IDDIA VE ASALET
Hasan Bülent Kahraman"ın yerinde tanımlamasıyla Türkiye"de tam bir "pornografi faşizmi" var: Türkiye"deki gazeteler, çarşaf çarşaf adeta pornografi ekleri veriyorlar. Televizyonlar, yazları naklen plaj yayını yapıyorlar ve bedroom"a (yatak odası) dönüştürülen Bodrum ve benzeri sayfiye yerlerinden et ve ten pazarlıyorlar! Tabii kadın bedeninin bu kadar aşağılanması, sömürülmesi sözümona feministleri bile harekete geçirmeye yetmiyor!
Seküler televizyonlar işi pornografiye vardıracak kadar cinsellik sömürüsü yaparak ceplerini doldurma yarışı verirken, sözümona İslâmî duyarlıkları olan televizyonlarsa işi arabeskin en pespayesine vardırarak, ekranları çingene panayırına dönüştürüyorlar ve her fırsatta din sömürüsü yapmaktan geri durmuyorlar.
Türkiye"deki köhnemiş, kokuşmuş, ilkel medya rejiminin artık dönüştürülmesi gerekiyor. Bu millet medeniyet kurmuş bir millet; ama şu ân sadece ucuz zevklerinin peşinde koşuşturan, şaşkın, "şapalaklaşmış" bir yığın görüntüsü arzeder hâle getirilmiştir. Zevklerimiz ve beğenilerimiz en pepayesinden arabeskle eurobesk arasında salınıyor. Medeniyet kurmuş ve iddia sahibi olmuş bir toplumu İslâm kültüründen uzaklaştırmak için tepeden zoraki olarak montelenen ve bizi Batılıların kötü birer karikatürü haline getiren sekülerleşme / modernleşme projesinin ürettiği devşirme kültürün getireceği nokta elbette burası olacaktı.
Tüm dayatmalara, saldırılara, tahrif ve tahrip çabalarına rağmen, Türk toplumunun ayakta durmasını, hayatta kalmasını, hayat ve hayatiyet emaresi göstermesini sağlayan yegâne kaynağın İslâm olduğunu şu sıralar ikinci kez yayınlanan İkinci Bahar dizisi yeteri kadar göstermeye yetiyor.
Türk televizyonculuğunda pek çok bakımdan çığır açan "İkinci Bahar" dizisi, yeniden gösteriliyor. Peki, İkinci Bahar, farkında olarak veya olmayarak, ne yaptı, neyi kanıtladı ve neyi "gösterdi"? Şunu: İkinci Bahar, Türk modernleşmesi projesinin ne denli tabansız, "köksüz", hayali, soyut ve retoriksel / ideolojik kaygılar hayata geçirilmeye çalışılan bir proje olduğunu çok örtük ama sofistike bir şekilde "kanıtladı". Başka bir deyişle, bu ülkede, her şeye rağmen, toplumun anlam haritalarını oluşturan şeyin Müslümanlık olduğunu ve insanın hem iç, hem de dış dünyasını aynı anda anlamlı kılan ve kuşatan MÜSLÜMANLIĞIN YERİNE başka bir şeyin, başka bir ideolojinin, başka bir projenin İKAME edilemeyeceğini gösterdi. İkinci Bahar"ı tasarlayan, yapan "televizyon (veya film) ekibi"nin de, sanırım, farkında olmadıkları, belki de tasarlamadıkları bir şey bu.
İkinci Bahar, bunu, "aşk", sevgi, kardeşlik, dayanışma, yardımlaşma, feragat, fedakarlık, kadirşinaslık, paylaşma vesaire gibi kök-paradigmalardan oluşan ve diziyi sürükleyen, dizinin dinamizmini artıran, pekiştiren ana-temaları kullanarak; ve bu ana-temalardan oluşan anlam haritaları ekseninde kurulan anlam ve hayat-dünyasının dizinin, hem tüm kahramanlarına, bireylerine, hem de izleyicilere aynı anda verdiği "aşkınlık" ve "coşku" duygusu aracılığıyla yaptı.
Diziye sinen anlam haritalarının kaynağı, Müslümanlığın diyalojik dünya tasavvurunun sunduğu kök-paradigmalardır. İşte dizinin gösterdiği şey, tam da burada karşımıza çıkıyor: Müslümanlık, bu toplumun iç ve dış dünyasını anlamlı kılan, her şeye rağmen hayata tutunmasını sağlayan RUHudur. Bu ruh, toplumun bireylerinin birbirleriyle kurduğu ilişkileri, hayata, dünyaya bakışlarını derinden belirleyen temel dinamiktir.
Bizim dünyaya yeniden esaslı şeyler verebilmemizin yegane yolu, köklü bir ruh ve ahlâk medeniyeti olan İslâm medeniyetini yeniden hayata geçirecek bir özgüvene ve donanıma sahip olmamızdan geçiyor. Pergelin sabit ayağını İslâm"a basamaz da, pergelimizi şaşırma gafletine düşersek dünyaya önce rezil, sonra da yem olmaktan kurtulamayız. Kültürde, sanatta, düşüncede, siyasette eğer dünyaya dişe dokunur bir şeyler söyleyeceksek, bunun tek yolu, iddia ve asalet (asalet Arapça"da orijinal demektir) sahibi olmaktır. Bizim iddia ve asalet sahibi olmamızı mümkün kılabilecek tek kaynak bizi Batılıların karikatürü yapan yoz, sefih seküler kültür değil, İslâm"dır.
Yusuf Kaplan
|