| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
![]() |
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
![]() |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
|
|||
![]() yapsin
![]() Demissin ki: "21)Kur’an okumak, okurken ağlamak, ağlanamıyorsa bile ağlıyormuş gibi yapmak. " Demek Hz. Muhammed de öyle yapiyordu ![]() Kandiriyor muydu Hasa Allah i ?.. Ben size ne diyeyim Bilemiyorum ki.. |
|
|||
![]() Sünneti de Islam i da Yedirme ..
Tiz-i reftar olanin payine namer dolasir Erisir menzil-i maksuda aheste gider Aheste cek kürekleri aheste Perdedar-i mikuned der kasr-i kayser ankebut Bu növbet mizenet der bertarimi afrasyab (Turkce meali: Acelesi olanin etegi ayagina dolasir, Yavas giden amacina ulasir; Padisahin sarayinda perdeleri örumcek cekiyor, ve nobeti devralma sirasi simdi ona geldi) Aman Yavas Aheste Söz gümüsse sükut altinmis Demek ki susmak daha kiymetli Sessiz sakin durmak varken Konusup yorulana bilmem ne demeli Aman Yavas Aheste... |
|
||||
![]() "Religion ist Opium für das Volk" - Marx
oder auch so gesagt, Religion ist eine sperre der geistigen entwicklung. die menschheit erschafft zuerst etwas um es dann anzubeten und es als das höchste wesen zu verehren... wie sinnvoll ist denn das?! ich persönlich glaube nicht an gott oder ähnliches und bin nicht religiös und bin froh darüber. |
|
|||
![]() Din Gittigin yoldur !..
|
|
|||
![]() 14. Oysa o sizi aşama aşama birçok hallerden geçirerek yaratmıştır. Burada insan yaratılışının fert ve toplum olarak geçirmiş olduğu evrim mertebelerine işaret vardır. Ebu"s-Suud"un açıklamasına göre; önce unsurlar halinde, sonra gıdalar halinde, sonra karışımlar halinde, sonra sperma halinde, sonra embriyon halinde, sonra et parçası halinde, sonra kemik ve et halinde, sonra da bambaşka bir yaratılışla şekil vermiştir. "Yaratanların en güzeli olan Allah"ın şanı ne yücedir."(Müminun, 23/14). Bunları yapan o güzel yaratıcı ululama ve saygıya layık değil mi? O sizi daha başka bir şekil ve yaratışla yükseltemez mi? Yahut ezip yok ederek elem verici o azaplara düşüremez mi? Siz niye bunları düşünmüyorsunuz?
15-16. Bunu daha çok açıklamak ve kanıtlamak için buyruluyor ki: "Allah yedi göğü tabaka tabaka nasıl yaratmış görmediniz mi? Ay"ı içlerinde bir nur kılmış; güneşi de bir lamba kılmış." ( Tefsir elmalili ; NUH ) Simdi adem yaratilirken ki Sperma ya veya hücreye ihtiyac varsa;Ondan önce insan olmadigina göre Nereden bulunmustur ?.. Ha Camurdan yaratildiysak Bu evreye gelene kadar Hangi evreler yasanmistir. ? Bunları yapan o güzel yaratıcı ululama ve saygıya layık değil mi? O sizi daha başka bir şekil ve yaratışla yükseltemez mi? Yahut ezip yok ederek elem verici o azaplara düşüremez mi? Siz niye bunları düşünmüyorsunuz? evet Neden düyünmüyorsunuz ?.. Düsünmekte Okumak kadar aci mi veriyor ?.. 17. "Allah sizi yerden bir nebat tarzıyla bitirdi." Nebat ve nebt kelimeleri, lügatte cins ismi ve mastar olur. İsim olduğuna göre, yerde biten, yani yerden çıkıp yetişen her şeye denir. Sonra örfte sapı olmayanlar ve hayvanların yedikleri için kullanılır olmuştur. Türkçe"de buna "ot" denir. Mastar olduğuna göre de bitmek, ot bitmek, yetişmek mânâsına gelir. Bu kökten türetilen "inbât" da, bitirmek, yetiştirmek, geliştirmek demek olur. 17. "Allah sizi yerden bir nebat tarzıyla bitirdi." Nebat ve nebt kelimeleri, lügatte cins ismi ve mastar olur. İsim olduğuna göre, yerde biten, yani yerden çıkıp yetişen her şeye denir. Sonra örfte sapı olmayanlar ve hayvanların yedikleri için kullanılır olmuştur. Türkçe"de buna "ot" denir. Mastar olduğuna göre de bitmek, ot bitmek, yetişmek mânâsına gelir. Bu kökten türetilen "inbât" da, bitirmek, yetiştirmek, geliştirmek demek olur. Nebatın ayırıcı özellik ve niteliği gelişmedir ki organizmanın gıda ve üreme ile ortaya çıkıp görünmesidir. Fakat kelimenin asıl kipi mastar olduğu ve insan hayatı bitkisel hayattan ibaret bulunmadığı için tefsirciler burada kelimesinin hal değil mef"ulü mutlak olduğunu açıklamışlardır. Ancak bazıları doğrudan doğruya "sizi bitirdi" fiilinden mef"ulü mutlak olması için, kelimesinin mânâsına olup babının dışında zikredilmiş olduğunu söylemişlerdir ki "yerden bitirmek suretiyle yetiştirdik" demek olur. Diğer bazıları da, (bitirme)nin neticesi olmak üzere üç harfli fiillerden ibarede bulunmayan fakat takdir edilen bir fiilin mastarı olması dolayısıyle "ın mef"ulü mutlakı olduğunu söylemişlerdir ki aslı olup mânâ, "Allah sizi bitirdi siz de bir tür bitişle bittiniz." demek olur. Ancak bazıları doğrudan doğruya "sizi bitirdi" fiilinden mef"ulü mutlak olması için, kelimesinin mânâsına olup babının dışında zikredilmiş olduğunu söylemişlerdir ki "yerden bitirmek suretiyle yetiştirdik" demek olur. Diğer bazıları da, (bitirme)nin neticesi olmak üzere üç harfli fiillerden ibarede bulunmayan fakat takdir edilen bir fiilin mastarı olması dolayısıyle "ın mef"ulü mutlakı olduğunu söylemişlerdir ki aslı olup mânâ, "Allah sizi bitirdi siz de bir tür bitişle bittiniz." demek olur. Simdi düsünmesini Bilen vatandaslar icin bu tesfirde bile Ibret vardir Bitkiler Her an evrim gecirirler. Ufacik bir cekirdekten Bir gül halini alirlar mesela .Ve allah Onlari Öldürür.. Kis i Toprak da Iskelet halinde gecirdikden sonra Bahar ile birlikte yeniden evrimlerine baslarlar ve o güzel Hallerine bürünürler. Tabiat da hic bir sey yok olmaz sadece Suret degistirir. Bu suretlerin hepsini kendinde toplayan insandir. Cünkü Evrimin Tabiat in son sekli insandir. Ve adem baban ilk akilli insandir. Insan soyunun son seklidir. O sekilde O bünye de Medenden de bir cevher vardir Gül den de Isirgan otundan da.. 12- And olsun biz insanı, çamurdan, bir sülâleden (süzülüp çıkarılmış çamurdan) yarattık. 13- Sonra onu emin ve sağlam bir karargahta (rahimde) nutfe (sperma) haline getirdik. 14- Sonra nutfeyi bir alaka (embrio) yarattık, derken o alakayı bir mudga (bir çiğnem et parçası halinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra onu diğer bir yaratık olarak teşekkül ettirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir. 15- Sonra siz bunun ardından, muhakkak ki öleceksiniz. 16- Sonra da siz, şüphesiz, kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz. 12- 1- Çamurdan bir sülâleden. SÜLÂLE kelimesi sell masdarından alınmadır. Sell, bir şeyi bir şeyden incelik ve yumuşaklıkla sıyırıp çıkarmak demektir. Nitekim dilimizde de bilindiği üzere, kılıcı kınından sıyırıp çekmeye "Sell-i Seyf" denilir. Böyle "fuâle" veznindeki isimler, alındıkları fiile göre bazan gaye olurlar, "hülâsa" gibi ki, sülâle de buna benzer; bazan da olmazlar, "kulâme, künâse" gibi Keşşâf"ın açıklamasına göre bu vezin, bir kıllet (azlık) mânâsıyla da ilgilidir. Dilimizde bu veznin karşılığı (...inti) ekiyle yapılan kelimelerdir ki, süzüntü, kuruntu, kırpıntı, süprüntü gibi. Fakat sell fiilini bir kelime ile ifade edemediğimizden sülâle kelimesini bu şekilde terceme edememişizdir. Şu halde bir şeyin sülâlesi o şeyden sıyrılıp çıkarılan bir netice demek olur. Çoluk çocuğa da sülâle denilmesi bu mânâya göredir. Bundan dolayı, sülâle tabirinden bir silsile mânâsı düşünürüz. Çünkü sülâle aslın değil, ondan süzülüp çıkarılan hülâsanın ismidir. İşte insan, yaratılış evrelerinde önce, böyle çamurdan sıyrılıp çıkarılmış bir sülâleden yaratılmıştır ki, bu mertebe ilk insan olan Âdem"in yaratıldığı ve dolayısıyla insan cinsinin, insan organlarının ilk başladığı evre olmakla, hiçbir insan tohumu ile meydana gelmiş değildir. Bazıları burada "tîyn" Âdem (a.s)in bir ismidir, demiş bazıları sülâleden maksat Âdem"dir demiş ise de ikisi de doğru değildir. Zira Âdem, insandır. "Biz muhakkak insanı yarattık" (Tîn, 95/4) âyetindeki ifadeye dahildir. Ayetin açık mânâsı, bu sülâle"nin Âdem"den önce olmasıdır. Hatta bir kısım tefsircilerin İbnü Abbas, İkrime, Katâde ve Mukatil"den nakledildiğine göre, burada kelimesini Âdem diye tefsir etmişler. "lâm"ı ahid lâmı olarak kabul etmişlerdir. Gerçi tahkîkçi âlimlerin görüşü cins için olmasıdır. Sözün gelişi de buna uygundur. Nitekim Ebussuud, demiştir ki: "el-insan" ile kastedilen cinstir ve anlam şudur: Billahi insan cinsini Âdem"in yaratılmasıyla "tıyn"den, yani çamurdan bir sülâleden toplayıp yaratmakla halk ettik..." Bununla beraber ahd olduğu takdirde de zımnen bu mânâ gerekir. Demek ki, yüce yaratıcı, önce çamurdan seçerek bir sülâle çıkarmış ve insanı ilk defa o sülâleden yaratmıştır. Hıcr Sûresi"nde "Yoluna girmiş, şekillendirilmiş balçık"(Hıcr, 15/26) denilmiş olan bu çamur sülâlesinin, Fahreddîn Razî"nin de kaydettiği üzere, bir kısım tefsircilerin açıklamasına göre insanlara gıda olarak insanlığın organlarına ilk dönüşen maddeler olarak düşünülmesi mümkündür ki, bu maddeler çamurdan sıyrılmış çıkmış madensel veya bitkisel veya hayvansal maddelerdir (elementlerdir). Nitekim sülâle, nutfenin meydana geldiği gıda maddeleri ile de tefsir edilmiştir ki, bu mânâ ile bu âyet, yalnız Âdem"e veya Âdem mânâsında cinse ait olmakla kalmayıp her ferde de doğrudan doğruya uygun olur. Çünkü gıda maddelerinden her insanda insan uzuvları yaratıldığı ve bu şekilde insanın yaratılışına bu maddelerin seçilerek bir başlangıç oluşturduğu bilinmektedir. Bu ise seçilip ayıklanınca ilk insanın yaratılış maddesini idrak için bir delil olur. Ancak sonraki insanlarda bu maddeler, bir insan menisi ile geçmiş olan bir vücut içinde hazım ve temsil olunduğundan bunu, insan bedenine daha önce verilmiş olan hayat gücünün bir eseri olarak düşünmek ve bundan dolayı baba menisinin kuvvetine aitmiş gibi görmek uygun olmaz. Halbuki ilk insanın yaratılışında böyle bir düşünceye imkan yoktur. Çünkü bu maddeleri insan şekline sokmak için henüz bir insan varlığı yoktur. Bundan dolayı, o yüce yaratıcının ilk evvel yaratmış olduğu açıktır. Âyetin hatırlattığı esas nokta da budur. Bu açıklamadan anlaşıldığına göre demek olur ki, insan cinsinin ilk yaratıldığı çamur sülâlesi, ilk insanın ve ilk insan hücreciklerinin yaratıldığı zamana kadar, çamurdan seçilip çıkarılmış olan ve sonra insanın erzakı, hizmetini yerine getirdiği üç mevcut şey"in özüdür. Allah Teâlâ, çamurdan madenleri, bitkileri ve hayvanları sıyırıp çıkardıktan sonra, bunların hülâlasasından da insanı hiç yokken yaratmış ve insan bunların sonucu olmuştur. Bize ulaşan eserlere göre insanın yaratılışı, yukardaki üç maddenin yaratılmasından sonra olduğunda bir ihtilaf görülmüyor. Şu halde topraktan insana kadar üç şeyin bütün cins ve nevileriyle gerçek bir tasnifi tam mânâsıyla bilinse, kuru toprağın ilk insan hücresi haline gelinceye kadar geçirmiş olduğu yaratılış ve seçilme evreleri anlaşılabilecekti. Bundan dolayı madenlerin, bitkilerin ve hayvanların tasniflerine çok önem verilmiş ve zaman zaman değişik bakış açılarından değişik tasnifler yapılmış ve türlü düşünceler ileri sürülmüştür. Netice olarak İbnü Türkete"l-İsfahânî, Füsûs Şerhinde demiştir ki :"Yeryüzünde ilk meydana gelen madenler, sonra bitkiler, sonra hayvanlardır. Ve Allah Teâlâ bu mevcut şeylerin cinslerinden her sınıfının sonunu, takip edenin başlangıcı kıldı da madenlerin sonunu ve bitkilerin evvelini mantar, bitkilerin sonunu ve hayvanların evvelini hurma, hayvanların sonunu ve insanın evvelini maymun kıldı ki, birbirine ulanma birliği bozulmadan, değişmeden, aralanmadan, kesilmeden korunsun ve birbirine bağlansın." 13-2- Sonra onu emin ve sağlam bir karargahta (rahimde) nutfe haline getirdik, yani o insan cinsini veya neslini sağlam bir karargah olan rahimde yerleşen bir nutfe yaptık. Önce bir çamurdan, bir sülâleden yaratılmış olan insan bundan sonra "Sonra onun zürriyetini nutfeden, hakîr bir sudan üretmiştir" (Secde, 32/8) âyet-i kerimesine göre, hakîr bir su sülâlesi olan nutfeden çoğalma yoluyla yaratılarak diğer bir sülâle oldu. Hem her nutfe"den değil, rahimde yerleşen nutfeden; her rahimde değil, rahimde yerleşen nutfeden; her rahimde değil, sağlam, aldığını tutan, güçlü ve sağlam bir rahimde. Buradan anlaşılıyor ki, Kur"ân"da nutfe yalnız menînin ismi değil, daha çok menî içindeki tohumun ismidir. Zira rahimde karar kılıp yerleşen odur. Bir de zamirinin, çekilmiş, sıyrılmış mânâsı ile sülâleye ait kılınması da caiz görülmüştür ki, o çamur sülâlesini nutfe yaptık, demek olur. İşte nutfe yapıldıktan sonra insan yaratılışı, doğal ve kanunî denilen malum şeklini almış oldu. Yoksa ille başta çamurdan sülâlenin, sülâleden insan veya nutfesinin yaratılışı doğa üstüdür. Çünkü henüz bir insan ve tabiatı yoktu. Demek ki insanı yaratan yaratıcı kudret insan tabiatından başkadır. Herhangi bir şeyin tabiatı ise o şeyin kendisinin dışında olamaz. Onun için bir şey, kendisinin gayrısı olamayacağı gibi, tabiatının gayrısı da olamaz. Bu yüzden tabiat ancak devamlı ve değişmez bir şey olmak üzere düşünülebilir. Ve bir şey kendisi değişmedikçe tabiatının değişmesine imkan yoktur. Bundan dolayı herhangi bir şeyin tabiatında bir değişme görüldüğü zaman, o şeyin kendisinde bir değişme meydan geldiği anlaşılır ve ona dıştan bir etki aranır. Tabiî ilimler adı verilen ilimlerin hiçbiri yoktur ki, tetkik ettiği bir değişmenin ayrı bir sebebini aramasın da kendi kendine tabiatıyla oluvermiş diyebilsin. Hatta bu noktada, iyice düşünülünce "Tabii ilimler" denilen ilimler, tabiatların kendi kendine değişmesini kabul etmeyip, değişmenin dış etkenlerini arayan ve bu şekilde hiçbir olayın tabiî olmadığını ispat eden ilimlerdir, denmekte tereddüt edilmez. Çünkü bir tabiatın, kendisinin dışında bir eşinden etki almasıyla izah edilen olaylara tabiat demek çelişki olur. Evet tabiatta değişme, seçilme, gelişme yok değildir. Fakat o seçimi ve gelişmeyi yapan tabiat değil, tabiatlar üzerinde hakim olan yaratıcıdır. Eğer tabiat hakim olsaydı, çamur normal olarak kalır, ondan bir sülâle çıkamaz, insan ve nutfe gelişmesi ve seçilip çıkarılması olamazdı. Hatta nutfe yaratıldıktan sonra nutfe tabiatından ileri geçemezdi. Bu takdirde bilinmesi lazım gelir ki insanın, tabiî sayılan nutfeden meydana gelmesi evrelerinde de insanı yaratan nutfe tabiatı değil, nutfeye ve rahime o yaratılış değişimini veren yüce yaratıcıdır. Onun için buyuruluyor ki: 14-3- Sonra nutfeyi aleka olarak yarattık. Rahime iliştirip aşılama yaptırarak tutturup pıhtı kan gibi bir tutuk haline değiştirdik. Ayetin açık mânâsı, bu sülâle"nin Âdem"den önce olmasıdır. Hatta bir kısım tefsircilerin İbnü Abbas, İkrime, Katâde ve Mukatil"den nakledildiğine göre, burada kelimesini Âdem diye tefsir etmişler. "lâm"ı ahid lâmı olarak kabul etmişlerdir. Gerçi tahkîkçi âlimlerin görüşü cins için olmasıdır. Sözün gelişi de buna uygundur. Nitekim Ebussuud, demiştir ki: "el-insan" ile kastedilen cinstir ve anlam şudur: Billahi insan cinsini Âdem"in yaratılmasıyla "tıyn"den, yani çamurdan bir sülâleden toplayıp yaratmakla halk ettik..." Bununla beraber ahd olduğu takdirde de zımnen bu mânâ gerekir. Demek ki, yüce yaratıcı, önce çamurdan seçerek bir sülâle çıkarmış ve insanı ilk defa o sülâleden yaratmıştır. Hıcr Sûresi"nde "Yoluna girmiş, şekillendirilmiş balçık"(Hıcr, 15/26) denilmiş olan bu çamur sülâlesinin, Fahreddîn Razî"nin de kaydettiği üzere, bir kısım tefsircilerin açıklamasına göre insanlara gıda olarak insanlığın organlarına ilk dönüşen maddeler olarak düşünülmesi mümkündür ki, bu maddeler çamurdan sıyrılmış çıkmış madensel veya bitkisel veya hayvansal maddelerdir (elementlerdir). ( MÜMINUN ) 13. "Ne oluyor size de Allah için bir vakar ümidinde olmuyorsunuz?" 14. "O ki, sizi halden hale/evreden evreye geçirerek yarattı." 15. "Görmediniz mi, Allah yedi göğü ahenkli bir bütün olarak nasıl yarattı?" 16. "Ve Ay"ı, bunlar içinde bir nur yaptı ve Güneş"i bir kandil haline getirdi." 17. "Ve Allah sizi bir bitki olarak yerden bitirdi." 18. "Sonra sizi yere geri gönderiyor ve sonra bir çıkarışla tekrar çıkarıyor." ( NUH ) Ayrica Islam filozoflari tarafindan Evrim in ele alinmasi Darwin den 850 yil önceye gider. Yüzeyleriyle kâinatın aynası olan âlemlerin, yaratılış tertibini; cihanın arazlarının ve cevherlerinin mahiyet ve keyfiyetini; özlerin ve eşyanın şekil ve durumlarını; esaslar ve cisimler âleminin görüntü ve hikmetini; canlıların, bileşiklerin ve unsurların bozuşum ve oluşumunu, hakimane üç babla belirtir ve beyan eder. BİRİNCİ BAHİS Alemlerin yaratılış tertibini; cihanın cevher ve arazlarının mahiyet ve keyfiyetini, İslâm filozoflarının aklî delillerle buldukları üzere üç bölüm ile tafsil eder. BİRİNCİ BÖLÜM Vacib"ül-vücud olan Allah"ı ispat edip, varlıkları mümkün olan cevherleri ve arazları kısaca üç madde ile açıklar. Birinci Madde Vacib"ül-vücud Allah Taâlâ hazretlerini aklî delillerle ispat edip onun eşyaya yakın olup; onlara ürünmüş olmadığını âlimlerin bulduklarını bildirir. Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Allah"dan başka bütün varlıklara âlem adı verilir. Allah"ın zatı ümleden ayrı ve mücerrettir. Nitekim Hak Taâlâ, Kelam-ı Kadim"indi buyurmuştur: "Allah, göklerin ve yerin nurudur. Müminin kalbinde nurunun sıfatı: Sanki bmir hücre ki, içinde bir lamba var; lamba da cam bir mahfaza içinde, o cam mahfaza sanki incimsi bir yıldız. Bu lamba, güneşin doğuşunda ve batışında gölgeye düşmeyen mübarek bir zeytin ağacının yağından tutuşturulur. Bu öyle bir yağdır ki, neredeyse ateş dokunmaz da aydınlık verecek. Bu aydınlık, nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur. Allah insanlara böyle misaller verir. Allah, her şeyi bilir." (24/35) Özlerin keyfiyeti ve eşyanın mahiyeti inceden inceye araştırılıp, düşünülse; varlıkların durumları, kâinatın hal ve hareketleri basiret gözüyle mütalaa kılınsa, âlemin bütün parçalarının Allah"ın sanatıyle sonradan olduğuna sağlam bir aklın delillerinin şehadet etmesi kaçınılmaz bir iştir. Nitekim Hak Taâlâ buyurmuştur: "Allah, gökleri ve yeri üstün ir hikmetle yarattı. Size şekil verdi ve şekillerinizi güzel yaptı. Nihayet dönüş O"nadır." (64/3) O varlığı mutlak olanın cömertliğiyle varlığı mümkün olanlar varolmuş, onunla ayaktadır. Her nesne fâni, o, bâki ve ayaktadır. Nitekim kendi Kitab"ında buyurmuştur: "Onun zatından başka her şey yokluğa mahkûmdur. Hüküm ancak onundur; hep ona döndürüleceksiniz." (28/88). O kâdir, ve hakîm olan Allah"ın hikmet ve kudretinin eserleri, âlemin ufuklarında ve nefislerde, görecek gözü olanların gözüne cihanı aydınlatan güneşten daha parlak olarak çarpar. Nitekim Kur"an-ı Kerim"de buyurmuştur: "İleride biz, onlara, hem yeryüzü etrafında, hem bizzat nefislerinde âyetlerimizi öyle göstereceğiz ki, nihayet peygamberin söylediği şeyin hak olduğu kendilerine zahir olacaktır. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?" (41/53). O benzersiz sanatkârın sanat ve icadının sırlarını görünen ve görünmeyen âlemde müşahede, âriflere gün gibi ortadadır, apaçıktır. Nitekim Hak Taâlâ, Kelam-I Kadim"inde buyurmuştur: "Yeryüzünde de gerçekten tasdik edenler için birçok ibretler var. Nefislerinizde de birçok âlametler var. Hâlâ görmeyecek misiniz?" (51/20-21) Havadaki zerreler, dağlar, taşlar, yağmur damlaları, denizler ve ırmaklar, belki dönen feleklerin her parçası, gezegenler, unsurlar, bileşikler ve her ne ki var, cümlesi, gece ve gündüzün her anında, o tek, bağışlayıcı, affedici olan Hak Taâlâ hazretlerine senâ edici olup, onun birliğini açığa çıkarmak ve bildirmek için her biri bir lisandır. Nitekim Hak Taâlâ, Nazm-ı Kerim"inde buyurmuştur: "Yedi gök ve yer, bunların içinde bulunanlar, Allah"ı tesbih ederler. Hiç bir varlık yoktur ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, gerçekten halîmdir, yargılayıcıdır." (17/44). Belki cihanın zerreleri, o parlak güneşin varlığının gölgesinde varolmak için hisselerini almışlardır. Cümlesi, Allah"ın cemalinin nurunu göstermek için basiret sahiplerine saf ve parlak aynalardır. Nitekim Allah, Furkan-ı Mübin"inde buyurmuştur ki: "Doğu da, batı da Allah"ındır. Hangi tarafa yönelirseniz, orası Allah"a ibadet yönüdür. Şüphesiz ki Allah"ın mağfireti geniştir, o her şeyi bilendir." (2/115) İslâm filozoflarının hepsinin, din âlimlerinin de çoğunun kesin ve isabetli görüşleri böyledir ki: O bir şey ki varlığı gereklidir, ona "vacib"ül-vücud" derler. Her ne ki yok olması lâzımdır, ona "münteni"ül-vücut / olamazdı" derler. Her nesne ki ne varlığı lâzım olur, ne yokluğu lüzum bulur, ona "mümkün"ül-vücut / varlığı lâzım olur, ne yokluğu lüzum bulur, ona "mümkün"ül vücu / varlığı mümkün" adı verirler. O halde her şey ki mevcuttur: Ya varlığı lüzumludur veya varlığı mümkündür. Zira ki, var olan, var olduğu için vardır; kendi varlığı için ya başkasına muhtaçtır ya muhtaç değildir. Eğer başkasına muhtaç değilse; o, varlığı mutlak olandır ki, bu Allah"dır. Eğer muhtaç ise; o, varlığı mümkün olandır ki, bu âlemdir. O nesne ki mevcut değildir, Allah Taâlâ"nın ortağıdır ki, yoktur. Zira ki filozoflar demişlerdir ki: Mümkün değildir ki var olan yok ola. Belki var olan sürekli vardır, yok olan sürekli yoktur. Lâkin mümkündür ki var olan bir mertebeden bir mertebeye; bir nitelikten bir niteliğe dönüşür ve değişir: Basit cisimlerin bileşik, bileşik cisimlerin basit olduğu gibi. Halk, bu değişimleri seyrettikte; zannederler ki yok olan var olur, var olan yok olur. Şimdi vacib"ül-vücudun ispatı ortadadır. Şu delil ile ki: Mümkün olanlara mevcut derler, halbuki mümkünlerin var olması başkasındandır. elbette o başkası varlığı gerekli ve mutlak olana gider. Zira ki, varlığı gerekli olan olmadıkça, varlığı mümkün olan da olmaz. Yani önce kendisine muhtaç olunan varlık gereklidir ki, filan nesneye filan nesne muhtaçtır demek doğru ola. O halde, bütün bu deliller ile varlığı lüzumlu olan Allah Taâlâ hazretleri, sâbit ve âyân olmuştur. İkinci Madde Varlığı mümkün olan beş cevheri özet olarak bildirir. Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Varlığı mümkün olan nesne, eğer varlığının devamında değişikliğe uğramazsa; ona, cevher derler. Eğer değişikliğe uğrarsa; ona, araz derler. Zira ki, varlık başkadır, varlığın devamı başkadır. Nitekim görürsün ki, iki şahıs var olmakta müşterektir derler. Lâkin birinin bekâsı yüzyıla dek varır, irinin bekâsı on yıldan ziyade kalmaz. O halde varlığın devamı, varlıktan başkadır, bunlar aynı olmaz. Bütün olabilirler ya cevherdir veya arazdır. Zira ki, bir nesne bir nesneye ya karışıp ona geçer ya geçmez. Eğer karışır ve geçerse o, araz, öteki cevher adını alır. Eğer her ikisi de birbirine muhtaç olurlar karışmazlarsa, bu duruma kaos ve bu hale cismî benzerlik veya nevî benzerlik derler. Eğer ihtiyaç bir taraftan olup, ancak araz cevhere muhtaç olursa, o cevhere mevzu (yapıntı, ötekine de araz (ilinek) derler. O halde araz, mevzuda var olan nesnedir: Renkler gibi. Eğer araz ve cevher bileşimine uğrarsa ona: Tabii cisim derler Eğer araz ve cevher birleşmeyip, isimlere tedbir ve tasarrufla bağlı olmazlarsa, ona: İnsanî nefs veya atmosferik nefs derler. Cevherler beş kısımdır ki; biri heyula (kaos), biri cismî suret, biri tabii cisimdir. Bu üç cevher birbirine yakındır. Öteki ikisi dahi birbirinden farklıdır ki: Biri nefs ve biri akıldır. Eğer akıl, onunla zatı gerekli olanın arasında vâsıta olmadıysa ona: İlk akıl derler ve külli akıl dahi derler. Eğer aklın altında başka akıl olmadıysa ona: Aşır akıl, fakat akıl derler. Eğer aklın iki yönünde akıllar olduysa ona: Mutavassıt (aracı akıl derler. Akılların en şereflisi ve en lâtifi küllî akıldır ve ona yakın olan akıllardır. Eğer nefs, basit cisimlerde mutasarrıf olduysa ona: Feleki (atmosferik) nefs, unsurî nefs derler. Eğer nefs, bileşik cisimlerde mutasarrıf olup, onlara gelişme ve büyüme sağlamıyorsa, o cisimlere: maden derler. Altın, gümüş, la"l ve taş gibi. Eğer nefs, bileşik cisimlerde büyüme ve gelişme sağladıysa, lâkim hareket vermedi ise, o cisimlere: bitki derler. Otlar, çiçekler, ağaçlar, meyveler gibi. Eğer nefs, bileşik cisimlere hem büyüme ve gelişme, hem his ve hareket bahşedip, konuşma vermediyse, ona: Konuşmayan hayvan derler. Davarlar, atlar, vahşi hayvanlar ve kuşlar gibi. Eğer konuşma dahi bahşederse, ona: İnsan derler ki, varlığın zübdesi, her mevcudun hülasası odur. Cihan ağacının meyvesi ve kâinatın tamamlayıcısı odur. Şu halde nefs, her mertebede başka bir isimle isimlendirilir. Cansız cisimlerde ona: Tabii nefs, bitkilerde: Nebatî nefs, hayvanlarda: Hayvanî nefs, insanda: İnsâni nefs ve konuşan nefs derler. Nefs, bu mertebelerde cümleye tamamıyle tasallut edip, tamamıyle mutasarrıf olur. Cisim, tabii bir cevherdir ki, onun zatında cisimlerin boyutları, yani uzunluk, genişlik ve derinlik, dik açılar üzere bölmek şartıyla farz olunarak ölçmek mümkün ola. Cisim ise, ya basit olar veya bileşik olur. Basit cisim odur ki, onun parçalarıyle aslı benzer olur. Yani suretleri ve tabiatları muhtelif olan cisimler bölünmeyip, onun tabiatı bir ola ki, o tabiattan çıkan şey, tek yol üzere çıka. Basit cisim, ya ulvidir veya süflidir. Ulvi dahi ya ışıklıdır veya ışıksızdır. Eğer ışıklı ise yıldızlardır. Eğer ışıksız ise feleklerdir ki, onlara: Esirî cisimler ve ulvî âlem dahi derler. Basit süflî cisim, dört unsurdu ki, onlara dört esas dahi derler. Onlar: Ateş, hava, su ve topraktır. Bu dördüne ve bunların zımnında bulunan bileşik cisimlere: Süflî âlem ve oluşum ve bozuşum âlemi dahi derler. Bileşik cisim odur ki, onun parçalarıyle tabiatı benzer olmayıp; şekil ve tabiatları muhtelif olan cisimlere bölünüp, dört unsurdan oluşmuş ola. Madenler, bitkiler, hayvanlar gibi. Bunlara üç bileşik derler ki, babaları esîrî cisimler, anaları dört unsurdur. Bileşik cisim dahi iki kısımdır ki, biri tam, biri tam olmayandır. Tam bileşik odur ki, değişik zamanlarda kendi bileşiğinin suretini koruya. Üç bileşik gibi. Tam olmayan bileşik bunun tersi olup, kendi bileşiminin suretini korumaz. Duman ve bulut gibi. Atmosfer gibi diğer basit cisimler, bileşiklerinden ayrılarak, kendi tabiatlarıyle kalsalar, onların şekli küreye benzerdir. Yani dönen top görünümündedirler. O halde bütün felekler, yıldızlar, unsurlar küre şeklindedir. Anlatılan beş cevher ki, akıl, nefs, kaos, suret ve cisimdir. Bunların tümünü bu rubaimiz toplamıştır ve bunlarla iki âlem, ayaktadır ve süreklidir. RUBAİ Bil ol kâinatı akl ve candır Bu hissolunan nüh felek-i gerdandır Pes nar ü hava ve hab ü hâk erkândır Madenle nebat ve hayvan ve insandır Üçüncü Madde Varlığı mümkün olan arazların dokuz kısmını kısaca bildirir. Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Mevzuda (yapıntı mevcut olan arazlar dokuz kısımdır. Kem, keyfe, eyne, metâ, izafet, malk, va", fiil ve infialdir. 1- Kem (nicelik): O nesnedir ki, zatında eşitliği ve eşitsizliği kabul ede. Bu, ya ayrıdır ki; nokta ve sayıdır. Veya zatı karar eden bitişiktir ki; çizgi, yüzey ve hacimdir. Veya zatı karar etmeyen bitişiktir ki; zamandır. 2- Keyfe (nitelik), eşyada heyettir ki, zatına bölünme ve nispet iktiza etmeyip duygusal niteliklere ve kuvvetlere bölünür. Balın tatlılığı, deniz suyunun tuzluluğu gibi. Veya kuvvetli olmayanlara bölünür. Utanmanın kızartısı, korkmanın sarartısı gibi. Keyfiyetler, nefsanîden yana bölünür. İlk yaratılışta ilim ve yazmak gibi Keyfiyetler, istidadiyeden yana bölünür. Sertlik ve yumuşaklık gibi. Kemmiyetlere özgü olan keyfiyetten yana bölünür. Üçgen ve dörtgen gibi. Satıhtan yana bölünür. teklik ve çiftlik gibi. Adedten yana bölünür. 3- Metâ (ne zaman), bir keyfiyettir ki, eşyaya zamanda bulundukları için hasıl olur. 4- Eyne (nerede), bir keyfiyettir ki, eşyaya mekânda bulunmaları sebebiyle hasıl olur. 5- İzafet (bağlılık), bir keyfiyettir ki, nispette tekrar edilmiştir. Babalar ve oğullar gibi. 6- Mülk, bir keyfiyettir ki, eşyaya hasıl olur; onları bir nesne kuşatıp, intikalleri müntakil olmak sebebiyle bu keyfiyet bulunur. İnsanın sarıklı ve gömlekli olduğu gibi. 7- Vaz", bir heyettir ki, eşyaya hasıl olur. Bir nesne parçalarının bazısını bazısına nispeti sebebiyle ve dış işlere nispetleri sebebiyle o heyet bulunur. Kalkmak ve oturmak gibi. 8- Fiil, bir keyfiyettir ki, eşyanın tesirleri sebebiyle onlara o keyfiyet hasıl olur. Kesici gibi, madem ki keser. 9- İnfial; bir keyfiyettir ki, eşyaya hasıl olur, onlar başkasından etkilenmemeleriyle o keyfiyet bulunur. Isıtıcı gibi, madem ki ısıtır. Beş cevheri, bir cevher sayıp, dokuz araza eklemişler ve böylece toplamına "on makulât" demişler. Cevher, kendi zatıyle kaim ve sabittir. Araz ise cevher ile kaim ve onu sıfatlandırandır. Bütün âlem, parçalarının tümüyle on makulâttan bileşik tek bir cisimdir. Cümlesi lisan-ı halle Allah Taâlâ"nın birliğine ve varlığına nâtık ve şâhittir. On makulâtı, bu beytimiz içine almaktadır ve hep buna aittir. Cevheri bil kem ve keyfe ondan izafetle metâ Vaz" ve eyne ve mülk ve yefalü yenfaildir ey fetâ Feleklerin, nefslerin ve akılların ortaya çıkmasındaki tertibi; tabiatların mertebelerini; özlerin değişimini; ateş, hava, su ve toprağın dönüşümlerinin delillerini; maden, bitki, hayvan ve insanın doğuşunu ve bunların arasında aracı olanı; ruhların geldikleri ve gittikleri yeri; bedenlerin devranının keyfiyetini dört madde ile hakîmâne beyan eder. Birinci Madde Feleklerin, nefslerin ve akılların ortaya çıkışındaki tertibi; dört unsurdan çıkan dört keyfiyeti bildirir. Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Hak Taâlâ bütün eşyalardan önce küllî aklı icat ve mevcut etmiştir. Buna: İlk akıl, ilk cevher dahi derler. Hak Taâlâ, bütün eşyalardan önce küllî aklı icat ve mevcut etmiştir. Buna: İl akıl, ilk cevher dahi derler. Hak Taâlâ bu akla üç bilgi bahşetmiştir ki; biri Hak"kı tanımaktır, biri kendini (nefsini) bilmektir, biri ihtiyacını bilmektir, ki bununla mevla"sına muhtaç olduğunu bilmiştir. Bu üç bilginin her birinden başka bir nesne vücuda gelmiştir. Zira ki, tekten tek çıkagelmiştir. Hak"kı tanımaktan bir akıl dahi peyda olmuştur ki, ona: İkinci akıl derler. Nefsi bilmekten bir nefs dahi mevcut olmuştur ki, ona: Külli nefs derler. İhtiyacı bilmekten bir cisim ortaya çıkmıştır ki, ona: En büyük felek, atlas feleği, feleklerin feleği, yönlerin sınırlayıcısı ve külli cisim dahi derler. Bu feleğin aklı, ikinci akıldır; nefsi, külli nefstir. Ama ikinci akıldan dahi şu üç bilgi ortaya çıkmıştır ki; Hak"kı tanımak, nefsi bilmek, ihtiyacı bilmek... Hak"kı tanımaktan bir üçüncü akıl, nefsi bilmekten ikinci nefs, ihtiyacı bilmekten ikinci bir felek sâdır olmuştur. Buna burçların feleği, sabit yıldızların feleği dahi derler. Bu feleğin aklı üçüncü akıl, nefi ikinci nefstir. Fakat üçüncü akıldan hem bu üç bilgi vücuda gelip, yine bu tertip üzere, başka bir akıl, başka bir nefs ve başka bir cisim ortaya çıkmıştır ki, ta dokuz mertebeye dek bu ilk akıldan dokuz akıl, dokuz nefs ve dokuz felek sâdır olmuştur ki: Bu dokuz akıl feleklerin akıllarıdır, bu dokuz nefs feleklerin nefsleridir. Yedi felekten her bir feleğin bir aklı, bir nefsi ve bir cismi vardır. Ama büyük felek hepsinden yüksek ve hepsini kuşatmış bir basit cisimdir. Onun içinde burçlar feleğidir ki, bütün sabit yıldızlar ondadır. Onun içinde zühaldir (satürn) ki onda zühalden başka yıldız yoktur. Onun içinde müşteri (jüpiter) feleğidir ki buna mahsustur. Onun altında merih feleğidir ki, onda bir odur. Onun altında güneş feleğidir ki, onda bir o sultandır. Onun altında zühre (venüs) feleğidir ki onda bir odur. Onun altında utarit (merkür) feleğidir ki o felekte, bu o yıldızdır. Onun içinde ay feleğidir ki, onda aydan başka bir nesne yoktur. Ona, dünya göğü adını verirler. Onun aklına: Aşır akıl, faal akıl, feyyaz akıl derler. Onun nefsine: Vahib"ül-sur, tabiat-ı mutlaka derler. Bunların kaynaşmasından, ay feleğinin altında dört unsur -ki ateş, hava, su ve topraktır- bu tertip üzere hasıl olmuştur. Unsurlar da, dört keyfiyet -ki sıcaklık, soğukluk, yaşlık, kuruluktur- vücut bulmuştur. Unsurların kaynaşmasından dahi üç bileşik -ki maden, bitki, hayvandır- vücuda gelmiştir. Hayvan cinsinin en şereflisi insan nevî olmuştur. Kâinatın ortaya çıkışı insanda son bulmuştur, varlık dairesi onunla tamam olmuştur. İnsan, cihan ağacının meyvesi olduğu için hepsinden sonra vücuda gelmiştir. O halde devranın hülasası insan olmuştur. İkinci Madde Dört unsurun mertebe ve tabiatlerini ve birbirine çevrilmelerini ve dönüşmelerini bildirir. Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar ve astronomlar söz birliği etmişlerdir ki: Ay feleğinin altında, ateş küresidir. Onun altında hava küresidir. Onun altıda su küresidir. Onun altında toprak küresidir ki, hepsinden aşağı ve sudan ağırdır. Ateş tabakasının havanın üstünde olduğuna delil odur ki, ateş dumanıyle yukarılara gidip müşahede olunduğu gibi aslında meyl eder ve döner. Hava tabakasının suyun üstünde olduğuna delil odur ki, eğer bir hava dolu balonu su havuzunun dibine götürseler, suyun altında durmayıp, üstüne çıkar. Su tabakasının toprağın üstünde olduğuna delil odur ki, eğer bir taşı veya bir demiri suyun üstüne koysalar, suyun üstünde durmayıp aslına meyl ile dibine iner. Çünkü toprak suyun altındadır. Bütün eşyanın da altındadır. Kendi tabakalarında duran dört unsur, birbirine yavaş yavaş değişirler. Nitekim ateş, günlerin geçmesiyle ateş suretini terk edip, hava suretine girerek, ateş havaya çevrilir. Hava dahi, yavaş yavaş hava suretini terk edip su suretine girer, hava su olur. Su dahi yavaş yavaş toprak suretini tutup, su toprak olur. Toprak dahi ateş suretine girip, toprak ateş olur. Bu yolla ve tersiyle dört unsur, bir suretten bir surete döner, sonunda yine kendi suretlerine geçerler. Bu unsurların suret değiştirmesine istihale (başkalaşım) derler. Ateşin tabiatı kuru ve sıcaktır. Havanın tabiatı sıcak ve rutubetlidir. Suyun tabiatı yaş ve soğuktur. Toprağın tabiatı soğuk ve urudur. Şüphe yoktur ki, ateş hava ile sıcaklıkta müşterektir. Hava su ile rutubette müşterektir. Su toprak ile soğuklukta müşterektir. Toprak ateş ile kurulukta müşterektir. O halde ateşin kuruluğu, havanın rutubetine dönse, ateş sıcak ve rutubetli olup havaya çevrilir. Havanın sıcaklığı suyun soğukluğuna bürünse hava rutubetli ve soğuk olup suya döner. Suyun rutubeti toprağın kuruluğuna bürünse, su soğuk ve kuru olup toprağa döner. Toprağın soğukluğu ateşi sıcaklığına bürünse, toprak kuru ve sıcak olup ateşe döner. Yani ateş hava olur, hava su olur, su toprak olur, toprak ateş olur ki, bu başkalaşıma başlangıç yolu derler ve öyle olur ki, dört unsur bu başkalaşımı aksi üzere kabul edip; toprağın kuruluğu suyun rutubetine bürünüp, toprak su olur, suyun soğukluğu havanın sıcaklığına bürünüp, su hava olur; havanın rutubeti ateşin kuruluğuna dönüşüp, hava ateş olur; ateşin sıcaklığı toprağın soğukluğuna bürünüp, ateş toprak olur. Bu başkalaşıma da sonuç yolu derler. Üçüncü Madde Dört unsurun başkalaşımın delillerini; maden, bitki, hayvan ve insanın doğuşunu ve bunların arasındaki aracıyı bildirir. Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Unsurların başkalaşımının delilleri açıktır. Ateşin havaya dönüştüğüne açık delil budur ki; mumlar yandıkta; alevleri yükseğe meyl ile gidip, havaya karışırlar. Eğer ateş havaya çevrilmeseydi her mumun alevi bitişik bir aydınlık çizgi olup, hava küresinin ortasında hatlar gibi yukarıya gidip, ateş küresine bitişirlerdi. Lâkin bu şulelerin kuruluğu, havanın rutubetine nispetle azdır. Onun için, o anda ateşi kuruluğu havanın rutubetine bürünüp, o şuleler hava olurlar. Havanın suya dönüştüğüne delil budur ki, bahar ve güz mevsimleri sabahında, bitkiler üzerinde olan rutubet ki -ona şebnem ve çiğ derler,- o havadır ki seher vakti soğuk olup, suya çevrilmiştir. Zira ki, havanın sıcaklığı, suyun soğukluğuna bürünse hava su olur. Suyun toprağa dönüştüğüne delil: Yağmur damlaları indikte; ilk damlalar ki toprağa erişir, o damlalar toprak olup gözden yiterler. Nitekim müşahede olunur. Zira ki o damlaların rutubeti, toprağın kuruluğuna nispetle azdır. Bu durumda damlaların rutubeti toprağın kuruluğuna bürünüp, su toprak olur. Bundan sonra damlalar çoğalıp, rutubet galip oldukta; toprak olmayıp çamur olur. Toprağın ateş olduğuna açık delil odur ki: Bitkiler ve ağaçlar, unsurların parçalarından bilenmiş olup, toprak parçası onlarda ziyade bulunmuş iken odun ateş ile yandıkta; parçaları ateşe dönüşüp, toprağın hissesinden az bir kül kalır. Bazı yererde odun yerine taş kömürü yakarlar, onun külü çok az kalır. Hak Taâlâ"nın tesiriyle felekler, yıldızlar, dönüp ve hareket eyleyip; dört unsuru anlatılan başkalaşım üzere birbirine kaynaştırıp, hamur etmişlerdir. Ta ki unsurların kaynaşmasından, önce madenler hasıl olup, ondan bitkiler peyda olup, ondan hayvanlar vücuda gelmiştir. Hayvan kemalini buldukta; insan ortaya çıkmıştır. Bu dört bileşik cismin bileşik aracısı da vardır. Madenler ile bitkiler arasında aracı mercandır. Zira ki salabette taş gibidir ve bitki gibi zerre zerre denizin dibinde bitip, suyun yüzünden yukarı gelip, kuruldukta; sert olur. Bitkiler ile hayvanlar arasında aracı hurma ağacıdır. Zira ki o, bitki iken hayvan gibi erkeğine yakın olmadıkça; neticesi hurma olmaz. Başını kesseler helak olup, kuru ve yapraksız, meyvesiz kalır. Hayvanlar ile insan arasında aracıların en belirgini maymundur. Zira ki, cümle azası, kıl ve kuyruğundan başka, dışı ve içi insana benzer. Bu aracıların vücudunda hikmet budur ki, her biri kendi mertebesi altından son yükseklik mertebesine ulaşıp; varlıkların mertebeleri tek silsileyle bileşik ola ve insanlık mertebesinde nihayet bula. Şu halde zaman devrinin tamamlayıcısı, cihanın parçalarının zübdesi, yedi yüksek babanın ve dört aşağı ananın ve üç bileşiğin son hülasaları insan bedenidir. Belki her iki cihandan gaye ancak hazreti insandır. Bu feleklerin, unsurların, bileşiklerin kabuğu, zarfı ve kabıdır. O, cümlesinin iliği ve özünün özüdür. Bütün eşya, insana hizmetçidir O, hizmet ve ikram edilendir. Aziz, şerif ve muhteremdir. Zira ki o, cümleden güzel ve yücedir Bu Filozoflar ve din Bilginleri sunlardir: Ibrahim Hakki ( Marifetname ) Ibn Miskeveyh ( el-Fevzü"l -Asgar ) Ve Islam a Göre evrim devam etmektedir. Yeryüzünde hic bir madde yok olmaz sadece Suret degistirir. |