Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Gesellschaft & Soziales


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #2791  
Alt 12.05.2004, 19:06
Benutzerbild von coach01
coach01 coach01 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 3
Standard ElazizSpor kardes ...

Madem öyle. Sen kendini hangi müslümanlardan sayiyorsun ElazizSpor kardesim ?
Modern Müslümanlardanmi sayiyorsun kendini.

MÜSLÜMAN müslümandir bu kelimenin eklemlere ihtiyaci yoktur vay yahudi-müslümani vay hiristiyan-müslümani hepsi sacmadir.
  #2792  
Alt 12.05.2004, 19:16
Benutzerbild von coach01
coach01 coach01 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 3
Standard Yobaz sensin ...

@ ElazizSpor
"Islamiyet ilim, fikir ve medeniyet dinidir. Çağlar üstü mesajlar taşır. Ilerlemeyi emreder. Müslümanlara yobaz diyenler; önyargılı, peşin hükümlü kimselerdir. Yobazlık, araştırma ve inceleme yapmadan bir fikre körü körüne saplanmak demektir. Müslümanlara yobaz diyenler ön yargılı, peşin hükümlüdürler. Asıl yobaz onlardır."
[NECIP FAZIL KISAKÜREK]
  #2793  
Alt 12.05.2004, 19:29
Benutzerbild von coach01
coach01 coach01 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 3
Standard KUR?AN & SÜNNET İLİŞKİSİ (uzun)

Kur"an, Allah"ın Rasulü vasıtasıyla kullarına gönderdiği vahiyden meydana gelen kitabın adıdır. Peygambere gönderilen vahyin hiçbiri bu kitabın dışında kalmış değildir. Yani vahiy klasik tabiriyle tilavet olunan vahiydir. Ve bu vahyin tümü de Kur"an"ın içindedir. Kur"an"a girmemiş, dışında kalmış (tilavet edilmemiş) vahiy yoktur. Her ne kadar sonrakiler tilavet olunmamış vahiyden bahsetmiş ve geleneksel kültürümüzün içinde bu «vahy-i gayri metluv = tilavet olunmamış vahiy» bulunmakta ise de Kur"an"a bakıldığında böylesi bir vahyin mevcudiyetini gündeme getirecek herhangi bir işarete, bir gönderiye rastlamak mümkün değildir. Zaten vahiy, dini oluşturan şey ise -ki öyledir-vahyin tümü Kur"an"da toplanmıştır. Kur"an dışında herhangi bir vahiy kalmamıştır. Daha sonrakiler metni baki, manası kaldırılmış veya manası baki, metni kaldırılmış olarak adlandırdıkları türden vahiy mevcudiyeti ile ilgili elimizde herhangi bir ciddi delile rastlamak da mümkün değildir. Bütün bu ve benzeri şeyler sonrakilerin ortaya attıkları ve müslümanların giderek Kur"an İslamından uzaklaşmalarında büyük rolü bulunmuş şeyler olarak günümüzde dahi ciddi şekilde mes"elenin üzerine gitmeyenlerce etkinliğini sürdüren ve Kur"an"a dayalı bulunmayan şeylerdir.

Kur"an, Allah"ın kullarına elçisi vasıtasıyla gönderdiği mesajların toplandığı kitabın adı olduğuna ve bu adı da ona Allah verdiğine göre Allah dinini bu kitapta toplamış, bu kitapla anlatmıştır. Kendisine yine kitapta "iman nedir, kitap nedir bilmezdin" (Şura 42/52) buyuran Allah, elçisinin de Allah"ın dinini bu kitaptan öğrendiğini görüyoruz, biliyoruz. 23 Kameri yılda yaşanan bir hayatın içinde zaman zaman indirilen ayetlerin gösterdiği istikamette Allah"ın dinini kişiliği ile teşekkül ettirmede baş rolü oynadığını bildiğimiz Peygamber bu kitabı ahlak edinmiş; akide ve amellerine bu kitapta bulunan mesajları esas alarak ümmetinin de aynı şeyi yapmasını onlara Allah"ın emirleri istikametinde göstermiş, öğütlemiştir.

Kur"an ahlak edinilsin için gönderilmiş bir kitaptır. Kur"an önce Peygamberin, onu takiben de ona inananların dünya görüşlerini (akidelerini) ve buna bağlı olarak da amellerini düzene koymalarını âmir bir kitaptır. Peygamber de ona tabi olanlar da bu kitabı ahlak edinmeye özen göstermişler, bu kitabı düşünce ve davranışlarının düsturu (esas temeli) kabul etmiş ve etmeye çalışmışlardır.

Diğer bir deyimle Kur"an sünnet edinilsin diye gönderilmiş bir kitaptır.

Sünnet deyimi üzerinde kısaca durursak şunları söyleyebiliriz: Sünnet kişinin yapmayı adet haline getirerek kendisinden sapmayı düşünmediği düşünce ve yaşam biçimidir. Bu genel tanımın -özellik kazandıracak olursak Sünnetullah- Allah"ın yapmayı adet haline getirdiği ve kendisinden şaşmadığı esaslar bütünü anlamında iken ve bunu Kitab"ında vurgulayarak belirtmiş iken, kullarına gönderdiği vahyin toplamı olan Kur"an"ın da başta Resulü olmak üzere ona tabi olanlardan da bu Kitabta bulunan esasları düşünce ve yaşam tarzı haline getirmelerini, bir diğer tabirle sünnetleştirmeleri gerektiğini belirttiğini biliyoruz. Bu manada sünnet fıkıhta kullanılan ve bir ayrı manası da nafile anlamını taşıyan sünnetten kesin olarak farklıdır ki nafile manasında kullanılan sünnetin istenilip yapılan, istenilip vazgeçilen ve yapılıp yapılmaması insanın ihtiyarına ve isteğine bağlı bulunan davranışlar manasına geldiğini biliyoruz. Bizim konumuz olan sünnetin ise nafile manasındaki sünnetle alakası bulunmamakta olduğu bilinmelidir. Bizim burada üzerinde durduğumuz ve açıklamaya çalıştığımız sünnetin farz anlamına, yani yapılıp yapılmamasında insanın muhayyer bırakılmadığı ve zorunluluk taşıyan keyfiyet manasında bulunduğunu belirtmeliyiz.

Sünnet bağlamında bizi burada ilgilendiren "Sünnet-i Resulullah"tır. Resulullah"ın sünneti denildiğinde ise anlaşılması gereken şey; Resulullah"ın Allah"ın Kitabı Kur"an"dan anlayıp uyguladıklarıdır. Bu tarifin kapsamında kalan ve bulunan sünnetin ise bütün müslümanları ilzam ettiği (bağlayıcı bulunduğu) bilinmelidir. Zira Resulullah, Allah"ın elçisidir. O"nun dininin ilk kabul edeni ve ilk uygulayanıdır. Gerek vahyin kendisine ilk geldiği kimse olması, gerekse bu vahyin içerdiğini düşünce ve ameller haline getirmede ilk uygulayıcı olması bakımından peygamber biz müslümanları bağlar. Bu bağlama, esas itibariyle Kur"an"ın bağlamasıdır. Zira peygamberi de bağlayan Kur"an"dır. Bizim Resulullah"a bağlanmamız da Onun Kur"an"a bağlanmasına bağlanmamız manasındadır, ki O kendiliğiden bir din koymayan, kendiliğinden bir söz uydurup da Allah"a isnad etmeyendir. Resulullah din adına ne demiş ve ne yapmış ise Allah"ın kendisine vahiy yoluyla bildirdiği ve bilahare Kur"an"da toplanan vahiy ile demiş ve yapmıştır. Kur"an dışında vahiy bulunmadığına göre Onun söyledikleri ve yaptıkları esas itibariyle vahye dayalıdır. Kendisine gelen vahyi din edinmiştir Resulullah. Zira din vahiyden oluşmakta ve vahiyde bulunmaktadır. Bütün vahiy de Kur"an"da bulunmaktadır.

Kur"an"ın dışında vahiy aramanın hiçbir anlamı yoktur. Zira Vahiy dini oluşturduğuna göre, bu vahiylerin bir kısmının Kur"an"a alınması ve Kur"an olarak Allah"ın korumasında bulunması, diğer bir kısmının (vahy-i gayr-ı metluv denilegelmiş kısmının) da Kur"an"a alınmayıp, Allah"ın korumasına da alınmamış bulunması izah edilemez bir husustur. Böyle olsa idi bu takdirde dinin bir kısmı korunmuş, diğer kısmı ise korunmaya alınmamış ve bu yüzden de şunun bunun rivayetine bırakılmış, insanların aralarında ihtilafa sebeb olacak şekilde bırakılmış olması anlamına gelirdi ki işte bunu açıklayabilmek ve savunabilmek gerçekten mümkün değildir. Bunu savunanların esası bulunmayan ve esastan yanlış bir şeyi savunduklarını burada açıkça belirtmekte zaruret görüyoruz. Eğer din vahiyden oluşuyorsa ve vahiy de korunmaya alınmışsa -ki öyledir- bu takdirde korunmaya alınmamış vahiyden söz etmek mümkün bulunmamaktadır.

Vahiy denildiğinde anlaşılması gereken Allah"ın gereğinin yerine getirilmesi için yarattığına verdiği talimat olmalıdır. Bu cümleden olarak Kur"an"da bahsi geçen vahiylerle ilgili bazı değiniler yapalım.

Allah hem eşyayı yaratmış, hem de bu eşyanın herbirine kendine has özellikler vermiş ve bu özellikleri eşyanın tabiatı yapmıştır. Örneğin ateşin yaratılması Allah"tan olduğu gibi, yakması da Allah"tandır ve bu yakma özelliğini de ateşe Allah vahyetmiş (vermiş)tir. Güneşi yoktan yaradan Allah olduğu gibi, güneşe ısı ve ışık saçması ve belli bir mekanda yerini değiştirmeden durması talimatını veren (vahyeden)"de Allah"tır. Yine üzerinde yaşadığımız dünyayı üzerinde yaşayanlarla birlikte yoktan vareden Allah olduğu gibi, dünyaya 23 derece eğiklik vererek hem kendi ekseni etrafında 24 saatte bir devir tamamlamayı, hem de bir yörünge üzerinde güneşin etrafında dönerek 365 günde bu devrini tamamlamayı emreden (vahyeden) yine Allah"tır. Kısaca bu demektir ki Allah hem eşyayı (bütün şeyleri) yoktan varetmiş ve hem de bu yarattıklarının herbirine özellikler (görevler, nitelikler) vererek bu nitelikleri üzerlerinde taşıma görevlerini vermiştir. İşte bu görevleri eşyaya veren (vahyeden, uyulması zorunlu emirler olarak veren)de Allah"tır. Kur"an bizlere bu anlamda vahiyden söz etmektedir. "Arı"ya vahyettik" ifadesi de bunu açık olarak anlatan vahiy türü ile ilgili Allah"ın açıklamasıdır. Bu anlamdaki vahiy, uyulması zorunlu bulunan vahiydir ki bu vahye uymanın sorumlulukla, sevab veya ceza ile ilgisi bulunmamaktadır.

İkinci olarak yine Kur"an peygamberlere vahyden bahsetmektedir. Allah kendisi ile kulları arasında elçilik görevi için seçtiği (meb"us) kişilere kullarına iletilmesi gereken mesajını bildirmektedir. Bu tür vahiy, ilk vahiy gibi insanların seçimine bırakılmamış vahiy değildir, yani zorunlu olarak ve irade dışı uyulacak vahiy olmayıp, insanın gerek kendisine gönderilen elçi, gerekse elçinin tebliğ ettiklerinin ihtiyarı ile uyup uymamakta zorlanmadığı vahiydir. Adem"den bu yana, seçilmiş hiçbir elçinin kendisine vahyedilmesini reddetmediğini bildiğimiz bu vahiy, kendisine bildirilenin isteği ile kabul etmesi esasına dayalı vahiydir. Kendisine vahyedilen Yunus"un, vahyin kendisine yüklediği görevden bir bakıma bıkkınlık göstermesi ve görevini ihmal eder tavrı sonuç olarak bize göstermektedir ki insanların bu tür vahiy söz konusu olduğunda ihtiyarı ön plandadır. Görevi ile ilgili tavrı yüzünden Yunus (a.s.)"ın hesabı ahirete bırakılmayıp bu dünyada yakasına yapışılmıştır. Yani görevi kabul ettikten sonra onu ihmal etmesine müsaade edilmemiştir.

Peygamberlerle gönderilen vahiy, insanlara açıklanmakta ve insanların bu vahye tabi olması istenilmektedir. Fakat insanların bu vahye uyması zorunlu bulunmamaktadır. Allah, insanlara doğruyu ve eğriyi bildirmekte ve doğruyu seçmelerini öğütlemekte, tavsiye etmektedir. Doğruyu kabul etmeleri halinde kendileri için iyi olanı seçmiş olacaklarını belirtmektedir. Ama yine de insanları bu seçimlerinde zorlamamaktadır. Ve kendisi insanları zorlamadığı gibi, insanların da diğer bir insanı bu konuda zorlamaması gerektiğini belirterek "Dinde zorlama yoktur" (2/256) buyurmaktadır.

Kısaca özetlersek bu tür vahiy insanların seçimlerinden sonra, bu seçimlerine bağlı olarak uymayı kendilerine sorumlu kıldıkları türden vahiy olur. Allah"ın kullarnı birinci türdeki vahiyde olduğu gibi zorlamadığı vahiydir.

Bir diğer vahiy ise insanların tümünü ilgilendirmeyen, insanlara tebliği gerektirmeyen, kişiye özel diyebileceğimiz vahiy türüdür. Bu tür vahyin en belirgin örnekleri ise Musa ve İsa"nın annelerine gönderilen vahiydir. Kur"an bu konuda açıklama yapmaktadır. İsa"nın annesi Meryem temiz ve iffetli bir bakire olarak ibadet için mescide çekilmiş ve insanlarla ilişkide bulunmamaktadır. Derken günün birinde karnının şiştiği ve giderek büyüdüğünü görerek üzüntüye kapılır ve "Ben namuslu bir bakire olduğum, evli bulunmadığım ve hiçbir erkekle de ilişkide bulunmadığım halde benim bu halim nedir? Bunu insanlara nasıl açıklarım ne derim insanlara bu halimle ilgili olarak diye üzülür ve bu halden kurtulmak için belki de çocuğu düşürmeyi düşünür. İşte bu durumda Allah Ona vahyederek kendisinin korktuğu gibi olmadığını, bu çocuğu Allah"ın gönderdiği elçinin ilka ettiğini, üzülmemesi ve teskin olmasını isteyerek ona teminat verir ki Meryem bu çocuğa birşey yapmayı düşünmesin ve çocuğu doğursun. Ki Allah bu çocuğu (İsa) elçi olarak seçecektir. Nitekim Allah"ın murad ettiği olmuş ve Meryem teskin olarak çocuğu düşürmeyi aklından çıkarmış ve üzüntüsü son bulmuştur. Zira Allah kendisine gönderdiği vahiyle bu konuda onu teskin etmiş, sakinleştirmiştir. Neticede bildiğimiz gibi çocuk doğar ve annesinin kucağında iken de topluma karşı annesine edilen vahiy istikametinde konuşarak toplumun bu konuda Meryem"i kınamasına meydan verilmemiş olur. İşte Meryem"e vahyedilmesi bu sebebledir ve bu vahiy Meryem ve İsa ile ilgili olarak işlevini görmüştür. Fakat insanlara tebliği ve onların bu tebliğe uyması (Peygamberlere gönderilen vahiyde olduğu gibi) değildir bu olaydaki görülen vahiy.

Yine Musa"nın annesine de yakın sebeblerle, yani çocuğunun elçi olarak görevlendirileceği sebebi ile çocuğun korunması ve annesi tarafıdan çocuğa zarar verilmemesine yönelik olan bu vahiyde de Allah, çocuğu korumak için Musa"nın annesine yapması gereken şeyi vahyetmiştir.

Bilindiği gibi Musa"nın doğduğu günlerde Mısır"daki Fir"avn rüyasında topraklarında yaşayan Benî israil"den birinin doğacak veya doğmuş bir erkek çocuğunun kendi başına iş açacağını görmüştür. Bu (Fir"avn"a göre) beladan kurtulmanın tek yolu ise doğmuş ve doğacak bütün benî İsrail çocuklarının öldürülmesi olarak kafasında yer eder ve bunu kanunlaştırarak emri verir ve bütün çocuklar kapı kapı dolaşılarak, evler aranarak öldürmek için alınır ve öldürülür. Bu durumda Musa"nın annesi Fir"avn"ın askerleri tarafından hunharca öldürülmesine tahammül edemeyerek ne olsa öldürülecek olan çocuğuna kendi eliyle belki de daha güzel bir ölümle onu öldürmeyi düşünebilir. Zira anne şefkati çocuğunun ölmesine razı olmadığı gibi, öldürülmesine hiç razı olmayacak boyutlardadır. İşte burada Allah Musa"nın annesine vahyederek çocuğu ile ilgili talimat verir ve onu bir sepete koyarak Nil"e bırakmasını bildirir. Nil, Mısır"da çok durgun akar, adeta bir göl suyu gibi görüntüsü vardır ve aktığı sezilmez. Ama Akdeniz"e doğru da akmaktadır. Nil"e bırakılan Musa"nın içinde bebek olarak bulunduğu sepet akıntı ile, daha sonra büyüyeceği ve emin olarak büyütüleceği Fir"avnın Nil kıyısındaki sarayının yakınlarına kadar yüzer ve bu sepeti adamlarına getirterek onun sarayında Musa (a.s.) öldürülmekten emin olarak büyür, büyütülür ve sonunda Allah bu çocuğa elçilik görevi verir, ki bu çocuk Musa (a.s.)"dır.

İşte Musa"nın annesine de çocuğu ile ilgili olarak "kişiye özel bir vahiy" göndermiş ve bu kişi de bu vahye uymuştur.

Bu iki örnek vahiyden sonra herhangi bir kimseye ve herhangi bir nedenle vahiy gönderildiğine dair elimizde bir delil bulunmamaktadır. Allah, Kitabı Kur"an"da yukarıda bahsettiğimiz vahiy türlerine değinmekte bu konuda biz kullarını bilgilendirmektedir. Bizim bilgimiz de O"nun bildirmesinden ibaret bulunmaktadır. Bu bilgilere ekleyecek herhangi bir bilgibiz bulunmamaktadır vahiy konusunda.

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız gibi "Vahy-i gayr-ı metluv" diye bir şeyin söz konusu olmadığı, böylesi bir vahiy türünü peygamberden sonra gelenlerin zorlama sonucu gündeme getirip, gündemde tuttuklarını ve üzerinden geçen asırlarla da söylemlerine sanki kesinlik kazandırdıklarını görüyoruz. Hiçbir yanlış, üzerinden asırlar geçtiği için doğrulaşmaz. Putlara tapılması, onların Allah"a eş koşulması da üzerinden asırların geçtiği bir vakıa olduğu halde aslâ gerçek değildir ve bir sapıklık kıdemlendikçe gerçek haline dönüşemez, dönüştürülemez. İnsanlar bunu bilmelidirler.

Günümüzdeki kavram kargaşasında vahy-i gayr-ı metluv söyleminin en temeldeki sebeb olduğunu görüyor ve biliyoruz. Müslümanlar böylesi esassız Kur"an dışı söylemlerden vazgeçmedikçe, her konuda olduğu gibi bu konuda da Kur"an"a dönmedikçe kavram kargaşasından asla kurtulamayacaklardır. Aralarındaki ihtilafların en temeldeki sebebi ise Kur"an İslamından uzaklıklarıdır. Bu uzaklığı yakınlığa dönüştürmedikçe, Kur"an"a yaklaşarak Kur"an ile kendi aralarındaki mesafeyi yok etmedikçe bu tür ve benzeri ihtilaflardan kurtulamazlar. Kurtulmanın tek yolu ise bu mesafeyi kaldırmaktır. Asırlardan beri böyle söylenegelmesi, böyle bilinegelmesi gibi hiçbir değer bulunmayan şeyleri yeniden gözden geçirmeliler ve Kur"an"ın tuttuğu ışığın aydınlatması ile gerçekleri görmelidirler. Kendisine bakılan Kur"an, hiçbir ayetinde vahy-i gayr-ı metluv"dan bahsetmemektedir. Biz kimi vahyi yazdırır ve koruruz, kimini de yazdırmaz ve insanların hafızalarına teslim ederiz denilmemektedir. Allah, elbette dinini koruyandır. Dininin yazılı bulunduğu Kitab"ı indiren ve korumasına alandır. Allah gerçekten Külli şeyin kâdir-dir". Şayet hadisler de vahiy olsa idiler, bu takdirde Allah"ın gücü onları da korumasına alacak güçte olduğundan onları da korur ve insanların üzerinde ihtilaf edip durdukları kiminin reddettiği, kiminin kabul gösterdiği şeyler olmaktan çıkarırdı. Ki böyle olmadığını, yani hadislerin Allah"ın korumasına alınmadığını Kur"an açıkça bize göstermektedir. Zaten hadis, peygamberin sözü değil, Onun sözleri denilen sözlerdir. Ki bu yüzden daha peygamberin sağlığından beri hadis diye işitilen sözler hep eleştiri konusu olmuş, duyulan şahıstan işitildiğinde hemen kabul görmemiştir. Muhaddislerin de aynı eleştiriyi yaptıkları kitablarında yazmaktadır, ki bunlar yüzbinlerce hadisi attıklarını, kitablarına almayı uygun görmediklerini söyleyegelmişlerdir.

Müslümanlar, kavramlarını Kur"an ışığında gözden geçirmek ve farklılıklarını gidermek zorundadırlar. Bunu yapmamaları halinde ne bu dünyada Tevhid üzerinde bir vahdet oluşturabilirler, ne de ahirette hesabı kolay verebilirler. Bu açık olarak bilinmelidir.

Kur"an"ın baz aldığı din İslamdır. Ki Resulullah da Kur"an"ı baz alarak İslam olmuş, risâletini yürütmüş ve Rabbi Allah"ı razı etmiş, edebilmiştir. Zannına ve hevasına uyarak Allah razı edilemez.

Alinti: İKTİBAS DERGİSİ
  #2794  
Alt 12.05.2004, 19:38
Benutzerbild von coach01
coach01 coach01 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 3
Standard Sünnet Düsmanligi

Bâzı inkârcılar tarafından sünneti aleyhinde, çeşitli iddiâlar ortaya atılıp, şöyle söylenmektedir: ?Peygamber de bir insandı, o da hata yapabilir. Kur?ânda var mı, sen ondan haber ver.?

Evet doğru. Peygamber de bir insandır, onlardan da zelle sâdır olabilir. Ancak hiçbir peygamber hata üzere devam ettirilmez. Ânında Cenâb-ı Hakk tarafından îkâz olunurlar.

Peygamber Efendimiz bir mesele ile karşılaştığı zaman, önce Cenâb-ı Hak?tan gelecek olan vahy-i zâhiri bekler. Bu, âyet-i kerîme, hâdis-i kudsî veya hâdis-i şerîf şeklinde olabilir. Vahy-i zâhir gelmeyecek olursa, kendi içtihadıyla amel eder. Eğer ictihadında bir zelle sadır olursa, ânında îkâz olunur. Dolayısıyla yapmış olduğu ictihatları, bizzat Cenâb-ı Hak tarafından tasdik olunmuş olur. (Mir?âti?l-Usul fi Şerhi Mirkati?l Vusul)

Asırlar önce aynı sual, İmrân bin Husayn?a da sorulmuştu. Onun cevâbı ise şöyleydi: ?Sen son derece ahmak birisin. Kur?ân-ı Kerîmde, beş vakit namazın nasıl kılınacağını, zekâtın nasıl verileceğini görebiliyor musun? Kitâbullah bunları farz kılmış, Rasûlullah ise tefsîr etmiştir.? (Es-Sünnet Kable?t-Tedvin 57)

Ayrıca, dînimizdeki bütün hükümleri Kur?ân-ı Kerîm?de bulma gayreti içine girip, Kur?ân kendisine indirilmiş olan zâtın tatbîkatına nazar etmekten kaçınmak, bir binayı tek direk üzere oturtmaya benzer. Halbuki Kur?ân-ı Kerîm ile hadîslere baktığımızda, her ikisini de aynı yerde buluyoruz. Her ikisi de vahiy. Aralarındaki fark; Cebrâil (a.s)?in tilâvetiyle olana Kur?ân-ı Kerîm, Cebrâil (a.s)?in işâretiyle olana hadîs-i kudsî, Cebrâil (a.s)?in vâsıtası olmadan, Allah?ın ilhâmıyla peygamber efendimize zâhir olana da hadîs-i şerîf diyoruz.

Böyle sualler ile, insanların kafasını karıştırıp, itikadına leke getirmek isteyenlerin çıkacağını Rasûlullah biliyor ve bir mûcize olarak bunu haber veriyordu:

?Benim sözlerimden bir söz rivâyet edilirken, koltuğuna yaslanıp şöyle söyleyen bir adamın çıkması yakındır: Önümüzde Allah (c.c)?ın kitabı var. Onda helâl olarak bulduğumuzu helâl, haram olarak bulduğumuzu da haram kabûl ederiz. (Yânî başka bir şeye lüzûm yok) Ey ümmetim size söylüyorum! dikkat edin ve gözünüzü açın, Rasûlullah?ın haram kıldığı Allah?ın haram kıldığı gibidir.? (İbn-i Mace 1/5)
  #2795  
Alt 12.05.2004, 19:44
Benutzerbild von coach01
coach01 coach01 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 3
Standard Peygamber Sevgisi (uzun)

Hz. Peygamber"e iman etmek farzdır. Hz. Peygamber (S.A.V.)"e iman etmek İslâm?ın erkanından birisi, imanın da şartlarından bir şarttır. Bundan dolayı her müslümanın O"nun Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehâdet etmesi, O"nun Rabbinden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve O"ndan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, O"nu hayatında kendisine örnek alması gerekir.

Hz. Peygamber"i sevmek, her mü"min için en gerekli taatlerden biridir. Zîrâ sevgili Peygamberimiz (S.A.V.), Buhârî ve Müslim"in Enes b. Mâlik (r.a)"dan rivayet ettikleri bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

?Sizden birinize Ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz.?(1)

Bu zikretmiş olduğum hadis-i şerif başka bir rivayette şöyle nakledilmiştir:

?Sizden birinize ben, kendi nefsinden, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığı müddetce tam iman etmiş sayılmaz.? Bu sevgi bir insanda gerçekleşmezse, o insan gerçek mü"min olamaz. Nitekim, Abdullah b. Hişâm, Hz.Ömer (R.A.)"ın bir gün Peygamber (S.A.V.)"e şöyle dediğini rivayet etmiştir:

?Ey Allah"ın Rasülü sen bana, nefsim hâriç her şeyden daha fazla sevimlisin?.

Hz. Peygamber (S.A.V.) ise O"na ?Hayır ey Ömer, nefsim elinde olan Allah"a yemin olsun ki; sen beni nefsinden de daha fazla sevmedikçe gerçek iman etmiş olamazsın? demiştir.

Hz. Ömer (R.A.)"da O"na; ?vallâhi şimdi sen bana nefsimden de daha fazla sevimlisin? dediğinde, Hz. Peygamber (S.A.V.); ?şimdi imanının kemâle ermiştir ey Ömer? demiştir.(2)

Şüphesiz ki insan, iyiliğin esiridir. Kalpler kendisine iyilik yapana karşı sevgi duymak üzere yaratılmıştır. Eğer bir insan, kendisine iyilik yapan bir insanı severse, ya ona bir hediye verir veya dar zamanında yardım eder. Bir kişi başka bir kişiyi sevince bunları yaparsa, o halde, bütün âlemlere hidayetle gelen, bütün insanlık için rahmetle gönderilen insanlara kitabı ve hikmeti öğreten, dünya ve ahiret saadetine kavuşma yolunu açıklayan bu yüce Peygamber"e karşı tutumumuz ne olması gerekir?

Hiç şüphesiz ki; Allah sevgisinden sonra sevgiye en lâyık olan Hz. Muhammed (S.A.V.)"dir. Zîrâ Yüce Allah bir ayet-i kerimede Hz.Peygamber (S.A.V.)"e hitâben şöyle buyurmaktadır:

?(Ey habibim!) De ki: Eğer Allah?ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.?(3)

Hz. Peygamber (S.A.V.)"i gerçekten seven bir mü"minde bulunması gereken bazı vasıflar vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

1- Hz. Peygamber (S.A.V.)"in sünnet-i seniyyesine ittibâ etmek; O"nun hayat tarzına hayatımızı uydurmak. Nitekim Cenab-ı Allah:

?Andolsun ki Allah?ın Rasulünde sizin için, Allah?a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah?ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.?(4) buyurmaktadır.

Allah"ın rızası ve sevgisi, Hz.Peygamber (S.A.V.)"in sünnetine uymakla elde edilebilir. Bir mü"minin en büyük ideali, kendisini Allah"a sevdirmektir. Yani O"nun rızasını kazanmak, gadabından korunmaktır.

Aslında kılınan namazlar, tutulan oruçlar, verilen sadakalar, işlenen her çeşit hayırlar, İslâm yolunda tüketilen bütün nefesler tek gayeye bakar; o da Allah"ın sevgisini ve rızasını kazanmaktır. Bunun da tek yolu Rasulullah (S.A.V.)"in sünnetine uymaktır.

2- Hz. Peygamber (S.A.V.)"in sözünü kabul edip, hükmüne razı olmak. Ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyuruyor:

?Hayır; Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükme karşı, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar.?(5)

Yüce Allah bu ayette üç noktaya dikkatimizi çekiyor:

1. Her meselede Rasulullah"ın hakemliğine başvurmak.

2. O"nun verdiği hükümden dolayı içimizde hiçbir sıkıntı ve rahatsızlık duymamak.

3. Tam bir teslimiyetle O"na boyun eğmek.

Kur?ân-ı Kerim, mü"minlerin mutlak teslimiyetten öte başka bir tercih haklarının da olmadığını kesin bir ifade ile haber veriyor:

?Mü"min bir erkek ve kadın için, Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman, artık onlar için hiçbir tercih hakkı yoktur.?(6)

3- İnsanlar arasında O"nun dini olan İslâm?ı yaymak, tevhit bayrağını yükseltmek ve Yüce Allah"ın kesinlikle izin vermediği putperestliği ortadan kaldırmak.

4- İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, Allah için, kitabı için, Peygamberi için ve bütün müslümanlar için nasihatte bulunmak. Nitekim Ümmet-i Muhammed"in en hayırlı ümmet olmasının sebeplerinden birinin, iyiliği emretmeleri ve kötülükten sakındırmaları olduğunu Yüce Allah şöyle açıklamaktadır:

?Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah"a iman edersiniz.?(7)

5- Hz. Peygamber (s.a.v)"in güzel ahlâkıyla ahlâklanmak ve bütün kötü ahlâk ve davranışlardan sakınmak.

Çünkü sevgili Peygamberimiz;

?Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim? buyurmaktadır.(8 )

6- Hz. Peygamber (S.A.V.)"e saygı ve hürmet göstermek. Sahâbîler (Allah onlardan razı olsun) Hz. Peygamber (S.A.V.)"e saygılarından dolayı seslerini O"nun sesinden fazla yükseltmezlerdi. Hz.Peygamber (S.A.V.)"e bu derece saygı ve hürmet gösterirlerdi. Nitekim Yüce Allah:

?Ey iman edenler, seslerinizi, Peygamber?in sesinin üstüne çıkarmayın, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkında olmadan, amelleriniz boşa gider?(9) buyurmaktadır.

7- Hz. Peygamber (S.A.V.)"e dâima salat ve selamda bulunmak. Zîrâ Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır:

?Allah ve melekleri, Peygamber?e salât etmekte (O?nun şerefini gözetmeye, şânınını yüceltmeye özen göstermekte) dir. Ey inananlar! Siz de O"na salât edin, (O"nun şânını yüceltmeye özen gösterin) içtenlikle selam edin (O?na esenlik dileyin)?(10)

Yüce Allah, bu ayet-i kerimede bütün mü"minlere Peygamberine salât ve selâm etmelerini emretmekte ve O"na saygı göstermelerini istemektedir.

?Allahümme Salli alâ Muhammed? demek salât, ?Esselâmü aleyke eyyühen-nebiy? demek selamdır. Hz. Peygamber (S.A.V.)"den rivayet edilen çok sayıda Salavât-ı Şerife vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salãt ve selâm getirmek, Peygamber (S.A.V.)"in sevgisini celbeder, şefaatine sebep olur.

İşte Hz. Peygamber (S.A.V.)"i gerçekten seven her müslümanda bu vasıfların bulunması gerekir. Aksi halde insan tam manasıyla imanın meyvesinden istifade edemez ve Hz. Peygamber (S.A.V.)"in şefaatine nâil olamaz.



Dipnotlar:

(*) Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.

(1) Buhârî, İman: 8; Müslim, İman: 69,70 (2) Buhârî, Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terc, I,31. (3) Al-i İmrân, 3 / 31. (4) Ahzab, 33/21. (5) Nisâ, 4/65. (6) Ahzab, 33/36. (7) Al-i İmrân, 3/110. (8 ) Tirmîzî, Hüsnü"l-Huluk, 8. (9) Hucurât, 49/2. (10)Ahzâb, 33/56.
Abdullah ADEMOĞLU
  #2796  
Alt 12.05.2004, 19:48
Benutzerbild von coach01
coach01 coach01 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 3
Standard @Elaziz

Kardesim sen ne insanmissin sen ya. Sen insan Sarrafi olmayasin ? Kimin ne oldugu ortada ben hic bir ayeti inkar etmiyorum Kurani Kerimden asil sen Peygamberimizi saymadigin icin müsrikler kismina dogru ilerliyorsun. Namaz kilmayabilirsin ama Islamda 5 vakit namza yoktur diyemezsin. Yazik bosuna yorulyorsun sen. Sen benim Alimlerle kunusma istegindesin.
Ama benim kendime ait olan bir Alimim yok efendi. Senin gibi Yasar Nuri Öztürkler öter öter durur gündeme oturmak icin iste. Ama millet bilir kimin yobaz kimin bilgili oldugunu.

Selamlar
  #2797  
Alt 12.05.2004, 20:55
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard rauchen nicht verboten?

warum ist es eigentlich verboten Produkte, die aus Schweinefleisch hergestellt sind, zu essen? wenn man genauer nachforsch schadet es im Prinzip der Gesundheit (und nach vielen Erzählungen, die ich mittlerweile mitgekriegt hab, hat es noch andere Gründe) genauso wie das Rauchen auch. Alles was der Gesundheit schadet ist verobten, also auch ausdrücklich das Rauchen....(?)
  #2798  
Alt 12.05.2004, 21:10
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Mit zei Worten: PURE KLASSE!

Wertgeschätzter Özbektasi, mir und allen anderen steht bei diesem Posting nur eins zu: aus Respekt neigend den Hut abzunehmen.

Du bist ein Alevite, wie einer sein müsste.
Gratulation!
  #2799  
Alt 12.05.2004, 21:33
Benutzerbild von coach01
coach01 coach01 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 3
Standard schön ! o.T.

ohne Text
  #2800  
Alt 12.05.2004, 22:03
Benutzerbild von coach01
coach01 coach01 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 3
Standard Ansichten über Ali

könnt ihr mir bitte erklären ob man das glauben kann oder darf.

Abgesehen von diesen grundlegenden Annahmen gibt es unter Aleviten ein breites Spektrum von Mei-nungen über die wahre Natur Alis. Die folgenden Bemerkungen stützen sich alle auf eine Kombination aus Koranversen, Hadithen und mündlicher Überlieferung (rivayet). Zu den heute unter Aleviten geläufigsten Vor-stellungen über Ali gehören die folgenden:

1. Ali ist - abgesehen von den Propheten - das höchste Beispiel eines vollkommenen Menschen. Es werden ihm nahezu übernatürliche Kräfte und Geistesweisheit zugeschrieben, womit ihm eine prophetenähnliche Stellung eingeräumt wird. Ein Beispiel dafür ist diese Aussage (von der manchmal behauptet wird, sie stamme von Mohammed selbst):
„Mohammed ist die Stadt des geistlichen Wissens, Ali ist die Tür dorthin.“ (Muhammed ilim sehridir, Ali kapisidir.)
2. Ali ist Mohammed in Erkenntnis und Autorität gleichwertig. Ali und Mohammed sind miteinander ver-bunden wie die zwei Seiten einer Münze oder die zwei Hälften eines Apfels, wie es das folgende Gedicht aus-drückt:

„Ali ist Mohammed, Mohammed ist Ali,
ich sah einen Apfel, preis sei Allah.“
(Ali Muhammed"dir, Muhammed Ali
Gördüm bir elmadir, elhamdü-lillâh.)

In einem weiteren Ausspruch, der von Mohammed stammen soll, heißt es:

„Vor der Erschaffung Adams waren wir ein glor-reiches Licht; das Licht der Ehre auf Adams Stirn wurde in zwei Hälften geteilt; eine Hälfte erschien auf meiner, die andere auf Alis Stirn.“ (Hz. Âdem yaratilmadan önce tek nur idik; Hz. Âdem"in alnindaki nur ikiye bölünmüs ve birisi benim, birisi de Ali"nin alninda dogmustur.)

3. Ali ist Gottheit in einer Dreieinigkeit mit Allah und Mohammed (Hak-Muhammed-Ali).
Die meisten Aleviten zitieren die folgende Formel in ihren Gebeten: „Für die Liebe Gottes, Mohammeds und Alis“ (Hak-Muhammed-Ali askina). Viele, die den Aus-druck „Allah-Mohammed-Ali“ verwenden, setzen damit bewußt die Autorität dieser drei gleich.

4. Ali ist Gott
In einem Gedicht, das von dem Leiter einer Bektaschi-Loge namens Hilimi Dede Baba verfaßt wurde und von vielen Aleviten zitiert wird, sagt der Dichter, daß wo auch immer er hinschaue - zu Adam und Eva, Noah, Abraham oder selbst in den Spiegel - „Ali erschien vor meinen Augen“ (Ali göründü gözüme). Ich verstehe diese Aussage so, als sei Ali zeitlos und überall gegenwärtig. Das Gedicht geht wie folgt weiter:

„Er ist Jesus, der Geist Gottes,
Er ist der König dieser Welt und der nächsten,
Er ist der Beschützer der Gläubigen,
Ali erschien vor meinen Augen.“
(Isa-yi ruhullah O"dur
Iki alemde Sah Odur
Müminlere penah O"dur
Ali göründü gözüme.)

Die letzte Strophe des Gedichtes lautet:

„Ali ist der Erste, Ali ist der Letzte,
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu