| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
|
|||
Zwei Halbe sind noch lange kein Ganzes
Asylant. Anlat hele. Kaderden, kismetten, nasipten anlat. Allah"tan baska hic bir seyden korkmadigindan anlat. Anlat biraz egleneyim. Anlat bakalim icinden kin ve nefret kustugun ve ardindan demedigini birakmadigin ALMANLARIN insanligina kaldigini. Onlara gavur diyorsunuz ama onlardanda gavursunuz. Soyun bozuk senin. Ar damarin catlamis. Ama onlar Tierlieb biliyormusun bak Senin gibi bir köpege bile yal canagini uzatiyorlar ;-)))
|
|
||||
o.T.
Haci Bektasi Veliye karsi deyilim ozamanki alevilerlen bu zamankiler arasinda büyük farkliliklar var.
Hem birde alevilerde 10 dan fazla deyisik gurublar var Islama en yakini Bektasilerdir ve Caferiler diyerleri baska türlü bir ibadet tarzinda yol cizmislerdir. Bir ikincisi Caferiler ve Siia larin yanlisliklarida vardir yani Kurani bazen baska türlü tefsir ederler mesela intahar saldirilari. Bunu ilk yapan Siia lar oldu Lübnanda 200 abd askerini birden öldürdüler sonra Sünni lerede sicradi gerci Cecen yada ki savasin liderligini yapanlarinda cogu Sünni deyillerdir Vahabilerdir yani onlarda mesebsizdir. Tekrar Siialara geliyorum Kuranda bazi Ayetlerin deyistiklerini söylerler yani HZ Muhammet Peygamber olmuyacakmista HZ Ali olacakmis o yati yezitler deyistirmis güya yada baskalari. Demokrasinin icine cumhuriyetin icine nasilki hertürlü sey girebiliyorsa Dinin icinede sokabiliyor insan oglu insan oglu cok nankördür herzaman dahasini ister nefsine sahib olamaz. Birde aktardigin sitelerin adreslerini verirsen iyi olur. küfürbaz bazi Mesebsizleri de destekliyorsun onlarin ruhunda irkcilik ve fasizim vardir kemalizimlen kafalari yikanmis birer zavallilar. Cumhuriyetcigili ve Dini bir arada toblamaya calisan irkci sapiklara destek verdigini arasira görüyorum ama herzaman fasizme karsi oldugunu söylerdin. |
|
||||
Beyaz Adam?ın karanlık yüzü
Beyaz Adam?ın karanlık yüzü
Hazırlayan: Resul Serdaş Ataş Beyaz Adam?dan önce Amerika Kıtası?nda 112 milyon insan vardı. Bu tarihlerde Avrupa nüfusu 65 milyondu. ?Beyaz Adam?ın yaptığı katliamı anlamak için şöyle düşünebiliriz: Bugün dünyada hiç Avrupalı ve hiç zenci olmasaydı ancak bu kadar büyük bir soykırım yapılmış olurdu. Batının soykırım tarihini bilmeden Amerika?nın Irak?ta Ebu Gureyb Cezaevi?nde neden işkence yaptığını, Felluce?de yaşananları ve Batılıların bugün Filistin, Çeçenistan ve dünyanın muhtelif yerlerinde yapılan katliamlara neden göz yumduğunu veya bu katliamlara doğrudan ya da dolaylı olarak niçin destek verdiğini anlayamazsınız... NATO, 28-29 Haziran 2004?te İstanbul?da tarihinin en kritik toplantısını gerçekleştirdi. Soğuk Savaş sonrasında dünyanın tek egemen gücü olarak öne çıkan ABD?nin karşısına, Irak işgalinden sonra belirginleşen geniş çaplı ve kapsamlı bir projenin ürünü olan AB, yeni ve güçlü bir blok olarak çıktı. Yaşlı Avrupa yeni bir revizyondan sonra, ABD?nin kanatları arasından sıyrılarak kendi semasında uçmaya başladı. Avrupa Birliği, büyük bir medeniyet projesi olarak ilk defa W. Churchill tarafından ortaya atıldıysa da, bu, o günkü coğrafya içerisinde bir ütopyadan öte birşey ifade etmiyordu. İkinci Dünya Savaşı?nda bir canavar olup kendi yüreğini kemiren, adeta mazoşist bir tavırla kendi gerçekliğini katleden Avrupa?nın, büyük bir medeniyet birliğinden ne kadar uzak olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Tüm siyaset bilimciler ve sosyologlar, Birinci Dünya Savaşı?ndan sonra kapitalizmin ve sosyalizmin kapışmasını beklerken, ansızın hesapta olmayan devasa bir faşizm dalgası, Avrupa?nın ortasında doğup bütün siyaset bilim kuramlarını yerle bir etti. Bu savaştan iki güçlü blok, Avrupa?nın uzantısı ve rüştünü henüz ispatlamaya çalışan ABD ve tüm bir Doğu Bloku adına tarih sahnesinde yeniden görünen SSCB, ortaya çıktı. Tarih, insan zekası ve tahminlerine acı bir şaka yapmış ve yeniden kendi kovuğuna çekilerek meydanı insana bırakmıştı. Avrupa ise, ürkek bir kuş gibi kendine bir sığınak arıyordu. Avrupa?nın motoru olan Batı Avrupa, kendisine daha yakın olan genç ve yıpranmamış ABD?yi seçti doğal olarak. ABD ise, bu fırsatı iyi değerlendirdi ve yaşlı Avrupa?nın genç çocuğu olarak, her an kapının önüne bırakma ve hınç dolu sosyalist bloka korunaksız olarak teslim etme tehdidiyle, Avrupa?nın kadim atraksiyon ve tecrübelerini felç ederek kendisine hapsetti. Kıta Avrupası, tarihinin en derin özgüven problemini yaşarken, kendisini Western kültürüne teslim etti ve kovboyların hoyrat ellerinde yaklaşık elli yıl hırpalandı. Fakat yaşlı Avrupa, yine de geçmişinin aydınlık dolu günlerini unutmuş ve iç rahatlığıyla kendisini bu köksüz kovboy kültürüne tamamen teslim edebilmiş değildi. Bu durumu bir türlü kanıksayamamış Avrupa, ilk fırsatta, içinde bulunduğu bir başkası tarafından şekillendirilme durumuna son vermek için içten içe bir hesap yapıyordu. Doğu Bloku?nun çöküşü 1991?de Gorbaçov iktidarıyla, hoyrat kovboyların acemi düşmanları kendilerini feshettiler. Kremlin Sarayı acı bir sancıyla kıvrandı. Kızıl Meydan, kızıl yıldızlı tanklarla doldu ve işçi cennetini vaadeden yalancı peygamberin heykeli, statüko ve bürokrasi cehenneminin çocukları tarafından devrilip, bir tarih müzesine bile kalmayacak şekilde un ufak edildi. Yeşil Kuşak, uyuşuk bir sevinç yaşadı. Kovboylar, zafer sarhoşluğuyla etrafa tehditler savurup caka atarak tüm arza meydan okuyan naralar attılar. Sınırlandırılmış, dizginlenmiş, yönetilmeye ve yönlendirilmeye mecbur edilmiş Yaşlı Kıta ise, üzerindeki korku perdesini yırtarak geçmişinin parlak günlerinin hayaline kaptırdı kendisini. Görmek ve anlamak zor değil. En görkemli ve derin sevinç, Yaşlı Kıta?nın sevincidir. Artık hınç dolu sosyalist blok olmadığına ve Marks?ın sakalları yolunduğuna göre, kovboyların ellerindeki bu acılı beden, Roma?nın atlas ve ipek yataklarının düşünü rahatlıkla kurabilirdi. Generallerin sert çizmeleri, kovboyların mahmuzlu çizmeleriyle boy ölçüşebilirdi. Ve nihayet yaşlı Avrupa yeni bir revizyonla kendi kadim köklerini yeniden diriltme umuduna iştiyakla yapıştı ve kovboyları deneyimsizlikle suçlamaya başladı. Herkesin merkezi kendine İspanyollar, dünyanın merkezinin Barcelona olduğunu düşünürler. Merkez Barcelona olduğuna göre, doğal olarak da tüm dünya etrafında dönen bağımlı uydular olacaktır. Bu düşünüş, müthiş bir özgüvenin dışa vurumudur. Vatikan da kendisini arzın merkezi olarak görür. Roma?nın kendini merkez olarak görmesi gibi... İslam?ın altın çağlarında Müslümanlar mutlak bir idrak ile Kabe?yi yeryüzünün merkezi olarak görüyorlardı. O sıralar, zihinsel olarak Müslümanlar, rasyonalist felsefe ile doğrudan bir bağın içinde değillerdi ve doğal olarak da düşünsel anlamda bir bütünlük ve berraklık mevcuttu. Mutlak bir idrak ile her Müslüman bilirdi ki rızkı veren, ma?mur eden, kahreden, muntakim olan, her şeyi görüp gözeten yalnızca Allah idi. Cezalandırmada veya ödüllendirmede hiçbir siyasal ya da zihinsel erk, en azından zihinsel anlamda, Allah?ın buyruklarına teslimiyet hususunda kuşku ve şüphe doğuramazdı. Haçlı Seferleriyle tüm büyü bozuldu. 650.000 kişilik devasa bir ordu, masum ve bakir topraklarımıza kendi lekesini düşürdü. Veni, vidi, vici... Geldiler, gördüler ve yendiler... Ama bir anlam veremediler... Ve Avrupalı aydınlar, önce bizden başlayarak tüm arza Richard?ın kılıcıyla anlam biçmeye başladılar. Karar kesin ve değiştirilemezdi; onlar insan, bizler ise yerliydik. İnsanlar ve Yerliler (!) Batılı, bu cümleden başlayarak tanımlamalarını geliştirdi. Dünyanın beşte biri insan, geri kalanlarsa yerliydi. İnsan olan doğal olarak, kültürün ve uygarlığın üreticisi; yerliler ise medenileştirilmesi gereken yığınlar olarak görüldü.Bu düşüncelerini gizlemeye bile gerek görmediler. Ruh bilimci Freud bile; Avrupalılara hitaben, ?Sokaklarda yanı başınızdan geçen bu sarışın, mavi gözlü insanları küçümsemeyin. Bunlardan herhangi birini, Afrika?ya veya Asya?ya gönderirseniz devasa dengeleri değiştirebilecek yöneticiler olurlar. Oysa Asya ve Afrika?nın tüm ariflerini ve sanatçılarını toplasanız, üç kişilik bir kurumu bile yönetemezler? diyordu. Buradan çok açık bir şekilde Avrupalı?nın Efendilik psikolojisi anlaşılabilir. Bu düşünüş tarzı, coğrafi keşiflerden beri, hatta Roma?dan beri adeta genetik bir kodlamayla taşınıyor diyebiliriz. Öyle ki, doğu kaynaklı bir dini kabul ettiklerinde bile, ona kendi renklerini vurdular; İseviler, üç yüz yıllık bir mücadeleden sonra dinlerini Roma?ya kabullendirdiler ama Roma Hristiyanlığı alırken, ona bütün Antik Yunan?ın renklerini enjekte ederek aldı. Batı?nın üstünlük kompleksi Batılıdaki bu üstünlük kompleksi, bugün de hâlâ çok canlı olarak devam etmektedir ve tanımlamalar bu eksen etrafından geliştirilmektedir. Avrupalılar, coğrafi keşiflerde Amerika kıtası topraklarına çıktıklarında orada karşılaştıkları insanlara, yerliler dediler. Zira onlar, Avrupalı değildi. Afrika da aynı akibete uğradı. Avrupalılar, ellerinde İncil ve süngülerle Afrika topraklarına girdiklerinde, onlar da yerli olarak tanımlandı ve Hümanist Avrupa, onların da insan yapılmasına karar verdi. Amerikalı ve Afrikalı?ya denildi ki; ?senin bir kültürün yoktu ve olamaz da! Kültürünü üretemeyeceğin için de sana İncilimizi lütfediyoruz...? Bu durumu mizahi bir dille Kenya Başkanı şöyle dile getirir; ?Avrupalılar geldiklerinde bize dediler ki: ?Gözlerinizi kapayın ve dua edin!? Bizler gözlerimizi kapattık ve dua ettik. Gözlerimizi açtığımızda, bizim ellerimizde İncil, onlarınsa ellerinde topraklarımız vardı.? Avrupalının, Asya?ya karşı stratejisi biraz daha farklıydı; çünkü Asya topraklarına geldiklerinde orada binlerce yıllık kadim dinler, ince bir ruhun ürünü olan şiir ve sanat, canlı toplumsal gelenekler, kendine özgü siyasal bir yapı ve mistizmle yoğrulmuş bir bilgiyle karşılaştılar. Bu nedenle Afrika ve Amerikalıya karşı duydukları rahatlığı hissedemediler. Ve yeni bir söylemle çıktılar Asyalı?nın karşısına; ?senin bir kültürün vardı, ancak bu kültür tarihin karanlığında kaldı ve bugünün ihtiyaçlarına cevap veremez! Asyalı?nın önünde Batılının kültürünü kabullenmek yerine bir seçenek olarak beliren, öze dönüş hareketinin engellenmesi için Batılı, cebr ve sosyal bilimlerin gücünü kullanarak, sermayenin de kudretini arkasına alarak Asyalı?nın zihninde yeni bir dalgalanma yaratmaya çalıştı. Bu aşamada Batılı, Asyalı?yı kendi geçmişinden soyutlamalıydı. Fertlerin ve ulusların geçmişlerinden soyutlanmasının en pratik ve mutlak sonuca götürücü metodu ise, bu geçmişten utanç duymalarını sağlamaktı. Asyalı?ya kendi dininin bir afyon olduğunu, halkları uyuşturduğunu, boş ve kısır döngüler olduğunu, gücün ve kudretin maddi yaşamda olduğunu, öte taraftaki cennetin yeryüzünde inşa edilmesi gerektiğini ve bunun yalnızca abes ve dayanaksız dini motiflerden vazgeçmekle mümkün olabileceğini, rahiplerin, imamların, mubetlerin, brahmanların, ermiş ve azizlerin aslında olmayan bir şeker dağını vaadettiklerini, akıl ve bilim ölçülerine göre bunların temellerinin çürük olduğunun ivedilikle anlaşılabileceğini, edebiyat ve sanatlarının ise boş vehimlerden, insan yaşamı için asla gerekmeyen bir deli saçması ve kocakarı uydurmasından öteye gidemeyeceğini ve bunların dini destekleyen farklı uyuşturma öğretileri olduğunu; siyasal yapılarının ise insancıl olmadığını, doğanın fertleri özgür ve eşit haklara sahip olarak doğurduğunu, bunun için de bu siyasal yapının reddedilmesi gerektiğini empoze etti. Yani Batılı, Asyalı?nın mistik dünyasının karşısına Matrix?i çıkardı... Köklerden kaçış, utanç ve özenti Hinduizm, İngilizlerin işgalini kolaylaştırdı Tarihte İngilizlerin en rahat işgallerini Hindistan?da yapmış olmaları bir tesadüf değildir. İngilizler, Hint topraklarına ayak basıp oradaki billur ve masum değerleri, çizmelerinin altında kirletirken, Hindu Rahipler halkı arkalarına alarak savaşmak, bağımsızlık, özgürlük ve onurlarını kazanmak yerine, Ganj?da yıkanıp Nirvana?ya ulaşma çabasındaydılar. Mistizm, bütün dirençkenliklerini ve karşı koyuş yetilerini felç etmiş ve bu durum yalnızca İngilizlerin işine yaramıştı. ABD?nin; Irak?ı işgalinden sonra Araplar arasında oluşmuş olan ABD karşıtlığını ortadan kaldırmak ve ABD?ye sempati uyandırmak için mistizmi yaydığını, salt tasavvufi hareketleri desteklediğini, onlara finansal kaynak sağladığını ve propaganda araçlarıyla onları palazladığını biliyoruz. Böylece ortada eli tesbihli, gözleri buğulu, cennet hesapçısı, halkın mukadderatına ve çalınıp çırpılan zenginliklere karşı lakayt bir yığın zararsız meczuplar oluşturulurken, petrolün nereye aktığını düşünecek, kirletilmiş değerlerin kurtarılması derdine düşecek yüreği yanık, hisli ve sorgulayıcı, gecenin muvahhidi, gündüzün aslanları rutubetli inlere mahkum edilmişti; ya mezar ya da zindandı kaderleri. Bizim gözümüzde ise vahşi. Köklerden kaçış Asyalıda oluşan özenti, teslimiyeti getirdi ve yönetilmeye hazır bir toplum oluştu. Bu aşamada sosyal bilimlerin vahşi yüzünü, Asya medeniyeti çok derinden hissetti. Köklerden kaçış, geçmişten utanç ve özenti, Asyalı?nın kendi özüne yabancılaşmasını doğurdu. Yabancılaşmanın en korkunç ve tamiri en güç olanı, yani kültürel yabancılaşma gerçekleşti. Batı?nın yoğun kültür bombardımanı sonucunda Asyalı, kendi geçmişinden ve kültüründen derin bir utanç ve tiksinti duydu. Asyalı?da anlatılamaz bir aşağılık kompleksi oluştu. Geçmişinden utanan ve aşağılık kompleksi içinde olan fertler ve uluslar, köklerinden kaçmaya başladılar. Bu psikoloji, doğal olarak batılıya özentiyi doğurdu. Köklerde ciddi çözülmeler başladı. Köksüz ve temelsiz kalmış bu halklarda tarih şuuru eksildi ve güçsüzleşti. Özenti, teslimiyeti getirdi ve yönetilmeye hazır bir toplum oluştu. Bu aşamada sosyal bilimlerin vahşi yüzünü, Asya medeniyeti çok derinden hissetti. Köklerden kaçış, geçmişten utanç ve özenti, Asyalı?nın kendi özüne yabancılaşmasını doğurdu. Yabancılaşmanın en korkunç ve tamiri en güç olanı, yani kültürel alinasyon gerçekleşti. Asyalı?nın beyni bomboş bir kazana dönüşüverdi. Birkaç hoş kokulu baharat, bu kazanda kaldıysa da bu baharat ya Avrupa?yı hapşırtmayan kokular yayıyordu, ya da Avrupa bu baharatı kendi yemeklerinde kullanıyordu. Asimilasyon! Yani bu baharat, Avrupalı?nın yemeklerinin potasında eritilerek işlevsizleştirildi... Atıl kalmış olan bu kazana Batılı, kendi yağını ve tuzunu ekleyerek, kendi tarzında bir yemek pişirdi. Asya?da çarpık ve hilkat garibesi bir Avrupa inşaa etti. Asyalı kadın, konken partilerinde; Asyalı erkek ise fesini ve sarığını el yordamıyla indirerek smokin ve kravatıyla kokteyllerde arz-ı endam etmeye başladı. Batılılar zevkten sarhoş olarak kıs kıs güldüler bu zevzekliğe... Asyalı yeni mahlukat, Batı?nın tüm üretimini tüketmeye hazır, açgözlü bir obur haline geldi. Eskiden Hintli bir kadın, ağaç kabuğunu, nadir bulunan bir çiçeğin yapraklarını kına ve suyla harmanlayarak kendini süslüyorken, hiç yoktan kuaförler, estetik salonları ve Swartzkof marka boyalarla güzelleşmeye başladı.. Atı ve bıyığı kendisi için bir övünç kaynağı olan Asyalı erkek, bıyığı barbarlık sembolü, atı ise Western filmlerinin baş karakteri olarak algılamaya başladı.. Muzaffer, fastfood yiyeceklerle gıdıklı ve şiş göbekli Batılı, çatlayana kadar bu göbeği sıvazlayacak bu Asyalı kuklayı, binlerce kez şakşakladı. Asla fark edemediğimiz hakikat; onlar ?insan?, bizler ?yerli? olduğumuz sürece aramızdaki her çeşit hümanistik, demokratik, ekonomik, kültürel ve siyasal ilişki daima Batılının lehine işleyecekti... Tanzimat?tan günümüze Bizde ise Tanzimat?la beraber işlemeye başlayan bu süreç, Cumhuriyet?in kurulmasıyla belirginleşti. Yapılan inkılaplarla, keskin bir vuruşla halk bin yıllık kadim değerlerinden koparıldı. Harf inkılabıyla beraber bir gecede cehalet zindanlarına itilen halk, geçmişi üzerine kalın bir sünger çekilmiş olarak uyandı. Halkta derin bir aidiyetsizlik ve köksüzlük duygusu oluştu. Sosyal yapılarda böylesi atıl durumlar, anarşik bir ortama her an elverişli bir zemin hazırlar. Bu durumda halktaki bu boşluk duygusunun yeni değerlerle doldurulması gerekliydi. Bunun için de Cumhuriyet ideologları, Orta Asya kültürünü hortlattılar. Birden farkettik ki, aslında övünmemiz gereken geçmiş İslam tarihiyle başlayan süreç değil, aksine üç bin yıla yakın bir süre önceden Orta Asya bozkırlarında oluşturduğumuz kültür ve medeniyetimizmiş. Artık en insaflı olanlarımız bile Hira kadar Müslüman, Tanrı dağları kadar Türk?tü. Attila?yı Ali?ye, Mete?yi Ömer?e tercih etmememiz için hiçbir nedenimiz yoktu. Ali ve Ömer, Arapların; Attila ve Mete ise bizimdi. Bu durum öylesi bir komediye ulaştı ki, dilde bile öztürkçeleştirme furyası başladı ve nihayetinde Necip Fazıl?ın deyimiyle bir kurbağa dili ortaya çıktı. Hedef Akdeniz?di. Orta Asya?dan gerdirilen yay, Akdeniz?i aşarak bütün bir kıta Avrupasını dolaşan bir ok fırlattı. İnce düşler, hikmet, ilim - irfan ve basiretten koparılmış ve sersemletilmiş halk, Batılının makina, modernizm ve beşeri ilimlerinin kollarına atıldı. Kökleri gökte, dalları yerde olan ağacımız, tam da Batılının damağına uygun meyvalar verdi. Ve dağları yerinden oynatan ses, makinaların gürültüsüne karıştı ve duyulmaz oldu. Cibril-i Ekber ?oku? dedi; Hira suskun ve mahzun kaldı. Uyuyan kişi uyandırılabilir ama uykuya çarpılmış kişi uyandırılamazdı Bir dibe vuruşun fotoğrafı... Allah, günleri Doğu ile Batı arasında evirip çevirendir. Mü?min ise, kıyametin kopmasına bir an kala bile, elindeki hurma fidanını dikmeye çalışandır? 1200?lü yıllardan sonra hür düşünce ve içtihadın kapısını kendi yüzümüze kapattığımızdan bu yana, yalnızca kılıç ve atla övünür oluverdik. Siyasal, ekonomik ve askeri alandaki başarıları, bilim ve düşünce ile destekleyemedik. Belki de dibe vurduğumuz ve sesimizin bir karınca türküsünden daha hafif çıktığı şu sıralarda, her zamankinden daha çok hür düşünce ile yeniden medeniyet projemizi, Rasulullah?ın hurma dalından ve kerpiçten yapılmış evini eksen alarak oluşturmak ve geliştirmek zorundayız. Nasyonalizm?in gür bir egoizmden kaynaklandığı ve vahşetin çağrısı olduğu bir hakikattir. Fakat hiçbir ulus, ulus olma bilincine ulaşmadıkça kendi gerçekliğini kavrayamaz ve hareket edemez. Bu anlamda, ulus bilincimizi faşizme dönüştürmeden yeniden tanımlayıp oluşturmamız gerekiyor. Kısmi Nasyonalizm?de diyebiliriz buna. Başka halkların varlığını ve gerçekliğini küçümsemeden, farklı dil, renk, kavim ve kültürleri bir çatışma unsuru olarak değil; bir diyalog unsuru olarak görüp, onların varlığını yadsımadan kendi ulus bilicimizi oluşturabiliriz. Bu, Hitler?in faşizmi değildir. Bir müşahhas varlık olarak, varolma bilincidir. Afrikalının İkinci Dünya Savaşı?ndan sonra Avrupalıyla girişmiş olduğu mücadele böylesi bir bilinçten kaynaklanıyordu ve hiç kimse Afrikalı ulusları faşizmle suçlayamadı. Özkültürümüze yeniden yönelmek İkinci olarak; gür kaynağımız olan özkültürümüze yeniden yöneliş gerekli... Bu yönelişin İslamın hür düşünce anlayışı, hikmet, irfan, bilim, yenilik ve ilericilik gibi yönlerine yoğunlaşması gerekiyor. Ata - ecdad muhabbetini aşarak, tüm bir İslam coğrafyasının Hira?yla başlayan serüven sonrasında ortaya koymuş olduğu tüm zenginlik ve değerlerin üstünü yeniden açmak ve bilimsel metodlarla onları yeniden tanımlamamız, geçmişte kalan fantaziler olmaktan çıkarıp özümseyerek kendimize yeni yaşam alanları oluşturmalıyız. Bir köklere dönüş değil, kökleri yeniden hissediş hareketi de denilebilir buna... Böylesi dönüşler, görkemli ve gözalıcı olsa da hemen her yerde ve her an hazır olan bir ifrit, pusulanın göstergesiyle oynayabilir. Kaldı ki geçmişte böylesi çokça tecrübemiz oldu. Pusulamızın yönü, öyle tuhaf yönlere kaydırıldı ki dönüş denilince bundan hemen boncuk, eşek çulu, adak ağaçları anladık ve bunları kutsadık. Oysa bilinir ki İslam gibi aydınlık bir düşünce, hikmeti hiçbir zaman bu sembollerde aramadı. Nihayetinde sarık, sakal ve cübbeye değer veren yitiklerimiz, ruhlarımızda yeniden canlanmadıkça, bunlar anlamsız motifler olarak kalacaktır. Böylesi bir dönüş, gerici bir dönüştür. Pusula daima İbrahim?in ayak izlerini sürmeli. Tibet ya da Ganj, tarih boyunca pusulamızın ibresini kendisine doğru çevirdi. Mistik değerleri, İslamın hareketli ve daima ileriye taşıyan atraksiyonlarının yerine geçirdik. Hindu tembelliği, bizim coğrafyamızda baştanbaşa dolaşarak, yarı uykulu ve esrik bakışlı insanlarla doldurdu mabetlerimizi. Ali?nin elinden Zülfikar?ı alıp, O?nu Hayber?den çekerek Şam?ın ya da Bağdat?ın loş ve karanlık mahzenlerinde bir tesbihle başbaşa bıraktık. Virdler, zikirler, erbain, yarım hurma, yünlü elbiseler, arzın karanlığından göklerin aydınlığına, balçıktan ruha, şeytandan Allah?a ulaşmaya çalışırken, unuttuk ki peygamber; ?ben rahmetin ve kılıcın peygamberiyim? demişti. Tesbihlerimiz alabildiğine bileylenmiş ve parlaktı ama kılıcımız paslı, eğri büğrü ve kesmez olmuştu. Din, insanlara can ve ruh veren, içlere bir dirençkenlik tohumu olarak düşen hareket ettirirci, ileriye taşıyıcı bir nurken, donduran, uyuşturan, devinimsizlikten ayaklarda romatizma oluşturan tütsülü bir Aura?ya dönüştürüldü... Kadim İslam kültürü Dinler, ideolojiler, akım ve öğretiler çift yönlü işlerler. Doğru kullanıldıklarında düşmana karşı keskin bir kılıç, yanlış kullanıldıklarında ise sahibini yaralayan bumerang oluverirler. Bu nedenle dönüş hareketlerinin dikkatli ve titiz olması gerekiyor. Arz ile Arşın bitişik olmasıyla, bunların bereketi zuhur eder. Kısacası iki uçlu bir dönüş gerekli; Uhrevi ve dünyevi... İktisadi ve kültürel... Arz yadsınırsa, boynu bükük ve salt Nirvana derdine düşmüş bir Brehmen; Arş yadsınırsa, herşeye sahip olma hırsıyla dolup taşan, maddeye tapıcı bir canavar oluşur... Unutulmamalıdır ki, geceleri uzun namazlarda ayaklarının altı şişen, secdede canı çıktı sanılan, Allah huzurunda haşyetten kıvrılıp iki büklüm olan ve gözleri ıslanmamış olan kişi cennete giremez, diyen Peygamber?le; gündüzleri savaş meydanlarında yüzünde bir Romalı generalden daha sert çizgiler taşıyan, kim bu kılıcın hakkını verir? Bir kavmin üzerine yürüdüğümüzde onların vay haline! diyen Peygamber, aynı peygamberdi... Bizler, dini rahmet ve kılıç, arz ve arşın birleşmesi olarak algıladığımızda ancak gerçek köklerimizi hissedebiliriz. Böylece bu yenilmiş ümmet, Rönesans geçirmiş Batılıya karşı, ?Ben; kadim İslam kültüründen, doğurgan, üretken, ilerici, dönüştürücü, geliştirici, şahsa tapıcılık ve geleneklerin dar kalıplarına sığınmışlık olmayan, bilim, sanat, felsefe, matematik, astronomi gibi alanlarda berrak beyinler ve aydınlık bir ufka sahip güçlü dehalar yetiştirmiş olan köklerden besleniyorum? diyecek kadar bir özgüvenle dolup taşabilir. Bunun sonucunda da, sahip olduğumuz kültür ve medeniyetimiz, bu dolgunluk ve özgüvenle başka kültürlerle özgürce ilişkiye girebilir, etkileyebilir, etkilenebilir ama asla kendisini yadsıyıp yok ederek yabancı bir kültüre teslim olmaz... ?Bitti? <a href="redirect.jsp?url=http://www.milligazete.com.tr/index.php?action=show&type=dizi&topicid=14" target="_blank">http://www.milligazete.com.tr/index.php?action=show&type=dizi&topicid=14</a> |
|
||||
Osmanlida ülkeler yönetti
Ama tarihinde hic bir zaman bati topraklarinda katliyamlar yapmadi onlarin kiliselerine dokumadi yahudileri kurtardi.
Ne güzel bir Demokrasi sergilemisler deyilmi. Suanki avrupada yüzbinlerce afirkada öldürülen hayvanlarin kürtleri giyiliyor yazik deyilmi o hayvanlara hani hayvan severlerdiler :O))) Ispanyada diri diri öküz öldürüyorlar kameralar karsisinda ingilterede tilkilere yapmadiklari kalmadi tilkilere tecavüz bile diyorlar yaziikkk cok yazikkk Cocuklarada deyer verelim biraz.? |
|
||||
Süleyman Hilmi Tuna Han"a karsi nefret?!
Bu nefretin kaynaklari nedir? Adini duydum, ama hic bir sey bilmedigim icin bir baktim.. Cumhuriyet kurulduktan sonra Kuran okuma ve ögretme yasagi geldiginde yinede bir sürü emekle bunu yapan, Islam icin hizmet eden büyük zâtlardan, alimlerden biriymis! Burdaki bazi kisiler "SADECE KURANA UYARIZ" deyipte, Kuranin unutulmamasi icin bu kadar hizmet veren birine bu kadar nefret duymalari BIR SORU ISARETI getirmiyormu bizlere?
Bu kisi bu yolda tabiki tek kisi degildi.. Kurani ve güzelliklerini ögreten her kisiye saygi duymak gerekir! VESSELAM |
|
||||
Bediuzzaman Said Nursi"ye nefret?!
Bu nefretin kaynagi ne? Islam yolunda, Kuran yolunda büyük hizmeti olan daha kimlere karsi küfür edip nefretinizi sunacaksiniz??!!
Burada "SADECE KURAN" diyenlerin kafalarindan ne geciyor? ANLASILIYOR! baska isimlerde yazacaksaniz, bir bakayim onlar kimmis :O) |
|
||||
NEFRETCI ve KINCILERE!!!
Burada Kuran ve Islam yolunda hizmet edenlere dil uzatmayi iyi beceriyorsunuz! "SADECE KURAN" diyorsunuzda, SIZ neler yaptinizki?!
Onlar gibi hapisle tehdit edildinizmi, hapis yatanlariniz oldu bu yolda? Buna magruz kalanlara karsi nefretinizi sunmaktan baska yaptiginiz icrat yok!!! |