göre bazı kişiler de: "Muhammed öldüğü zaman biz onun karıtarıyla evleneceğiz" demişlerdir.

24 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. İlhan Arsel, Şeriat ve Kadın.



rına Sebep olması daha mı doğrudur? Muhammed"in karılarının he*men hepsi, onun ölümü tarihinde çok genç denecek yaştaydılar; ömürlerini erkeksiz geçirmek zorunda kalmışlardır.



H) Kıskançlıklarının İtişiyle Karılarının Başka Erkeklerce "Haram" Sayılmalarını Sağlamak İçin Bir de Onları Ümmetinin "Anaları" Olarak Tanımlar (K. 33, Ahzab Suresi, Ayet 6)



Karılarının başka erkeklerle evlenmelerini yasaklarken, hem bu yasağı pekiştirmek ve hem de başka erkeklerin onlara göz koyma*larını önlemek maksadıyla Muhammed, Kur"an"a, şunu koyar:



"Müminlerin, Peygamber"i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir; onun eşleri (müminlerin) anneleridir" (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 6).



Bu ayetle Muhammed, esas itibariyle Müslümanlara iki şey emre*diyor. Bunlardan birincisi, kendisinin onlara nefislerinden "evla" ve bu nedenle bütün işlerinde kendilerinden daha elverişli olduğudur. Yani demek istiyor ki, "Ben size, sizin kendinizden daha sevgiliyim ve bu ne*denle bütün işlerinizde benim emrimi her şeyin üstünde tutmalısınız." Rivayete göre Muhammed, bu ayeti Tebuk Seferi vesilesiyle koymuş*tur. Şu bakımdan ki, Tebuk Seferi"ne çıkılmasını emrettiğinde çoğu ki*şiler sefere katılmamak için: "Analarımızdan, babalarımızdan izin is*teyelim" demişlerdi.25 Ve işte onları bundan vazgeçirebilmek için:

"Müminlerin, Peygamber"i kendi nefislerinden çok sevmeleri gerekir..."



25 Elmalılı H. Yazır, age, c.V, s.3871.



şeklindeki ayeti koymuş ve böylece kendisinin onlara,analarınjdan ve babalarından daha sevgili olduğunu ve binaenaleyh verdiği. emirlerin mutlaka izlenilmesi gerektiğini bildirmiştir. Yani demek istemiştir ki:



"Benim emrim varken analarınızdan, babalarınızdan izin almanıza gerek yoktur, çünkü ben size hem kendinizden ve hem de onlardan daha sevgiliyim!"



Öte yandan bu aynı ayete, bir de



"... (Peygamber"in) eşleri (mü"minlerin) anneleridir..."



şeklindeki tümceyi eklerken şunu düşünmüştür ki, kendi karanları müminlerin anaları durumunda sayılınca, hiçbir erkek "peygamber" karısını hayalinden geçiremeyecektir. Çünkü bu ayet, Muhammed"in karılarını Müslüman kişiler bakımından "nikahları haram" durumuna sokmakta ve diğer konularda da "yabancı" kılmaktaydı. Görülüyor ki, Muhammed"in tanımladığı Tanrı, sevgili "peygamberinin" kıskançlıkları uğruna her telden konuşabilmektedir.



I) Kıskançlık Nedeniyle Karılarının Süslenmelerini, Evden Dışarıya Çıkmalarını, Hatta Edalı Şekilde Konuşmalarını Önleyici Hükümler Koyar (K. 33, Ahzab Suresi, Ayet 2829, 3233, 54, 59 vs.)



Hicretin beşinci yılına gelinceye kadar, yani kendisini "Peygamber" olarak ilan ettiği tarihten on beş ya da on altı yıl sonrasına ka*dar Muhammed, kadınların örtünmeleriyle ilgili bir hüküm getirmemiştir. Arap toplumunda "tesettür" diye bir uygulama olmadığı için, kadınların eski "Cahiliyye"de olduğu gibi giyinip sokağa çıkmalarında bir sakınca bulmamıştır. On beş yıl boyunca Tanrı "dan

vahiy indi diyerek Kur"an"a, Arap yaşamlarında değişiklik yapıcı birçok ayet koymuş olduğu halde, kadınların giyim ve kuşamı ko*nusunda bir şey koymamıştır. Fakat hicretin beşinci yılında iş değişir ve Kur"an"a "tesettür" ayetlerini koyarak kadınlar için "tanınma*yacak şekilde örtünme" zorunluluğunu getirir. "Hicretin beşinci yı*lında ne olmuştur ki, Muhammed bu yola gitmiştir?" diye sorulacak olursa bunun yanıtı şudur. Hicretin beşinci yılında Muhammed, içendi oğulluğu Zeyd"in karısı Zeyneb b. Cahş"a aşık olur; oluşunun özeti şu: Zeyd"i ziyaret için evine gittiği günlerden birinde kapıyı Zeyneb açar. Sabahlık elbisesiyle kapıyı açan Zeyneb"in yarı çıplak hali Muhammed"in hoşuna gider ve bu hoşlukla dudaklarını oynata*rak duygusunu belli belirsiz şekilde ifade eder:



"... kalbleri değiştiren Tanrı kutludur..."



diye bir şeyler mırıldanır. Durumu öğrenen Zeyd, karısını boşar ve Muhammed Zeyneb"le evlenir. Kuşku edilemez ki, bu olay Muhammed"i kadınlara karşı biraz daha kısıtlayıcı tedbirlere baş*vurma yoluna sürüklemiştir. Kadınların tanınmayacak şekilde ör*tünmelerini gerekli kılmak yanında, evden çıkmalarını önlemek, süslenmelerini ve hatta edalı şekilde konuşmalarını yasaklamak gi*bi yolları seçmiştir. Ve dediğimiz gibi, eski Arap geleneğinde "te*settür" diye bir şey yokken, giderek artan kıskançlığının etkisiyle kadınların (özellikle kendi karılarının) tanınmayacak şekilde örtün*melerini emretmiş, Tanrı"nın şöyle konuştuğunu söylemiştir:



"Ey o Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve müminlerin ka*rılarına hep söyle: Cilbablanndan üzerilerini sıkı örtsünler, bu onların tanınmalarına, tanınıp da eza edilmelerine en elve*rişli olandır..." (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 59.)



Görülüyor ki, ayette kadınlara "cilkab"larmdan üzerlerini örtmeleri emrediliyor ve örtünmenin kendilerini tanınmayacak şekle sokacak şekilde olması bildiriliyor. Burada geçen "cilbab" sözcüğü baştan aşağı örten "çarşaf, "ferace" ve "car" gibi dış kisvesi anla*mına gelmektedir. "Cilbabdan" örtünmek demek, hem bütün bede*ni sıkıca örtmek, hem de başından yüzünü örtmek demektir. Yüzün örtünmesi tek bir gözün ya da iki gözün açık bırakılıp geri kalan kısmın tamamen örtünmesi anlamına gelir. Başka bir deyimle ka*dın, cilbabdan birisiyle bütün bedenini örter; diğer cilbabla kaşları*na kadar başını örttükten sonra büküp yüzünü de örtmeli ve yanlız bir tek gözü açık bırakabilir; yahut da alnının üzerinden sıkıca sar*dıktan sonra burnunun üzerinden dolayıp gözlerinin ikisi de açık kalsa bile yüzünün diğer bütün kesimini ve göğsünü tamamen ört*müş olmalıdır.29 Ve işte kadınların bu şekilde örtünmelerini sağla*mak içindir ki, Muhammed yukarıdaki ayetleri koymuştur.



Yine bu doğrultuda olmak üzere koyduğu ayetlerden bir diğeri, kadınların konuşma özgürlüklerini kısmaya matuf olarak şöyledir:



"Ey Peygamber hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi de*ğilsiniz. Allah"tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın, yoksa kal*bi bozuk olan kimse kötü şeyler ümid eder... evlerinizde otu*run, eski Cahiliyede olduğu gibi açılıp saçılmayın..." (K. 33, Ahzab Suresi, ayet 3233.)



Görülüyor ki, kadınlar konuşurlarken seslerini ayarlayacaklar ve "edalı" tarzda konuşmayacaklardır. Çünkü aksi takdirde erkekle*rin baştan çıkmasına sebep olabilirler! Söylemeye gerek yoktur ki, böyle bir ayet, kadınları korumaya değil, fakat erkekleri aşağılat" maya yönelik bir anlam taşımaktadır. Çünkü erkek ne kadar zayıf karakterli, zayıf iradeli olmalıdır ki, kadının edalı şekilde konuştu*ğunu duymakla baştan çıkıp kötülük yapabilsin!



29 Elmalılı H. Yazır, age, c.V, s.3928.



Öte yandan Muhammed, yukarıda değindiğimiz gibi, kendi eş*lerinin süslenmelerini böylece başka erkeklere hoş görünmelerini önlemek üzere, Kur"an"a bir de şunu koymuştur:



"Ey Peygamber! Eşlerine söyle "Eğer dünya hayatımı ve süsleri*ni istiyorsanı.
  #33458  
Alt 08.08.2007, 18:24
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard kurana kim tanri kitabi der !?

kuranin tanri gibi olaganüstü bir varlik tarafindan yazildigini iddia edenler, hayatlarinda kurani anladiklari dilde okuma zahmetini göstermemis DINCI CAKALA YOBAZLARDIR !

Inandiklari dinin kitabi kurani okuma zahmetini göstermedikleri icinde piyasadaki SAHTEKAR DINCI YOBAZ SARLATANLARIN, tayyip gibi fetos ibnesi gibi, gül serefsizi gibi, harun yahya sahteari gibi, ückagitcilarin pesine takilirlar !

Zaten kurani okumus, iman sahibi bir müslüman avrupada yasamaz, hiristiyan ve yahudiye hizmet etmez ! :-))
  #33459  
Alt 08.08.2007, 20:33
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard roman...

...varsayalim sen haklisin, islamiyet yanlis yol, dogru yol hangisi sence?
  #33460  
Alt 08.08.2007, 20:40
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard nasil simarmissin yine...

...sen hakikatten erkekmiyidn?
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu