Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Gesellschaft & Soziales


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #5711  
Alt 05.07.2004, 15:16
Benutzerbild von 1985elif
1985elif 1985elif ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard du o.T.

ohne Text
  #5712  
Alt 05.07.2004, 15:17
Benutzerbild von 1985elif
1985elif 1985elif ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard du dein beitrag ist

wirklich armselig....
  #5713  
Alt 05.07.2004, 15:18
Benutzerbild von oezsu
oezsu oezsu ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard ...

Yasar Nuri Öztürk konusuna degil, dieger konuya deginmek istiyorum! Basörtü konusu... Egerki 1 m´lik kumas parcasi ile Bir MÜMIN olunuyor ise, vay halimize!!! Ütüleyip de mi takalim?
  #5714  
Alt 05.07.2004, 15:55
Benutzerbild von lala1
lala1 lala1 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 7
Standard 1. Versuch einer Interpretation

Du meinst wahrscheinlich, dass der Glaube an Gott allgemein sehr stark von der Erziehung der Eltern abhängt.

Da Gott nicht visuell und nicht physisch ist hat man als Kind nur die Eltern als direktes Sprachrohr von Gottes Worten, Geboten sowie Verboten vor sich.

Da viele Eltern oftmals mit der Erziehung überfordert sind benutzen sie auch gerne die Religion als Drohmittel und Sanktionsstrafen bei Ungehorsam.... der Respekt und die Angst vor etwas Unberechenbarem (in diesem Fall Gott, weil man ihn weder sehen oder fühlen kann) wirkt stark bei Kindern ...genauso wie der emotionale Aspekt oftmals getroffen wird.
Anstatt sie zu erziehen und genauer zu erklären weshalb warum wird einfach die Abkürzung über die Angst gewählt ...

Es gibt auch viele weise Dinge, die mit diesen Abschgreckungsmitteln bewirkt werden :

Hier einige Bsp.

Sofra öyle kalmaz- meleklerin kanatlari kirilir
Son lokmayi ye- arkandan aglar ....
yere düsürdügün ekmegi öperek kaldir ...

geceleri sakiz cigneme - ölü eti cigniyorsun
geceleri islik calma- seytani cagiriyorsun

uvm ....

ich denke, dass Du es in diesem Kontext gemeint hast, oder ?
  #5715  
Alt 05.07.2004, 16:16
Benutzerbild von bigpuma
bigpuma bigpuma ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Tangani ütüle............

ve müsayit bir yerine giy tam Mümin olursun ozaman....


akdeniz aksamlari bir baskadir geceleri sahil boyunca modern tangali bayan ve erkeklerin ugrak bir yeridir.

oraya git tam size göre bigün müsliman bir gün ickici bir günde Verici olursunuz.
  #5716  
Alt 05.07.2004, 16:23
Benutzerbild von bigpuma
bigpuma bigpuma ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Sen onu bunu birakta

Pornocu kültürünü benimsiyenlerin ne gibi ahlaka sahib oldugunu söyle.

Kizin büyüdügü zaman anne alt dudagimi nasil memnun edebilirim sorusuna kizim git Hocaya sormu diyeceksin..

Hayir senin gibi cinsleri bilirim alman teknolojiyi orasini burasini ona buna elleterek bulmusya sizlerde ayni kültürü cocuklariniza asilarsiniz.




PORNOCU DÜNYANIN EVLATLARI YAKINDA ITAL YAN YERINE BIMBOLARA YALATIRSANIZ SASMAM?????
  #5717  
Alt 05.07.2004, 16:56
Benutzerbild von feuerloescher
feuerloescher feuerloescher ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Kominizimde Esitlik Ve Inanc.

ATESTEN DOGAN ATES

1953 yılında girdiğim cezaevinde, 1969 yılına gelmiş, ama onca işkenceye rağmen hâlâ ölmemiştim.
Beni ve birçok mahkumu bu korkunç cezaevinden alıp Urumçi Birinci Hapishanesine götürdüler.
Her halde artık işkence görmeyecektim. Oraya gidince çok şaşırdım.
Beni otuz kişilik bir koğuşa attılar. Hayret! Bu koğuşta kadın erkek karışık kalıyordu.
Burada dev koğuşlar yoktu. Fakat şartlar aynıydı.
Yine açlık.... Yine sefalet... Yine kamçı... Yine taş ocakları... Yine tahmin edilemez işkenceler...
Koğuşta zina suçundan yatan kadınlar vardı. Ama yirmi bir yıllık hapis hayatım boyunca zinadan yatan erkek görmemiştim.
Kadınların içinde bir genç kız dikkatimi çekti.
Bu genç kız öteki mahkum kadınlara hiç benzemiyordu.
"Kadın-erkek eşitliği olduğu için kadın erkek koğuşu ayırmaya gerek yok"muş!
Bir ölçüsü olmayan istekler, mutlaka bir yerlerde tıkanmak zorundadırlar. İşte kadın-erkek eşitliği konusunda sınırlar tespit edilemediği için tam eşitlik yapılıyordu.
Beş kadının adını unutmadım. Bunlar Sacide, Maynur, Aygül, Melike ve Sevimgül"dü.
Sevimgül çok farklıydı. Ağırbaşlı, erkeklerle lâubali olmayan, işkence çekmekten gelip işkence çekmeye giden, kültürlü ve çok güzel bir kızdı.
Bir kez ona suçunu sordum. Tuhaf tuhaf baktı bana. Anlamlıydı cevabı:
? Bu rejimde doğmak bile suçtur!
Çok güzel ve dolu dolu olan bir cevaptı. Ama ben teferruatlı bilgi istiyordum.
Yıllar sonra ilk defa bir başkasını bu kadar merak etmiştim. Sevimgül"deki güzel ahlâk bunun en önemli sebebiydi. Fakat bana yüz vermiyordu. Haklıydı tabii. Kim bilir, yıllardır bu cezaevinde ona kaç kişi aynı soruyu sormuştu.
Ben biraz biraz kendime gelsem de Turgut"u unutamıyordum. Yanıyordu içim. Onu görmeden ölmek istemiyordum.
Burada bir ayna bulup kendime baktım. Zavallı ben. Ne hale gelmişim.
Bir kış daha bastırmıştı!
Kadın-erkek ayırımı yapmadan ki modern ideolojiler kadın erkek ayırımı yapmazlardı(!), bizi uzaklara götürüp akşama kadar çalıştırıyor, sonra zindana geri getiriyorlardı.
Bu defa ayaklarımızda pranga denilen illete ilâveten ağır demirler de vardı. Soğuktan da üşüyorduk.
Bir gün yine sıra olduk... Prangalanmayı bekliyorduk. Sırayla prangalarımız vuruluyordu. Birdenbire bir yetkili gür bir ses tonuyla bağırdı:
? Sıraya girin! Cezaevi müdürü mahkum teftişine çıkmış, buraya geliyor.
Zaten sıralıydık, ama bu sefer daha dikkatlice dizildik. Tek tip elbiselerimiz vardı. Neyimizi kontrol edeceklerdi bilemiyorum. Sıra halinde epey bekledik.
Geldi cezaevi müdürü.
Ben hiç oralı bile değilim. Sıranın bir başından başladı, mahkumlara göz gezdirerek bize doğru geliyor.
Sertmiş cezaevi müdürü. Yüzü hiç gülmezmiş. Duyardık mahkumlardan.
Müdür benim hizama geldiğinde, hepimize birden nasılsınız?" diye sordu, O anda buz kesmiştim.
Bu ses... Bu ses Turgut"un sesi! Aman Allah"ım! Bana dayanma gücü ver!
Baktım gözlerine. Evet evet, epey yaşlanmıştı ama oydu. Beni korkunç bir titreme aldı. Neredeyse düştüm düşeceğim.
Aman Allah"ım! Ben şimdi ne yapayım?
Kendimi ne kadar sıkarsam sıkayım, gözlerim durmuyor, devamlı gözyaşı döküyor.
Kahrolmayası gözler. Şimdi bunun sırası mı? Durun, beni ele vermeyin.
Ağlarken dikkatini çekip beni görmesin, tanımasın diye kafamı çevirdim.
Yüzlerce mahkumun yüzünün müdüre dönük olduğu yerde bir kafanın arkasının görünmesi, haliyle dikkati çekiyordu.
Beni fark etti.
? Hey, sen! Neden başını bizden çeviriyorsun?
Tekrar yüzümü döndüm. Beni tanımadı. Ama ağladığımı fark etti. Nasıl ağlamasaydım. Kardeşimdi o benim. Sonra canileşmişti. Şimdi de bu caniliğinin ücretini böyle alıyordu.
Onunla geçen günlerimizi düşündüm. Ne güzel çocuklardık öyle. İki candan dost ve arkadaş. Geldi komünizm, aramıza girdi ve karşımda duran bu adam bana yirmi yıldır işkence çektiriyor. Annesini babasını da sattı! Meğer karşılığında cezaevi müdürlük makamı varmış!
Bir anda anılara dalıp gitmiştim. Hatırlarım, bir gün çektirdiğimiz resimlere bakıyorduk. Resimde ondan biraz uzak durmuşum. Bana kızmış; "neden benden uzakta durdun. Bu resmi yırtmak istiyorum" demişti. Böyle günler geçirmiştik biz onunla. Her şey bir yana, nasıl bu hale geldiğimize ağlasam yine yeterdi. Halbuki ağlamak için sebeplerim öyle çoktu ki.
Ağladığımı fark ettikten sonra iyice yaklaştı bana. Sert bir ses tonuyla sordu:
? Sen! Neden ağlıyorsun? Başımı öne eğdim. Hiddetlendi:
? Cevap ver, neden ağlıyorsun? Yaşlı gözlerimi taa gözlerinin içine diktim. Bir müddet baktım ona. Sonra yüksek sesle cevap verdim.
? Benim ağlayacak sebeplerim çok var. Size hangisini anlatayım?
Gözlerinin içine öyle derinlemesine bakıyordum ki, kendimi gözlerinden alamıyordum.
O da dikkatlice bakıyordu bana. Birden rengi sarardı... Şaşkın şaşkın tekrar baktı. Tekrar tekrar devam etti bakışları. Sanki donmuş gibi durdu bir müddet. Sonra sordu:
? Senin adın ne?
Göz yaşlarım yağmur gibi akarken cevap verdim:
? Kaan, efendim. Şaşkına döndü.
Kendisini tanıtamazdı. Benim mahkum olmam ona zarar verebilirdi. Birdenbire emir verdi:
? Tamam. Götürün bunları. Biz epey gittikten sonra dönüp ona baktım. Aynı yerde put gibi duruyor, öylece bana bakıyordu.
Koğuşa geldiğimizde kendimde değildim. Turgut hâlâ karşımda duruyordu sanki. Onu tenha bir yerde görmek ve hayalimdeki soruyu sormak arzusu daha da büyüdü içimde.
? Şimdi nasılsın Turgut? Bu soruyu ona mutlaka soracağım.
Turgut"un acısı bir başka ateşle yaktı beni. Daha sonraları hep düşündüm:
"Acaba, Müslümanlar neyi yapmadılar da komünizm doğdu?!"
* * *
Sevimgül deydi gözlerim. Zavallı kız! Ne suç işlemişti de buradaydı acaba?
Mahzun duruşu, genç yaşta yüzüne inen çizgiler vardı.
Taş ocağında da ona bakıyordum bazen. Erkeklerle eşit şartlarda çalışıyordu. Dinsizliğin sağladığı eşitlik içinde...
Bir yolunu bulup yine sordum:
? Sen devrimci miydin?
? Komünizm geldikten sonra kimin başka bir şey olma hakkı vardı ki?
? Şu suçunu hâlâ anlatmayacak mısın?
Koğuşta Müslümanlar çoğunluktaydı ve benim Sevimgül"e başka bir niyetle yaklaştığımı düşünüp uyaranlar oluyordu.
Bitiyorum Müslümanların bu yönüne. Bir kadına sarkıntılık yaptıklarını zannettiler mi, kendi kız kardeşlerine sarkıntılık yapılmış gibi sahiplenirler. Müslüman ruhu eğer gerçekten Müslüman?sa, dünyanın her yerinde aynıdır.
Sevimgül"ün, benim temiz niyetimden şüphesi kalmamıştı artık. Bir yıl sonra "peki ağabey" diyerek anlatmaya başladı:
? 1943 yılında Doğu Türkistan"ın Urumçi şehrinde dünyaya gelmişim.
İlkokulu aynı şehirde Tatar dilinde okudum. Orta ve liseyi Uygur dilinde bitirdim. Doğu Türkistan Tıp Fakültesinde okumaya başladım.
Çinlilerin çoğunlukta olduğu yerdi. Bizim yemeklerimizle onların yemekleri aynıydı. Baktık, yemeklerdeki etin rengi çok beyaz. Sorduk arkadaşlarla:
?Bu etin rengi neden beyaz? Yetkililer cevap verdiler:
? Domuz eti beyaz olur. Midemin allak bullak olduğunu hissettim.
Biz İslam"ın diğer emirlerini bilmesek, gereğince amel etmesek de, domuz etinin haram olduğunu çok iyi biliyorduk.
Doğu Türkistanlı on iki Öğrenci bir araya geldik. Dedik ki:
? Bu böyle olmaz. Hakkımızı arayalım. Bize ayrı yemek verilsin.
Aktif ve korkusuz gençlerdik. Sonra, neden korkacaktık ki? Komünizm, faşizm değildi ki, korkacak ne vardı? O, halkın isteklerini dinlerdi. Asıp kestikleri vardı ama, onlar vatan hainleriydi. Rus casuslarıydılar. Biz ise sıradan insânî haklarımızdan birini istiyorduk. İman zerre kadar da olsa, gereğini yaptırıyordu. Fakülte yönetimine başvurduk, olmadı. Biz de "özgürlükçü rejimde dernek kurup hakkımızı alırız" dedik ve derneği kurduk. Gayemiz sesimizi devlete duyurmaktı.
Başkanımız Abdülaziz isminde bir Uygur Türküydü. Bu genç çok aktif biriydi.
? Biz Türklere kimse domuz eti yediremez, derdi.
Gerçekten Türklerden hiç kimse ki bu diğer ırklar için de geçerli, dinsizleşmedikçe domuz eti yemezler.
Ben hep düşünmüşümdür.
Domuz eti haramdır diyen de Kuran"dan âyettir, içki içmeyin, zina yapmayın, adam öldürmeyin, namazınızı dosdoğru kılın, zekatınızı hesaplayarak verin emri de ve diğerleri de Kuran"dan birer âyettir. Neden acaba domuz eti yasağına riayet edildiği kadar Allah"ın öteki emirlerine riayet edilmez? Bunun cevabını hâlâ bulamadım.
On iki arkadaşla kurduğumuz dernekte ben de aktif görev aldım. Kendi aramızda övünüyorduk:
? Komünizm bir başkadır. Faşist bir rejimde olsak bu derneği kuramazdık.
29 Nisan 1963 yılıydı. Fakültede bir koşuşturma vardı. öğretim görevlileri telaşlıydı.
Meğer bütün okullara emir verilmiş. Hepimiz bu tarihte meydana götürüldük. Binlerce Öğrencinin gözü önünde bir konuşmacı mikrofonu aldı ve bütün öğrencilerin duyacağı şekilde konuşmaya başladı:
? Sevgili yoldaşlar! Faşizme karşı alternatif rejim olarak komünizm doğdu. Fakat komünizme Sovyet Rusya kara leke sürdü. Sovyet Rusya komünizmi uygulamadı, uygulayamadı. Komünizmin gerçek yönünü dünyaya biz, Çin Halk Cumhuriyeti gösterecek ve bu rejim sizlere emanet edilecektir. Yarının büyükleri, yöneticileri sizler olacaksınız ve sizler sayesinde komünizm altın çağını yaşayacak. Faşist Ruslar bunu yapamadı ama siz yapacaksınız! O yüzdendir ki, işte o yüzdendir ki Ruslar bizi çekemiyor, aramıza casus gönderiyorlar. Bu casuslar yurdumuzu satıyorlar... Ruslara vermek istiyorlar yurdumuzu. Aranızdan da bazı hain alçakları bulup onları satın alıyorlar.
Biz bunları dinlerken nefretle dolmuştuk. Bu öğrenciler nasıl yurdumuzu Ruslara satarlardı?
Komünizmin yönetimi altına girmekle aslında Çinlilere satıldığımızın farkında bile değildik.
Konuşmacı sordu:
? Bu vatan hainlerinin cezasını verelim mi? Hepimiz birden bağırdık:
? Verelim. O namussuzları cezasız bırakmayalım!
? Peki o halde, şimdi bunların isimlerini okuyoruz.
Şaşkınlıkla dinledik isimleri. Bunlar bizim isimlerimizdi ve biri de bendim tabii.
Orta yere aldılar bizi. Bizimle Öğrencilere gözdağı vererek hem zalimliklerini, hem de acizliklerini sergiliyorlardı.
Ellerimizi ayaklarımızı bağladılar. Her birimizi ayrı ayrı arabalara koyup, bizi Rus casuslarının yakalayan kahramanlar edasıyla götürdüler.
Sevimgül bunları anlatırken gardiyan koğuşa girince konuyu kapattı.
? Devamını sonra anlatırım Kaan ağabey, dedi.
Meraktan çatlıyordum. Acaba ona nasıl işkence uygulanmıştı? Bu alçak rejim işkencede de kadın erkek eşitliğine riayet ediyor muydu, yoksa kadına daha ağır cezalar mı veriyordu?
Bu arada koğuşumuzdaki İsmet amcayla sık sık konuşuyorduk. Ona açılmak istiyordum. Çok şirin, mükemmel bir insandı. Has Müslüman?dı. İslam"ın emirlerini o kadar güzel anlatıyordu ki, onu dinlemeye doyamıyordum.
Turgut canımı çok fazla sıktığı için her fırsatta İsmet amcaya gidiyordum. Meğer İsmet amca da imammış. Şu cezaevinde en çok gördüğüm mahkum imamlar ve öğretmenlerdi.
? İsmet amca, dedim, içim içime sığmıyor... Çatlıyorum İsmet amca. Üç gündür buralar daha sıkıcı geliyor bana. Bundan sonra nasıl işkence çekeceğimi de hiç bilmemek beni daha çok sıkıyor.
Çok farklı bir insandı İsmet amca. Bana anlamlı anlamlı baktı:
? Her şeye rağmen yaşamak bir nimettir. Sabret ve bu nimeti değerlendir.
Sonra devam etti:
? Sahi! Senin yaşamaktaki faydan nedir? Anlayamamıştım.
? Ne demek istiyorsun İsmet amca?
? Diyorum ki, yaşamak insana kar vermeli. Senin karın nedir?
? Düşündüm. Bu sözden neyi anlamalıydım acaba?
? Yani bana öl mü diyorsun?
? Hayır. Yaşamanın faydası nedir, diyorum.
? Bilmem. Ölmemek için yaşamaya çalışıyorum.
? İyi de, öldüğün zaman yaşadığın bu hayatın sana bir faydası olacak mı?
? Muammalı konuşuyorsun İsmet amca, seni anlayamıyorum.
? Demek istiyorum ki, sen neden Allah"a dönmüyorsun? Allah"tan uzaklaşmanın bedelini hep beraber gördük. Daha başka bedeller mi görmek istiyorsun?
? Ben her zaman "Allah" derim. Kalbim hiç durmadan her nefeste "Allah" der.
? Peki, aynı kalbin sana, "namaza başla, günde beş vakit de secdede Allah de" demiyor mu?
Şaşırmıştım.
? Aslında haklısın İsmet amca. Tuğrul amcamın öldüğü gün ben de düşündüm bunu. Bilemiyorum neden, namaza başlamadım. Aslında Allah"ımı çok seviyorum, belki günde yüz bin defa "Allah" diyorum kalbimden.
Güldü.
? Güzel bir şey. Ama keşke yüz bin defa Allah deyip namazını geçirmektense, beş vaktini kılıp yüz defa Allah deseydin daha kârlı olurdun. İnsan her gün binlerce kez Allah"ı anar da, günde beş vakit Ona secde etmez mi Kaan? Bu ne uzaklıktır böyle? Allah"ını seven Ona secde etmeden nasıl kul olur?
Çok etkilenmiştim. Ne güzel söyledi: "Allah"ı seven, Ona secde etmeden nasıl kul olur?" Evet, düşünmeye başladım. Ben gerçek kul değil, sahte kulum.
Hemen o gün.namaza başladım. Namazdan sonra doya doya dua ettim:
? Yâ Rabbi. Geç de kalsam huzuruna geldim. Çektiğim işkenceleri, işlediğim cinayetlerin bedeli kabul et. Beni de lütfuna al Allah"ım!
İçimde tarifi imkânsız bir sevinç başlamıştı. Ama Turgut aklıma gelince bu sevincim kalbimde düğümleniyordu. Ah Turgut ah!... Ne uğruna yaktın bizi?
* * *
Bir gün kendi kendime düşündüm, şu durumumuzda bir filim çevrilmiş miydi? Hiç böyle bir kabus gören olmuş muydu? Yoo! Kabusların bile aklına böylesine acı veren sahneler gelemezdi
* * *
Taş ocağından geliyorduk bir akşamüstü. Özel cezaevi cipi karşımıza çıktı. O bize doğru gelirken yana çekildik.
cip benim hizama geldiğinde içine baktım. Turgut donmuş halde bana bakıyordu. Bende ona baktım.
Yine dökülmeye başladı göz yaşlarım.
Hem ona bakıyor, hem de kendi kendime konuşuyordum:
? Neden öyle bakıyorsun Turgut? Beni böyle görmek sana acımı veriyor, zevk mi? Ah bir anlasam bunu! Bak Turgut bak. Sen bakmayacaksın da bana kim bakacak?
Taa derinden yanıyordu kalbim. Onu her gördüğümde böyle titreyecek, böyle kahrolacaksam, bu işkence Ahmet"in işkencesini aratır bana.
Dayanamıyorum Allah"ım. Turgut"u göremeyeceğim bir yere götür beni!
Turgut"un gözlerindeki ifade yakıyor beni. Acaba benim gözlerimin ifadesi ona ne yapıyor? Benim ciğerimin yandığı gibi yanıyor mu acaba?
Ben de ne saçmalıyorum böyle? O baba katilinde öyle yürek olabilir miydi?
Günler sonra bir gece koğuşta yatsı namazını kılıyordum. Birdenbire, mahkumlar arasında bir telaş fark ettim. Birisi seslendi:
? Müdür geldi, kalkın hizaya geçin!
Namazımı bozmadan devam ettim. Onun yanıma kadar geldiğini fark ettim. Arkadaşlara söylendi:
? İçinizde namaz kılanlar var demek ki. İyi iyi, biz kimsenin namazına karışmayız. Devam edin...
Sonra çekip gitti.
Ses tonunu tahlil ettim ama sesi hainceydi. Pişman olan insanın sesindeki kulak dinlendiren ahenk, incelik ve yumuşaklık yoktu.
Böyle geçiyordu günler. Her gün onu görme stresi beni perişan ediyordu. İnanılmaz bir işkence geliyordu bana...
Bu Ahmet"in işkencesini geçti Allah"ım. Beni buralardan götür. Turgut"un gerçek bir faşizm olan komünist rejimin bekçisi olarak karşıma geçmesine tahammülüm yok! Turgut"u görmeye tahammülüm yok.
Cezaevi müdürlüğüne bir dilekçe yazmak istedim. Gardiyandan kağıt rica ettim, getirdi. Kalemi kağıdı elime aldım, yazacağım.
Aman Allah?ım! Yazı yazmayı unutmuşum. Şoke olmuştum.
Tekrar denedim. Hayır hayır, hiçbir harf kalmamış aklımda. Tam yirmi yıldır tek harf görmemiş, tek kelime yazmamıştım.
Oturdum bir köşede, kara kara düşündüm. Okuma yazmayı unutunca kendimi bambaşka bir insan olarak gördüm. Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Sanki başka bir kardeşimi kaybetmiş gibi oldum.
Günler sonra taş ocağına giderken Sevimgül"den hikayesinin kalan kısmını anlatmasını rica ettim...
? Sonra ne olmuştu Sevimgül, anlatır mısın? Seni bir arabaya koymuşlardı. Eee, sonra?
Anlatmaya başladı:
? Sonra arabayla beni alıp hiç bilmediğim yere götürdüler. Bir hücreye kapattılar. Üç ay o karanlık hücrede kaldım. Aileme haber verilmedi. Altı yedi adımlık koğuştu koğuşum. Adım adım dönmek, her an korku ile yaşamak ve en acısı da "vatan haini" damgasını yemek dünyamı alt-üst etmişti. Kokmuş yemekler verilirdi. Kızıla benzer ekmek veriyorlardı, onu da sertlikten yiyemiyordum. Her gün sorguya çekiliyordum:
? Sizi kim yönlendiriyordu? Kim teşvik ediyordu?
Hep bu sorular soruluyor, artık iyice bıktırıyorlardı. Halbuki arkamızda kimse yoktu ve devlet işleriyle de uğraşmıyorduk... Ama bana inanmıyorlar, illâ arkamızda bir güç arıyorlardı.
Sonra beni Cungurya"ya götürdüler. Orası ne kadar sıcaktı bir bilsen. Aman Allah"ım! Sıcaktan patır patır dökülüyordu insanlar. Üzerimizdeki gömlek bile on günde eriyordu.
Hiç unutmam, bir gün arkadaşlarla burnumuza et kokusu geliyor diye kokunun geldiği yeri arıyorduk. Meğer derimiz yanıyormuş da koku derimizden geliyormuş. Aman Allah"ım! Ben o işkenceye nasıl dayandım?
Kışın da tam aksi olurdu. Soğuk dondururdu. Çalışırken habersizce gelip aniden kamçıyı indiriyorlardı. Suçumuz, neden hızlı çalışmıyormuşuz. Neden yanımızdaki ile konuşmuşuz. Ne konuşmuşuz? Dinsizler onca tedbire rağmen yine de bizden korkuyorlardı...
Hiç unutmuyorum. Sıraçdin isminde bir genç vardı. Domates bahçesinden domates topluyorduk.
Bir çığlık duyduk. Ben çığlığa doğru koştum. Bir de baktım ki bu genci ayaklarından ağaca asmışlar vuruyor, vuruyorlardı.
? Bir daha böyle suç işleyecek misin?
Genç ağzından burnundan kanlar akarak cevap veriyordu:
? Hayır! Ne olur artık vurmayın, bir daha yapmayacağım.
Sonradan öğrendik, meğer toplarken bir tane domates yemiş. Dehşetti bu, çok korkmuştum.
Dayanılmaz bir yerdi.
Tam üç yıl aileme haber vermediler Ziyaretçilerim gelmedi. Can annem, babam ve kardeşlerim ölümüyüm, dirimiyim haber alamadılar üç yıl sonra annemler gelmişler. Annem ağlayarak yalvarmış. "Bana yavrumu gösterin, bana neyin günahını ödetiyorsunuz?" demiş.
Şartlanmış fanatik dinsizler çok rahat iftira ettikleri için anneme demişler ki:
? Kızın bize casusları söylemiyor. Söylemiş olsa hemen bırakacağız. Sen bilmiyorsun ama kızın vatan hainidir!
Ah benim çilekeş annem, ah! Kim bilir yüreğin nasıl yandı!
Bana çok çeşitli işkenceler uyguladılar. Sabah saat dokuzdan akşam altıya kadar Mao"nun resmi önünde ayakta bekletip;
? Mao"nun manevi huzurunda saygı duruşu yapacaksın, dediler.
İktidarda Müslümanlar olunca, kimseye zorla "bizim ilahımıza saygı duruşu yapacaksın" demezler. Çünkü İslam"da zorla Müslüman yapma yoktur. Fakat putçuların eline koz geçtiği zaman zor/a kendi ilahlarına saygı duruşu yaptırırlar.
Sonunda mahkemeye çıkarıldım. Aman yâ Rabbi, bu ne itham!...
1962 yılında Gülcü ve Çevçek şehrinden seksen bin insan Sovyetlere kaçmış. Bunların hepsini ben kaçırmışım.
Bu iddia beni şoke etti. Daha çok gençtim. Zalimleri de hiç tanımıyordum. Nasıl şaşırmıştım anlatamam.
Bunlar hiç mi düşünemiyordu acaba, bu bir genç kız. Seksen bin insanı nasıl kaçırabilir? "Bizim zulmümüz kaçırdı" demezlerdi. Ve birçok Müslüman Türk, mecburen bir zalimin kucağından öteki zalimin kucağına kaçmışlardı.
Hayatım boyu unutamayacağım bir şey oldu. İmkânım olsa bütün dünyaya, hatta insan var ihtimaliyle Merih"e bile anlatırdım o günümü. Ne büyük yaraydı o benim için. "Seksen bin insanı kaçırdı" diye çektiğim İşkenceler onun yanında hiç kalırdı. Çünkü aldığım bu yara Müslümanlardan gelmişti.
Meğer Müslümanlar, müşrikleri de, şartlanmış dinsizleri de hiç tanımıyorlarmış. Bunu o gün anladım.
Sevimgül"ün sesi ağlamaklıydı.
?Bilemezsin Kaan ağabey, o acı, o ıstırap çok başka. Daha sonra beni Urumçi"den 60 km. uzakta o/an Gengu Köyüne sürdüler. Burası çok büyük bir köydü. Çinlilerle birlikte Kazak Türkleri ve Uygur Türkleri de vardı.
Allah"ın ölçüsüyle bakmazsan insanlığa, hangi Türk boyu olursa, hangi ırk olursa olsun, kendi din kardeşine düşman olur, düşman oyununa da çok çabuk gelirmiş. Ben bunun örneğini Gengu"da gördüm, yaşadım.
Üç bin kişilik komiyi topladılar. Bizi onların içine soktular. Biz sekiz mahkumduk. Benden başka bir kadın daha vardı. Ben en arkadaydım.
"Bunlar hain" diye tanıttılar bizi.
Kulağıma acayip sesler gelmeye başladı. Ne olduğunu anlayamamıştım. Meğer öndeki mahkumlara devamlı vuruyorlarmış. Kadın mahkumun kafasına eski bir çaydanlığı andıran bir şey geçirmişlerdi. O çaydanlık gibi kaba yukarıdan bastıra bastıra vurmuşlar, kap kadının kafasına gömülmüş. öteki mahkumlar da kanlar içinde yerde yatıyor; Müslüman Türkler ise "sizi gidi vatan haini sizi" diyerek onları tekmeliyorlardı.
Durun! Onlar kendi din kardeşleriniz! Kökten dinsizler size yalan söylüyorlar! Aldanmayın ne olur!
Ama aldanmışlardı.
Benim için "bu kız, seksen bin kişiyi Sovyetlere kaçırdı. Bu bir ihtilalcidir, vurun bu haine!..." demişlerdi.
Ortalarından geçiyordum. Avazları çıktığı kadar "Hain, alçak!..." diye bağırıyor, yüzüme tükürüyorlar ve de acımasızca vuruyorlardı. Bu kahreden acıyı ömrüm boyu unutamayacağım.
Bir Müslüman kendi din kardeşine dinsiz ağzıyla nasıl zulmedebilir? Bunu nasıl yapabilir?
Bazıları da "sen Türkistan?ımızı kaça satıyordun?? diye bağırıyorlardı.
"Bu zulmün asıl kaynağı, komünizm" diyor bazı mahkumlar. Bence doğru değil. Asıl kaynağı bizim dinimizi bilmememizdi bana göre.
Zeki kızdı Sevimgül.
Bazı mahkumlar, yada mahkum olmayan erkekler, bir kadın yada kız gördükleri zaman anılarındaki bir kadını hatırlarlar. Ben de Sevimgül"ü görünce ablam Çiçek"i hatırladım. Ablam şimdi yaşlanmıştır ama ben onun genç halini hatırlıyordum. Kadın mutlaka kadını hatırlatmaz. Anayı, bacıyı, evladı halayı teyzeyi de hatırlatır insana.
Sevimgül her zaman bir anısını anlatırdı bana.
Başka mahkumlardan da dinlerdim anılarını. Sırası geldikçe anlatırım size.
Sevimgül beni çok etkilemişti. Genç kız olduğu halde onca işkenceye dayanmış olması bana hayret veriyordu.
Bir gün de Cungurya?da yaşadığı kışı anlattı. Ben de çok şeyler yaşadım kışın. Ama Sevimgül?ün anlattığı farklı, benimki farklıydı.
Bir gün çok sert bir kış soğuğunda çalışıyorlarmış. Kalın elbise giymeyen donup hemen öldüğü için, kalın elbise verirlermiş.
Bir adam varmış mahkum arkadaşlarından. Sevimgül onunla konuşuyormuş. Adam cevap veriyormuş ama gözleri aynen heykel gözü gibi hiç kımıldamıyormuş. Meğer adamın soğuktan gözü donmuş! Hayret ve dehşetle sorardı:
? Bu kadar kitapsızlık nasıl olur Kaan ağabey? Cevap verirdim babamın sözlerini hatırlayarak:
? Olur Sevimgül, olur. Dinsizlik taassupla birleşirse, insanın yapmayacağı bir şey yoktur.
* * *
Burada bir şeyi daha anladım. İnsan, meğer bir hayvan görmeye hasret kalabilirmiş. Bir kedi köpek görsem sanki dünyalar benim olacak gibime gelirdi... Köpeğimiz Çan"ı ve ineğimizi özledim. Hatta inanması çok güç ama ben hayvan gübresinin kokusunu bile özledim. Adeta burnumda tütüyor. Bu nasıl duygudur bilemiyorum ama ben bunu yaşadım.
Meğer neymiş bu Komünizm, hayvan gübresini özletirmiş insana.
* * *


<a href="redirect.jsp?url=http://mitglied.lycos.de/muslimmm/tuerkce/eminesenlikoglu/ciniskencesi/000000923900c206a.htm" target="_blank">http://mitglied.lycos.de/muslimmm/tuerkce/eminesenlikoglu/ciniskencesi/000000923900c206a.htm</a>
  #5718  
Alt 05.07.2004, 17:10
eniskaya
 
Beiträge: n/a
Standard Eger anlattikLARIN DOGRUYSA

isin gercekten cok zor..... ama her zorun bir cikari vardir....

Heryeyden evvel simdi sadece kendini düsünmelisin...... nisanli, seviyorum bu gibi laflari bir kenara.....
Nisanlin dedigin tam hiyarin birisi..... bunu anladim.

Seygilinin yada nisanlinin, belkide hayatinin en zor döneminde yaninda olmayipta, ne halt yemede olacaksin.....

Benim sana bir abi olarak samimi tavsiyem..... belkide yakisikliligina kandigin o evvelki cehalet küpü ve simdiki ana baba tutsagi affet ama manyak diyecegim, sana göre degiller.

Bu olaylardan sonra aslave asla eski nisanlinla mutlu olamazsin....... sorun sende dgil onlarda.......

Bence onlarin hic biri sana laik degillerdir..... sil at kafandan böyle insanlari, yoksa ömür boyu cektirirler sana......

Benim görüslerim bu cercevede....... bilki sevgi cehaleti asla kompensieren edemez.....

Ich hoffe damit etwas geholfen zu haben, benim objektiv görüsüm budur..... kendimi senin yerine koydum ve ben kararimi bu yönde kullanirdim...

Selamlar, Sevgiler
Enis
  #5719  
Alt 05.07.2004, 17:11
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Nein...im Gegenteil..wir sind was Gott

aus uns gemacht hat ! und wer das versteht, der glaubt an Gott.
  #5720  
Alt 05.07.2004, 17:18
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard seni zor gününde..anlamayanlara

sirtini cevirmelisin.Sana destek olmayacaksa simdi..ne zaman olacak ?? Bir erkek biraz massakli olmali..her duyduguna inanan, esini dostunu terk ederse..teyy babam teyyy.
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu