Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Foren Archiv


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #161  
Alt 26.04.2005, 17:11
Benutzerbild von oemer74
oemer74 oemer74 ist offline
Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 32
Standard Es entspricht nunmal den Tatsachen,

daß es in damals nicht mehr als 950.000 Armenier im Osmanischen Reich gegeben hat.
Warum die Armenier behaupten, daß mehr als 1,5 mio. Armenier getötet wurden, ist bis heute nicht geklärt worden.

Bis es zu den Aufständen durch einige Armenier kam, lebten alle Armenier in Frieden mit dem übrigen Volk. Man konnte sie äußerlich (durch die Kleidung z.B.) nicht von den anderen unterscheiden. Sie waren integriert. Keiner hat sie diskreminiert oder gar verfolgt. Bis dann eines Tages durch das Mitwirken von Dritten, eine Forderung nach einem eigenen Land aufkam. Den im Osmanischen Reich lebenden Armenier war dieser Wunsch bis dahin völlig fremd. Einige Armenier wurden dazu aufgehetzt, die "Unterdrücker" (Osmanen) zu bekämpfen und Ostanatolien zu beanspruchen.
Als die dann merkten, daß die Osmanen mit allen Mitteln diese Aufstände niedermachten, wurde die tatsächlichen Opfer auf seiten der Armenier so hoch gepuscht, daß die Armenier dann selbst daran glaubten, daß ein Völkermord
stattgefunden haben müsste. Was natürlich völliger Blödsinn ist. Im ganzen Osmanischen Reich lebten damals nicht mehr als 1 mio. Armenier. Natürlich kann niemand den Osmanen vorwerfen, das eigene Volk und die eigene Souveränität beschützen zu wollen.

Das auch viele unschuldige Armenier bei den Deportationen ums Leben kamen ist traurig aber daran sind die Armenier selber schuld.

Die haben wahrscheinlich nicht damit gerechnet, daß die Osmanen so große Aktionen starten und großflächige Umsiedlungen veranlassen.

Auch ist mir nicht ganz klar, warum fast alle Staaten derartig darum bemüht sind, den Türken einen Genozid anzuhängen.
Ich dachte immer, daß die westl. Mächte nur aufgrund Tatsachen und handfesten Beweisen Urteile fällen und dann Forderungen stellen.

Warum geht niemand auf die wirklichen Genozide der Vergangenheit und auch Gegenwart ein?

Was ist mit den ca. 30 mio. Menschen, die unter Lenin und Stalin umgekommen sind?

Was ist mit den Tschetschenen? Russland begeht auch an den Tschetschenen einen Völkermord.

Was ist mit Bosnien? Im Jugoslawien - Krieg wurden hunderttausende Muslime in Bosnien durch die Serben massakriert und auch im Kosovo.

Warum spricht da niemand über Genozid?

Ich denke, daß die Türkei mit einer weissen Weste aus dieser Sache rauskommen wird. Was aber werden die Armenier machen, wenn man nachweisen kann, daß es kein Genozid war und alles nur Verleumdungen der Armenischen Propaganda-Maschinerie war?

Darüber sollten sich die Armenier mal Gedanken machen.
  #162  
Alt 26.04.2005, 19:34
Benutzerbild von goekhan84
goekhan84 goekhan84 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Osmanisches Reich

Der Amerikanische Aussenminister hat sich in einem Zeitungsbericht (Thema war gewalt im nahen Osten)so geäußert:
Zittat Colin Powell: Um den Nahen Osten sicher zu machen muss das Osmanische Reich wieder aufgebaut weden!Zittat ende
Was ich damit sagen will ist das das Osmanische Reich das Tausend Jahre die Welt regiert hat nicht nur schlechtes gemacht hat sondern wohlstand in die region gebracht und unsere Kultur verbreitet hat!
Zu den Armeniern muß ich sagen das die Meinungen in dieser sache in verschiedene Richtungen geht...die einen sagen es war Völkermord...
WAR ES NICHT!
Die Armenier haben sich die Griechen,Albaner,Bulgaren usw als Vorbild genommen und wollten die Geschwächte Situation(Kranke mann vom Bosporus)des Osmanischen Reisches ausnutzen und dort ein eigenes land gründen!Dieser Versuch wurde nunmal Blutig nieder geschlagen...die überlebenden + frauen und kinder wurden aus der Türkei Verbant
  #163  
Alt 26.04.2005, 22:55
chiquitta
 
Beiträge: n/a
Standard ARARAT jetzt auf 3SAT..... o.T.

ohne Text
  #164  
Alt 27.04.2005, 00:28
Benutzerbild von turgayatacan
turgayatacan turgayatacan ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Türkiyeyi ilerletmezler

bunlar hepsi bati ülkelerin oyunu Ermeni soykirimi olmasaydi yine Türkiyenin karsisinda PKK Jokeri var Türkiyeyi durdurmak icin veya karistirmak icin, Türkiyenin kalkinmasini veya bir güc haline gelmesinden bütün Dünya korkuyor hatta titriyor diyebiliriz. Türkiyenin güclenmesi Osmanli Devletinin konumuna giren bir Türkiyeden bütün imkanlarla karsi koyacaklardir oyüzden bilincli olmamiz lazim. Bizim Battal Gazi, Kara Murat filimleri zamaninda bosa cevrilmedi Ermeniler kendileri pis bir millet bunu herkez biliyordur. Bizler müslüman olarak görmemiz lazim kendimizi, Irk önemli olmamamsi lazim Kürd, Türk Cecen, Arabi ile bir müslüman millet olarak kendimizi gördümü ozaman gelecek günler bizimdir. Isde Bati hiristiyan ve jahudisi Müslümanlara karsi ittifak icindeler ve istedikler gibi bizleri oynatiyorlar korkutuyorlar. Elbette fransiz ingiliz ermenileri tutacak baska sey zaten beklenmez.

saglicakla
  #165  
Alt 27.04.2005, 03:12
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard H-E-R-V-O-R-R-A-G-E-N-D !

Du hast es erfaßt !!!!!

SPITZE!



Aber geb´Dir bitte keine Mühen.
Hier versteht´s kaum jemand.
Das sind sehr sehr gute Beiträge mit einem absolut(!) korrekten Inhalt.
Das Wissen haben nur sehr sehr wenige !

Diese Wochen erscheint ein Buch von meinem Bruder. Ich kann es Dir nur empfehlen...Es ist einen Verzehr mehr als wert.
Aufklärungsexemplar über die Manipulationen bez. dieses Themas.

Lieben Gruß,

Damia
  #166  
Alt 27.04.2005, 10:54
Benutzerbild von akshalil
akshalil akshalil ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Herr Delahoyaa;

ich weiss dass es als Türke unangenehm ist mit solchen Vorwürfen konfrontiert zu werden..und vorallem ist nicht fair zur Zeit hinsichtlich der EU..
Inwiweit kennst du aber deine Geschichte selbst..Bevor du übliche hartnäckige Abwehrmechanismen der Türken hinsichtlich des Völkermordvorvurfs heranziehst,müsstest du deine Geschichte genauer studieren..

Also zb; wusstest du dass das Problem damals in einem offenen und der realität entschprechenden Komplex diskutiert und ,zB. von Atatürk fast an der grenze der Völkermord und Massaker genannt wurde und erst später dieses problem tabusiert wird..

Geht es bei dir um die Wahrheit oder die ehre der Türkentum?
und wie definiert sich diese Ehre? und wie lange und inweiweit kann sich der Wahrheit vorbei kommen??
lies mal unten durch
  #167  
Alt 27.04.2005, 10:56
Benutzerbild von akshalil
akshalil akshalil ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard 1915 ve bazi Efsaneler hakkinda

29 Nisan"da Ayşe Hür"ün, "Ermeni Sorunu" ile ilgili, "Tarihle yüzleşmeye hazır mıyız" başlıklı yazısı yayınlandı. Yazı, Türkiye"de az rastlanan bir tarzda, tarihle hesaplaşmaktan, konuyu açık olarak tartışmak gerektiğinden söz ediyor. Sadece bu açıdan bile yazarı kutlamak gerekiyor; ama ciddi bazı "teknik" aksaklıkları var yazının. Bilgi olarak aktarılan birçok şey, resmi Türk tezi olarak bilinen ve gerçeklikle alakası olmayan bazı efsanelerden ibaret. Gerçek şu ki, Türk tezlerini kanıtlamak amacıyla oluşturulmuş kurumlar ve kişiler düzenli bir biçimde efsane ve yalan üretiyor. Konu üzerine Ayşe Hür gibi ciddi ciddi kafa yoranlar bile, bu efsaneleri doğru bilgiler olarak algılıyor ve tekrar ederek, efsanenin
"gerçek bilgi" haline gelmesine katkıda bulunuyorlar. Konuya ilişkin, efsane ve yalanlarla, gerçek bilgileri birbirlerinden ayıklamak gerekiyor. Burada bu efsanelerden sadece iki tanesine değinmek istiyorum.
1) Ayşe Hür, "Mondros Mütarekesi"ne kadarki dönemde Ermenilere zarar vermekten dolayı 1397 kişi çeşitli cezalara çarptırılmış, yarısından çoğu da idam edilmiştir" diyor. Sadece bir efsaneden ibaret olan bu bilgi, bildiğim kadarıyla ilk defa Kamuran Gürün"ün "Ermeni Dosyası" (s. 288) adlı kitabında yer aldı. Sonra, ciddi bir bilgi olarak tekrar edildi durdu. Kimsenin aklına sormak gelmedi. Kimdir bu yargılandığı söylenen 1397 kişi ve idam edilenler? Gürün, tek bir isim ve belge vermez ama kaynakça olarak, Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi dosyalarını gösterir. Bu dosyalar uzun yıllar araştırmacılara verilmedi. Sadece, Gürün, S. Shaw gibi "efsane üretme" görevlileri okuyabildi bu dosyaları. Dosyalar hizmete sunulduğunda ise, ya okumak isteyenler arşivden kovuldu (Hilma Kaiser, Ara Sarafyan) ya da "bakımda", "konunuzla ilgili değil" denerek belge verilmesi reddedildi. Şimdilerde bu dosyalar, bazı zorluklar çıkarılsa da, araştırmacının hizmetinde.
Dosyalarda var olan bilgiler ise, Gürün"ün iddia ettiklerinin tam aksine. Ortada, Ermenilere kötü muamele ettiği için yargılanan, idam edilen insanlara ilişkin belge yok. Haklarında dava açılanlar ise, Ermenilere kötülük yapanlar değil, Ermeni mallarını zimmete geçirenler. İttihatçılar, malları yağmalayan bazı devlet memurları hakkında soruşturma açıyor. Çünkü, bu malların, belli amaçlar için kullanılması planlanmıştır.

İttihatçıların programı
Belgelerden İttihatçıların, Ermeni mallarını şu amaçlar için kullandıklarını anlıyoruz: 1) Savaşı finanse etmek (bazı binaların askeriyeye tahsis edilmesi, ürünlerin askerlerin ihtiyaçlarına ayrılması vb); 2) Türk burjuva sınıfı yaratmak, (iş yerlerinin ya karşılıksız ya da çok düşük fiyatlarla yerel eşrafa satılması vb.); 3) Müslüman muhacirleri yerleştirmek, (evlerin bu amaçla kamulaştırılması ve muhacirlere tahsis edilmesi vb.); 4) Devletin, Ermenilerin sürülmesi sırasındaki masraflarını karşılamak (malların satımından elde edilen gelirlerin, vali ve kaymakamlara gönderilmesi vb.). Dosyalarda bu konuda onlarca belge var ama Ermenilere kötü muameleden dolayı yargılanan hele hele idam edilenlere ilişkin tek bir belge yok. Belgeler bize İttihatçıların, Ermeni mallarını son derece planlı, belli amaçlar için kullandığını, bunun içinde yağma yapan memurlara karşı soruşturmalar yürüttüğünü gösteriyor.
Bu yargılamalara ek olarak söylenen ikinci bir efsane daha vardır. Buna göre göç ettirilen Ermenilere, mallarının karşılığı, yerleştikleri yerlerde ödenmiştir. Ermenilerin geride bıraktıkları mallar hakkında çeşitli tarihlerde değişik kararlar alındı. Bunlardan en önemlileri, 10 Haziran 1915 tarihli genelge ve Eylül ayında çıkarılan geçici kanundur. Buna göre, Ermenilerin malları satılacak ve karşılığı, yerleştikleri yörelerde onlara verilecektir ama Osmanlı arşivlerinde buna ilişkin de tek bir belge bile yok. Ne Ermenilere kötülük yapanların yargılandığı ve idam edildikleri ne de Ermenilerin el konulan mallarının karşılıklarının kendilerine ödendiği bilgisi doğrudur. Bunlar, bilinçli bir yalan makinesinin kafa karıştırma eyleminden başka bir şey değildir.
2) Ayşe Hür yazısında, bazı Batı illerinde yaşayan Protestan ve Katoliklerin sürülmediğini söylüyor. Aslında konuya ilişkin iki ayrı efsane var. Birincisi, Batı illerinden Ermeni sürülmediği, ikincisi Katolik ve Protestanların sürgün dışı tutulduğu. Bırakın yabacı kaynakları,
devlet arşivlerinin konuya ilişkin 1995 yılında yayınladığı kitap bile bu iki efsaneyi çürütmeye yetiyor. Kitapta, "Adana, Ankara, Aydın, Bolu, Bitlis, Bursa, Canik, Çanakkale, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, Erzurum, İzmit, Kastamonu, Kayseri, Karahisar, Konya, Kütahya, Mamuretülaziz (Elazığ), Maraş, Niğde, Samsun, Sivas, Trabzon ve Van, şehirlerinden... Ermeniler sevkedilerek iskân edilmişlerdir", (s. 9) denir. Aslında bu bilgiler bile eksik ama bu dahi sürgünün tüm Anadolu sathından yapıldığını gösterir. Özellikle İzmir ve İstanbul"dan hiç sürgün olmadığı da bu efsanelerin başında gelir. Oysa, Dahiliye Nezareti kayıtlarına göre, İstanbul ve İzmir"den de sürgünler yapıldı. Bu konuda var olan belgeleri inşallah bir gün yayınlarlar.


Talat Paşa"nın telgrafı
Katolik ve Protestanların sürülmediği efsanesine gelince; bu sürgünlerin engellenmesi doğrultusunda bölgelere bazı telgrafların yollandığı doğrudur ama yollanan ilk telgraf 4 Ağustos 1915 tarihli. Yani sürgünün üçüncü ayına denk düşer. İlk belge Katolik Ermenilerle ilgili olup Talat Paşa tarafından yollanmıştır. Telde, "Kalmış olan Ermeni Katoliklerinin sevk ve ihraclarından sarfı nazar edilmesi" denir. Benzeri bir tel 15 Ağustos tarihinde Protestan Ermenilere ilişkin olarak yollanır ve "Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerden sevk olunmayanların sevkinden sarfı nazar olunması" bildirilir, (s. 72, 77-8) Her iki telgraftan da anlaşılacağı gibi bu tarihe kadar Katolik ve Protestanlar zaten sürülmüş bulunuyorlardı.
Nitekim, 18 Eylül 1915 tarihinde Kayseri, Eskişehir, Diyarbakır ve Niğde"den gönderilen telgraflarda, mutasarrıf ve valiler kendi bölgelerindeki tüm Ermenilerin sürüldüğünü, sevk edilecek Ermeni kalmadığını bildirirler, (s. 94-7).
Talat Paşa"nın bu telgrafları, "iş olsun" diye yolladığını, daha sonra bölgelere görevlileri yollayarak, "bu telgrafları ciddiye almayın" haberini ilettiğini birçok kaynaktan biliyoruz. Ama bu belgeler bile tek başına, Katolik ve Protestanların sürülmediğinin bir efsane olduğunu göstermeye yeter.
Uluslararası kamuoyunda Ermeni Soykırımı olarak bilinen; bizde hâlâ "Ermeni Sorunu" olarak adlandırılan, tarihin bu hazin sayfasının, sadece Nisan aylarında konuşulan bir konu olmaktan çıkması, efsanelerden arındırılmış ciddi tartışmaların yaygınlaşması ümidiyle. Çünkü geçmişi ile yüzleşmeyen yarınını kuramaz.
  #168  
Alt 27.04.2005, 11:02
Benutzerbild von akshalil
akshalil akshalil ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Mustafa Kemalin ermeni sorununa bakisi

1915 efsaneler ve gerçekler

Mustafa Kemal"in konuya ilişkin yaklaşımı hatırlanmalı.

1915"te yaşananların bir toplu öldürme olayı olduğu, başta Mustafa Kemal olmak üzere, dönemin aktörleri açısından tartışılan bir konu bile değildi. Ana tartışma "Türklerin" nasıl "cezalandırılması" gerektiği üzerineydi




1915 olayları etrafındaki tartışmalarda, "Türk tezinin" üzerinde en çok durduğu konuların başında, Ermeni çevrelerin, ölen insan sayısını abarttıkları iddiası gelir. Gerçekten kaç insan öldü veya öldürüldü? Artık Bosna"da, yedi bin kişinin ölümünden sorumlu generallerin soykırım suçuyla yargılandığı bir dünya için çok garip bir tartışma bu. Üstelik bu tartışmayı yapanlar, 1948 Birleşmiş Milletler soykırım tanımının, öldürme ilkesini soykırımı için şart saymadığı basit gerçeğinden bile habersiz görünüyorlar. Bu nedenle, ölü sayısının, 1 veya 1,5 milyon değil de, 50 binden başlayıp 600 bine kadar çıkan değişik rakamlar olduğunun ileri sürülmesinin hiçbir önemi yok ve bu nedenle ciddiye alınmıyor. Sadece suçluluk telaşının bir ifadesi olarak okunuyor ve yorumlanıyor. Bu, bizimkilerin görmediği, görmek istemediği bir gerçek.
Bilmemiz gereken şey, başta A. Toynbee"nin, sürgünler ve ölümlerin devam ettiği 1916 yılında verdiği 600 bin rakamı olmak üzere, ölen veya hayatta kalan Ermeniler konusunda verilen tüm rakamların tahmini olduğu. Bu konuda bir tek resmi istatistik, savaş sonrası Osmanlı Hükümeti tarafından verildi. İttihat ve Terakki Partisi iktidardan düştükten sonra, yeni kurulan kabinenin ilk işlerinden birisi bu konuyu araştırmak oldu. Aralık 1918 tarihinde Dahiliye Nazırı Mustafa Arif (Deymer)in girişimiyle bir komisyon oluşturuldu. Komisyon üç ay civarında bir çalışma yaptı ve sonuçlar, 14 Mart 1919 tarihinde, dönemin Dahiliye Nazırı Cemal Bey tarafından açıklandı. Osmanlı devlet kayıtlarına göre, 1914-18 döneminde ölen Ermeni sayısı 800 bin"dir. (Vakit, Alemdar, İkdam, 15 Mart 1919) Tehcir ve öldürmeler sonucu 800 bin Ermeni"nin hayatını kaybetmiş olduğu, tüm bir dönem boyunca herkes tarafından bilinen ve tekrarlanan bir olgu. Bu rakamı kullanan kişilerin başında Mustafa Kemal gelir. Mustafa Kemal, Amerikalı General Harbord ile görüşürken, 800 bin Ermeni"nin öldürülmüş olduğunu söyler. (Rauf Orbay"ın Hatıraları, Yakın Tarihimiz, Cilt 3, s.179)

Türkler nasıl cezalandırılmalı?
Bu konuda ikinci bir kaynak, 1928 yılında Genelkurmay Başkanlığı"nca, l. Dünya Savaşı"ndaki kayıplar üzerine yayınlanan kitap. Yarbay Nihat tarafından yayınlanan kitap Fransızca bir eserin tercümesi ve Türkiye"yi ilgilendiren rakamlar, değiştirilerek ve düzeltilerek veriliyor. Genelkurmay"ın verdiği sayılara göre, l. Dünya Savaşı sırasında, "800 bin Ermeni ve 200 bin Rum katl ve tehcir yüzünden veya amele tabularında ölmüştür" denir. Bu bilgileri aktaran Y.H. Bayur, bu sayıların "bizim resmi kaynaklara göre de doğru" sayılması gerektiğini söyler. (Y.H. Bayur, Türk İnkılap Tarihi, Cilt III, Kısım IV, s. 787)
Şaşırtıcı gelebilir ama 1915"te yaşananın kitlesel bir kıyım olduğu gerçeği, o dönemi yaşayan herkes tarafından kabul ediliyordu ve bu asla bir tartışma konusu değildi. Elbette jenosit (soykırım) kelimesi (ll. Dünya Savaşı sonrasına ait bir terim olduğu için) o günlerde kullanılmıyordu. 1915 yılında yaşananları anlatmak için, "katliam, taktil, teb"id, kıtal" gibi kelimeler kullanılırdı. Mustafa Kemal"in Ermenilere yapılanları "alçaklık", "vahşet" olarak tanımladığı, "katliam" olarak adlandırdığı onlarca konuşması vardır. Eylül 1919"da Sivas"ta M. Kemal"i ziyaret eden Amerikan Generali Harbord, "Ermeni kıtalını o da takbih ediyordu" der. M. Kemal"e göre, "Ermenilerin katledilip sürülmeleri hükümeti ele geçiren küçük bir komitenin eseri"ydi. (Rauf Orbay"ın yukardaki eseri) Yine aynı tarihlerde, ABD Radyo Gazetesi"ne verdiği mülakatta "Hiçbir yayılma planımız yoktur... Ermenilere karşı yeni bir Türk vahşetinin olmayacağının garantisini veririz" der. (Bilal Şimşir, British Documents on Atatürk, Cilt I, s.171, Ankara 1973) Kazım Karabekir"e
6 Mayıs 1920"de çektiği telde, Karabekir"in, yeniden bir "Ermeni kıtalı" anlamına gelecek her türlü girişimden uzak durmasını ister. (K. Karabekir,
İstiklal Harbimiz, s. 707) 24 Nisan"da Meclis"te yaptığı konuşmada, 1915"te Ermenilere yapılanları, "fazahat" (alçaklık) olarak tanımlar. (Atatürk"ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlarındaki Konuşmaları, Cilt I, s.59), vb, vb...
Bırakın Ermenilere yönelik yapılanların bir katilam olduğunun tartışma konusu olmamasını, suçluların cezalandırılması gerektiği de açık olarak savunuluyordu. 1919 Eylül"ünde, İstanbul"daki Ali Rıza Paşa Kabinesi ile M. Kemal arasında bir dizi yazışma yapılır. İstanbul adına yazışmayı yürüten Harbiye Nazırı Cemal, M. Kemal"in (Heyeti Temsiliye"nin) "Harp esnasında yapılan her nevi cinayet faillerinin cezayi kanuniyeden kurtulamayacakları" yolunda bir açıklama yapmasını ister. Cevabi yazıda M. Kemal, "Harp esnasındaki suiidarelerin meydana çıkarılıp tecziyesi, vatanımızda mes"uliyetin büyük ve küçüklere seyyan olduğunu, kanun devrinin tamamen bitarafane ve kemali adlü hakkaniyetle başladığını idrak etmek ehassi amalimizdir", der. Üstelik bu cezalandırmanın, "birçok münakaşalara sebep olacak olan kağıt üzerinde reklam tarzında neşriyattan ziyade bilfiil tatbikatile yârü ağyare izharını daha muvafık ve faideli" gördüğünü ekler. Yani M. Kemal"in beklediği cezalandırmaların kağıt üzerinde reklam amaçlı değil, somut uygulama biçiminde olmasıdır. (Nutuk, Cilt III, Vesikalar, Vesika 141-2, s. 164-6)
Kırım suçlularının yargılanması, 1919 Ekim ayında yapılan Amasya Görüşmeleri"nde ele alınır. Görüşmelerde üçü açık ve imzalı, ikisi gizli ve imzasız beş protokol karara bağlanır. 21 Ekim 1919 tarihli birinci protokolde, suçluların cezalandırılması iki ayrı madde de ele alınır: "1- İttihatçılığın, İttihat ve Terakki fikrinin memlekette tekrar uyanması, hatta bazı alâiminin meşhut olması siyaseten muzırdır. 4- Tehcir dolayısıyla irtikabı cürmedenlerin kanunen mücazatı adlen ve siyaseten elzemdir". Üçüncü protokol yapılacak seçimlere ilişkindir ve Ermeni kırımı nedeniyle aranan İttihatçıların seçimlere katılmasının engellenmesi gerektiği konusunda anlaşma sağlanır. Bunun için Anadolu hareketi seçimlere
müdahale hakkını kendisinde saklı tutar ve "İçtima edecek heyeti meb"usan meyanında şahsiyetleri İttihatçılığı mesavisile alâkadar ve tehcir ve taktil mesailile ve menafii hakikiyei millet ve memlekete münafi sair mesavi ile lekedar olan kimselerin bulunması caiz olmadığından bu cihete mâni olmak için mümkün olan esbaba tevessül edilebilir" denir. (Nutuk, Cilt III, Vesika 159-160, s. 193-4)
Örnekleri sayfalarca aktarmak mümkün. Anlatmak istediğim şu: 1915"te yaşananların bir toplu öldürme olayı olduğu, başta Mustafa Kemal olmak üzere, dönemin aktörleri açısından hiçbir biçimde tartışılan bir konu bile değildi. Dönemin ana tartışması, ağırlıklı olarak, Paris Barış Görüşmeleri ekseninde yapılıyordu ve Ermeni katliamı nedeniyle, "Türklerin" nasıl
"cezalandırılması" gerektiği üzerine idi. Suçluların yargılanması cezalandırmanın bir biçimi idi. Anadolu"nun taksim edilmesi ise diğer biçim. Yani Batılı güçler sömürgeci emellerini esas olarak Ermenilerin öldürülmüş olduğu gerçeğinin arkasına saklıyorlardı. M. Kemal ve arkadaşları, kırım suçlularının cezalandırılması gerektiğini kabul ediyor ama cezalandırmanın, Anadolu"nun paylaşılması biçiminde olmasına karşı çıkıyorlardı. Bugün, yalan ve efsaneler üretmekle uğraşacağımıza, Mustafa Kemal"in konuya ilişkin takındığı tutumu kalkış noktası yapsak ve tartışmaya oradan devam etsek epey mesafe katetmiş oluruz.
  #169  
Alt 27.04.2005, 11:05
Benutzerbild von akshalil
akshalil akshalil ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Arsiv meselesi

Ayşe Hür"ün "İmha edilen kaçıncı arşiv" başlıklı yazısı bana Ermeni soykırımı konusundaki imhaları hatırlattı. Belgelerin sistemli olarak imha edilmesi kültürümüzün önemli bir parçası gibi gözüküyor. Sabah gazetesi 7 Kasım 1918 tarihli haberinde, "Ermeni kıtaline aid" devlet belgelerinin "hükümetçe arandığı halde bulunamadığı"nı aktarır ve "Talat Paşa ve maiyetinin" iktidarı terk etmeden önce "Kıtal hakkında verdikleri tüm emirleri imha etmiş olmaları muhtemeldir" der. Haber doğrudur; nitekim Mayıs 1919"da, İstanbul Divan-ı Harb-i Örfi"de, İttihat ve Terakki yöneticileri hakkında açılan davanın iddianamesinde savcılık makamı Teşkilat-ı Mahsusa"ya ve İttihat ve Terakki Merkez Komitesi"ne ait evrakların "aşırılmış" olduğunu söyler. Savcı ayrıca, dönemin Emniyet Genel Müdürü Aziz Bey"in, Talat Paşa"nın istifasından önce daireden birçok dosyayı alıp beraberinde götürdüğünü ve bu dosyaların bir daha iade edilmediğini bildirir. (Takvim-i Vekayi 3540)
Nitekim, birçok anı kitabında Talat Paşa"nın, yurtdışına kaçmadan önce "evvela bir bavul evrakla, Arnavutköy kıyısında... bir yalıdaki dostuna" gittiği, "bu evrakın yalının alt katındaki ocakta yakıldığı nakledilir." (Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, Cilt 3, s. 468) İttihatçı önderlerin yargılandığı ana davanın değişik oturumlarında, Mithad Şükrü, K. Talat ve Ziya Gökalp (özellikle ikinci ve beşinci oturumlarda) verdikleri ifadelerde, Merkez Komite"ye ait evrakın Doktor Nazım tarafından alındığını söylerler. (Takvim-i Vekayi 3540, 3543, 3554) Belgeleri alıp götüren bir tek İttihatçılar değildir, Alman subaylar da birçok belgeyi "araklamışlardır". Harb döneminde, Osmanlı Genel Kurmay Başkanlığı görevinde bulunan Hans F. L. Von Seeckt, Almanya"ya dönerken, Osmanlı Harbiye Nezareti"ne ilişkin önemli bir kısım belgeyi beraberinde götürür. Sadrazam İzzet Paşa durumu protesto eder ve belgeleri geri ister. Berlin, belgeleri geri gönderme sözü verir ama hiçbir zaman yerine getirmez. (AA. Türkei 158/21, A48179, Büyükelçi"nin, 11 Kasım 1918 tarihli telgrafı)

Oku, imha et!
Sabah gazetesinin bilemediği önemli bir nokta var: Bazı belgelerin bölgelere yollanırken, aynı zamanda yakılmaları veya imha edilmelerinin emredildiği... Bugün her nasılsa Osmanlı arşivinde kalmış, 22 Haziran 1915 tarihinde Emniyet Umumu Müdürlüğü tarafından, Talat Paşa imzasıyla tüm vilayet ve mutassarıflıklara çekilen şifreli bir telgrafta, sevk edilen kafileler içinde din değiştirenlere nasıl davranılması gerektiği bildirildikten sonra şunlar söylenir: "...ve bu tebligatımızın icab edenlere hususi suretti tefhimi ile iş bu telgrafname kopyesinin telgrafhaneden ahz ettirilerek imhası." (DH ŞFR 54,100) Elimizde, bölgelere, ellerindeki belgelerin yakılması için emirler gönderildiğine dair başka bilgiler de vardır. Örneğin, yukarıda sözünü ettiğimiz iddianamede, Der Zor Mutassarıfı Ali Suat"a, okuduktan sonra telgrafı yok etmesi talimatı verildiği aktarılır. Yine, bir başka dava, Yozgat Davası"nın 3. oturumunda (10 Şubat 1919) hakim, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal"in, Mazhar soruşturma komisyonu önünde verdiği ifadeyi okur. Burada Kemal kendisine okuduktan sonra imha etmesi gereken telgrafların yollandığını söyler. (İkdam 11 Şubat 1919)
Bakanlar Kurulu hakkındaki davanın 3 Haziran 1919 tarihli oturumunda, eski Posta Bakanı Hüseyin Haşim, Harbiye Nezareti"ne ait belgelerin yakıldığını söyler. Ayrıca Çatalca"ya belgelerin yakılma emrinin gittiğini de 5. oturumda kabul eder. (Takvim-i Vekayi 3571 ve 3573) Çatalca Posta ve Telgraf Müdir Vekil-i Sabıkı Osman Nuri Efendi hakkında bu nedenle ayrı dava açılır. Dava 4 Ağustos 1919"da başlar. Suçlama, evrak yakmaktır. Sanık ifadesinde, "Verilen emir üzerine bazı evrakı yaktım. Amirlerim kendi mesuliyyetleri tahtında olarak falan seneden falan seneye kadar olan evrakı yak dediler, yaktım" der. Davanın sonucu belli değildir. (Alemdar gazetesi, 5, 6 Ağustos 1919)


Refik Halid"in anıları
Belge yakma eylemi savaşın kaybedilmesinden sonra da devam etti. 14 Ekim 1918"de Ahmet İzzet Paşa Kabinesi"ni kuran İzzet Paşa, aynı zamanda Harbiye Nazırlığı"nı da üstlenir ve Teşkilat-ı Mahsusa Müdürlüğü"ne "hemen çalışmalarını durdurması, arşivlerini yoketmesi..." talimatını verir. (Hüsamettin Ertürk"ten aktaran Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, s. 147) Ahmet Esat (bilinen adıyla Esat Uras) İngiliz görevlilere, Ermenilerin imha edilmesi konusunda bir toplantı yapıldığını ve kendisinde bu toplantının el yazması tutanağı olduğunu iddia eder ve bunu satmaya kalkar. Bunun üzerine tutuklanır ve ifadesinde, "Silah bırakışması anlaşmasından biraz önce, görevliler, geceleri arşiv bölümüne gidip, belgelerin çoğunu temizlediler" der. (FO 371/4172/31307, Heathcotee Smith"in 4.2.1919 tarihli raporu)
Refik Halid Karay, önemli bir gazeteci, önemli bir edebiyatçı olmasının ötesinde, ayrıca mütareke döneminde Posta-Telgraf Genel Müdürlüğü yaptı. Bu döneme ait anılarını "Minelbab İlelmihrab/Mütareke Devri Anıları" adıyla yayınladı. Anıları Aydede dergisinde 1948 yılında yayınlanırken, PTT"de uzun yıllar hizmette bulunmuş H. Sadık Durakan kendisine bir mektup yazar. Karay, bu mektubu kitabına koyar. Mektuptan kısa bir bölüm şöyledir: "...Mütareke devresinde bu idarede şahit olduğum bir hadiseyi zatı alinize hatırlatmayı arzu ediyorum. Malumunuz olduğu üzere, Mondros Mütarekesi"ni müteakip itilaf devletleri orduları muhtelif istikametlerden topraklarımıza girmek suretiyle yurdumuzu yer yer işgale başlamışlardı. Bu işgal sıralarında PTT merkezlerindeki muhaberata ve mevcut evraka da vaziyet edileceği düşünülerek devlet muhabere evrakının düşman eline geçmesini önlemek maksadıyla Mehmet Emin Bey tarafından bütün merkezlere, makam adına telgrafla tebligat yapılarak mevcut resmi evrakın, telgraf kopya ve asıllarının kamilen imhası lüzumu bildirilmişti." (R. H. Karay, Minelbab İlelmihrab, s. 271-2)
Bölgelere yollanan bu tellerden bazıları İngilizler tarafından ele geçirilir. Örneğin, 1919 Haziran ayında Dahiliye Nezareti"nden Antep valiliğine çekilen ve İngilizlerin eline geçen telgrafta, 1914-1918 arasına ait resmi telgrafların tümünün imha edilmesi yazılıdır. Hariciye Nezareti, İngilizlere bu eylemleri nedeniyle protesto notosu verir ve ama böyle bir emrin verilmiş olduğunu kabul eder. (FO371/4174/102 551: folios 108-111)
Belge imha etmek, sadece resmi kurumların yaptığı bir iş değildir. Bireyler de ellerindeki belgeleri imha etmek gibi bir kültüre sahiptirler. 1926"da Ankara İstiklal Mahkemesi"nde görülen İzmir Suikasti davasında sanıklardan, İstanbul İttihat ve Terakki Merkezi Umumi üyesi Kör Ali İhsan Bey, sorgusunda, elindeki tüm belgeleri yaktığını söyler. (1926 Ankara İstiklal Mahkemesi, İzmir Suikasti İddianame ve Savunmalar, teksir metin). Ellerindeki belgeleri yakanlar, ileriki yıllarda, anılarını yazdıklarında yaptıklarını anlatmaktan çekinmediler. İki örnek vermek istiyorum. Önemli bir İttihatçı lider olan Ali Münif Bey, kaymakamlık, valilik gibi çeşitli idari görevler yanı sıra son İttihat ve Terakki kabinesinde Nafia Bakanı olarak da görev yapmıştı. Ali Münif, Adana"daki tehcir olaylarına katıldığı için tutuklanmış, daha sonra Malta"ya sürülmüştü. Tutuklanmasına neden olan belge için şunları söyler: "Esasen, daha mühim evrakı zamanında imha ettiğim halde, bunu bavulun küçük cebinde unutmuşum... İmhasını unuttuğum bu vesika aleyhimde suç delili olarak kullanılıyordu." (Taha Toros, Ali Münif Bey"in Hatıraları, s. 96-7)


Yönetici kültürü
İkinci isim, Ahmet Rifat Çalıka"dır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Adalet Bakanı olarak da görev yapan Çalıka"nın anıları büyük oğlu Hurşit Çalıka tarafından yayınlanmıştı. Hurşit Bey babasının önemli bir huyundan bahseder: "Onu, aynı devri yaşamış olan Türk aydınlarının çoğundan ayıran tarafı, tanık olduğu çeşitli olayları... günü gününe not etmiş, değerlendirmiş olmasıdır. Eline geçen bazı belgeleri de, kendisinden sonra gelecek kuşakların faydalanabilmesi için saklamayı ihmal etmemiştir. ...Ne yazık ki bu not ve belgelerin çoğunu, bundan sonra gelecek anılara önsözünde anlatacağı nedenlerle, zaman zaman ortadan kaldırmak, yakmak zorunda kalmıştır." Sözü edilen neden basittir. Rifat Bey"e de İstanbul Divan-ı Harbi Örfi tarafından aranmaya başlandığı kendisine önceden haber verilir. Ayrıca, soruşturmayı yapan savcı, hakim ve tutuklamayı yapacak olan Jandarma Alay Komutanı tarafından özel korumaya alınır. Anılarında Rifat Bey şunu söylüyor: "Savcı bir gün Vilayete şifreli bir telgraf geldiğini, Kayseri"ye karma bir komisyon gelerek tehcir işini inceleyeceğini, şüpheli görülenler hakkında soruşturma ve kovuşturma yapacağını, evleri arayacağını... bana bildirdi. Okul arkadaşımla birlikte eve geldik, belge ve anılarımı yaktım... Sakladığım belgeleri de 1934 Şubatında yok etmek zorunluluğunda kaldım." (Ahmet Rifat Çalika"nın Anıları, s. 7, 15-6) Rifat Bey"i ikinci kez belge imha etmeye iten olay, Kazım Karabekir"in Erenköy"deki yalısının aranmış olmasıdır.
Görüldüğü gibi, belge imha etmek son derece önemli bir yönetici kültürüdür. Bu nedenle, birileri, belgelerin imha edilmiş olduğu rahatlığı ve güvenliği ile "Ermenilere hiçbir şey olmamıştır, tüm belgeler kayıtlı ve yerindedir" diye nutuklar atıyorlar. Ne diyeyim, belki benim kuşağın insanları, büyüklerine ait birtakım belgeleri bir yerlerde
  #170  
Alt 27.04.2005, 11:46
Benutzerbild von ulus
ulus ulus ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard SCHON BEKANNTE SPRÜCHE

Diese Sprüche kennen wir schon wie eine kapute Schallplatte die immer wieder von vorne anfängt. Und diese manupilierte Platte wird uns Ihre Herkunft immer verraten.
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu