| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
![]() |
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
![]() |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
|
|||
![]() ABD""nin önemli bir yetkilisi Türkiye""nin bugün içinde bulunduğu durumu, 1919""da başlayan Kurtuluş Savaşı şartlarına benzetmişti.
Neden ve nasıl 1920""lerin şartları içindeyiz? Sorunun cevabı, tarihin önümüze koyduğu belgelerde. Atatürk; 1920 başlarında, Türkiye""nin durumunu, Kuvayi Milliye öncüsü arkadaşlarına anlatan mektup ve telgraflarında şu noktaların altını çiziyor: 1.Yönetim, dışa teslimiyeti başarı ve kurtuluş sanmaktadır: "Mukavemet vasıtalarımızı imha edecek düşman tedbirlerinin biri de fiilen mevcut olan yönetimden istifade ederek Türkiye""yi dahilden oyarak çökertmektir..." (Atatürk""""ün Bütün Eserleri, 6/ 268) "Malûm mahfiller, mevcut hükûmetin tutulmasını lüzumlu görüyorlar...Malûm mahfiller, millî mukavemeti içinden yıkacak bir kabiliyeti bu hükûmette bulmuşlardır..." (Aynı eser, 6/280) Durum bugün çok mu farklıdır? 2. Dıştan güdülen dinci unsurlar fırsatı ganimet bilerek her türlü fesat ve tahribe yeltenmektedir: "Din ve siyaset perdesi altında teşekkül eden ve gelecekte teşekkülü muhtemel olan menfî hareketlerin oluşmasına ve genişlemesine maddî ve manevî bütün kuvvetimizle mani olmak lazımdır. Memleket kurtuluşa, millet birleşmeye muhtaçtır..." (Aynı eser, 6/ 313) "Dinî bir perde altında, ahalinin taassubundan istifade ederek Kuvayi Milliye""ye karşı cihat ilan edeceklerdir..." (Aynı eser, 6/403) Durum bugün de aynı; hatta daha da vahimdir. 3. Dışa teslimiyetçi yönetim, meddah basın tarafından desteklenmektedir: "Hükûmet tarafından teşvike mazhar olan muhalif gazetelerin hücumları...müşkül vaziyette bırakmaktadır..." (Aynı eser, 6/375, 398-399) Durum bugün de aynıdır. Yaşadığımız diğer benzerlikleri de biz sıralayalım: 4. Düyûnu Umumiye denetimi: Adı değişip IMF olmuş Düyûnu Umumiye yönetimi bütün ekonominin, tarımın ve hayvancılığın kotarıcısı, denetleyicisi olarak başımızdadır. 5. Borç batağı: Borçlarımız, 3 Kasım 2002""den beri 72 küsur milyar dolar daha artarak 300 milyar dolara yaklaşmıştır. Aynı süre içinde işsizlik dikkat çekici bir artış göstererek % 12""yi aşmıştır. 40 milyon insan açlık ile yoksulluk sınırının ortasındadır. Böyle bir durumda "tam bağımsızlık"tan söz etmek inandırıcı değildir. 6. Tarım ve hayvancılığın iflas edip dışa bağımlı hale gelmesi: Türkiye, kendini besleyen ülkeler listesinden çıkıp buğday, mısır, pamuk, şeker, et, süt ithal eder duruma düşmüştür. Her türlü tohumda dışa bağımlı hale getirilmiş bulunuyoruz. Bir tohum bankamız yoktur. Türkiye; 1920""lerin savaş yoluyla uygulanmak istenen Sevr""ine mukabil bugün, barış yoluyla uygulatılan bir Sevr ile yüz yüzedir. Nitekim, Stockholm""de toplanan bazı AB mensupları, Kopenhag Kriterleri""nin Sevr şartları gibi uygulanarak Türkiye""nin hizaya getirilmesi gerektiğini dünyanın önünde açıkça ilan etmişlerdir. O halde, Türkiye, adı konmamış bir işgalin, telaffuz edilmeyen bir parçalanmanın eşiğindedir. Türkiye, büyük ve zengin imkânlarıyla bir "Türkiye Mucizesi" yaratacak güçe sahip olmasına rağmen küçük problemlerine yenik düşerek bir "Türkiye Kaosu" yarattı. Temel sebep, Atatürk""ten sonraki döneme damga vuran "devlet adamı noksanı"dır. Çok politikacı yetiştirdik ama fazla devlet adamı yetiştiremedik. Ama her şeye rağmen şu bir gerçek: Türkiye büyük ülke, Türk milleti büyük millet... Türkiye; tarihiyle, diniyle, halkıyla, kültür ve düşünce mirasıyla ve bütün olumsuzluklara rağmen, ekonomisiyle büyük ülke. Türk ekonomisi büyük ama problemli, sıkıntılı bir ekonomi. Türk ekonomisinin sıkıntıları "ekonomik gerekçeler" ile izah edilemez. Türk ekonomisi, Türkiye""""nin hüsrana uğratılmasının siyasal aracı olarak dıştan tertiplerle sarsılmaktadır. Bizi borç batağına sokanlar, bu bataktan kurtulmamızın biricik çaresi olarak yine kendilerini gösteriyorlar. Böylece biz, eski borçların faizlerini ödemek için onlardan ha bire borç almak ve bunun için de onlara sürekli boyun bükmek zorunda kalıyoruz. Kimse dönüp önümüze, arkamıza, altımıza, üstümüze bakmıyor. Sahip olduklarımızı unutmak için âdeta kendimizi zorluyoruz. Toprağımızda saklı maden imkânlarının sadece iki-üçünü, dünyada bir numaralı değere dönüşen suyumuzu layıkıyla değerlendirsek kaderimiz değişecek ama gizli bir el, gözümüzü bağlıyor. Bir örnek olarak altın madenine bakalım: Bugün tespit edilen kısmıyla altın rezervimiz 6 bin 500 ton. Güney Afrika""""dan sonra ilk sıradayız. Bilinen altın rezervimizin değeri para olarak, yaklaşık 150 milyar dolar. Bu miktarın ekonomiye kazandırılmasıyla doğacak katma değer ise, ATO raporlarına göre, 300 milyar dolar. Bu imkân işlevsel kılınmıyor. Henüz bir Altın Araştırma Enstitüsü kurabilmiş değiliz. Dahası, 1991-2001 arasında bin üç yüz elli ton altın ithal ederek yabancı ülkelere 15 milyar dolar para ödemişiz. Borçlanmaya uyarlı ve dışa bağımlı ekonomi, geleceğimizi ipotek altına aldı. Ekonomiye dıştan dahil edilen "sistem dışı kaynak" (yaklaşık on milyar dolar) Türkiye""nin ümüğünü elde tutmanın aracı olarak kullanılmaktadır. Biz imkânlarımızı, "imkân" olarak kullanamıyoruz ama bizi yıkmak isteyenler bunları "problem" olarak bizim aleyhimize kullanıyor. Dünyanın neresinde kiminle masaya otursak, biz sadece problemleri ve sıkıntıları, açmazları ve çıkmazları olan bir "taraf" oluyoruz. İmkânları ve çözüm reçeteleri olanlar daima bizim karşımızdakiler oluyor. Halkımızın, çocuklarımızın psikolojileri, dirençleri, güçleri, yaşama ve atılım coşkuları daha baştan felç ediliyor. Sebep siyasettir, siyasetteki tutarsızlık ve yetersizliktir. Daha doğrusu, inançsızlıktır. Türk halkının gücüne, Türkiye""nin geleceğine inanmayanların Türkiye""den güç alan bir siyaset ve yönetim yaratmaları mümkün değildir. Devletinin kurucusu, ülkesinin rejimi, sistemi, kurumları, askeri, aydınları ile kavgalı zihniyetlerin siyasette yaşama şansları dışarıdan sağlanacak desteğe bağlıdır. Dışarısı bu desteği elbette ki Türkiye""nin keyfi ve hayrı için vermez. Değişmez kader gibi önümüze konan dikenli yollardan kurtulmanın tek çaresi, kendimize inanmak ve bu inancı önce bir "kurtuluş felsefesi"ne, sonra da bir "kurtuluş siyaseti"ne dönüştürmektir. Her şeyden önce, bir zihniyet devrimine muhtacız. Onun ardından eğitim seferberliği gelecektir. Zihniyet devrimi olmadan eğitimden sonuç alamayız. Aynı Türk işçisi, Almanya""da aynı işte çalıştığında, üretimi Türkiye""dekinin altı-yedi katı olmaktadır. Sebep, zihniyet iklimi. Zihniyetin kişideki varlığı şöyle dursun, kişinin bulunduğu ortamdaki etkisi bile büyük farklar yaratıyor. Cumhuriyet""in en büyük getirisi, yarattığı zihniyet devrimi idi. Onun içindir ki, günümüz Türkiye""sinde eğitim imkânları ve düzeyi Cumhuriyet""in ilk yıllarıyla kıyaslanmayacak ölçüde zengin olmasına rağmen, yitirdiğimiz aydınlığın yarattığı boşluk bizi geriye götürmektedir. Heyecan, yaratıcılık ve yarışma arzusu, eğitimden çok, zihniyetin ürünüdür. Büyük idealler okuldan çok, toplum öncüsü büyük ruhların, ediplerin, şairlerin, düşünürlerin etki ve ilhamlarıyla vücut bulur. Zihniyet devrimlerini bu büyük öncüler yaratır. Okul onu kalıcı kılar, geliştirir. İsrail çölü yeşillendirirken, Müslüman dünya, o arada Türkiye yeşil alanları birer birer çölleştirmektedir. Yeşilin önemi okullarda, din kitaplarında en etkili ifadelerle anlatılmaktadır; yani işin eğitim yanı halledilmektedir ama zihniyet yanı açıktır. Bunun içindir ki derslerden, vaazlardan hiçbir sonuç alınamıyor. Gelişmiş ülkelerin bazılarında öğrencilerin, okuldan eve giderken yolda rastladıkları çöpleri, ellerine tutuşturulan torbalara doldurduklarına tanık olabiliyorsunuz. Bu da, eğitimden önce zihniyet meselesidir. Ahlak, dürüstlük gibi temel insanlık değerleri de birer eğitim meselesi olmaktan önce birer zihniyet meselesidir. Büyük kentlerimizin ana caddelerinde, arabalarında biriken çöpleri pencereden dışarı fırlatanlar içinde yabancı dil bilen diplomalılar da var.... Ülkesini dış ülkelerde kötüleyen, ikide birde şikâyet eden, tazminat istekleriyle mahkemelere baş vuran, Türkiye düşmanlığı ile prim yapan nice sözde Türk gördüm ki, hepsi ileri derecede eğitimli idi. Bazıları yazar-çizer, aydındı. Bir büyük diplomatımız şunu söylemek zorunda kalmıştır: "Milletlerarası toplantılarda yabancılardan ziyade, kendi memleketleri aleyhinde faaliyet gösteren Türk lobileriyle mücadele etmek zorunda kaldım." Bugün bütün dünya bilmekte ve itiraf etmektedir ki, bir ülkenin tam ve gerçek bağımsızlığı ekonomik bağımsızlıkla mümkündür. Ekonomik bağımsızlık tâbiri aynı zamanda siyasal bağımsızlığı da ifade eder ama siyasal bağımsızlık tâbiri aynı zamanda ekonomik bağımsızlığı ifade etmez. Bağımsızlık meselesinde temel gösterge, ekonomik bağımsızlıktır. 1900""lü yılların sonlarına değin Türkiye için tehdit sıralamamız hep şu olmuştur: Dincilik (Allah ile aldatma, dinci siyaset, siyaset dinciliği), haram servet (vurgun, soygun, kamu mal ve imkânlarını talan, devleti soyma), terör... Bu sıralamada bugün artık kamu kaynakları talanı (veya haram servet) birinci sıraya oturmuştur. Emperyalist Batı ve onun içerideki uzantıları, Türkiye""nin sadece irtica veya sadece terörle çökertilmesinin mümkün olmadığını anlamışlardır. Türkiye""""nin çökertilmesi, bırakın bunların bir tanesini, ikisiyle bile mümkün olmamıştır. Ama bunlardan birinin veya ikisinin yanına ekonomik yıkımı eklerseniz bu iş biter. Yıkım noktasına doğru götürülüyoruz. Önce, 1856 Kırım Muahedesi ile yapıldığı gibi, borçlandırıldık ve IMF denen modern Düyûnu Umumiye komiserliğinin eline teslim edildik.Türkiye, bağımsızlığı tartışılan bir ülke durumuna geldi. Ekonomimizdeki düşüş tüm hızıyla devam ediyor. Gerçekçilikten ve bilime saygıdan uzaklık zihniyetini "hızlandırılmış ölüm treni" faciasında bir kez daha ortaya koyan AKP iktidarı, DİE (Devlet İstatistik Enstitüsü) gibi bir kurumu da gerçekçilikten uzaklaştırmış bulunuyor. DİE""nin, millî geliri yükselmiş gösteren ve çoğu, sanal stoklara dayandırılan raporlarının hiçbiri gerçeklerle bağdaşmıyor. 2003 yılı için öne çıkarılan % 5.8""""lik büyüme puanının 3 puanı stok artışlarından kaynaklanan sanal bir rakamdır. İktidar meddahlığı yapmayan gerçekçi ekonomistlerin tespitlerine göre ise, 2003 sonu itibariyle millî gelir 2000 yılı seviyesinin % 5 altındadır. Sanayideki ücret gelirleri de 2003""""te hiçbir artış göstermemiştir. Hayalî stoklar düşüldüğünde 2003 yılı millî gelir artışı 2.7 olmaktadır. Bu rakamın büyük kısmının da özel tüketim artışından ibaret bulunduğunu unutmayalım. Yani bu "artış", Türk Lirası""""nın değerlenmesi üzerine büyüyen ithal malı tüketimindeki artışa bağlı, olumsuz ve rakamdan ibaret bir büyümedir. Gelirler artmadığı için, ithal mala yönelen talep, büyük ölçüde banka kredileriyle karşılanmıştır. Bizim için altı çizilecek esas sonuç şudur: Faizlerle döviz kurundaki büyük düşüşe rağmen 2003 yılındaki iç borç stoku reel olarak % 10, dış borç stoku da ABD doları bazında % 10 artmıştır. Yani, halk aldatılıyor. DİE, ne yazık ki, ya bilinçli olarak aldatıcı rakamlar veriyor yahut da ehliyetsiz ellerde gerçek dışı tahminlerde bulunan bir kuruma dönüştürülmüş bulunuyor. Borçlanmak, en iyi ihtimali esas alsak bile, ülkenin doğal kaynaklarını dışarının ipoteği altına sokar. Bu borçların ödenmesi ve uzatılması adına bir dış malî kontrol sistem ve heyetini söz sahibi yapmak ise iflasa kanat açmaktır. 1920""lerdeki perişan durumumuza rağmen, o günkü TBMM""nin asla kabul etmediği ve kabulünü bağımsızlıktan feragat gibi gördüğü olumsuzluk, işte bu dış malî denetimdir. Prof Yasar NURI ÖZTÜRK |
|
|||
![]() senin findik kabugunu asmiyan kapasitenden mi kacacakmisim? "allah katinda din islamdir" ayetini bile anlamadan din muhabbetinde ölcü koymaya yelteniyorsun. ne yani, sahsi din zirvalarini elestirmiyeyim mi, soru sormiyayim mi? hani sana göre herkesin din anlayisi kendineydi? sen veya herhangi kimse kendi din anlayisi digerine empoze edebilecek olsaydi laikligin anlami, senin laikligin nerede kalirdi? cok tutarsizsin yavrum, cook.
sadece son makalemde on tane soru sordum. bunlar cevapsiz kaldigi gibi benim din anlayisimi -hemde bir laik olarak- ortaya sermemi diliyorsun. tamam laik kardesim, buyur sana özetin özeti, hemde 1 dakika icinde. neresinden elestirirsen elestir. inandim: - allaha - ve meleklerine - ve kitaplarina - ve resullerine - ve ahiret gününe - ve kadere, hayr ile serrin allahtan olduguna - ve ölümden sonra dirilmeye altyapisiz laiklikten dem vurdugun gibi demokrasi anlayisini da sakat temel üzerine oturtmussun. bilmiyorum nedir demokrasi? bir nevi din mi? yani sen bana hangi demokratik anlayisi soruyorsun? eflatun üstadin ulvi niyetlerle tasarladigi ve zamanla menfaatler adina piclestirilen demokrasi anlayisini mi? yoksa bu konuda da eflatun falan dinlemiyormusun... bunlari diskalife edip kendini demokrasi babasi, digerleriniyse demokrasi hurafetcileri ilan edecegin günleri simdiden görüyor gibiyim ![]() sende kuru zirva degilde kapasite olsaydi sorularima cevap verirdin. iki soru sorulmasin, sap diye altina edip kaliyorsun. cikar yolda bulamayinca kaseti basa sarip bilinenleri aynen telaffuz ediyorsun: senin din anlayisin ne... senin din anlayisin ne... senin din anlayisin ne... benim din anlayisim bu! senin din anlayisindan millete ne, milletin din anlayisindan sana ne? senin yaratan diye tanimladigin kac gram? ve ibadet ederken kac joule enerji aliyoruz? ben herzaman cevap vermeye hazirim, sen o kadar kapasiteliysen iki makalemde sordugum sorularin üzerinde dur. |
|
|||
![]() yaniii dedigim gibide cikti... beni kritize etmek baska bir sey yok....
Sana DIN-DEVLET anlayisinin özetini istedik... Das war gar nichts, was du von dir gegeben hast... Simdi Devleti hangi ölcülerle yöneteceksin... Söyle farz edelim... DEVLETI sana verdik... HADI YÖNET.... was sind deine Gesetze... und KOMM MIR JAAA NICHT MIT DEM KURANNNN |
|
||||
![]() hem kim diyorki cagdaslik batinin elleri altinda dün afrikayi hindistani kizil derileri yok edenlerden cagdaslikmi örnekleri aliyorsun beree maymun?
afrikada bir afrikali reis söyle demisti bir dergide okumustum... Söyle diyor Reis. Eskiden bizim topraklarimiz vardi beyaz adaminda incili simdiyse bizim incilimiz var beyaz adaminsa topragi var. ne diyor sair Medeniyet Dedigin Tek Kalmis Canavar. |