48-Fetih:18-26
18- Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye"de) sana bey"at ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır.
19- Allah onları elde edecekleri birçok ganimetlerle de mükâfatlandırdı. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
20- Allah size, elde edeceğiniz birçok ganimetler vaad etmiştir. Bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir ki bu, müminlere bir işaret olsun ve Allah sizi doğru yola iletsin.
21- Bundan başka sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah"ın sizin için kuşattığı ganimetler de vardır. Allah herşeye kâdirdir.
22- Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.
23- Allah"ın öteden beri gelen kanunu budur. Allah"ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
24- O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke"nin göbeğinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir.
25- Onlar inkâr eden ve sizin Mescid-i Haram"ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını men edenlerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle, mümin kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle bir vebalin altında kalmanız ihtimali olmasaydı, Allah savaşı önlemezdi. Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri elemli bir azaba çarptırırdık.
26- O zaman inkâr edenler, kalplerine taassubu, câhiliyet taassubunu yerleştirmişlerdi.
Allah da elçisine ve müminlere sükûnet ve güvenini indirdi. Onları takva sözü üzerinde durdurdu. Zaten onlar buna pek layık ve ehil kimselerdi. Allah herşeyi bilendir.
----------------------------------------------
18- "Andolsun ki o ağacın altında sana bey"at ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur." İşte yukarıda adı geçen bu bey"at, Hudeybiye de yapılan ve bu âyet sebebiyle Allah Teâlâ"nın rızasıyla müjdelenmiş olduğundan dolayı Bey"atü"r-Rıdvân ismi verilmiş olan bey"attır. Kıssayı tefsirciler şöyle özetlemişlerdir. Resül-i Ekrem (s.a.v.), Hudeybiye"ye indiğinde Huzâîler"den Hıraş b. Ümeyye"yi Sa"leb adındaki devesine bindirip Mekke"lilere gönderdi. Harp niyetinde olmayıp yalnız Kâbe"yi ziyaret v e Umre için geldiğini bildiriyordu, bunu varıp onlara söyleyince deveyi vurdular, kendisini de öldürmek için hücum ettiler fakat Ehâbiş araya girip kurtardılar. O da gelip durumu Resulullah"a haber verdi, Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.v) Hz. Ömer"i gö n dermek için çağırdı: Hz. Ömer (r.a.) ya Rasulullah! dedi; onlar benim kendilerine olan hiddet ve düşmanlığımı bilirler. Ben onlara güvenemem, şayet bir ezaya uğrarsam Mekke içinde beni savunacak hısımlarım Adiy oğullarından kimse yoktur. Bundan dolayı Osm a n b. Affân"ı gönderseniz, orada onun akraba ve taallukatı çoktur, hem onu severler, irâdenizi o bildirebilir. Bunun üzerine Resulullah Hz. Osman"ı çağırdı, Kureyş"e gönderdi "Biz onlarla muharebeye gelmedik, yalnız ziyaret ve Umre için geldik, bunu haber v er ve kendilerini İslâm"a davet eyle!" dedi ve Mekke"de imana gelmiş bir kısım erkeklere ve kadınlara varıp fethi müjdelemesini ve Allah Teâlâ"nın dininin yakında Mekke"de ortaya çıkacağını haber vermesini de emretti. Bu suretle Hz. Osman, Kureyş"e gitti, kendisini Ebân b. Said b. Âs karşıladı, hayvanından indi, onu bindirdi ve kayırdı (himayesine söz verdi) böylelikle Kureyş"e vardı, emrolunduğu haberi bildirdi, dediler ki: "İstersen sen beyti tavâf et fakat hepinizin üzerimize gelip girmeniz olmaz ona yo l yok!" Hz. Osman (r.a.) "Resul-i Ekrem (s.a.v.) tavaf etmedikçe ben tavaf edemem." dedi. Bunun üzerine onu alıkoydular, göz hapsinde tuttular, beriden ise Resulullah"a ve müslümanlara "Osman katlolunmuş." diye duyuldu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), "O kavimle çarpışmadan gitmeyiz." dedi ve Peygamber (s.a.v.)"in nidâcısı şöyle çağırdı: Haberiniz olsun ki Resulullah"a Rûhu"l-Kudüs indi de ona bey"ati emretti, hemen çıkın Allah Teâlâ adına Peygamber"e bey"at edin. Derhal müslümanlar
fırladılar ve Resulullâh"a bey"at ettiler. Bu bey"at bir ağacın altında olmuş idi ki bir "semûre" ağacı idi. Denilmiştir ki, Resulullâh ağacın dibine oturmuştu dallarından bir dal sırtının üzerine geliyordu, Abdullah b. Mugaffel (r.a) demiştir ki: Ben baş ucunda dikiliyordum v e elimde ağaçtan bir dal vardı, koruyordum dalı sırtından kaldırdım. Önünde ölmek ve kaçmamak üzere kendisine bey"at ettiler, Resulullah onlara "Siz bugün dünya ehlinin en hayırlısısınız." buyurdu. Müslim ve diğerlerinde rivayet edildiği üzere Cabir b. Abd u llah (r.a.) "Biz Resulullah"a bey"ati kaçmamak üzere yaptık, ölüme bey"at etmedik." demiştir. Buhari"de Seleme b. Ekvâ (r.a)"tan da şöyle rivayet edilmiştir: Ben Resulullah"a ağacın altında bey"at ettim, demiş ne üzerine bey"at ettiniz denildiğinde de, ka ç mamak üzere demiştir. Müslim, Ma"kıl b. Yesâr"dan da: Bey"at ederlerken Resulullah"ın yüzünden ağacın dallarını tuttuğunu rivayet etmiştir. İlk bey"at eden Ebu Sinan-ı Esedî olmuştur ki Ukaşe b. Muhsin"in kardeşi Vehb b. Muhsin"dir. Beyhakî"nin Delâil"ind e, Şa"bi"den rivayetine göre, bu zat Hz. Peygamber"e "Elini uzat sana bey"at edeyim" dedi. Hz. Peygamber "Ne üzerine bey"at edeceksin." buyurdu. "Nefsindeki ne ise onun üzerine." dedi. Müslim"in rivayet ettiği Cabir hadisinde: Hz. Câbir: "Biz Peygamber (s. a.v)"e bey"at ettiğimizde mübarek ellerini Ömer (r.a.) tutuyordu" demiştir. Fakat bu, bey"atın sonlarına doğru olduğu anlaşılıyor. Zira Sahih-i Buhari"de Nafi"den: Ömer (r.a.) Hudeybiye günü oğlu Abdullahı, Ensar"dan bir kimsenin yanında bulunan atını, üze r inde savaş yapmak üzere getirmeye göndermişti, Resulullah (s.a.v.) ağacın yanında bey"at alıyor, Ömer bilmiyordu, Abdullah bey"ati yaptı, sonra gitti, atı getirdi, Ömer (r.a.) savaş için zırh giyiyordu. Kendisine Resulullah"ın ağaç altında bey"atleştiğini haber verdi, hemen beraber gitti Resulullah"a bey"at etti." diye de rivayet edilmiştir. Demek ki ondan sonra Hz. Ömer, Resulullah"ın yorulmaması için mübarek elini tutmuştu. Bir de Resul-i Ekrem (s.a.v.)
sağ elini öbür eline vurup bu da Osman"ın bey"ati demişti, müşrikler bu bey"ati işitip korktular ve Hz. Osman ile müslümanlardan bir topluluğu da salıverdiler, bu Bey"at-i rıdvan"ı yapan müminlerin adedi en sahihi rivayete göre bin dört yüzdür. Binbeşyüz kadar ve daha fazla rivayetleri de vardır. Denilmişt i r ki birinde küçükler ve tabiler sayılmamış, diğerinde hepsi sayılmıştır, orada olanlardan hiç bey"at etmeyen kalmamış yalnız Cedd b. Kays adında bir münafık devesinin karnı altına gizlenmiş kalmış idi. Nâfi"den rivayet edildiğine göre altında bey"at yapı l an semüre ağacına daha sora insanlar gidip yanında namaz kılar olmuşlardı. Hz. Ömer işitti, o ağacın kesilmesini emrediverdi, henüz cahiliyye âdetini unutmayanların fitneye tutulup Allah"tan başkasına ibadet etmesinden sakınmıştı. Hz. Peygamber (s.a.v.)"d e n hadiste geçmiştir ki; "Rıdvan bey"atinde bulunan kimse ateşe girmez." Bu âyette de yemin ile "Allah razı oldu." buyurmuştur. Ebu Hayyân der ki: Burada rıza üzerlerine nimetlerin açıklanması manasına ilâhî sıfattır. Zati sıfat değildir. Çünkü "Sana b ey"at ettikleri zaman..." diye zaman ile kayıtlanmıştır. Netice olarak; ism-i celiline yemin olsun ki Allah, o müminlerden hoşnut oldu o ağacın altında sana bey"at ederlerken çünkü kalplerindekini bildi, doğruluk ve samimiyetlerini ve müşriklerin har e ketlerine karşı üzüntü ve heyecanlarını bildi de üzerlerine o sekineti indirdi, sulha yatıştırdı. Ve onları yakın bir fetihle mükâfatlandırmıştır. Mekke"den dönüşte Hayber"in fethini kendilerine bir mükâfat olarak vaad etti. Bir de harpsiz olarak He c r arazisi fetholunmuştu ki, bir çok zaman hâsılâtından faydalandıkları güzel bir fetihtir. Hasan-ı Basrî; "yakın fetih"ten maksadın, bu olduğunu söylemiştir. Diğerleri ise Hayber demişlerdir.
19- Elde edecekleri bir çok ganimetler de mükâfat verildi. B u çok ganimetler, Hayber ganimetleridir ki atlıya iki hisse yayalara bir hisse, olarak paylaştırılmıştır.
20- Daha Allah sizlere bir çok ganimetler vaad buyurdu ki onları alacaksınız. Bunlar da kıyamete kadar müslümanların fetihleri ve alacakları ganimetlerdir. Şimdilik bunu size peşin verdi. Vaad edilen birçok ganimetlerden önce Hayber ganimetlerini acilen verdi. Ve sizden insanların ellerini çekti. Hayberliler"in müttefikleri olan Eset ve Gatafan kabileleri onlara yardım etmek istediler de korkup k açtılar. Hudeybiye andlaşması ile Kureyş"in de eli çekildi, Hendek vakasında olduğu gibi müslümanlara saldırmak isteyen düşmanların güçleri kırılıp bundan sonra İslâm devletinin güvenlik bölgesine girdi. Hem de müminlere bir işaret, gelecekte vaad edile n fetihler ve savaş
ganimetlerinin gerçekleşmesine bir görüntü ve işaret olsun ve sizi doğru bir yola iletsin, muvaffak kılsın ki o yol tek başına ve bağımsız olarak Allah"a ve Allah"ın nimetine güvenme yoludur.
21- Bu peşin"den başka diğer bir ganimeti daha isabet ettirdi ki ona henüz gücünüz yetmedi, yani daha elinize geçmedi Fakat Allah onu muhakkak surette kuşattı, yani zaferinizi takdir etti ve kesin olarak vaad etti, müminler için korumaktadır ki bu da Havazin veya Faris ganimetleridir. Daha da Allah herşeye kadirdir. Onu verdikten sonra daha neler neler verebilir.
22- Ve eğer o küfredenler sizinle savaşsalardı, yani Mekkeliler andlaşma yapmayıp sizinle savaşsalardı. Muhakkak arkalarına dönüp kaçacaklardı, çünkü Allah, sizin bey"atinizden hoşnut olmuş ve topluluğunuzu takdir etmiş idi, onun için kaçacaklardı. Sonra da ne koruyacak bir dost ne de öc alacak bir yardımcı bulamayacaklardı.
23- Allah"ın öteden beri süregelen kanunu, adeti böyle yani O"nun peygamberi"nin galip gelmesi eski ümmetlerden beri cereyan edegelen bir adetidir. Sen de Allah"ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın, fakat sulh sayesinde onlardan da bir çoğuna iman nasip olarak kurtulacaklardır.
24- Mekke"nin göbeğinde size onların üzerine bir zafer verdikten sonra ellerinizi çekti. Bu zafer nasıldı? Önce: Müslümanların Hudeybiye"ye kadar varıp da orada ordu kurmaları bile bir zaferdi. Çünkü Halid b. Velid iki yüz kadar Kureyş atlısının kumandanı olarak Kürâi Gamim"e kadar gelmişti, ashaba yaklaşmak istedi, Resulullah, Abbâd b. Bişr"i görevlendirdi o da atlıları ile ileri vardı, karşılarında saf tuttu, öğle vakti olmuştu, Resulullah korku namazı kıldı, Halid çekildi, gitti, Resulullah da yolu sağ tarafta yokuşa durup Hudeybiye"ye kadar vardı, diye h a ber verilmiştir. İkinci olarak; Tirmizî ve daha başkaları Hz. Enes"ten rivayet etmişlerdir ki; seksen kişi sabah namazı vakti, peygamberi öldürme niyetiyle Ten"im dağı tarafından peygamber ve ashabının üzerine inmişlerdi, yakalandılar sonra da Peygamber o n ları serbest bıraktı. Bir de bu âyetin Mekke fethi hakkında olduğuna dair İmam-ı Âzam Ebu Hanife hazretlerine dayandırılan bir söz vardır.
25-Öyle zafer elvermişken el çektirmenin hikmeti açıklanmak üzere buyuruluyor ki: Onlar o kimselerdir ki küfredip sizleri Mescid-i Haram"dan ve bekletilen o kurbanlık hediyeleri, yerine
yani kurban edilmesi helal olan yerine, Minâ mevkiine varmaktan men ettiler. Bundan dolayı azab ve kötü akıbete layık idiler, bu hediyeler yetmiş adet kadar vardı. El çektiren sebebe gelince Eğer onların arasında bir kısım imân etmiş erkekler ve imân etmiş kadınlar bulunmasa idi ki siz onları bilmiyordunuz, şahıslarıyla tanımıyordunuz. Eğer onları bilmeyerek çiğnemeniz çiğneyip, de o yüzden size bir vebal gelecek olmasa idi; müminin hata ile öldürülmesinden dolayı keffâret ve diyet gibi bir sorumluluk veya dindaşı öldürmek gibi düşman nazarında ününüze leke getirecek veya vicdan azabı verecek bir gürültü patırdı veya günah olmasa idi...
MEARRE: Uyuz hastalığı gibi rahatsız eden maddi veya mânevî dert ve zorluk veya borç ödeme ve günah demektir. Burada bazıları diyet, bazıları keffâret, bazıları günah, bazıları da kâfirlerin serzenişi veya vicdanda acı ve sıkıntı ile tefsir etmişlerdir. İbnü Atıyye der ki; günah ve di y et sözleri zayıftır, çünkü dar-ı harp"de imanı gizli olan bir müminin öldürülmesinde günah ve diyet yoktur... Keffâret hakkında da imamların ihtilâfı vardır. Âlûsî şunları kaydetmiştir: Fusûl-i İmâdiye"de Fıkıh"a dair Te"sisü"n-Nazar"dan naklen şöyle zikr e der: Bizim ashâbımız yani Hanefiler demişlerdir ki, dâr-ı harb, şüpheler ile düşenlerin vücubunu men eder, zira bizim hükümlerimiz onların yurdunda geçmez, onların yurtlarının hükmü de bizde geçmez. Şâfiîlere göre ise dâr-ı harb "Şüphe ile düşen şeylerin" varlığına mani olmaz. Bunun açıklaması: Bir harbî dâr-ı harb"de Müslüman olsa da eman ile kendi yurtlarına girmiş olan bir müslümanı öldürse bize göre kısas da, diyet de yoktur. Şâfiîlere göre ise kısas vardır. Bunun gibi iki müslüman eman sahibi olarak dâr-ı harb"e girseler de birisi diğerini öldürse yine hüküm böyledir: bizce kısas yok, Şâfiîlerce vardır. Sonra Ebû Hanife, Ebû Yusuf ve Muhammed arasında ihtilaflı bir mesele de zikretmiş de demiştir ki, iki esirin birisi arkadaşını dâr-ı harb"te öldürse Ebû Hanife ve Ebû Yusuf"a göre ona keffâretden başka bir şey gerekmez. Çünkü esir onların elindedir, ehl-i harb"ten birisi gibi olmuştur. Fakat İmâm-ı Muhammed"e göre diyet vacip olur. Zira esire kendi nefsinin hükmü vardır. Yalnızca kendi nefsindeki hükm e itibar olunur... Kâfi"den de şu meseleyi nakleder: Bir kimse dâr-ı harp"te müslüman olmuş da bize hicret etmemiş bir müslüman da onu bilerek veya hata ile öldürmüş ve onun orada müslüman varisleri de bulunmuş olsa eğer kasten öldürmüş ise bir şey ödemeye mecbur olmaz,
hata ile öldürmüş ise keffâreti ödemesi gerekir, diyeti değil.<D> Zemahşerî şöyle der: Onları bilmeyerek öldürdüklerinde isabet edecek vebal ve zarar nedir? dersen derim ki: Diyet ve keffâretin vücubu ve dindaşlarını bilip ayırmayarak bize yaptıklarını yaptılar, diye kâfirlerin kötü sözleri, bir de biraz kusur var ise günah var, demektir. Ancak diyetin vacip olması dâr-ı İslâm"da veyahut "Eğer kendileriyle aranızda andlaşma bulunan bir toplumdan ise..." (Nisâ, 4/92) kaydıyla kayıtlı olduğ u unutulmaması gerekir.
Tefsirciler derler ki, burada icaz hazif vardır. "nın cevabı kelâmın delâletiyle hazfedilmiştir ki demektir. Yani o iman edenler olmasa idi "onlardan ellerinizi çekmezdi." Bununla beraber Zemahşerî der ki: ile bir mânâya yönelik olmak itibarıyla bir tekrar gibi olup "nın cevab, olması da caiz olur... Keşşaf"ın haşiyecisi İbnü Münir Ahmed de bunu teyid ederek şöyle der gerçi bir vücuddan dolayı çekinmeye delâlet etmek itibarıyla aralarında zıtlaşma varsa da burada ya d ahil olmuş, çekilme de olmamaya dönük olduğundan mânâ yönünden birleşmiş olurlar. Dedem merhum bu ikinci vechi uygun bulur ve buna "tatrie yani tazelemek" derdi ve çoğunlukla söz uzayıp öncesi uzaklaşarak sonunun başlangıca reddine ihtiyaç meydana geldiği zaman yapılır. Bazan aynı lafız ile bazan da onun mânâsını yerine getirecek diğer bir lafızla tazelenir. Bunun bir çok misâli geçmiştir... Bu vecih, haziften kurtulduğu için bizim de hoşumuza gider gibi ise de çokları öncekini tercih ediyorlar. Aslında şu cümlenin cevab ile bağlantısı da tercihin sebeplerinden sayılır. Allah dilediğini rahmetine eriştirmek için, bu cümle sözün gelişinden anlaşılan ve âyetin konusu olan mânâya bağlıdır ki mantık tabirine göre kaziyye-i şartıyyesi"nin istisnai mukaddi m esine illettir. Bu istisnâya mahzuf olan cevabın zıddını istisnâ eden hükmü kaldırıcı bir mukaddimedir. Mânâ şöyle demek olur: Yani "O iman eden erkek ve kadınlar... bulunmasa idi ellerinizi ondan çekmezdi fakat ellerinizi onlardan çekti, çünkü Allah d ilediğini rahmetine koyacaktır." Bu mânâya göre cevabın burada takdir edilmiş olması gerekir. Bizim bir düşüncemize göre ise burada sözün asıl konusu olan istisna edilmiş
olan tali derecedeki mukaddimenin değil de mukaddemin zıddını istisna ederek mânâda hüküm koyucu mukaddimeye yönelik bir hükmü kaldırıcı mukaddime olmak üzere takdir etmek "nın konulmasına daha uygun olacaktır. Çünkü geçtiği üzere "nın konulması dahil olduğu şeyin varlığından dolayı cevabının çekinmesini ifade etmektir. Buna göre mânâ şu olur: Eğer o iman edenler... mevcut olmasa idi.. fakat mevcut oldular, çünkü Allah dilediğine rahmetine koyacağı için onların imanlarını dilemiş idi. Dolayısıyla o yüzden size bir vebal gelmesin diye ellerinizi onlardan çekti. Kadı Beydâvî"nin burada " Y ani bunlar, Allah"ın dilediği kimseyi rahmetine sokması için oldu." diye tefsir etmesi bu mânâyı andırır. Bu mânâya göre cevap, sonraya bırakılmış olacaktır. Şu da bir tekrarlama değil, daha çok bir açıklamadır: "Çekilebilselerdi" cemi" müzekker zamir l eri, erkek ve kadının birarada olması halinde ikisini de kapsadığından burada da mümin erkek ve mümin kadınların hepsi kastedilmiştir. Bununla beraber, müminler ve kâfirlerin hepsine hitap olması ihtimali de söylenmiştir. Tezeyyül, fark ve temyiz yani ayrılıp seçilmek demektir. Yani o mümin erkeklerle mümin kadınlar, kâfirlerin içinden ayrılıp da çekilebilseler, çiğnenmeksizin oradan ayrılıp sizden tarafa geçebilselerdi, yahut kâfirlerle müminler fark edilebilselerdi onlardan yani Mekke halkı içinden kü f redenleri elbette acı bir azab ile azablandırırdık; ya öldürülürlerdi ya da esir edilirlerdi.
26- O vakit ki o küfredenler kalplerinde o taassubu kaynatmıştı. Burada in yukarıdaki ya veya mukadder kelimesine taalluku dahi uygun bulunmuş ise de görünen ve yakın olan ya müteallik olmasıdır.
HAMİYYET, namus gayretiyle kızmak, bir şeyden arlanarak vazgeçmek, demektir. Ragıb der ki: Öfke kuvveti kabarıp çoğaldığı zaman hamiyyet denilir. "Filana karşı hamiyyete geldim." kızdım demek, ona öfkelendim demektir... O cahiliyye hamiyyeti, cahiliyye milletinin hamiyyeti veya cahiliyyet hamiyyeti yani cahillik hamiyyeti veya cahilane hamiyyet ki, yerinde olmayan mânâsız hamiyyet yahut hakkı kabule mani olan hamiyyet. Nitekim yazılmasını i stememişler. "Allah"ım senin adınla." yazılsın demişlerdir. "Resulullah denilmesini kabul etmemişler, Kâbe"nin ziyaretini bu sene için durdurup gelecek seneye bırakmak istemişlerdi de ona karşı Allah, gerek Resulünün üzerine ve gerekse müminlerin ü zerine sekînetini indirdi. Sûrenin başında açıklandığı üzere hak inancı ile kalplerdeki heyecanı sükûnete erdirip
hilim ve vakar verdi. Rivayet olunur ki, Kureyş, Süheyl b. Amr el-Kureyşi"yi ve Huveytıb b. Abdiluzza"yı ve Mükriz b. Hafsı Ahyef"i, gelecek yıl Mekke Kureyş tarafından üç gün boşaltılmak üzere bu senelik geri dönmesini Resulullah"a bildirmek için göndermişlerdi. Resulullah da kabul etti, aralarında bir andlaşma metni yazdılar. Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Hazret-i Ali (r.a.)"ye yaz, buyurdu Sühey l e ve arkadaşları biz onu tanımıyoruz yaz dediler. Sonra yaz: "Bu, Resulullah"ın Mekke"lilere yaptığı andlaşma şartlarıdır." buyurdu buna da: Biz senin Allah"ın elçisi olduğunu bilsek seni Beytullah"tan men etmez, harbe kalkışmazdık fakat "Bu, Muh a mmed b. Abdullah"ın yaptığı andlaşmadır." yaz dediler, Peygamber Efendimiz: Ben şehadet ederim ki, ben Allah"ın elçisiyim ve ben Muhammed b. Abdulah"ım, yaz arzularını buyurdu. Müslümanlar bundan üzüntü duydular, onların tekliflerini kabul etmek istemedi l er, herifleri tutuvermeyi kurdular, derken yüce Allah üzerlerine sekînetine indirdi de hilm ve vakar ile yumuşadılar, yatıştılar... İbnü Cerîr"in zikrettiğine göre; Resulullah tavaf etmek için Kâbe"nin boşaltılması şartını teklif etmişti, Süheyl, sıkışmış l ar diye Arab"a söz ettirmeyiz, bu sene olmaz fakat gelecek sene dedi, yazıldı; sonra Süheyl şu şartı teklif etti: Bizden sana bir adam gelirse senin dininde dahi olsa bize geri gönderirsin, dedi. Müslümanlar: Sübhanallah, müslüman olarak gelen bir adam m ü şriklere nasıl geri gönderilir? dediler. Bunun görüşülmesi sırasında Süheyl"in oğlu Ebû Cendel kendisine vurulmuş olan ayak zincirleriyle sekerek Mekke"nin altından çıkmış, kendisini müslümanların arasına atmıştı, babası Süheyl, Ya Muhammed! ilk önce ben bunun bize geri verilmesini isterim, dedi. Resulullah, gel bunu benim için kurtar, buyurdu. Senin için kurtarmam, dedi. Etme yap! buyurdu. Yapmam dedi, arkadaşı Mükriz yanında idi, biz senin için müsaade ederiz dediler, Ebû Cendel de öteden, ey müslümanla r! Ben size müslüman olarak gelmişken müşriklere geri mi iade edileceğim? Görmüyor musunuz ne haldeyim? dedi, Allah yolunda çok azab çektirilmişti, bu noktada Hz. Ömer dayanamamış, Hz. Peygamber"e gelmiş, demişti ki: Biz hak üzere değil miyiz? Resulullah, e vet buyurdu, o halde niçin dinimizde bu zillete söz veriyoruz? dedi. Ben Allah"ın Resulüyüm, O"na asî olmam, O benim yardımcımdır buyurdu. Ya sen bize Beytullah"a varacağız, onu tavaf edeceğiz demiyor muydun? dedi. Evet ama, bu sene varacağız dedim mi san a? buyurdu. Hayır dedi. Öyleyse yine varacaksın, tavaf edeceksin, buyurdu.
Sonra Ebû Bekir"e varıp: Bu gerçekten Allah"ın Peygamberi değil mi? dedi,
Ebû Bekir evet dedi. Biz hak üzere değil miyiz? dedi, Hakk üzereyiz dedi, o halde dinimizde bu zillete niçin söz veriyoruz? dedi. Ebu Bekir demişti ki: Be hey adam, o Allah"ın Resulüdür, Rabbine isyan etmez, sen ölünceye kadar onun eteğine iyi yapış, vallahi o şüphesiz hak üzerindedir. Ya bize Beytullah"a varacağımızı ve tavaf edeceğimizi söylemiyor muydu? dedi. Evet ama sana bu sene varacaksın dedi mi? Hayır dedi. O halde varacaksın ve tavaf edeceksindir, dedi. Hz. Ömer bunu kendisi nakletmiş ve Peygamber"e karşı müslüman oluşundan beri bir kere olmak üzere yaptığı bu kusurdan dolayı da daha sonra keffaret olmak üzere bir çok ameller yapmıştır ki, onları Hadis ve Siyer kitapları anlatırlar. Muhammed Sûresi"nin 35. âyetinde "Gevşeklik etmeyin ve daha üstün olduğunuz halde barışa çağırmayın." buyurulmuş olduğundan dolayı, müslümanların ve Hz. Ömer"in bu hey e canları, zâhire göre bir vazife demektir. Rıdvan Bey"ati de böyle bir heyecanla yapılmıştır. Fakat Allah Teâlâ bu barışı yaptırmakla bir çok erkek ve kadın müminleri kurtaracak ve bunu apaçık bir fethin başlangıcı yapacaktır. Bunun için o kâfirlerin hamiy y eti, cahiliyye dürtüsü ile İslâm"a karşı gösterdikleri inada karşı Yüce Allah, hem Resulünün hem müminlerin üerine sekînetini indirerek bu heyecanları yatıştırdı, görülüyor ki burada hamiyyet, halkın fiili gösterilmiş; sekînet, Allah"a ait kılınmıştır. Bu n unla o cahilane hamiyyetin, yapılmış kötü bir fiil, buna karşı sekînetin ise ilâhî ve kutsî bir ihsan olduğu anlatılmıştır. Bir de "Peygamberinin üzerine ve müminlerin üzerine kendi sekinetini." (Fetih, 48/26) buyurulmuş "Resulünün ve müminlerin üzerin e" denilmekle yetinilmemiştir. Bunda da sekinetin her birine layık bir şekilde indirilmiş olduğuna bir işaret vardır. Bu şekilde Allah Teâlâ sekinetini hem Resülünün üzerine hem de müminlerin üzerine indirdi ve onları takva sözü üzerinde durdurdu, beni msetti.
TAKVÂ, Allah"ın korumasına girmek, emrini tutup azabından korunmaktır. "Kelime-i takvâ" tamlaması, ihtisas veya ednâ mülâbese veya beyâniyye olabilir: Birincisi, sebebin müsebbebine izâfeti şeklinden olarak: Takva için şart olan, gerekli olan kelime, korunmak için zarurî olan kelime; İkincisi, takva ehlinin kelimesi, konunanların alameti olan kelime. Üçüncüsü, takva kelimesi, takvanın aslı demek olur. Bir çokları takva sözünden maksat, kelime-i tevhid ve kelime-i
şehadet olduğunu<D> söylemişlerdir. Zira bütün takvanın baş ve esas şartı odur. O"nun için Muhammed Sûresi"ndeki "Bil ki, Allah"tan başka ilâh yoktur! (Ey muhammed!) Hem kendinin, hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahının bağışlamasını dile!" (Muhammed, 47/119) buyurulmuş idi. Tirmizî ve Abdullah b. Ahmed ve Dârekutni ve diğerleri Übeyy b. Kaab"dan merfu olarak rivayet etmişlerdir ki, takva kelimesi "dır. İbnü Merdüye dahi Ebû Hüreyre"den ve Seleme b. Ekvâ"dan öyle rivayet etmiştir. Ebû Hüreyre"den bir rivayette berabe r dir. Ahmed ve İbnü Hıbbân ve Hâkim de Humrân"dan rivayet etmişlerdir ki: Osman b. Affan (r.a.); Resulullah (s.a.v.)"den işittim, buyuruyordu: "Ben bir kelime bilirim ki onu kalbinden inanarak söyleyen kul, ateşe haram olur." dedi. Bunun üzerine Ömer b. Ha t tab (r.a.) da dedi ki: Ben size söyleyeyim nedir o? O ihlas kelimesidir ki Allah Teâlâ onu Muhammed"e ve ashâbına gerekli kıldı ve o takva kelimesidir ki Peygamber (s.a.v.) amcası Ebû Talib"e vefatı esnasında telkin etmişti: Ebû Hayyan"ın nakline göre H z. Ali"den ve İbnü Ömer ve İbnü Abbas"tan rivayet olunmuştur. Hz. Ali"den ve İbnü Ömer"den diye, Misvet b. Mahreme"den diye, Atâ b. Ebî Rebâh"tan ve Mücâhid"den diye rivayet de olunmuştur. Hasan-ı Basrî"den nakledildiğine göre bazıları da sebat ve a hde vefa demişlerdir yani barış andlaşmasında sebat ile andlaşma hükümlerini yerine getirmeyi kabullenmişlerdir. Buna göre takva kelimesi barış akdi, diğer bir tabirle barış andlaşması demek olur. Çünkü bununla erkek ve kadın müminler korunacak, ilerisi i ç in hazırlanacaktı. Bunu da önceki mânâda bulmak mümkün ise de bu mânâ, âyetin ifade şekline daha yakındır. Nitekim şöyle buyuruluyor: Ve onlar buna pek lâyık ve ehil kimselerdi. O müminler ilm-i ilâhîde o kelimeye daha lâyıktılar ve hem de ehildiler, ö yle bir kelimeyle korunmak, diğerlerinden daha çok onların hakları idi, hem de onu korumaya ve ona uymaya ehil olan, müşrikler değil, onlar idi, çünkü Allah onlardan razı olmuştu, o cahiliyyet taassubu sahibi
müşrikler, korunmaya lâyık olmadıkları gibi, onu koruma ve devam ettirme ehliyetine de sahip değildiler. Nitekim öyle oldu; müminler korundu ve güzel âkıbet onların oldu. Burada zamirlerini yukarıda sözü edilen Mekke"ye gönderenler de olmuştur. Yani müminler o Mekke"ye müşriklerden daha layık ve eh i l oldukları halde, Allah o hikmete uygun olarak böyle, takvaya sarılmayı emir buyurup harb ettirmedi. Ve Allah herşeyi bilendir. Gerçekte bu barış müslümanlar için apaçık bir fethin başlangıcı olmuş ve çok geçmeden müslümanlar öyle çoğalmıştır ki bu sefer Hudeybiye"ye yalnız bin beş yüz kişi ile gelebilen müslümanlar, iki sene sonra onbin kişilik desteklenmiş bir ordu ile Mekke"nin fethine gitmişlerdir.
|