| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
![]() |
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
![]() |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
|
|||
![]() ohne Text
|
|
|||
![]() ak kapasiteye sahiptirler...
Digerleri zaten Ideoloji kurbani oldugu icin ne DINI nede yasami bilirler hele hele hic lezzet alamazlar.. OT gibi yasar dururlar |
|
|||
![]() in yada Ideolojinler ne olacak... bunlar Kuranda varmi... Sünnet namazlarin Ilave namazlarinin hangisi Kuranda var ???
Ne farkin var senin simdi bir Aleviden... oda keine Ahnung sende keine Ahnung Ikinizde uc kecarlarda dini yasiyorsunuz... bence her iki tarafta Orijinal DINDEN uzak... Hurafelerle dolu bir DIn anlayisi icerisindeler |
|
|||
![]() Alman Mistik ozanı Angelus Silesius bir epigramında der ki: "Ben o bildiğim şey değilim, ben de bilmiyorum neyim? Bir nesne mi, hayır o değil, bir noktacığım ve daireyim."
Kendini bilmek ya da tanımak, insanın değişmesi zorunluluğunun doğal bir uzantısıdır. Bu uzantıda insan evreni anlama konusunda yeni kavramlara kucak açmaktadır. İşte bunlardan biri: HOLOGRAM. Hologram sözcüğü ilk olarak 196O"lı yıllarda dünya bilim çevrelerinde duyulmaya başladı, 1980"lerde ise çeşitli alanlardaki kullanımı arttı ve ilgi alanı genişledi. Artık fizik ve kimyadan, psikoloji ve mistisizme dek bilimsel düşüncelerin içinde yer almaya başladı. En kısa tanımıyla Hologram, üç boyutlu bir görüntü kaydetme yöntemidir. "Tam kayıt" ya da "eksiksiz mesaj" anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi Fotoğraf iki boyutlu bir tekniktir. Derinlik yoktur. Uzaklıkları ne olursa olsun, tüm cisimler aynı düzlemde yer alırlar. Hologram"ın fotoğraftan en büyük farkı, hologram plakasına cisimlerin görüntüsünün değil, o görüntünün elde edilmesi için gerekli bilgilerin kayıt edilmiş olmasıdır. Hologramın çevresinde dolanarak veya bakış açımızı değiştirerek sanki cismin çevresinde dönüyormuş gibi, onu çeşitli açılardan görebiliriz. Paralaks adı verilen bu özellik, cismin resminin 3 boyutlu olarak verilebilmesiyle sağlanmaktadır. Böylece iki boyutluluk sınırı aşılmış ve uzaklık yakınlık gibi derinlik kavramı da kaydedilen resimde yer almıştır. Yani resmin her yanı uzaklık farkı olmaksızın nettir. Hologramın en önemli özelliği ise, her noktasının bütün cismin görüntüsünü verebilmesidir. Hologramın tek noktasına cismin her tarafından ışık dalgaları gelmekte ve orada kaydedilmektedir. Bu nedenle hologram plakası ne kadar koparılsa, kırılsa bile, her parça bütünün bilgisini içinde taşır ve gerektiğinde bütünün tam görüntüsünü netliği azalsa da tek başına verir. İşte bu özellik hologramın mistik düşünce ile bağdaştırılmasını sağlar. "Zaman ve mekandan bağımsız olan alan" kavramı, birçok metafizik teoride, Tanrı"nın tanımını içerir. Ünlü düşünür Leibnitz felsefesinde penceresiz ve bölünmeyen bir bütünlük olan "MONAD" "lardan bahseder. Ona göre bu "MONAD" lar, Evren"in temelini oluştururlar ve Tanrı da bir "MONAD"dır. "Monad"lardan meydana gelen bir organizasyon içinde bir tek "MONAD" tüm "MONAD"ların bilgisine sahiptir ve onları temsil edebilir, Tıpkı hologramda olduğu gibi, her bölüm aynı anda bütünü de içinde barındırmaktadır. Buna şaşmamak gerek çünkü aynı zamanda iyi bir matematikçi olan Leibnitz matematik kalkül kavramını ilk bulan ve geliştiren kişidir. Denis Gabor da hologramı bulurken matematik kalkül tekniğini kullanmıştır. Yani Leibnitz ile hologram tekniği arasındaki yakınlık bir raslantı değildir. Leibnitz felsefesindeki MONADlarda penceresiz kavramı yerine merceksiz tanımını kullanacak olursak, monadoloji ile holografi iyice birbirine yaklaşmış olur. "Tanrı insanı kendi suretinden yarattı" sözü mekansız ve zamansız bir gerçeklik alanını düşünce yolu ile kavrayan mistikler kadar o alana bilimsel olarak yaklaşan bilim adamlarınca da kabul edilebilir oluyor böylece. Felsefi açıdan hologram tekniğinin en can alıcı noktası şudur: üzerine herhangi bir görüntü kaydedilmiş olan hologram plakası ne kadar küçük parçalara ayrılırsa ayrılsın, bu küçük parçalara laser ışını verildiğinde plakaya kayıt edilen görüntünün tamamını yeniden elde edebiliriz. Yani her birim bütünün bilgisini ve benzerliğini kendi bünyesinde korumakta ve saklamaktadır. İşte bu can alıcı noktanın farkına varmak, bizi oldukça ilgi çekici sonuçlara ulaştırmaktadır. İnsandaki algılama sistemi frekans analizatörü gibi davranan hücreler tarafından oluşturulur. Bu hücreler birer mini Hologram gibi hareket ederler. Beyin, bu sayısız mini Hologramın yarattıkları dalga boylarının girişim ve kesişimlerinden oluşan dev bir Hologram"a benzer. Hafıza kayıtları Holografiktir. Daha sonra benzer dalga boylarında gelen frekanslar beyinde kayıtlı bulunan frekanslarla bir çağrışım yaparlar ve bu yol ile hatırlama sağlanır. David Bohm evrenin de holografik biçimde davrandığını ileri sürmektedir. Görünen ve yaşayan düzenin ardında zaman ve uzaydan bağımsız olan bir Evren vardır. Geçmiş, şimdi ve gelecek bu holografik düzende bir arada bulunmaktadır. İnsandan da öteye "Evren de holografik biçimde organize olmuştur" dediğimizde, buradan çok önemi üç sonuç çıkar: 1) EVREN ANCAK TEK TEK ALGILAMALAR SONUCUNDA CANLANIR Evren bütünden ayrılıp, tek tek cisimler ve nesneler olarak belirebilmek, bedenlenebilmek, varolmaya başlamak, kısaca "Suret alemi"ne geçebilmek için algılanmak, farklılaştırılmak zorundadır. Nesneler veya bilgiler dünyası, bizlerin algılamaları ile farklılaşmakta, dışlaşmakta, biçim bulup canlanmaktadır. Yani evrende bir bütünlük, bir ana plan ve süreklilik söz konusudur. Bizler ancak o çok katlı ana planın dalga boylarıyla bir rezonansa, bir paralelliğe girdiğimiz oranda, o frekansın bilgilerini cisimleştiriyor, buluyor ve kendimize mal edebiliyoruz. Böylelikle de evrenin bazı sırlarını çözebilmekteyiz. Nitekim ünlü batılı bilim adamları da, bu gerçeğin farkına varmış ve bu "farklılaştırılmış süreklilik" kavramına yaklaşmışlardır. Bakın Einstein ne diyor: "Yerçekimi, elektro manyetik güç, enerji, akım, moment ve nötron gibi kavramlar, bunların tümü, "herşeyin temelinde bulunduğu sezilen objektif gerçeği" açıklayabilmek için insan zihninin kurduğu teorik yapılar, benzetmeler ve sembollerden başka bir şey değildir." Bir de aynı konuda yüzyıllar önce sezilmiş ve söylenmiş olanlara bakalım. "Herşeyin temelinde bulunmak" olgusunu Şeyh Bedrettin"den dinleyelim: "Mutlak varlık, bütün erdemlerle donatılmış bulunması bakımından Tanrı adını aldı." Sezilen nesnel gerçek oluşu da Krişna açıklasın bize: "Her yerdedir o. Heptir o. Gözle görülemez, akılla bilinemez ve değiştirilemez. Solmazdır, ıslanmazdır o. Yanmaz, yaralanmazdır o. Değişmezdir, tükenmezdir." Yine çağdaş Batı bilimine dönelim: Bilimin ilk yaptığı, doğadaki çok çeşitli maddeleri 90 kadar doğal elemente indirmesiydi. Sonra bu elementler bir kaç temel parçacık oldu. Ayrıca dünyadaki çeşitli güçlerin herbiri, elektro manyetik gücün değişik görüntüleri (değişik dalga boyu ve frekansta olan elektro manyetik dalgalar) olarak bilindi. Evrenin özellikleri de bir kaç temel nicelik halinde ayrıldı: Uzay, zaman, madde ve enerji. Sonra Einstein; madde ile enerjinin eş değerli olduğunu "özel izafiyet Teorisi" ile gösterdi. Yüzyılımızın tanınmış kuramcılarından olan Northrop bu "bölünemezliği" şöyle anlatıyor: "Farklılaştırılmamış süreklilik, doğrudan algılanan tüm farklılaşmaların içinden çıktığı, ilk sürekliliktir. Bu bütün farklılaştırılmış olguları kapsamaktadır. O bölünemez ve değiştirilemez olandır. Farklılaştırılmamış süreklilik kavramı, tasavvuftaki kesrette vahdet (çokluktaki birlik)tir. Ayrıca Konfüçyüs düşüncesindeki Jen, Taoizm"deki Tao, Budizim"deki Nirvana, Hinduizm"deki Atman, Brahman ya da Çit"tir. Mistiklerin "kutsal hiçlik" veya "çok katlı sonsuzluk" diye adlandırdıklarıdır. 2) HER CANLI YA DA FARKLILAŞTIRILMIS HER CİSİM BÜTÜNÜN PARÇALARIDIR Her varedilmiş olan, içinden çıktığı o ana planın ve bütünlüğün bütün özelliklerini, hatta özünü (değişik biçimler ve oranlarda) içinde taşır. Evrenin ana bilgi yığını, bütün canlılara dağılmış durumdadır. Bu özü içlerinde taşıyan ve saklayan canlılarda ana bilgi kaynağına yaklaştıkça, özleri daha net olarak belirir. İnsan hiç bir şeyi yoktan var edemez. Bizler ancak evrende var olan o ana bilgi plakasının dalga boylarıyla ilişkiye girer ve o frekansın olanaklarından yararlanarak, gerçekleri keşfedebiliriz. Bu emek ve çalışmanın sonucunda elde ettiğimiz en önemli şey, ana kaynağa daha çok benzemektir. Yani ana Hologram plakasının çok küçük parçaları olan biz canlılara tutulan ışığın doğurduğu görüntü ana görüntüye ne kadar "net" olarak benzerse, o parça o kadar "değerlidir" diyebiliriz. Bilim açısından ise Einstein "Birleştirilmiş Alan Teorisi"ni ileri sürdü ve ayrı kalan son iki gücün (yerçekimi ile manyetik güç) birbirinden ayrılamayacağını, ortaya çıkardı. Artık tüm evren "bir temel alan" gibi görünür. Orada her yıldız, her atom ve galaksiler, temelde bulunan uzay zaman birliğinin içinde bir dalgacık ya da kabarcık gibidir. "Temel alan" kavramının Doğu"nun "Değişimler Kitabı"ndaki açıklaması şöyle: Temel olandan (Taeguk) olumluluk ve olumsuzluk (Yang ve Yin) oluşmuştur. Bir Yang ve bir Yin"in birleşmesi ise Tao olarak tanımlanır. Ve Tao bir "söz" dür. Bu kavrama ilişkin olarak Yuhanna İncilinde: "Başlangıçta kelam Allah idi. Her şey onunla oldu ve olmuş olanlardan hiçbirşey onsuz olmadı" denir. Şeyh Bedrettin ise çağdaş bilimde "temelde bulunan uzay-zaman birliği" olarak adlandırılan gerçeği: "Evrende Tanrı"dan başka birsey yoktur" diyerek anlatmış 15.yüzyılda. Bilim söyle ekliyor: "Böylece doğanın görünüşteki karmaşıklığının yerini, derindeki birlik alır." Yine Şeyh Bedrettin: "Farklılık ancak dolayısı iledir ve kavramlardadır. Çokluk, hayallerden başka birsey değildir. Belirdiği yerlerin sayıca çok olması ile, Tanrı"nın da çok sayıda olması gerekmez. Her yerde ve her şeyde görünen aslında birdir ve aynı şeydir." 3) BÜTÜN BİLGİLER HER AN HER YERDEDİR Eğer evren Holografik biçimde organize olmuşsa, uzay—zaman koordinatlarının ötesine geçilmiş olmaktadır. Böyle bir planda; geçmiş-şimdi ve gelecek aynı yerde, aynı anda bulunmaktadır. Ayrıca ana Hologram plakasında yer alan herşey, plakanın bütün zerrelerine kadar yayılmış demektir. Uzay ve zamandan bağımsız olarak her birim, her türlü evren bilgisini her alan alabilir ya da içinde hissedebilir, mistik olarak yaşayabilir. Ama bu ana bilgiden yararlanabilmek, kişilerin ruhsal olgunluk derecelerine ve de çok çalışmalarına, kendilerini geliştirmelerine bağlıdır. Yine Şeyh Bedrettin diyor ki: "Sonsuz olan gönül evreni, boyuna, çağına göre bir yüz gösterir, ivediye gerek yok. Her yemişin bir çağı vardır, ancak iyice çalışmak, boş oturmamak gerek." Kısaca, evren denen bu okyanustan herkes ancak kendi kabının büyüklüğü kadar su alabilir. Bu bilgilerin ışığında, anlatılmaz gibi gelen bir çok şeyi açıklamak da mümkün olmaktadır. Örneğin; telepati,önceden bilme, uzağı görme, falcılık ve benzeri olaylar, aslında var olan ve her an kullanıma açık bulunan Hologram plakasına kayıtlı bilgileri "başka bir gözle" görebilme yeteneğine dayanır. Paranormal fonksiyonlar, enformasyon"un başka türlü değerlendirilmesinden başka birşey değildir. Çünkü tüm bilgiler, zaman ve uzaydan bağımsız olarak, "her an her yerdedir." Bilim diyor ki: Açığa çıkan bağlantıların ışığında yerçekimi gücüyle elektromanyetik güç, madde ile enerji, elektrik gücüyle elektrik, alan ve uzay ile zaman arasındaki ayırımlar yiter. Bunların tümü Einstein"ın evren olarak belirttiği dört boyutlu süreklilikte erirler. Böylece insanoğlunun yaşadığı dünya konusundaki bütün algıları ile gerçek konusundaki soyut sezgileri bir olur, evrenin derinliğindeki temel birlik açığa çıkar. "Bütün algılar" ile "soyut sezgilerin" bir olması, insanın geldiği ilginç bir aşama olarak dikkati çekiyor. Başlangıcından, beri birbirine karşıt gibi duran pozitif bilim ile sosyal bilimler ve akıl ile gönül ilk kez aynı noktada buluşmaktalar. Nitekim tarihe gözattığımızda, bir çok konuda sezginin, bilimin önünde gittiğini görüyoruz. Buddha; "Ruh hep önde gidendir, madde onu yakalayıp dünyaya çekmeye çalışır" demişti. 16. Yüzyılda ülkemizde yaşayan, bir halk ozanı olan Muhiddin Abdal da: " Muhiddinem, dervişem / Hak yoluna girmişem / Onsekizbin alemi / Bir zerrede görmüşem" diyor ve bilim burada sözü edilen bilgilere ancak yüzyıllar sonra varabiliyor. Gerçeğe varmada felsefe bilimden? şiir ve sezgi de felsefeden önde geliyor. Son zamanlarda bilimin yaptığı aşama ve evrenin Holografik kavranışı, artık sezginin bilimi, bilimin de sezgiyi dışlamadan hareket etmesine yol açacak gibi görünüyor. İnsana hayatta bir çok şey, anlaşılamaz, garip ve bilinemez gibi gelir. Oysa bu, insanın duygularının ve algılarının zayıflığından doğmaktadır. Ayrıca, yine insanın kendi eseri olan bilimin ve onun getirdiği açıklamaların yetersizliği de buna eklenir. Yoksa, bütün olup bitenler anlamlıdır. Hepsinin bir nedeni ya da gerekliliği vardır. Evren"de dengesizlik, adaletsizlik ve hata yoktur. Önemli olan, bu güzellikleri ve adaleti kavrayabilecek ve de onlara uyum gösterecek olgunluğa erişebilmektir. |
|
|||
![]() Yazan Kişi: Alpi003
Tarih: 08-25-04 20:00 Uluslar-arası olay haline gelmiş olan Dan Brown"ın "Da Vinci Şif- resi"nde anlatılan olayların dayandırıldığı kitap "Holy Blood, Holy Grail" adını taşımaktadır 1982 yılında yayınlandığında anında büyük bir ilgi uyandıran bu çalışmada ilk kez "Priory of Sion" adlı örgüt gerçek anlamda deşifre edilmiştir. Söylenenlere göre "Priory of Sion" adlı örgüt İsa"dan bu yana gizlenen bazı bilgileri elinde tutan ve bunu kuşaktan kuşağa aktarmakla görevli olan insanlar tarafından kurulmuştur. Ve yine denilenlere göre Isaac Newton, Leonardo da Vinci ve Victor Hugo"nun da aralarında bulunduğu büyük beyinler gizli bilgileri elinde bulunduran bu örgütün bir zamanlar liderliğini (Grand master) yapmış insanlardı. Bu tür bilgilerin ilk kez derli toplu ortaya çıkarıldığı kitabın yazarları Michael Baigent, Richard Leigh ve Henry Lincoln yazım aşamasında başlarından geçenleri de aktarırlar kitapta. Onlara gizli sembollerin anlamı, bağlantılar, alternatif tarih hakkındaki ipuçlarını veren Pierre Plantard adındaki bir kişidir. Verilen bilgiye göre Plantard, Jean Cocteau"nun ölümünden sonra Priory of Sion"un liderliğini (navigator) 1984 yılına kadar üstlenmiş olan kişidir. Plantard, kendisinin İsa"nın soyundan geldiğini, kendi atalarınca kurulmuş Merovenj krallığının tekrar kurulacağını, bunun kurulmasının ön şartının da Avrupa ülkelerinin birleşmesi olduğunu, bu nedenle de Priory of Sion örgütünün elindeki tüm güç ve imkanları kullanarak Avrupa Birliği"ni desteklediğini, bu amaç için aktif olarak uzun yıllardır çalışmakta olduğunu anlatmıştır. * * * Geçtiğimiz hafta içinde Kardinal Joseph Ratzinger"in "Türkiye Müslüman olduğu için AB"ye giremez" diye konuşması buna karşılık Başbakan Erdoğan"ın da "Vatikan bir din devletidir, AB üyesi değildir. Biz AB üyeleri ile konuşuyoruz" diye cevap vermesi, olan biteni tamamen karmaşıklaştırmaktan, bazı gerçeklerin üstünü örtmekten başka bir işe yaramaz. Avrupa Birliği Katolisizme düşman bir örgütün denetiminde kurulmuş bir din örgütüdür, bir tarikattır. Bu tarikatın gizli amacı Vatikan"ın elindeki gücü tamamen bitirmek, İslamiyeti de pasifize etmek, kendi inanışlarına göre Mesih"in gelmesiyle birlikte girilecek yeni dönemde dünyanın dini yönelimini kontrol altına almaktır. Bu gizli tarikatın inanışı Gnostik Hıristiyanlık olarak adlandırılır. Gnosis"in temeli aslında Hıristiyanlıktan önce İskenderiye"de Judaizm ve Helenizmin felsefi kaynaşmasına gider. Vatikan bu inanışı uzun süre sapkınlık saymıştır, ancak Yahudi mistisizmi olan Kabala"yı da etkilemiş olan Gnostik Hıristiyanlık Vatikan ile yüzyıllardır sürdürmüş olduğu kavgasını Avrupa Birliği"ni ele geçirmiş olması nedeniyle kazanmak üzeredir. Bunlar Hıristiyan"dır ancak hem kökenlerindeki Judaism, hem de Kabala mistisizmi ile bağlantıları nedeniyle Yahudi diniyle de ortak noktalar bulmuş, belirli konularda ve amaçlarda anlaşmışlardır. * * * Avrupa Birliği"nin dini kimliği ve amacı kendi bayrağındaki sembolle aslında ilan edilmektedir. Bu birliğin üye sayısı ilk başlarda altıyken de, şimdilerde üyelerin sayısı devamlı artarken de bayrağındaki yıldız sayısının hep 12"de kalmasının nedeni İncil"deki şu bölümle alakalıdır: "Sonra yeni bir Gökyüzü ve yeni bir Yeryüzü gördüm. Yedi melekten biri yanıma geldi ve sana Kuzu"nun (İsa Mesih) Gelini"ni göstereceğim dedi. Sonra Ruh beni yüksek ve büyük bir dağa çıkardı. Ve gökyüzünden Yeryüzüne inmekte olan Tanrı"nın Kutsal Kenti"ni gösterdi. Bu Kudüs"tü. İşte İsa Mesih"in Gelini budur dedi. Kutsal Kent"in etrafı büyük ve yüksek bir duvarla çevriliydi. Ve 12 kapısı vardı. 12 kapıda 12 melek bekliyordu. 12 kapının üstünde İsrail"in 12 kavminin adları yazılıydı. Büyük ve yüksek duvarın içinde 12 çeşme vardı ve 12 çeşmenin üzerinde Kuzu"nun 12 havarisinin adları yazılıydı" İncil (Rev 21 : 1-12) Bu 12"leri okuyarak AB bayrağındaki yıldızların 12 olmasını anlamaya giriş kapısını aralarsınız. Bu tarikatta semboller öylesine önemlidir ki örneğin AB"nin Brüksel"deki merkezinde de 12 kapı vardır mesela. * * * Bu tür konuları düşünmeden AB sadece özgürlük, insan hakları demektir diye yanlışa düşerek planlar yapılırsa büyük hata yapılır. Türk aydını maalesef bu hatayı yapmakta veya daha da vahimi bazıları gerçekleri bildikleri halde yalan söylemektedirler. Bu noktada sorulması gereken soru "Madem durum böyle, madem AB"nin temelinde gizli bir tarikat var ve bunların nihai amacı da dini o zaman neden Türkiye gibi Müslüman bir ülkeyle ilişki sürdürüyorlar"dır. Serdar TURGUT ** Yazan Kişi: Alpi003 Tarih: 08-25-04 20:04 Türkiye"den ne istiyorlar Gayet tabii ki Avrupa Birliği"nin sadece dini amaçlara hizmet eden, sadece bu şekilde kullanılan bir örgüt olduğunu düşünmüyorum. Hayat hiçbir zaman tek nedene indirgenebilecek kadar basit değil. Örgütler gibi bireyler de sadece tek boyutla anlaşılamayacak kadar karmaşıktırlar. Anlatmak istediğim konu şu: Eğer bizler örgütleri ve bireyleri sadece maddi nedenselliklere bakarak anlamaya çalışırsak, yanlış yaparız. Örgütler ve bireyleri hayattaki davranışlarında ateşleyen, onları motive eden inanışlar, semboller, manevi amaçlar çözümlenmezse, onları doğru anlama, çözümleme uğraşımız sonuçlanamaz. Avrupa Birliği gayet tabii ki siyasi ve ekonomik amaçları olan bir topluluktur ancak onu kuran ve örgütü omuzlayan bireylerin başka boyutları da vardır. O başka boyut, yani dini inanışları, hedefleri ve beklentileri göz ardı edildiği takdirde AB denilen örgütü tam anlamıyla kavramamız mümkün olmayacaktır. Bu insanlar bayraklarında, binalarında kullandıkları semboller, kullandıkları özel sözcükler ve kurdukları ittifaklarla aslında o başka boyutlarını bize açıkça göstermektedirler, bir anlamda kendilerini bilinçli bir şekilde deşifre etmektedirler. Görmek isteyen bunu görür ve olan biteni gerçekten anlama sürecinde daha güçlü olur. Maalesef bugün Türkiye"de "gerçeği görmek istemeyenler" hakim durumdadır. Siyasete, medyaya ve iş alemine hakim olan görüş AB"nin Türkiye"ye demokrasi ve büyük özgürlükler getirme hedefi olduğundan ibarettir. Bizler görüşümüzü bununla sınırladığımızda AB ile ilişkilerde yenilen, kaybeden taraf olmamız kaçınılmazdır. Ve maalesef Türkiye bu kaybetme sürecine çoktan girmiş durumdadır, bunun işaretleri de gelmektedir. * * * Bir ezoterik dini örgüt de olan AB, İslamiyete temelde karşı olduğu halde Türkiye ile neden ilişkisini bir şekilde sürdürmektedir? Bu soruya cevabın anahtarı Ortadoğu"dadır. Temelleri yüzlerce yıldır atılmış olan manevi ve maddi kavgaların, çelişkilerin çıkış noktası da Ortadoğu"dur, bunların nihai çözümünün de Ortadoğu"da olacağı yolunda inanç da vardır. İnançları, insanın manevi boyutunu göz önüne almadan çözümleme yapmaya çalışan görüşler Orta Doğu"ya bakınca petrolü görür, suyu görür, bunların emperyalist paylaşımını çözümler. Bunlar gayet tabii ki çok önemlidir ancak insanlar emperyalist hedeflerini gerçekleştirirken kendi davranışlarını manevi boyutla da motive etmek zorundadırlar. Mesih beklentisi, kutsal topraklar söylemi, dini çatışmaların çözümlenmesi gibi söylemler farklı ve çıkara dayalı hedefleri bir arada tutan, onları koordine eden, insanları bir hedefe kilitleyen bir tür zamk rolü oynar. Avrupa Birliği Ortadoğu"da somut ve soyut çıkarlarını Türkiye"nin yardımı olmadan tam anlamıyla kollayamayacağını düşünmektedir. AB"nin bizimle ilişkilerini tamamen kopartmaması, üyelik sürecimizi aslında olumlu sonuçlandırmak istememesine rağmen bunu bir şekilde oyalamaya bırakmasının tek nedeni bu korkularıdır. AB; Türkiye kartını elinden kaçırdığında binlerce yıldır temeli atılmış olan hesaplaşmaların arenası olacak Ortadoğu"da yenileceğini bilmektedir. "Türkiye kartının" önemini Amerika da çok iyi bilmektedir. Irak savaşı öncesinde Türkiye"nin de savaşın içine çekilmesi için bu kadar uğraş verilmesinin sebebi budur. ABD, sadece Irak için Türkiye"yi yanında görmek istememekteydi. Bölgedeki ilerideki çıkarları açısından ABD ,Türkiye"yi mutlaka bölge savaşının içine çekmek zorundadır. Yani anlayacağınız aynı sebeplerle ve aynı hedeflerle bölgeye hükmetmek isteyen AB ve Amerika Ortadoğu üzerinde hükümranlık çatışması içindedirler ve onlar açısından Türkiye sadece bu boyutuyla önemlidir. * * * Şunu da unutmayın. Önemli kaosların beklendiği maddi ve manevi alt üst oluşlarının yaşanacağının tahmin edildiği yüzyılımızda dünyanın dinamiğini kontrol eden güçlerin dikkati Türkiye"ye kilitlenmiş durumdadır. Bu karar nerede ve nasıl alındı bilmiyorum, anlayamıyorum ama Türkiye"nin kullanılıp güçsüzleştirilmesi ve bölünüp parçalanması kararı öyle görünüyor ki alınmış durumda. Türkiye üzerindeki operasyon sadece kaba kuvvetle yapılmayacak inançlar, manevi bağlantılar, semboller de kullanılacak bizim üzerimizde oynanacak oyunda. 21"inci Yüzyıl"ın Büyük Oyunu Türkiye"de oynanacak ne yazık ki. Bu büyük güce karşı ne yapılabilir açıkça söylemek gerekirse bilemiyorum. Çünkü Türkiye kendi içinden güçsüzleştirildi. Eğitim sistemi, sağlık sistemi, altyapısı çöktü, çöktürüldü, insan kalitesi muazzam bozuldu, ulus bilinci yok edildi göz göre göre bu ülkenin. Son tartışmalara bakılırsa devlet sistemi de içinden çürümüş ve çökmeye hazır görülüyor. Açıkça söylemek gerekirse ben bu ülkenin insanlarının bir bölümünün kendi ülkelerinin yok olma sürecine neden bu kadar aktif katılıyorlar sorusuna inanın cevap bulamıyorum. Klasik hainler, iç düşmanlar söylemi bu fantastik durumu anlatmaya, anlamaya yetmiyor, bana inanın. Çok değişik bir ülke durumuyla karşı karşıyayız ve bana inanın neler olup biteceğini az çok tahmin etmekle birlikte bunun neden böyle olması gerektiğini ben de çok merak ediyorum. Umarım bir gün nedenler de netleşir ama şunu bilin ki önümüzdeki yıllarda merkezinde Türkiye"nin de bulunacağı bir büyük alt üst yaşanacağı neredeyse kesindir.. ** Yazan Kişi: Alpi003 Tarih: 08-25-04 20:13 Tarihi yeniden yazacaklar Başlıca iki konuya sürekli olarak geri dönüp, bunlar üzerinde düşünce üretmeye çalışıyorum. Bu konulardan bir tanesi "Deprem", diğeri de Irak"taki savaşın gizli anlamı. Bunlara takıntılı hale gelmiş olmamın nedeni de aslında direkt olarak benden kaynaklanmıyor, denilebilir ki ben bu meselelerde bir kader kurbanıyım. Düşünebiliyor musunuz Denizli gibi bir şehrin bilimsel yeraltı analizleri yurt dışına gönderiliyor ve deprem konusunda ne düşündükleri uzmanlara soruluyor. Ve onlardan gelen cevap da şu: "Bir an önce bu şehri boşaltın". Şimdi, böyle bir olayın yaşanabildiği ve üstelik de kimsenin bu son derece fantastik olan cevabı dert etmediği bir ülkede gel de depremi dert etme kendine. Ben eminim İstanbul için de bu soruyu sorsak oranın da hemen ve acilen boşaltılmasını isteyeceklerdir. Hatta tüm Türkiye bir an önce boşaltılsın derlerse de şaşırmam. Galiba emperyalist güçler 20"nci yüzyılda gizli bir karar alarak "Türklere öyle bir ülke bırakalım ki sınırları içinde deprem kuşağında olmayan tek bir nokta bulunmasın" demişler ve bu planı da başarıyla uygulamışlar. Burada sıkı bir komplo teorisi potansiyeli mevcut ama şimdilik bu konuya daha derin bir şekilde girmeyeceğim! * * * Sürekli geri dönüp işlediğim diğer konu da Irak"taki savaşın gizli anlamıydı. Okuyucularım hatırlayacaklardır bundan hayli önce bu köşede Irak"ta tarihin yok edildiğini, kitapların yakıldığını, tarihi eserlerin yağma edilmesine izin verildiğini, çünkü bölgede bazı amaçları olan güçleri tarihi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden yazmak istediklerini, tarihi delillerin de bu nedenle yok edildiğini yazmıştım. Böyle şeyler yazdığımda bazı insanlar uçuşa geçtiğimi, komplo uydurmaları yaptığımı söyleyedurdular hep. Ama bakın Newsweek dergisinin son sayısında Irak"ta nasıl bir tarih katliamının yapıldığı, tarihin nasıl da ortadan silindiği, eserlerin nasıl yağmalandığı anlatılıyor. Sevgili okurlar, bunu sadece savaşın bir gereği, barbarlık veya rutin hırsızlık olarak düşünüp, meseleyi unutamazsınız. Olay bunun çok ötesinde önemde bir şey. Fırat ve Dicle arasında kalan topraklar tüm dinlerin çıkış noktasıdır, denilebilir ki bugünkü inanışların, insanları ateşleyen manevi değerlerin bütün başlangıç yeri bu topraklardır. Dünyayı yöneten güçler bir hesaplaşma gününün yaklaşması gerektiğine karar vermiş durumdalar. 21"inci yüzyılda dünyanın din coğrafyasını yeniden düzenlemeye de kararlılar. Hatta bu yüzyılda gücü silinen bazı dinlerin yerine kitlelere hitap eden yeni dinler ortaya çıkarsa da hiç şaşırmayın, buna alt üst oluşa da hazırlıklı olun. Mezopotamya artık sarsıldı, yerine tekrar oturması, yeni dengelerin kurulması hayli uzun sürecek. Çok kan dökülecek, çok acı çekilecek. Başlamış olan bu süreç sonucunda tarihte yepyeni bir sayfa açılacak çünkü Mezopotamya"da başlayan büyük olayların sonunda hep böyle olmuştur Türkiye bu büyük sallantının tam göbeğindedir, Türkiye hedef ülkedir. Mezopotamya"daki sallantıyı başlatan güçler Türkiye"yi gerekirse harcamaya kararlıdırlar, bunun sinyallerini vermektedirler. Irak"ta tarih ortadan kaldırılıyor çünkü tarih baştan aşağıya ve yalanlarla tekrar yazılacak. Binlerce yıl önce de böyle olmuştu, şimdi de öyle olacak Ve şunu bilin ki olacak şeylere en hazırlıksız ülke de Türkiye"dir çünkü bu tarihi süreci anlamakta, anlamlandırmakta, sembolleri açısından kavramakta en cahil olan ülke biziz. * * * Şunu düşünün. Irak"ta bugün bir kaos ortamı yaşanmasaydı tarihin bu şekilde yağmalanması, katledilmesi mümkün olabilir miydi? Irak"ta bugün başarının kriteri olarak öne sürülen düzen kurulmuş olsaydı tarihin ortadan silinmesi başarılabilir miydi? Dolayısıyla düzensizlik, anarşi ortamına bakarak sakın ha ABD, Irak"ta başarısız oldu, yenildi sonucuna atlamayın. Bu sizi olayı tamamen yanlış anlamaya götürür, yanlış anlama ise ülkemizi yenilgiye götürecek bir ortamı yaratır. ABD"nin baştan beri hedefi kaos yaratmaktı, çünkü bu kaostan yeni düzen yaratılacak. |
|
|||
![]() Yazan Kişi: XTunceliLi
Tarih: 04-25-04 13:14 sanlarin baslarina korkun olaylar geliyor.. O müzenin kapısından içeri girerken, karşıma "Da Vinci şifresi" gibi esrarengiz bir hikáyenin çıkacağını bilmiyordum. Bu, bir sanduka ve onun altındaki mezarın hikáyesi. Ama öyle basit bir hikáye değil. Hikáye 13"üncü yüzyılda başlıyor ve 1930"da esrarengiz bir aile trajedisine kadar uzanıyor. Hikáye beni çok etkiledi. Sizi de etkileyeceğini tahmin ediyorum. SAF TUTMUŞ SANDUKALAR ARASINDA Geçen salı günüydü. Hayatımda ilk defa Konya"ya gitmiştim. Konya"da Mevlana Müzesi"nin kapısından ilk adımımı attığımda, belki de sadece benim hissettiğim mistik bir rüzgár esti ve beni içine alıp götürdü. Hayatımda hiçbir mekán daha ilk anda beni bu kadar etkilememişti. İçerden çok hafif bir ney müziği geliyordu. Sağ tarafta, sanki saf tutmuş sandukaları görüyordum. Yanımda Mevlana Müzesi Müdür Yardımcısı Dr. Naci Bakırcı vardı. Mevlana"nın sandukasının önüne gelinceye kadar, mistik bir turistten farklı değildim. Ancak o sandukanın önünde Dr. Bakırcı"nın anlattığı o müthiş hikáye başladı. Daha doğrusu, o sandukanın altındaki "mezar odasının sırrı"... 500 METREYİ SEKİZ SAATTE ALAN CENAZE Nefesimi kestim ve onu dinledim. İşte ondan dinlediklerim. Anlatıldığına göre her şey 1273"te Konya"da kaldırılan bir cenazeden sonra başladı. Mevlana Celaleddin-i Rumi, 17 Aralık 1273 günü vefat ediyor. Cenazesine yüzbinlerce insan katılmış. Naaşı, İplikçi Camii"nden, 500 metre ilerdeki bu türbeye 8 saatte getirilebilmiş. Müslümanlar Mevlana"nın naaşını defnedebilmek için gayrimüslimlerin cenaze cemaatinden çıkmasını istemiş. Ancak onlar, "Bize İsa"yı da Musa"yı da Mevlana öğretti" diyerek bunu reddetmişler. Mevlana"nın kabrinin altına bir "mezar odası" bulunuyor. MEZAR ODASINA 700 YILDA 1 KİŞİ İNDİ Eski Türklerde mezarların altına Farsça "zir-i zemin" yani "zeminin altı" denilen bir mezar odası yapılırmış. Mevlana"nın naaşı da böyle 4 metrelik bir mezar odasına konmuş. Ancak o tarihten bu yana mezar odasına kimse inmemiş. Sadece bir kişi hariç. Rivayete göre Sultan Dördüncü Murad, Mevlana"nın türbesini ziyarete geldiğinde, mezar odasının içinde ne olduğunu çok merak etmiş ve bu odaya girmek istemiş. Ancak dönemin Mevlevi büyükleri, buna kesinlikle karşı çıkmış ve girmesini engellemişler. Bunun üzerine Sultan, elindeki tespihi, ağzı açık odanın içine atmış. Veya düşürmüş. Bu tespihi almak üzere 7 yaşında bir kız çocuğu mezar odasına indirilmiş. Bilinen tek şey, odanın iki tarafından aşağı doğru merdivenlerin indiğiymiş. Kız çocuğu mezara inip çıktıktan sonra dili tutulmuş. Dr. Naci Bakırcı, "Çocuğun dilinin neden tutulduğu hálá bilinmiyor" diyor. KÜÇÜK KIZ MEZAR ODASINDA NE GÖRMÜŞTÜ İşte bu olaydan sonra "mezar odasının sırrı" iyice merak edilmeye başlanmış. Acaba kız çocuğu orada ne görmüştü de dili tutulmuştu? Bir iddiaya göre, oda çok karanlık olduğu için çocuk çok korkmuş ve geçirdiği travmadan dolayı dili tutulmuştu. Ancak bir başka iddia daha var ki, o "mezar odasının sırrını" daha da koyulaştırıyordu. Selçuklu Türkleri o tarihte mumyalama tekniğini biliyorlarmış. Fatih Sultan Mehmed dahil 7 padişahın naaşı mumyalanmış. Mevlana"nın naaşı da mumyalandığı için muhtemelen öyle duruyordu. Kız çocuğu orada yatan Mevlana"yı görünce bu hale gelmiş olabilirdi. Bu olay dönemin önde gelen Mevlevilerini harekete geçiriyor ve 1640 yılında mezar odasının ağzı tuğlayla örülüp üzeri kurşunla kaplanıyor. O tarihten sonra mezar odasının ağzındaki kurşun hiçbir zaman kaldırılmadı. Mezar odası, sırlarıyla birlikte belki de ebediyete kadar sessizliğe gömüldü. 1930"LU YILLARDA MÜZE MÜDÜRÜNÜN ODASINDA Ancak odanın hikáyesi burada bitmiyor. Aradan 300 yıl geçtikten sonra, Mısır"daki piramit sırlarına benzeyen bir dizi olay daha yaşanacaktı. Bu olayın iki tanığı vardı. Biri olayı yaşayan Yusuf Akyurt isimli biri. Öteki de onun yaşadığını Murat Bardakçı"ya anlatan Abdülbaki Gölpınarlı Hoca. 1930"lu yılların güzel bir gününde, Mevlana Müzesi"nin Müdürü Yusuf Akyurt odasında tek başına otururken, aklına sandukanın altındaki mezar odası gelir. İçinden "Acaba şu odaya bir girsem de içinde ne olduğunu görsem" diye geçirir. Ancak tepki çekeceğini düşündüğü için kararsızdır. O AN KAPI ÇALINDI YAŞLI ADAM GİRDİ Tam o esnada kapı çalınır ve içeri, müzenin yaşlı odacısı girer. Bu yaşlı adam aslında, Mevlevi dedesidir. Cumhuriyetin ilanından sonra tekke ve zaviyeler kapandığı için müzeye çevrilen türbede odacı olarak çalışmayı kabul etmiştir. Yaşlı Mevlevi dedesi saygılı bir şekilde içeri girer ve Yusuf Akyurt"un tüylerini diken diken eden şu cümleyi söyler: "Sakın oraya inmeyi düşünmeyin..." Ancak bu şaşkınlık, müdürü kararından vazgeçirmez. Mezara inmek üzere kurşunla kaplı kapağın önüne gelir. Halıyı kaldırır. Tam kapağı açmak üzereyken, bir adam haykırarak içeri girer: "Müdür bey, yetiş evin yanıyor..." Yusuf Akyurt gelinceye kadar evi kül olmuştur. İşte tam o sırada eline bir telgraf tutuşturulur. Müze müdürü başka bir yere tayin edilmiştir. KONYA-ANKARA YOLUNDAKİ KAZA Konya-Ankara yolu o gün çok ıssızdı. Gün batmış, alacakaranlık etrafa hákim olmaya başlamıştı. Uzaktan gelen kamyonun farları, henüz tam karanlık hale gelmemiş ufukta cılız iki nokta gibi duruyordu. Şoförün yanında kapıya dayanmış şekilde oturan çocuk kimbilir hangi hayallere dalmıştı. Kamyon bir kavise girdiği sırada kapı aniden açılır ve çocuk alacakaranlığın içinde kaybolur. Kamyon durup, içindeki iki adam kapıdan uçan çocuğa ulaştıklarında iş işten geçmiştir. Çocuk öteki dünyaya göçmüştür. Çocuğun başında duran ikinci adam, başı ellerinin arasında hüngür hüngür ağlamaktadır. O adam, Konya"dan tayini çıkan Müze Müdürü Yusuf Akyurt"tur. Kimine göre, mezar odasının sırrı, onu hálá takip etmektedir. MEZARIN BAŞINDA SÖYLENEN SON SÖZLER Yusuf Akyurt oğlunun cenazesini alıp Konya"ya döner. Cenaze töreninden sonra doğruca Mevlana Müzesi"ne gider ve sandukanın başında ellerini açıp haykırmaya başlar: "Yetmedi mi? Affet artık..." Bütün bunlar neydi? Efsane mi? Gerçek mi? Küçük kızın dili niye tutulmuştu? Yaşlı odacı, müdürün kafasından geçen düşünceyi nasıl anlamıştı? Bunların cevabı yok. Ben bunları anlatan insanlardan dinledim. Bildiğimiz tek şey var. Mezar odası 731 yıldan bu yana sırrını muhafaza ediyor. Umarım bundan sonra da muhafaza etmeye devam eder. Çünkü bilinmezliğin yarattığı bazı mistik duygulara ebediyen ihtiyacımız olacak. Çünkü hepimizin içinde, sadece kendimize ait sırların saklandığı küçücük odalar var. Üzerleri kurşunla kaplı küçücük odalar... Ertugrul Özkök / Hürriyet aslinda bu yazar parcasinida gazetesinide okumam takip etmem yahudi dönmesi oldugunu iyi biliyorum hem yazar hemde gazetesinide ama umarim dinledikleri ona biraz iman katarda türk ve müslüman kinciligini birakir.. ** Yazan Kişi: Alpi003 Tarih: 04-25-04 14:29 Muhahahahahahahahahahahahahahhaahhaa.. Da Vinci nin sifresinden Bahseden ertugrul Özkök ün Bu dünya Üzerinde Asirlardir var olan Mezhepler savasinda Hangi mezhep e ait oldugunu aciklamasi gerekir. OPUS DIE mi SION tarikati mi ? Biliyorsunuz Bu iki mezhep ten opus die Vatikan destekli Mü+this bir örgüttür. SION tarikati ise. Da Vinci Sir Isaak Newton Kopernikus gibi bir cok Ünlünün Icinde yer aldigi Vatikan a karsi olan bir tarikattir. Incille ilgili bir cok sirlari ellerinde bulundururlar ve Vatikan in elini kolunu bagliyarak bir tehdit olustururlar. Papa nin Katolik inancini Asya ya yayma fetvasindan sonra Bizim Camilerimizde bile ( Gecen Hafta mesela ) Cuma Hutbelerinde Hristiyan Zirvalari anlatilir Oldu ![]() Ve Komunist yazarlarimiz da birden hidayete erdi Kuran adi altinda Vatigan in kakalamalarini gündemde tutmaya basladilar ![]() Bu yukarda okudugunuz Da Vinci Sifreleri cikisli Mevlana hikayesi de Bu Anlayisa hizmet eden bir fantazidir. bence Ertugrul Özkök kardesinmiz Newyork Ziyaretlerinde 47 milyon Dolarlik Opus dei Karargahinda ne yaptigini aciklamalidir. ISLAM adina Türkiye de Opus die e hizmet eden kac is adami kac aydin köse yazari kac rejisör vardir. Bunlari anlatsa iyi olur Mevlana hikayesi yerine hoscakalin ![]() ayrica Konu acilirsa size Leonardo da Vinci nin Sifrelerinden bahsetmekten Haz duyacagim Da Vinci Her eserine Hatta ve hatta kilise icin Yaptigi her eserine paganist Sifreler birakmistir Bunlara mona lisa da dahildir ki Bu Isim bile bir sifreyi icerir Aman ve Isis gibi ki Isis in Adi ( Lisa ) Olarak gecer ikipagan tanrisinin adini vermistir. Bu tablonun daha bir cok sirri vardir. Yani AMON LISA adindaki Iki tanriyi Kiliseyi tii ye alarak Mona lisa olarak adlandirmistir. Yazan Kişi: Alpi003 Tarih: 04-26-04 11:49 Ben zaten Bu Hikayenin Da vinci sifresi ile ne alakasi oldugunu anlamis degilim katiyen ![]() Ne yapmak istiyor Ertugrul ? Da Vinci sifresi: Isa nin sadece bir peygamber oldugunu Maria Magdelena ile evli oldugunu Ve bu hanimdan Evlatlari oldugunu aciklar.. Da vinci nin Meshur Aksam yemegi tablosuna baktiginiz zaman O 12 havariden birisinin Kadin oldugunu Görürsünüz. Isa nin Hemen sag tarafinda oturur Kizil sacli bir hanimdir. Bu Hristiyanlarin Gözünden kacmistir. Maria Magdelana nin Cok soylu bir hanim olmasina ragmen Kilise tarafindan fahise damgasi ile tarih sahnesinden silinmistir. fakat Bu belgeler SION tarrikatinin elindedir. ISA nin soy agaci yani cocuklari ve torunlarida belgelidir, Iznikte Incillerin Yakilmasi ve Constantin tarafindan yeni incil Yazilmasi Ve Bu incil e roma imparatorlugunun Pagan dini Sokulmasi, Isa nin tanrilastirilmasi hepsi yalandir.. Bunlari size belgeleri ile kanitlar da vinci sifresi.. Hikaye Pagan mitolojisinden alinmistir. Vaktim olunca Size yazacagim ![]() Isa nin dogum günü Olan 25 araliktan Öldürülüp 3 gün sonra yeniden dirilmesine kadar tipkisinin ayni haliyle pagan mitolojisinde Mevcuttur. Sunday -Sonntag Yani günes Günü Paganlarin Tatil günüdür.. Bütün Katolik gelenekleri paganisttir. Bir düzeltme yapmam gerekiyor: OPUS DEI olacakti DIE degil düzeltir özür dilerim.. Bu örgüt Vatikan in PSIKOPOSLUK Makamidir. Merkezi Newyork da.. Yalanlarini Bizim Hutbelerimize bile konu yaptirdiklarini görürseniz ki Isa gelecek Filan gibi Güclerinin Boyutunu kestirebilirsiniz.. Hoscakalin |
|
|||
![]() iste Dinlerin hali... hep kereste.. biri Muhammedci olmus biri Musaci.. biri Isaci.. digeri Yahovaci, bir digeride Budaci.. bir digeride Budala..
hepsi keresteci valla.... yok öyle yagma.. Allahi kartellestirmek veya Allaha = Sünnetullaha sinir ve boylam cizmek... Yokkk üleeeee DIN Azmanligi... Allah katinda DIN tektir... insanlar katindaki9 DINLER ayri ayridir.... kiii bunuda insanlar CIKAR icin yapmislardir... O yüzden olacaksan evrensel insan olacaksin yada hic olmayacaksin... Ben hayatta bir seyin Amatörcesini nefret ettigim kadar hic bir seyi nefret etmem... bir seyi yapacakssan tam hakkiyla yapacaksin... DIN olsun is hayati olsun ne olursa olsun..... Yeterki sisteme uyun ve sahtekarliklardan geri durun.. o zaman Allah veriyor ve insani hem maddisal hemde manevi huzura erdiriyor.... Tüm güzellikler tüm Dinleri seven sayan ve bilenlerin üzerine olsunki, Asil Ilsamiyette tüm DINLERIN temelinde yatan TEOLOJIDIR..... Yani ortak DIN anlayisidir insanlari birbirine baglayan... Oysa tümü salak... Islam Alemide Yahudilerde Hiristiyanlarda... cünkü hepsi ayricalik pesinde... ortakliklari degil... farkliliklari öne cikarmislar.. Artik Manevi anlamda hic birinden bir sey olmaz.... Kimse kendini avutmasin... remsmen DIn azmanlarisiniz.... |
|
|||
![]() o yüzden Dinler Teolojisini bilenlere diyecegimiz yok... onlar zaten ilmi irfani asmis insanlardir..
|