Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Wissenschaften & Weltansichten


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #1  
Alt 25.01.2014, 14:50
Cakabeyy
 
Beiträge: n/a
Standard Hey Savaş! İçimdeki Çocukları Öldürecek misin?...

O hep vardı bir yerlerimde…
Biliyorum, çünkü zaman zaman sesini duyardım…
Bazen de görür gibi olurdum, onu, onun gözlerini;
Bazı bazı da yüreğini görür gibi olurdum…
Evet, hep vardı o, bir yerlerimde!... Bazen kollarımda, bazen karşımda, bazen de yüreğimin en yüreğinde…

Uzun boylu, kumraldı… Dümdüz saçları omuzlarına dökülmüştü. Gözlerinin yeşili tabiatın yeşiliyle öyle bir buluşma buluşmuştu ki, gözlerinde baktıkça, kış ortasında baharı yaşardım… Kuşları, kuzuları, kelebekleri yaşardım.
Oynardık; ona gökkuşağından uçurtmalar yapardım.

Önceleri oğlan mı, yoksa kız mı olduğunu kestirememiştim… Saçları uzun olduğundan, onu kız sanmıştım.
Oysa ne oğlanmış, ne de kız. Ne niyetle bakarsan o cinsiyeti alırmış…
Ve görmek istediğin gibi kalırmış.
Melekti belki, belki de peri, ya da kestiremediğim başka bir şey…
Ne fark ederdi ki zaten?...
Bir çocuktu işte, her şeydi: Hepimizin içinde hep olan şeydi!
Ve var olması önemliydi, başka bir şey olması değil.
Varolmasına hep vardı da, ben çok sık unuturdum varlığını. Çoğu zaman fark edemezdim bile… Kendini dışa vurmasını engellerdim.
Zaten o da kendini dışa vurmayı pek sevmezdi. İçimde bir yerlerimde belli belirsiz durur, sadece kendini hissettirmekle yetinirdi.

İlk defa Gorajde (Bosna) katliamından sonra göz göze geldik. Kardelen çiçeğinin buzulu delip ortaya çıkması gibi, yüreğimi delip ortaya çıkmıştı…
Ve kederden karaya dönmüş yeşil gözleriyle beni büyüledikten sonra, inler gibi konuşmuştu:
“Beni ille de öldürmek zorunda mısınız?”
Dudakları kıpırdamıyor, ama sesini net olarak duyuyordum.
“Kim, ben mi?” diye sormuştum şaşkınlıkla.
Benim de dudaklarım kıpırdamıyor, ama nasıl oluyorsa, ben de konuşuyordum.
Yüreklerimizle konuştuğumuzu anlamıştım.
“Siz” demişti, “Siz büyükler! İhtiraslarınızın çocukları olan savaşlarınıza, terörlerinize, bombalarınıza, akıllı-modern füzelerinize sevgilerinizin eseri olan bizleri, yani çocuklarınızı kurban ediyorsunuz…”
Derin bir iç çektikten sonra eklemişti:
“Füzelerinizi akıllı yapacağınıza, kendiniz akıllı olmayı deneseniz ya…”

İnlemiş, ardında yalpalamış ve ağır ağır yere uzanmıştı. Göğsünde kan olduğunu düştükten sonra fark edebilmiştim.
Aynı anda bir şey daha fark etmiştim: O benim çocukluğumdu, o benim dürüstlüğüm, o benim güzelliğim, o benim masumiyetimdi.
Büyüdükçe yitirdiğim her şeydi o! Ve yaralıydı!... Ama çok şükür ölmemişti. Çıkmayan canda hep umut vardır!
Uzun zaman yattı yüreğimde, hiç gözükmedi, ama sonunda iyileşti.

Yüreğimdeki çocuk, geçenlerde yine ortaya çıktı…
Amerika ile müttefiklerinin akıllı füzelerine, onlarca çocuğu lokma ettiğimiz gündü: Ya önceki gündü, ya dündü.
Yüzü esmerleşmiş, saçları hem kararmış, hem de kıvırcıklaşmıştı… Televizyonda gördüğüm Afganlı çocuğa benzemişti.
Tam alnında kırmızı bir delik vardı.
“İlle de öldüreceksiniz ha!” diye konuştu zorlukla.
İçim acıdan yandı, beynim zonkladı. Sarılmak istedim, ama sarılamadım.
“Benim bir suçum yok ki” diye bağırdım çaresizlik içinde.
Öyle bir bakış attı ki suratıma, yerin dibine geçtim.
“Benim de suçum yok” dedi, yarı alaycı, “peki suçlu kim?”
“Usame” adı çıktı ağzımdan.
“Kiiim?” diye uzattı sıoruyu.
“Usame bin Laden” diye perçinledim, “öyle diyorlar.”
“Kimine göre de Bush” dedi alaycı, “ama hiçbiri çocuk değil ki.”
“Değil” dedim.
Alnının kanamaya başladığını fark ettim.
“Alnın kanıyor.”
“Kanasın!” dedi, “ama asıl kanama yüreğimde, daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum. Zaten bütün çocuklar öldü, izninizle artık ben de ölmek istiyorum.”
İçim kabardı, hıçkırarak ağlamaya başladım.
“Ağplama” diye fısıldadı, “büyükler ağlamaz!”
Yüreğime uzandı…

Tüm çocukluklar, muziplikler, masumiyetler ve sevgiler sere serpe ölmeye yatmışlar… Ama ölmüşler mi, kalmışlar mı, bilmiyorum.
İçimdeki çocuğun yaşayıp yaşamadığından da artık haberim yok.
Bildiğim şu ki: Amerika, agfanlı çocuklara hâlâ bomba yağdırıyor…
Ve Afganlı çocuklar hâlâ ölüyor… Sonra uçaklardan paket paket yiyecek atıyor Afganlı çocuklara…
Bazı paketler mayın tarlalarına düşüyor…
Afganlı çocuklar mayın tarlalarına giriyor: Bu kez de mayın tarlalarında ölüyorlar…
Bilmem bir daha ne zaman, nerede dirilirler, tekrar savaşlarda, yahut terörist saldırılarda ölmek üzere?

Ölü çocuklar acıkmıyor, süt istemiyorlar…
Ölü çocuklar, üşümüyor…
Islanmıyorlar…
Terlemiyorlar…
Bombalanan köylerde, tutuşan kulübelerin içinde yanarken bile korkmuyorlar…
Ölü çocuklar korkmaz!...
Sadece severler: Çünkü çocuktur onlar, çocuklar kendilerini öldüreni bile severler.

Hey Bush’lar, Usame’ler, Saddamlar, Çakal’lar, Apo’lar, vesaireler!...
Hey dünyayı şu, ya da bu nedenle kana bulayanlar!...
Yüreğimde öldürdüğünüz tüm çocukları bana geri verin!...
Yüreğimi geri verin bana!

Yavuz Bahadıroğlu
  #2  
Alt 08.02.2014, 17:21
Nichtraucher
 
Beiträge: n/a
Daumen hoch

Zitat:
Zitat von Cakabeyy Beitrag anzeigen
O hep vardı bir yerlerimde…
Biliyorum, çünkü zaman zaman sesini duyardım…
Bazen de görür gibi olurdum, onu, onun gözlerini;
Bazı bazı da yüreğini görür gibi olurdum…
Evet, hep vardı o, bir yerlerimde!... Bazen kollarımda, bazen karşımda, bazen de yüreğimin en yüreğinde…

Uzun boylu, kumraldı… Dümdüz saçları omuzlarına dökülmüştü. Gözlerinin yeşili tabiatın yeşiliyle öyle bir buluşma buluşmuştu ki, gözlerinde baktıkça, kış ortasında baharı yaşardım… Kuşları, kuzuları, kelebekleri yaşardım.
Oynardık; ona gökkuşağından uçurtmalar yapardım.

Önceleri oğlan mı, yoksa kız mı olduğunu kestirememiştim… Saçları uzun olduğundan, onu kız sanmıştım.
Oysa ne oğlanmış, ne de kız. Ne niyetle bakarsan o cinsiyeti alırmış…
Ve görmek istediğin gibi kalırmış.
Melekti belki, belki de peri, ya da kestiremediğim başka bir şey…
Ne fark ederdi ki zaten?...
Bir çocuktu işte, her şeydi: Hepimizin içinde hep olan şeydi!
Ve var olması önemliydi, başka bir şey olması değil.
Varolmasına hep vardı da, ben çok sık unuturdum varlığını. Çoğu zaman fark edemezdim bile… Kendini dışa vurmasını engellerdim.
Zaten o da kendini dışa vurmayı pek sevmezdi. İçimde bir yerlerimde belli belirsiz durur, sadece kendini hissettirmekle yetinirdi.

İlk defa Gorajde (Bosna) katliamından sonra göz göze geldik. Kardelen çiçeğinin buzulu delip ortaya çıkması gibi, yüreğimi delip ortaya çıkmıştı…
Ve kederden karaya dönmüş yeşil gözleriyle beni büyüledikten sonra, inler gibi konuşmuştu:
“Beni ille de öldürmek zorunda mısınız?”
Dudakları kıpırdamıyor, ama sesini net olarak duyuyordum.
“Kim, ben mi?” diye sormuştum şaşkınlıkla.
Benim de dudaklarım kıpırdamıyor, ama nasıl oluyorsa, ben de konuşuyordum.
Yüreklerimizle konuştuğumuzu anlamıştım.
“Siz” demişti, “Siz büyükler! İhtiraslarınızın çocukları olan savaşlarınıza, terörlerinize, bombalarınıza, akıllı-modern füzelerinize sevgilerinizin eseri olan bizleri, yani çocuklarınızı kurban ediyorsunuz…”
Derin bir iç çektikten sonra eklemişti:
“Füzelerinizi akıllı yapacağınıza, kendiniz akıllı olmayı deneseniz ya…”

İnlemiş, ardında yalpalamış ve ağır ağır yere uzanmıştı. Göğsünde kan olduğunu düştükten sonra fark edebilmiştim.
Aynı anda bir şey daha fark etmiştim: O benim çocukluğumdu, o benim dürüstlüğüm, o benim güzelliğim, o benim masumiyetimdi.
Büyüdükçe yitirdiğim her şeydi o! Ve yaralıydı!... Ama çok şükür ölmemişti. Çıkmayan canda hep umut vardır!
Uzun zaman yattı yüreğimde, hiç gözükmedi, ama sonunda iyileşti.

Yüreğimdeki çocuk, geçenlerde yine ortaya çıktı…
Amerika ile müttefiklerinin akıllı füzelerine, onlarca çocuğu lokma ettiğimiz gündü: Ya önceki gündü, ya dündü.
Yüzü esmerleşmiş, saçları hem kararmış, hem de kıvırcıklaşmıştı… Televizyonda gördüğüm Afganlı çocuğa benzemişti.
Tam alnında kırmızı bir delik vardı.
“İlle de öldüreceksiniz ha!” diye konuştu zorlukla.
İçim acıdan yandı, beynim zonkladı. Sarılmak istedim, ama sarılamadım.
“Benim bir suçum yok ki” diye bağırdım çaresizlik içinde.
Öyle bir bakış attı ki suratıma, yerin dibine geçtim.
“Benim de suçum yok” dedi, yarı alaycı, “peki suçlu kim?”
“Usame” adı çıktı ağzımdan.
“Kiiim?” diye uzattı sıoruyu.
“Usame bin Laden” diye perçinledim, “öyle diyorlar.”
“Kimine göre de Bush” dedi alaycı, “ama hiçbiri çocuk değil ki.”
“Değil” dedim.
Alnının kanamaya başladığını fark ettim.
“Alnın kanıyor.”
“Kanasın!” dedi, “ama asıl kanama yüreğimde, daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum. Zaten bütün çocuklar öldü, izninizle artık ben de ölmek istiyorum.”
İçim kabardı, hıçkırarak ağlamaya başladım.
“Ağplama” diye fısıldadı, “büyükler ağlamaz!”
Yüreğime uzandı…

Tüm çocukluklar, muziplikler, masumiyetler ve sevgiler sere serpe ölmeye yatmışlar… Ama ölmüşler mi, kalmışlar mı, bilmiyorum.
İçimdeki çocuğun yaşayıp yaşamadığından da artık haberim yok.
Bildiğim şu ki: Amerika, agfanlı çocuklara hâlâ bomba yağdırıyor…
Ve Afganlı çocuklar hâlâ ölüyor… Sonra uçaklardan paket paket yiyecek atıyor Afganlı çocuklara…
Bazı paketler mayın tarlalarına düşüyor…
Afganlı çocuklar mayın tarlalarına giriyor: Bu kez de mayın tarlalarında ölüyorlar…
Bilmem bir daha ne zaman, nerede dirilirler, tekrar savaşlarda, yahut terörist saldırılarda ölmek üzere?

Ölü çocuklar acıkmıyor, süt istemiyorlar…
Ölü çocuklar, üşümüyor…
Islanmıyorlar…
Terlemiyorlar…
Bombalanan köylerde, tutuşan kulübelerin içinde yanarken bile korkmuyorlar…
Ölü çocuklar korkmaz!...
Sadece severler: Çünkü çocuktur onlar, çocuklar kendilerini öldüreni bile severler.

Hey Bush’lar, Usame’ler, Saddamlar, Çakal’lar, Apo’lar, vesaireler!...
Hey dünyayı şu, ya da bu nedenle kana bulayanlar!...
Yüreğimde öldürdüğünüz tüm çocukları bana geri verin!...
Yüreğimi geri verin bana!

Yavuz Bahadıroğlu
..................
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu