| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
![]() |
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
![]() |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
#6151
|
||||
|
||||
![]() Kurandaki dini istiyordun yahu sen Yasar Amcani unutmusa benziyorsun Aziz nesin amcani unutmusa benziyorsun.
Kuranda kac cins Din icat ettiniz eyy gafiller. Erbakan ne diyor sifonu cek gerisi kolay. |
#6152
|
|||
|
|||
![]() mein bester Freund ist Perser.... nur leider hat zur Zeit Persien das Licht verloren... die stecken leider in einer diktatur... und was kann wirkungsvoller sein als die Leute zu belügen im Namen Gottes.....
Süleyman Ates ist ein wahrer Meister seines Faches....... er wägt auch das alte und das neue im Rahmen von Kuran ab..... das können die wenigsten... sogar der Öztürk ist etwas radikaler als er.... obwohl ich den Öztürk für den begabteren halte.... na ja er ist ja Jünger und hat noch einiges vor in seinem Leben.... |
#6153
|
|||
|
|||
![]() ne dersin, senin Foto albümünü yakmak gerek..... dimi cünkü oda bir zulümdür dimi ama.......
Warte kommt besser.... bos konusma zulmü... ne dersin???? Veya CEHALET zulmü.... soll ich weiter machen ???? |
#6154
|
|||
|
|||
![]() ama nedense sifonun icine kendisi düstü... neden Allah onu kurtarmadi dersin..... Allah Resullerini sever ama, kendi kendini Ilahlastiranlarin üzerine pislik yagdirir....
Sonuc ortada.... |
#6155
|
||||
|
||||
![]() kim kayip etti tsssss
|
#6156
|
||||
|
||||
![]() Bilindigi gibi 5 Aralik 1934 tarihi, kadinlara siyasi
haklarin verildigi iddia edilen tarihtir. Ancak kadinlara verildigi iddia edilen bu haklar, kadinlar tarafindan verilen mücadele ne-ticesinde alinan haklar olmayip, tepeden inme bir anlayisin neticesinde Mustafa Kemal tarafindan bagislanan haklardi. Dolayisiyla, Kemalistler tarafindan, Bati"nin bir çok ülkesinden önce verilmekle övünülen bu haklar, Sirin Tekeli"nin de belirttigi gibi konjonktür geregi verilen ve buna ragmen kontrollü olarak kadinlara kullandirilan -bazen de kullandirilmayan- türden haklardi. Çünkü, Kemalizm kurulusundan bu yana, tepeden inmeci, jakoben bir anlayisin tezahürü olan tek millet, tek sef, tek devlet esasina dayali, oportünist, çikarci, pragmatik despot bir anlayisi temsil eden bir sistemdi. Ve bu nedenle de muhalefete ve hatta degisik görüslere bile tahammülü olmayan bir sistem öngörmekteydi. Bu sistem, "tek kisi"nin hakim oldugu bir sistemdi. Ayrica, bu sistem ayni zamanda, bu ülke insanlarini bütünüyle sadece "tek kisi"nin belirledigi hedefe yönlendirmeyi de kendisi için asil amaç edinmisti. Yani, ülkenin bütün insanlari için bir tek hedef vardi; o da, o "tek kisi"nin belirledigi hedefti. Bu hedefin disina çikanlar ya da çikmaga yeltenenler, ülkeye ihanet suçu ile suçlanmaktan kurtulamamislardir. Bugün bile bu "tekçi" anlayis tarafindan belirlenen hedefe muhalif olan kisi ya da gruplar, ayni anlayisi temsil eden, marjinal kalmis Kemalistler tarafindan, öyle degerlendirilmiyor mu? Iste "tek kisi" tarafindan belirlenerek çerçevesi -adeta- duvarlarla örülen bu anlayis, toplumu tepeden tirnaga kadar yeniden sekillendirmek için ayni tür uygulamalara halen bugün de devam etmektedir. Kisacasi, Osmanli"nin mirasi üzerine kurulan bu yeni ülkenin, yeni yönetim seklinden, çikarilacak kanunlara, halkin giyiminden yasanti sekline hatta yeme içme seklinden, dans etme sekline kadar; bir taraftan toplumsal düsünce, diger taraftan da toplumsal yasanti sekli, bu tek"çi anlayis tarafindan sekillendirilmistir. Dolayisiyla ülkeye çesitli desiselerle hakim olan bu anlayista; Cumhuriyetin ilan edilmesine de, kadinlara siyasi haklarin verilmesine de ve hatta kimlerin hangi bölgelerde milletvekili olacagina da, tek basina karar veren hep "o" tek kisi olmustur. Ve o tek kisinin agzindan çikan bir sözle kimi insanlar ihya olmus, kimi insanlar da daragaçlarinda sallandirilmistir; ve bu tek kisinin karari ile bir gecede cumhuriyet ilanina karar verilmis, partiler kurulmus ve partiler kapatilmistir. Hatta, "tek kisi" tarafindan alinan bu gibi siyasi ka-ralarin yaninda, kisiler arasindaki iliskilere de müdahale edilerek kadinlarin dans etmeleri bile, onun emri ile olmaktaydi. Nitekim bir defasinda, "... devlet yüksek yöneticilerinin de çagrili oldugu bir baloda üniformali subaylarin dansetmediklerini gördü. Gazi, bunun nedenini sordu. Komutanlardan biri, suçun her dansa çagriyi geri çeviren kadinlarda oldugunu söyleyince Mustafa Kemal, yüksek sesle topluluga söyle seslendi: "Arkadaslar, dünyada subay üniformasi giymis bir Türk erkeginin dans önerisini geri çevirebilecek bir kadinin bulunabilecegini düsünemiyorum. Simdi emrediyorum! Hemen salona dagilin! Ileri Mars! Dans edin!" emri üzerine, herkesin dans etmeye kalkismasi da, bu "tek kisi"nin otoritesinin etkisini göstermesi bakimindan ilginç bir örnektir. Bu tür emirler sadece dans etmeyle de sinirli kalmiyordu. Nitekim, daha sonra ki dönemlerde ülkenin öncelikli tehdidi olarak ilan edilen ve "Komünizm her görüldügü yerde basi ezilmelidir" sözü mensuplari için söylenen TKP"nin (Türkiye Komiünist Partisi) kurulmasi ile ilgili ilk emir de yine Mustafa Kemal tarafindan verilmisti. Buna gerekçe olarak da, Talat Pasa"ya yazdigi mektupta da belirtildigi gibi, "gerekirse bolsevizmi de biz kurariz" seklindeki Mustafa Kemal"in konjonktürel ve pragmatik anlayisi idi!.. Mustafa Kemal bu güçlü ülkelerden yana görünme anlayisini, ülke içinde gücü/hakimiyeti tek basina ele geçirinceye ve ülke disinda ise himayesine girdigi ülkenin güçlülügü netlesinceye kadar devam ettirmistir. H. Edip Adivar"in da belirttigi gibi Mustafa Kemal, gücü ele geçirdikten sonra, emirlerine itirazsiz uyulmasini ve kendisine karsi hiçbir elestiri geti-rilmemesini açikça belirtiyordu. Nitekim, H.E. Adivar ile bir konusmasinda, "Herkes benim verdigim emri yapmalidir... Ben hiçbir elestiri, hiçbir fikir istemiyorum... Yalniz emirlerimin yerine getirilmesini..." istiyorum seklindeki sözlerinden de bu durum açikça görülüyordu. Mustafa Kemal, ölünceye kadar da, bu tavrini devam ettirmis ve iradesine -en yakin arkadaslari dahil- hiç kimseyi ortak olarak kabul etmemistir. Buna yeltenenlerin ise, maalesef politik hayatlari da, sosyal hayatlari da hüsranla sona ermistir. Kazim Karabekir, Rauf Orbay ve arkadaslari ile ünlü hatip onbasi Halide Edip Adivar"in -son dönemde de Ismet Inönü"nün- basina gelenler, Mustafa Kemal"in bu tavrinin ilginç örneklerinden sadece birkaç tanesidir. Anlasilan odur ki, Mustafa Kemal, kendi düsüncesinin disinda hiç kimsenin düsüncesine önem vermezdi. Her konuda -hemen hemen- yalniz basina karar verir ve uygulamaya koyardi. Zaman zaman, herhangi bir konu ile ilgili olarak Çankaya Köskü"ndeki "içki sofrasi"na çagirdigi kimselerden ise, konu ile ilgili görüslerini almaktan ziyade, kendisinin önceden vermis oldugu karari onlara duyurmaya yönelik olmakta idi. O dö-nemde, Mustafa Kemal"in etrafinda bulunanlar da, Mustafa Kemal"in bu "tek"ligini, her seyin kendi karari ile yapildigini ya da yasaklandigini, kendi kararlarinin aksine görüs serdetmenin hayati tehlikeyi gerektirdigini konusmalarinda, yazilarinda dile getirmekten de bir beis görmemekte idiler. Nitekim, Kiliç Ali tarafindan bu durum "Aksam" gazetesindeki bir makalede; "... Milli Kurtulus Savasini halkin degil, sadece Atatürk"ün yaptigi" ileri sürülüyordu. Bu yaziyi aktaran Zekeriya Sertel "Yaziyi okumamiz bitince Ahmet Rasim Bey gözlügünün altindan bana söyle bir bakti: -Cevap verecek misin? dedi. Sanmiyorum, dedim. Sakin ha... Yaziyi kimin yazdigi belli. Mustafa Kemal"le çatismayi göze almak gerekir. Bu da bugünkü kosullar içinde delilik olur. Yaziyi hiç okumamis gibi davran." Sertel de "Öyle yaptim" diyor. Seyh Said kiyami nedeniyle kurulan Istiklal Mahkemeleri de emirle, hem de tek kisinin emriyle kurulmustu ve çalismalarini da bu "tek kisi"nin emriyle devam ettiriyordu. Çesitli illerde kurulan bu mahkeme-lerde, yine emirle sayisiz insan daragaçlarinda sallandirilmisti; herhalde -dili olsaydi- bunun en canli sahidi de Samanpazari sirtlari idi. Daragaçlarinda sallandirilan bu insanlarin suçlari ise, -tamaminin da- potansiyel muhalif olarak görülmeleriydi; isin üzücü tarafi da, bunlarin basinda, Milli Mücadele adi verilen Mücadeleyi baslatanlar, bulunduklari bölgelerde dis düsmani cani kani pahasina kovanlar gelmekteydi. Bunlarin arasinda, az da olsa kendilerini tehdit etmek ve göz dagi vermek için, yandasi gazeteciler de vardi. Bu gazeteciler, Istiklal Mahkemelerinin "tek kisi"nin emriyle çalistigina güzel bir örnek teskil etmektedir. "Istanbul"un belli basli gazete bas yazarlari Diyarbakir"daki Istiklal Mahkemesine gönderilmislerdi. Bunlar arasinda "Tasviri Efkâr" sahip ve basyazari Velid Ebuzziya, "Vatan" gazetesi sahip ve basyazari Ahmet Emin Yalman, ayni gazetenin yazarlarindan Ahmet Sükrü Esmer, gene bas yazarlardan Ismail Müstak ve baskalari vardi. Ahmet Emin, daha yoldayken, Adana"dan, Mustafa Kemal"e telgraf göndererek yalvarmaya baslamisti. Affedilirse, bir daha gazetecilik yapmayacagina söz veriyordu..." "Tek Kisi" gücünü ve "Tek"ligini kanitlamiscasina, bu tür yalvarmalardan sonra, gazetecilerin serbest birakilmasi, yine bu "tek kisi" tarafindan saglanmisti. ANADOLU KADINI, MILLI MÜCADELENIN ASLI UNSURLARINDANDI!.. Osmanli Imparatorluguna ait topraklarin paylasilmasina yönelik olarak, emperyalist ülkelerce Anadolu"nun çesitli bölgelerinin isgal edilmesine karsi verilen mücadelede, Anadolu Kadinin bu mücadelede oynadigi rolü göz ardi etmek, bu mücadelenin anlasilmamasi ya da eksik anlasilmasi anlamina gelir. Bilindigi gibi bu ülke, bu yüz yilin baslarindan itibaren Ingilizler, Fransizlar, Italyanlar, Yunanlar ve Ermeniler tarafindan isgal edilmisti. Hilafetin bulundugu merkez Istanbul da isgal altindaydi. Ancak bütün bu olumsuzluklara ragmen kadiniyla, erkegiyle, genciyle, ihtiyariyla ve hatta çocuguyla organizeli, birbirinden haberli olmasa da, -Mustafa Kemal henüz Padisah tarafindan görevlendirilmemisti bile- bu isgali sona erdirmek için, Anadolu bütünüyle adeta ayaga kalkmisti. Kadinlar yaptiklari mitinglerle -özellikle de Sultanahmet Meydani"nda H. Edip Adivar"in konustugu miting- bir taraftan kendileri fiilen mücadeleye katiliyorlardi, bir taraftan da top yekun bütün bir halk, bu mücadelenin saflarina katilmaya davet ediliyordu. Iste bu amaçla kadinlar mücadelelerini daha organizeli yapmak için, ülkenin çesitli bölgelerinde çesitli isimler altinda kurduklari cemiyetler halinde örgütleniyorlardi; bunlarin arasinda yaygin olarak örgütlenen ve birçok ilde subelerini de açan Anadolu Kadinlari Müdafaa-i Vatan Cemiyeti de vardi. Böylesine kutsal bir mücadelede Anadolu kadini, sadece ordunun yardimci hizmetlerine katkida bulunmakla yetinmemis, mücadelenin her safhasinda yer alarak, baska ülke-lerde benzeri olmayan kahramanliklar sergilemistir. Anadolu kadini, yerine göre, cephe gerisinde cephaneyi, yaralanan milisi/askeri, hastalanan hastayi ve ikmal maddelerini sirtinda ya da kagnilarda tasirken, yerine göre de elinde silahi ile gönüllü olarak cepheden cepheye kosarak milis kuvvetleri ile birlikte savasa katilmistir. Hilafetin ve ülkenin kurtarilmasi için bu savaslarda, isimleri bilinenlerin haricinde, çok sayida isimsiz kahraman Anadolu kadini gençligin baharinda iken sehit olmustur. Çünkü, basta Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi"nin fetvasi olmak üzere bir çok fetva onlar için vazgeçilemez olan bir kutsal hedefi gösteriyordu ki o da; ya sehit olmak ya da gazi olmakti. Denizli Müftüsü fetvasinda söyle diyordu; "...Bizler simdiye kadar esir yasamadik ve yasamayiz. Silahimiz yoksa sapan tasiyla düsmana karsi çikmak ve onu tepelemek her Türk ve Müslümana farz-i ayndir. Fetva veriyorum..." Iste bu fetvalar dogrultusunda Anadolu insani; kadini ile erkegiyle, müstevli devletlere karsi adeta ayaga kalkmisti. Nitekim bu kadinlardan, "Gördesli Makbule Hanim 1921"de, evlendikten hemen sonra kocasiyla birlikte bir çete örgütlemisti. Bu çete, birkaç ay boyunca düsmani hayli hirpaladi. Gördesli Makbule Hanim savas alaninda sehit düstü." Yine, Tayyar Rahmiye Hanim Güney cephesinde 9. Tümene bagli bir gönüllüler müfrezesine komuta ediyordu. Bu müfreze, 1 Temmuz 1920"de Osmaniye"deki Fransiz müstahkem mevki karargahina saldirma buyrugunu aldi. Tayyar Rahmiye Hanim, buranin ele geçirilmesinden az bir süre önce can verdi." Yine, "Anlatildigina göre, bir Türk kadini sirtinda çocuguyla cepheye, bir araba dolusu mühimmat ve cephane götürmektedir. Yagmur yagmaya baslayinca, cephaneler islanmasin diye çocugunu sardigi örtüyü hemen çikarip cephanelerin üzerine örter. Iki öküzün çektigi arabada, siperlere erzak tasimakla görevli bir kadinin öyküsü de, sik sik dile getirilir; Öküzlerden biri düsman kursunlariyla agir yaralanir. Kadin ve yanindaki iki çocugu öküzün yerine kosularak arabayi çekmeye devam ederler. Sirtlarinda süt bebekleriyle, cepheye yiyecek-içecek tasiyan kadinlarin öyküleri de anlatilan ilginç olaylardandir. Gene, Sakarya savaslari sirasinda, 23 Agustos 1922"de cepheye cephane tasiyan konvoydaki hamile bir kadin, dogum yapar. Hemen cephe gerisine göndermek isterler; fakat o reddeder: "Ben bunlari nasil birakirim? Ordu cephane bekliyor." Iste, Anadolu kadini; gerektigi zaman çocuguna analik, kocasina eslik, gerektigi zaman da savasta en ön saflarda savasarak sehit düsmenin ne kadar kutsal oldugunu bilecek kadar inanç sahibi idi. Mustafa Kemal de 21 Mart 1923"te Konya"da Kizilay"in kadin kollarina hitap ederken, Anadolu kadinini söyle degerlendirmektedir; "...Çift süren, tarlayi eken, ormandan odun, kereste getiren, mahsülati (ürünleri) pazara götürerek paraya kalbeden (çeviren), aile ocaklarinin dumanini tüttüren, bütün bunlarla beraber sirtiyla, kagnisiyla, kucagindaki yavrusu ile, yagmur demeyip, sicak-soguk demeyip, cephenin mühimmatini (savas gereçlerini) tasiyan hep onlar, hep o ulvi (yüce), o fedakâr, o ilahi Anadolu kadinlari olmustur..." Dolayisiyla, Anadolu"nun bu rolünü -kadini ile erkegiyle- göz ardi ederek Milli Mücadelenin kazanilmasini "tek kisi"nin kahramanligina ya da dehasina baglayarak anlatanlar, Milli Mücadeleyi kazanan ruhu anlayamayanlardir. |
#6157
|
|||
|
|||
![]() Erbakanin adam degil essek oldugunu anlayip ve ondan ayrilanlar basta.....
Man wie recht ich habe... machmal übertreffe ich mich selber.... |
#6158
|
||||
|
||||
![]() der Koran ist ein segen junger herr...für den der es versteht...
vor dem Koran...hatten die Frauen überhaupt keine rechte sie wurden sogar bei der Geburt begraben...weil man sich schämte erst mit dem Koran kamen die Rechte...für die Frauen nun gut zu ihrer Frage... ob in Koran steht...dass man seine Ehefrau schlagen darf oder nicht... in der Sure 4/34 steht... Bas kaldirmasinidan endiese etiginiz kadinlara ögüt verin, onlari yataklardan yalniz birakin ve (bunlarla yaola gelmezlerse) dövün. Eger siz itaat ederlerse artik onlarin aleyhine baska bir yol aramayin; cünkü Allah yücedir, büyüktür. das aber legitimiert nicht, dass man seine Ehefrau bei jeder Kleinigkeit schlagen darf das kann man sich so erklären, wenn in einem Staat die Todesstrafe im Gesetzbuch steht heißt es nicht, dass jeder der eine Straftat begeht, die Todesstrafe bekommt es kommt immer auf die Sachlage an...und man wendet sie nur im äußersten an... laut Koran darf man...wenn man nach den obigen Bedingungen vorgeht... aber man muss nicht...und unser Prophet Mohammed (s.a.v.) begrüßte es auch nicht...dass man die Frauen schlägt... er selber hat nie seine Ehefrau geschlagen... und da wir auch seine Sünnet befolgen...und leben...sollte man von diesem recht nicht gebrauch machen... in einem Hadis sagt unser Prophet Mohammend (s.a.v.) Die Vollkommenen im Glauben sind von den Gläubigen die Besten an Charakter und Benehmen, und die besten von euch sind die, die ihre Frauen am besten behandeln. ich denke wer seine Frau schlägt zeigt wie Charakter schwach er ist... es gibt andere Methoden, die weit aus effektiver sind... Gewalt zerstört die liebe zwischen zwei Personen...deswegen sollte man davon absehen... mfg DayiOglu |
#6159
|
||||
|
||||
![]() Studie: Gläubigkeit türkischer Migranten steigt
Hamburg (AFP) - Die Religiosität der in Deutschland lebenden Türken hat nach der Beobachtung des Zentrums für Türkeistudien in den vergangenen Jahren stark zugenommen. Der Leiter des Essener Zentrums, Faruk Sen, der die Einstellung türkischstämmiger Migranten in Nordrhein-Westfalen untersucht, sagte dem "Spiegel", 2003 hätten sich bereits 71 Prozent der von ihm befragten Türken als religiös bezeichnet. Dies seien 14 Prozent mehr als noch im Jahr 2000. Besonders stark sei dabei die Zahl derjenigen gestiegen, die sich als "sehr religiös" bezeichneten: Während dies 2000 erst acht Prozent angegeben hätten, seien es 2003 bereits 20 Prozent gewesen. Ein Indiz für zunehmenden Fundamentalismus der in Deutschland lebenden Türken sieht Sen darin aber nicht. Der Trend zur Gläubigkeit sei vielmehr vor allem als Reaktion auf die "Aversion der Deutschen gegen den Islam" zu werten. Da überdies knapp ein Drittel der Befragten die eigene wirtschaftliche Situation als schlecht einschätze und sich 80 Prozent in Deutschland diskriminiert fühlten, identifizierten sie sich noch stärker mit dem eigenen Milieu. Jeder zehnte türkische Migrant lebt demnach abgeschottet in einer Paralellgesellschaft und hat weder bei der Arbeit noch im Privatleben Kontakt zu Deutschen. Auch sei die Zahl derer, die zurück in die Türkei wollten, seit 2001 um etwa acht Prozent auf knapp 30 Prozent gestiegen. |
#6160
|
||||
|
||||
![]() Yuhuuu!
Gott sei dank! |