| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
![]() |
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
![]() |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
|
|||
![]() Kim Hz: Muhammed e Tapiyorsa Bilsin ki O Öldü !..
Kim Allah a Tapiyorsa bilsin ki O daima diridir.. ( Hz. Ebubekir ) |
|
|||
![]() Gercekleri degistirmez
![]() Benim yazdigim Günden Bu yana Bakin yanit olarak ne vermissiniz ?.. Hic bir sey.. Benim nickimi Bloke ederek Hic Bir seyi Sakliyamazsiniz ![]() Bir Alpi gider bin Alpi gelir.. Eger benim yazmami istemiyorsaniz Bunu acikca söyleyin.. En azindan Saklabanliginiz ortaya cikmasin ![]() |
|
|||
![]() Sen ve yandaslarinin Yattigi Hapis Islam icin degil Sapik seyhinin Sapik ideolojisi icindir.
Kim Ibadet etmis kim Kuran demiste hapis yatmis ?.. Allah icin deyip Seyhülislam dan fetva cikartip Kardeslerine Kiyanlar ne Kadar Müslümansa; Allah Icin Diyerek devletine Sistemine düsman olanlar da o kadar Müslümanlardir.. Siz Ideolojinizi Islam in Kuran in Hic bir yapragina yamayamazsiniz.. Ne türbaninizi ne de sakalinizi.. Cünkü Bunlarla istigal eden Sajklabanlikla Istigal eder. Bir yandan Fetva cikarip evlatligini düzer Diyen yandan Türban deyip namus timsali kesilir.. Arab Örfünü Din yapmaya kalkar .. Bilmez ki Ebu cehil in karisi da türban takar.. ![]() Bunlari yazmaya ben utaniyorum da Okuyan a bir türlü utanmak nasib Olmadi ![]() Gönül tecelligah olduktan sonra göze ne gerek var ?.. Sukut Lisanini bildikten sonra söze ne gerek var ?.. |
|
|||
![]() Hayret Vay´bee nin her yerine girebilirken Forum a giremedim
![]() ne kadar komik.. |
|
|||
![]() Bu nasil bir tatilse bir türlü bitmek bilmedi..
Bir Nickle Atatürk e söversin Diger Nickle milliyetci ilan edersin.. Akrep gibisin kardesim.. ![]() |
|
|||
![]() Yazan Kişi: murteza
Tarih: 04-10-05 15:46 TBMM reisi Mustafa Kemal nicin Bediuzzaman´a ........:"Mus mebuslugu, Seyh Sünusi gibi umumi vaizlik,Dar´ul Hikmeti´l -Islamiye´deki azaliginin muadili, Diyanette ayrica bir vazife ve bütün bu makamlara ilaveten emrine tahsis edilecek bir kösk"............gibi israrla tekliferde bulunmus? ve Bediuzzaman nicin bütün bu mevki-makam,servert,sasaali bir hayat teklifini red edip 1923 Nisan ayinda Ankara´dan ayrilip Van´a gitmistir? bilen varsa beri gelsin........ ** Yazan Kişi: Alpi003 Tarih: 04-10-05 15:57 Halifelik teklif etmedigi icindir ![]() Biliyorsun TBMM 1922 de Halife secmisti ![]() Simdi NUR suresinin Kendi Yüzüsuyu hürmetine indigini söyleyen bir MEZCUB nasil Halife olmaz ![]() Allah in hükmüne asık olan nurlanır, yarattıgına asık olansa kafir olur” Vesselam ** Yazan Kişi: Alpi003 Tarih: 04-10-05 16:10 Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi"nin bir özelliği vardır ki; talebesiyim diye geçinen çok insanlarından bundan haberi yoktur. Üstad Bediüzzaman"a Kur"an İlmi Resul tarafından daha 11 yaşındayken rüyasında verilmiştir. Üstad zaten bir sözünde derki; "Sabah uyandığımda sanki tüm göğsüm ilimle doldurulmuştu"... Üstad İlim isterken mevladan rüyasına gelen Resul ona "Sana tek şartla Kur"an ilmi verilecektir. Kimseye soru sormaman kaydıyla Kur"an ilmi verilecektir."demiştir. 11 yaşındayken hocasına ders verebilecek kadar ilim gönlüne yerleştirilen Said-i Nursi; dileriz ki Şefaat ettiklerinden oluruz... * Evet ![]() Ah Bu rüyalar ![]() Bu adami 1907 yilinda Halife Akil hastahanesine kapatmis ![]() Hakliymis herhalde.. Bu mu size sefaat edecek ?.. Allah a ne oldu ?.. Hasa tatilde mi ? Papuclarimin müslümanlari sizi.. Bir de bana rahmet edecek baska ilahdan bahsedesin.. Bu ne BU ?.. Sefaatci.. Sefaat kimin MURTEZA ?.. ** Yazan Kişi: Alpi003 Tarih: 04-10-05 16:14 Bak simdigi su yukariya aktardigim Herze deki salakliga bak ![]() simdi üstadin talebesi olanlarin bile haberi olmadigi özelligi su yüzüne cikmis ![]() Nasil Cikmis ?.. Üstad rüyasini Söylemis olmali ![]() söylediyse Peygamberi hic e saymis olmali.. söylemediyse bu özelligi nereden biliyorlar ß.. Sööölüüüüümmmüüü ?.. Gayet tabii Rüyadan ![]() Baska bir üstada kim bilir belkim HIZIR söylemistir. Müslümanlik böyle rezalet hic görmedi.. ![]() Allah Allah.. ** Yazan Kişi: murteza Tarih: 04-10-05 17:16 Alpi beyefendi bizlere bu akademik bilgilerinin kaynaklarini aktarsanda memnun olsak diyorum. Yoksa rüyanda mi gördün bunlari? Mustufa Kemal demek ki, sence bu kadar korkunc bir istekte bulanan "rüyaci" bir adama mevki ve makam teklif ediyor. Ne kadar mantikli oldugunu düsünmem gerek...... Bu iddialarini "sadece" Mustufa Kemal´i savunmak icin, sacma sapan da olsa, yazmiyorsundur ya...........hemi süper zeka Alpi beyefendi? selametle........ ** Yazan Kişi: YeniAsya Tarih: 04-10-05 17:20 “Ben, Kur’an’ı sözlerimle övmüyorum, sözlerimi Kur’an’la övüyorum” demektedir.(6) ------ Su yukarda kopyaladigim sözü söylemesi onun bilgin oldugunu gösterir. Cünkü o söz her bilgin tarafindan kullanilan bir cümledir. ISte isin icinde olmayip distan bir elestiri yapmayi calisinca böyle sakat sonuclar cikar ortaya. Alimler bu cümleyle kendilerinin veya sözlerinin ne kadar yüksek oldugunu degilde kuranin ne kadar serefli oldugunu ifade ederler. Kuran ilahi bir söz oldugundan beseri söz onu övmeye layik degildir anlaminda söylenir o cümle. ** Yazan Kişi: Alpi003 Tarih: 04-10-05 17:39 Buyur Murteza ![]() Bediüzzaman Said Nursi Bitlis’in Hizan İlçesine bağlı İsparit Nahiyesi’nin Nurs Köyünde dünyaya geldi (1876). Yenilikçi, atak, cesur bir mizaca, son derece parlak bir zekâya ve güçlü bir hafızaya sahipti. Bunlar katıksız iman ve ilim aşkıyla birleşince, normalde onbeş yıl kadar süren klâsik medrese eğitimi üç aya sığdı. Bu olağanüstü gelişmeyi kavrayamayanlar tarafından düzenlenen münazaraları (ilmi tartışmalar) kazanarak kendini ispatladı. Bu yüzden "Molla Said"e, "zamanın emsalsizi, benzersizi" anlamında "Bediüzzaman" lâkabı verildi. Dönem tüm dünyada maddeciliğin öne çıktığı bir dönemdi. İnsanlık kendi geleceğini tahribe yönelmişti. Bu değişimden Müslüman milletler de etkilenmiş, meselâ yeryüzünün tek bağımsız İslam devleti olan Osmanlı Devleti çoktan eski haşmetini ve kudretini kaybetmişti. Büzülme ve çözülme noktasındaydı. İnsanlığın ortak problemlerinin yanı sıra yaşadığı toplumun özel problemlerine de eğilen Bediüzzaman, açık bir gerçekle yüz yüze geldi: Batı maddeciliğe saplanmış, Doğu ise eskiyen kurumlarını yenileyip iman eksenli bir yapılanmaya dönüştürememişti. Osmanlı Devleti de aynı açmazda tükeniyordu. Devlet ve millet şeklen İslâma bağlı olmakla birlikte mânâ plânında İslâmdan kopmuştu. Batı’yı da anlayamamıştı. Asıl problem buydu. Teşhisini bu şekilde koyan Bediüzzaman tedavi metodunu da geliştirdi: "Tahkiki iman" geliştirdiği metodun özü ve özetiydi. Sıra "tahkiki iman" ekseninde gelişip çağın teknolojisiyle zenginleşecek insanlar yetiştirmeye gelmişti. Bunun da yolu eğitimden geçerdi. Bu maksatla bir eğitim projesi geliştirdi. Buna göre Doğu ve Güneydoğu öncelikli olarak tüm vatan sathı "Medresetüzzehra" adını verdiği eğitim kurumlarıyla donatılacak, bu kurumların ilk, orta, lise bölümleri olacak, ayrıca din ve fen dersleri bir biri içinde, bir bütün halinde okutulacaktı. "Vicdanın ziyası (ışığı), ulûm-u diniyedir, aklın nuru fünun-u (fenler) medeniyedir. İkisinin imtizacıyla (bütünleşmesi, iç içe girmesiyle) hakikat tecelli eder... İftirak ettikleri (ayrıştıkları) vakit, birincisinde taassup (tutuculuk), ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder (doğar)" diyordu. Görüşlerini Padişaha sunmak için 1907 yılında İstanbul"a geldi. Fakat İmparatorlukla birlikte İmparatorluğun başkenti İstanbul da çürümüştü. Düşüncelerini gazetelere yansıtması sarayı tedirgin etti. Padişah ateşîn bir zekâyı etkisizleştirmek için altınla ödüllendirmek istedi. "Maarifi tehir, maaşı tacil nedendir?" diye sorup ihsan-ı şahâneyi reddedince de akıl hastahanesine kapatıldı. Fakat doktorlardan aklî melekelerinin sapa sağlam olduğuna dair bir rapor alarak görüşlerini açıklamayı sürdürdü. Bediüzzaman, Şark ulemasından sonra İstanbul’daki meşhur alimlere de kendisini kabul ettirmekte zorlanmamıştı. Onunla görüşenler en girift sorularına cevap alıyor, "Sen gerçekten de Bediüzzamansın" demekten kendilerini alamıyorlardı. Meşrutiyeti İslam eksenine oturtan ve "meşrutiyet-i meşrua"yı öngören hürriyetçi fikirleri özellikle ilgi çekiyordu. Bediüzzaman"a göre mutlakıyet İslami dirilişin önünü kapatıyordu. Ancak meşrutiyete yumuşak geçiş yapılmalıydı. Bunun için de evvelâ "üç büyük düşman" saydığı cehalet, zaruret ve ihtilâfla mücadele edilip kazanılması gerekiyordu. "31 Mart Olayı" ismiyle tarihimize geçen (1909) keşmekeş esnasında yatıştırıcı rol oynamasına rağmen, Bediüzzaman’dan daha önce tedirgin olmuş yönetim tarafından tutuklanıp Divan-ı Harb Mahkemesinde yargılandı. Beraat etti. Van’a döndü. Birinci Dünya Savaşı sırasında gönüllü talebelerden bir milis alayı kurup doğduğu toprakları savundu. Bitlis savunması esnasında yaralanıp Ruslara esir düştü. Yaklaşık üç yıl süren esaret hayatını kaçışla noktaladı. Ordu adayı olarak devrin tek İslâm Akademisi "Darü"l-Hikmeti"l-İslâmiye"ye üye oldu. İstiklal Savaşı sürerken, Anadolu harekâtını "isyan" sayan fetvaya Anadolu ulemasıyla birlikte karşı fetva verdi. İstanbul işgali sırasında İngiliz işgalcilere karşı yayınladığı bir eser yüzünden İşgal Kuvvetleri tarafından gıyabında ölüme mahküm edildi. Zaferden sonra Ankara’ya Büyük Millet Meclisi’ne dâvet edildi (1922). Meclis"te resmi karşılama töreni yapıldı. Fakat devletle millet arasında "kıble farkı" oluşmak üzere olduğunu görüp milletvekillerine hitaben on maddelik bir beyanname dağıttı. Tekrar Van"a döndü. Şeyh Sait isyanıyla bir ilgisi bulunmadığı, esasen her fırsatta "Dahile kılıç çekilmez" dediği halde bir çok mazlum gibi Bediüzzaman da önce Burdur"a, ardından Barla"ya sürüldü. Barla"da Risale-i Nur Külliyatı"nı telife başladı. Tek başına bir mektep oldu ve "cevher insan" yetiştirmek için insanüstü bir gayret gösterdi. 1925"li yıllarda Türkiye"de uygulama alanına giren dini dışlama politikalarına karşı Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur adını verdiği eserleriyle İslam’ın temel altyapısını oluşturan prensipleri açıklamaya yönelik bir tarz geliştirdi. Bediüzzaman Said Nursi geliştirdiği bu Kur"ânî tarz ile akıl, kalp ve duygu bütünlüğünü temin ederek iman hakikatlerini anlatmıştır. Böylece kelam, tasavvuf ve pozitif bilimleri terkip ederek Müslümanlara yepyeni bir bakış açısı sunmuş, mektep, medrese, tekke ayrılığını ortadan kaldırmıştır. İslam uleması yüzyıllar boyu insanın temel soruları olan "ben kimim, nereden gelip, nereye gidiyorum, vazifem nedir?" gibi konulardan ziyade hep dış alem ve siyaset üzerine mesailerini teksif etmişti. Oysa "iman ve temele ait" meseleler halledilmeden ve doyurucu cevaplar bulunmadan afaki meselelere yönelmek bunalımın derinleşmesini sonuç veriyordu. İslam dünyasının siyasi düzenleme ve projelerden ziyade ve fakat onları da ihmal etmeden zihniyet düzenlemesine ihtiyacı vardı. Problemin çözümü Kur"ân"ın çağlar üstü mesajının günümüze bakan yönünü ortaya çıkarmaktı. Risale-i Nur külliyatı ise bu mesajın açıklamasıdır. Bediüzzaman İslam dünyasının karşılaştığı en köklü ve yıkıcı krize (fen ilimlerinden kaynaklanan dinsizlik veya dinde laubalilik) karşı ilim ve mantık yoluyla cevaplar vererek milyonların imanının kurtulmasına vesile olmuştur. Risale-i Nur Külliyatını telif etmesiyle birlikte Bediüzzaman önceki hayatını Eski Said dönemi diye isimlendirmiştir. Bediüzzaman’ın haya-tını Eski Said, Yeni Said diye ayırması bir değişiklikten ziyade bir tarzı ifade içindir. Eski Said, daha çok imanın dışavurumu olan kurumlar, davranışlar ve siyasetle ilgileniyordu. Yeni Said ise imanın tahrip edilmek istendiği bir ortamda imanı korumak ve güçlendirmek için gayretini bu temel meseleye tahşid etti. Bediüzzaman’a göre temel mesele; insanın kendisini, diğer varlıkları, kainatı ve hemcinslerini iman ekseninde algılamasıdır. En önemli görev bunu sağlamaktır. Bundan ürkenler onu defalarca tutukladılar, Eskişehir (1935), Denizli (1943), Afyon (1947) hapishanelerinde yatırdılar. Fakat inançlarını yaşamaktan ve yazmaktan vaz geçiremediler. Üstad Bediüzzaman Said-i Nursi"nin bir özelliği vardır ki; talebesiyim diye geçinen çok insanlarından bundan haberi yoktur. Üstad Bediüzzaman"a Kur"an İlmi Resul tarafından daha 11 yaşındayken rüyasında verilmiştir. Üstad zaten bir sözünde derki; "Sabah uyandığımda sanki tüm göğsüm ilimle doldurulmuştu"... Üstad İlim isterken mevladan rüyasına gelen Resul ona "Sana tek şartla Kur"an ilmi verilecektir. Kimseye soru sormaman kaydıyla Kur"an ilmi verilecektir."demiştir. 11 yaşındayken hocasına ders verebilecek kadar ilim gönlüne yerleştirilen Said-i Nursi; dileriz ki Şefaat ettiklerinden oluruz... 1960 yılının 23 Mart"ında Urfa’da Hakk"ın rahmetine kavuştuğunda arkasında bıraktığı tüm maddî servet bir demlik, birkaç bardak, eski bir gömlek, yamalı bir cübbe, sarık, misvak, biraz çay-şeker ve on liradan ibaretti. Mânevi miras olarak ise bütün asrın insanını aydınlatabilecek Kur’ân tefsiri olan Risale-i Nur külliyatı ile dünyanın her tarafında milyonlarca "Kur’an talebesi" bırakmıştır. Allah ondan razı olsun. <a href="redirect.jsp?url=http://www.esselam.net/modules.php?name=risaleinur " target="_blank">http://www.esselam.net/modules.php?name=risaleinur </a> |
|
||||
![]() ne diyor bilmiyorum.. ama Kurani ac ayetleri arapcasindan yaz ve bir bak bakalim hangi kelime hangi anlama geliyor. O zaman araplarin adeti neymis bir bak!!! bos bos konusmada kendin ögren, yazilana zaten bakmiyorsun.. bari Kurana bak ve incele.. kelimeleri anlamaya calis!!! ve göreceksinki araplarin adeti, basini örtmekti, AMA gögüslerinin üstü acik kalirdi! Kuranda ise baslarini örten seyin gögüslerinin üstünüde örtmesi gerektigini söylüyor! BASINIZ acinda gögüs üstünü örtün demiyor.. yani araplarin örfü olana elestirip düzeltmis oluyor.. ama cok sivri zeka olan sen bunu kavrayabilecekmisin bilemiyorum..
|