| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
![]() |
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
![]() |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
|
||||
![]() "BİR GİZLİ İSLAM MEZHEBİNİN ÇÖZÜMLENMESİNDE DIŞAVURUMCU KÜLTÜRÜN ROLÜ: TÜRKİYE ALEVİLERİ ÖRNEĞİ */ I
"...mezkur Hacı Yügü nam kariyyede (köyde) Kara Recep nam kimse Kızılbaş’tır. Kendi emsali Kızılbaşlar ile cem olup gece bir tenha eve girip saz ile muhtelitler olup badehu (sonra) şem"i söndürüp biri birinin avretini tasarruf ederler". (2) Bir XVI. yüzyıl belgesinden alınan bu pasaj sefahat iddialarıyla doludur. Önceleri Kızılbaş*, yakın zamanlarda ise Alevi olarak adlandırılan Anadolu"nun bu ehl-i sünnet dışı** Müslüman topluluklarının ahlaki duruşlarına böylesi saldırılar. Alevi Kızılbaş olmayanların onlar hakkında uydurduğu, bugünün Türkiye’si’nde dahi hala yaşayan bir söylenceler silsilesinin, bir tarz mitolojinin parçasıydı (Melikoff 1974:49). Geleneksel olarak kendilerini tecrit ederek yaşayan bu topluluklar, Osmanlı toplumunun hakim sosyal ve dini kurallarından hayli farklı tarzda yaşadılar. İslam’ı yorumları batınıydi ve bu yorumlarını ilahi, nefes ve deyişlerinde dile getiriyorlardı. Bu dini şiir geleneklerini, saz veya bağlama denen telli folk çalgısı ve aşık denen ozanlardan ayrı düşünmek imkansızdır. Alevi aşıkları dini ideallerini, görüşlerini, tercihlerini ve bazen de -sözlerini sakınmadan- toplumsal eleştirilerini kitlelerin anlayabileceği bir dil ve üslupla naklederek toplumun geniş kitleleri tarafından hareretle sevildiler. Fakat Osmanlı Sünni yönetici sınıfı Alevi topluluklarını genellikle toplumun potansiyel yıkıcı unsuru olarak görmüşler, onlara şüphe ile bakmışlar ve zaman da düşmanca tutumlar içine girmişlerdir. Bu çalışmada, resmi olarak dine karşı tarafsız ilgisizlik iddiası taşıyan, modern, laik bir devlet içerisinde, Aleviliğin dışavurumcu geleneğinin yeniden canlanışı, popüler hale gelişi ve tolerasyonunu yönlendiren nedenlerden bazıları incelenecektir.(4) Biz, yazıya, mezhebin izlerini sürüp, Aleviliğin geleneksel inanç sistemleri ve davranış modellerine genel hatlarıyla değinecek ve son olarak da bir karşı kültür olarak Alevilik ve onun dışındakiler arasında süregelmiş olan çatışmaları analiz ederek başlayacağız. Aleviler Orta ve Doğu Anadolu"da olduğu gibi Ege ve Trakya"da bulunan, heterodoks, şii-bağlantılı topluluklardır. Dede ve Baba gibi kutsal soylardan gelen dini önderler tarafından yönetilirler ve Bektaşi tarikatıyla bağlantılıdırlar. (5) Aleviler, köklerini Orta Asya"nın göçebe Türkmen boylarında bulurlar. Söz konusu boylar İslam’la ilk kez sufulik biçimiyle Horasan’da daha sonra da derviş ehlinin etkilerine teslim oldukları Anadolu"da karşılaşmıştır. Bu dervişler, Türkmenlerin şaman inançları ve aşiret boy örgütlenmelerinden gelen geleneklerini, mistik İslam’a taşıyıp uyumlulaştırmaları sürecinde rol oynadılar. Bu süreçte, ırsi boy, aşiret reisleri kendi topluluklarının toplumsal ve ruhani yaşamını yöneten dede veya babalara dönüştü. Dahası, saz ve dini ayinlerinin (cem) kuş benzeri hareketlerle yapılan dini dansı (sema) Şalmanist bir mirasın esrime usullerinin bir taklidi, yankısıydı (6) Kadınların örtünmemesi göçebe geçmişi hatırlatıyordu. Derviş grupları ve halk kitleleri içindeki hatırı sayılır müridi tarafından Hacı Bektaş"a büyük bir evliya olarak duyulan ruhani bağlılık, Atalar Kültüne yönelik kuvvetli psikolojik etkileri de pekiştiriyordu. Daha önceden menkıbe ve yiğitlik destanlarını ezbere nakleden Türkmen saz şairleri, Horasan dervişlerinin mistik jargonlarını kendi yerli, otantik şiir formlarını ve müzik tarzlarına uyarlamayı öğrendiler. Halk deyişlerini ve dilini kullanarak inançlarının değerlerini, ilkelerini dile getirdiler, güçlendiler ve böylece mezheplerinin adet ve inançlarını korudular. Alevilerin karakter ve inançlarının kasıtlı yanlış yorumu yalnızca Aleviliğin doktrin ve toplumsal davranış modellerini örten ketumluk ve bilinmezciliğe bir tepki değildi, politik ve tarihi kaynaklardan doğuyordu. Göçebe ekonomileri ve geleneksel aşiret hukuklarıyla Türkmenler, hiç bir zaman Osmanlı yönetiminin merkezileştirme politikalarından bütünüyle hoşnut olmadılar (İnalcık 1973:32). Maruz kaldıkları baskılara direnişlerinde, XVI. yüzyılın ikinci yarısında Erdebilli şeyh Safyüddin etkisiyle Şii dünya görüşünün belli veçhelerini benimsediler. (7) Sayyüddin"in torunu Şah İsmail İran"da Safevi Hanedanı"nın kurucusu oldu. Kendine has bir karizması olan Şah İsmail, Hatai mahlasıyla halk dilinde mistik şiirler, nefesler yazdı. Bu şiirler müritleri, halife ve misyonerleri tarafından Anadolu Türkmenlerine ulaştırıldı ve Türkmenlerin Osmanlıya karşı ayaklanmalara kışkırtılmalarında kullanıldı (8). Bu tarihten sonra isyankar göçebelere, Şah İsmail ve Safevileri desteklemelerinin bir göstergesi olarak taktıkları 12 dilimli başlığa atfen Kızılbaş adı verildi. Safevilerle bu yakın ilişki Osmanlıların, özellikle Yavuz Sultan Selim döneminde öfkeli, sert misillemelere girişmelerine (1512-1520) neden oldu (İnalcık, 1973;195) Alevilerden politik olarak şüphelenilmesi, Alevilerin genel kabul gören ahlak ve toplumsal davranış kurallarından sapmış olduklarına dair bir söylenceler silsilesini geliştirdi. Yoz, bozulmuş oldukları yafta ve onları karakterize ettiği düşünülen aşağılayıcı sıfatların, tanımların çoğu bugün yok olmuş değildir. Aleviler; düşük ahlaklı, ayyaş, namaz ve oruç vecibelerine karşı ilgisiz Mekke"ye hacca gitmeyen, kadınlarla dans eden, türkü söyleyen, içen, mum söndürme ayini yapan münafıklar, cinsel ilişki sonrasında abdest almayarak ibadeti kirleten murdarlar, günahkarlar, devletin güvenliğini tehdit eden ayak takımı tahrikçiler olarak adlandıran ön yargılar bugün de süre geliyor (zikredilenler yaygın iftiralın sadece bir kaçıdır). Gerçekler ise pek az heyecan verici, ilgi çekicidir. Ahlak dışı cinsel yaşam ve ayyaşlığın alevi din ayinlerin yeri olmadığı gibi Alevi yaşam tarzının herhangi bir alanında da yeri yoktur. (9) Cemler özel evlerde (cem evi) gerçekleşir. Kadınların oturduğu kısımla erkeklerin oturduğu kısım ayrıdır. Kadınlı, erkekli küçük gruplar Sema’ya kalktığında edepli ve vakur bir atmosfer hakimiyetini sürdürür. Her oyuncu geleneksel kartografide yerini mesafe ve derin konsantrasyon havası içinde ve her hangi bir tensel temas ihtimali olmaksızın alır. Aleviler, zahiri dindarlık örtüsü kuşanmanın, günlük ibadeti yerine getirmenin, Mekke"ye hacca gitmenin yalnızca zevahiri kurtarmak olduğunu düşünürler. Tanrıya, daha derin, kalpten ve vasıtasız bir biçimde zikir , dans ve müzikle ulaşılan ruhani arınma ile varılabileceğine inanırlar. Müziği özellikle dini bir faaliyet çerçevesinde kullanmaları bunu zındıklık, kafirlik olarak gören Ortodoks din adamlarını öfkelendirmişti. Mesela XVIII. yüzyıl şairi Dertli, müzik tutkusu nedeniyle Beypazarı Kadısı"ndan "Git, sazını kır, sazın içinde şeytan olduğundan çalman yasaktır" emrini almış ve cevabını şu koşuklu dizelerle vermiştir. (Borrel 1974:163) Telli sazdır bunun adı Ne ayet dinler ne de kadı Bunu çalan anlar kendi Şeytan bunun neresinde Venedik"ten gelir teli Ardıç ağacından kolu Be Allah"ın sersem kulu Şeytan bunun neresinde Abdest alsan aldın demez Namaz kılsan kıldın demez Kadı gibi haram yemez Şeytan bunun neresinde İçinde mi dışında mı Burgusunun başında mı Göğsünün nakışında mı Şeytan bunun neresinde (10) Kırsal alanlardan gerek Türkiye içerisindeki kentlere ve gerekse dışarıya, dış ülkelere yakın zamanlardaki kitlesel göçlere kadar, Alevi toplulukları bir birine sıkı sıkıya bağlı, dış gözlem ve incelemeye kapalı köy birimlerinde yaşamayı sürdürdüler. Mezhebe giriş (talkiplik) kan bağı ile sınırlanmıştı. Alevi kimlik ana dil gibi doğuştandı, boşanma ve Alevi olmayanlarla evlilik kabul edilmezdi ve davranışlarda doğruluk ve dürüstlük önemseniyor ve bir dizi özel kural ile pekiştiriliyordu. (11) Bu kapalı hayatın örgütlenişi bir dizi destekleyici yapılanma ile kolaylaştırılmıştı. Bunlardan en önemlisi, başında dedenin olduğu bir dini hiyerarşinin mevcudiyetiydi. Dede cemaatin tüm dini ayin ve diğer kutlamalarını ruhani önder olarak yönettiği gibi, aynı zamanda bir tür yargı yetkisiyle donanmış olarak tüm anlaşmazlıkları çözme rolünü de yerine getiriyordu. Bu kırsal topluluklar, caminin ve ezan sesinin yokluğu ve erkek kısmı ile birlikte özgürce ortalıkta görünen kadınların mevcudiyeti ile kolayca ayırt edilir. Erkekler bir yandan sır tutmanın (ağzı kapalılığın) öte yandan da İmam Ali"nin sembolik temsilinin bir parçası olarak yorumlanan kalın ve uzun bıyıklarıyla tanımlanırlar (Birge 1937;58, 148-159). Tekeşlilik çok eşlilik daima tercih edile gelmiştir. Oruç genellikle Ramazan da değil, fakat her türlü eğlencenin kesildiği, sazların sustuğu Muharrem Ayı"nda tutulur (Yalman 1969;49-51). Diğer zamanlarda ise sazın nağmeleri, deyiş ve nefesleri söyleyenlerin sesleri tüm yıl boyunca, özellikle kışın Cuma akşam üzerleri dini toplantılar sırasında duyulabilir. Saz, bağlama, uzun saplı mızrapla veya parmak ucuyla çalınan, Türkiye"nin milli enstrümanı olarak kabul edilen bir müzik aletidir. Edebi olarak saz kelimesinin anlamı "çalgı" iken, bağlama adı Türkçe "bağlamak" fiilinden gelir. 26 perdeye kadar çıkan çeşitli boylarda yapılır saz. Telleri genellikle ikişerli üç sıradır ve mahalli tonlara, tavırlara göre akort edilir. Geleneksel olarak parmak ucuyla veya kiraz ağacı kabuğundan mızrapla çalınır (ancak bugün plastik mızrap standart olmuştur). Alevilerce saza Hz. Ali"nin ve onun ilkelerinin cismani/maddi temsili olarak özel, kuvvetli bir anlam atfedilir. Sazın gövdesi Hz. Ali"nin bedenini, sapı, kılıcı Zülfikar"ı, 12 tel ve bazen de perdeleri Şii İslam"ın 12 İmam"ını temsil eder. Seremonik bağlamda saz, geleneksel sembol olarak grup kimliği ve dini akideyi güçlendirici bir işlev yerine getirir. Alevi dünyasında sazla oluşturulan müzik repertuarı kesinlikle mistik şiirden ayrı düşünülemez. Bu repertuar, mistik aşk ve varoluş temasını işleyen (Deyiş, Nefes ). 12 İmamın şerefine söylenen ilahiler (Düvaz), Hz. Hüseyin ve onun Kerbela"daki şahadetine yakılan ağıtlar (Mersiye, ve dini dansı oluşturan Sema (Semah, Zemahları) kapsar. Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarına kadar Alevi müziği, kırsal müzik geleneğinin bir parçası olarak, bölgesel, yalıtılmış, gezgin aşıkların etkinliklerinin dışında öyle her yerde duyulmadan varlığını sürdürdü. Bu yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğunun toplum yapısının çöküşüne ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti"nin biçimlenişiyle sonuçlanacak, ulusal kimlik ideolojisi doğru bir dönüşüme,bir geçişe tanık olundu. Sosyolog Ziya Gökalp"in (1876-1925) rehberliğinde Jön Türkler, hem halkın Türk köklerinin altını çizdiler ve hem de saray eliti ile halk arasındaki mevcut kültürel uçurumu yıkmayı amaçladılar. Osmanlı yönetici sınıfının ziyadesiyle hayranı olduğu Arap ve Fars etkisi altında oluşan yüksek kültürle mücadelelerinde, bu genç milliyetçi entelektüeller, yeni ulusal bir kültürün yaratılmasının kaynaklarını, bozulmamış Türk Halk kültürünün köklerinin, menkıbeleri, atasözleri, destan ve şiirleriyle deşilmesinde olduğuna inandılar. Bu literatür için ana kaynak Anadolu"nun aşıklarıydı. Bu aşıklar Jön Türkler tarafından "Türk ülküsünü temsil eden yaşayan kahramanlar" olarak görüldüler. Bu "kahramanlar"ın arasında Sünni aşıklar olsa da, ezberden menkıbeleri, kahramanlık destanlarını nakleden, aşık atışmaları yapan büyük bölümü Alevi toplulukların arasından çıkıyordu. DİPNOTLAR: (1) Bu makale 1986 yılında ve The World of Music adlı derginin 28. cildinin 3. sayısında (ss. 42-53)"te Intermational Institut for Traditional Music tarafından yayınlanmıştır. (2) Bkz. Melikoff 1974:55. Belge bütünü için Bkz. Ahmet Refik Osmanlı Devrinde Rafizilik ve Bektaşilik, "Kastamonu ve Taşköprü"deki Kızılbaşların Tecziyesine Dair" (Tarih:979/1571) İstanbul 1932, s.29. (*) İngilizce metinde Türkçe verilmiş kelime ve ifadeler italikle gösterilmiştir. (Çevirenin notu) (**) Ehl-i Sünnet dışı, non-conformist karşılığı Türkçeleştirilmiştir. Nonconformist"in anlamı İngiltere"nin resmi kilisesi olan Anglikan Kilisesi"ne bağlı olmayan kimse demektir. (Çevirenin notu) (3) Alevi adı Hz. Ali"nin takipçileri anlamını taşımakta ve İslam’ın bu kır kökenli Türk mezhebinin kendi kendisini tanımlaması olarak XIX. yüzyıldan beri kullanılmaktadır. Alevi terimi, Alevilerin XIV.yüzyılda Safevileri destekleyen Türkmen atalarına aşağılayıcı bir adlandırma olarak verilen Kızılbaş nitelemesinin yerini almıştır. (Bkz. Encyciopedia of İslam, No:27, London, 1924, ss. 1053-1054). Bugün Türkiye"de 5 ile 15 milyon arasında Alevinin yaşadığı tahmin edilmektedir. (Bkz. Nazmi Tuğrul, Alevi inançları ve Hüsniye"nin öyküsü, İstanbul, 1979, s29.) Bu sayı Malatya, Tercan ve Erzincan"ın Kürtçe konuşan Alevi topluluklarını kapsadığı gibi, Toros Dağları’nın Abdal ve Tahtacılarını da kapsamaktadır. (4) Türk Alevilerine ilişkin datalar Türkiye"de American Researcah İnstitüte in Turkey ve Social Science Researcah Council"in maddi katkılarıyla 1981-1983 yıllarında yapılan alan çalışmasında toplanmıştır. Bu araştırma, Walter G. Andrews (University of Washington, Seattle, ile birlikte yapılan yayınlanmamış çalışma; "poetr, the Arts, and the Group ethos in the Ideology of the ottomon empire" (1984)"de kısmen kullanılmıştır. (5) Bkz. Birge 1937 ve Abdülbaki Gölpınarlı, Alevi-Bektaşi Nefesleri, İstanbul, 1963, s.384 (6) Sema bazen Turnalar Semahı olarak da adlandırılır. Semanın temposunun tedrici artışı ve hareketlerin karmaşıklığı turnaların uçmaya kalkış hareketlerine benzetilir. Speros Vryonis, Orta Asya"nın Türk/Mogol Halklarının arasında kabile totem"i olarak turna"nın önemine işaret eder. Bkz. The Decline of Medieval Hellenism in Asia Minor and the Process of İslamizanon throuqhout the 15 th Century, Berkeley, 1971, s.266. (7) Aleviler, Hz. Muhammet’in damadı ve kuzeni Hz. Ali"ye, Ehlibeyt’e Hz. Fatma, Hasan ve Hüseyin"e olduğu gibi On iki İmamcı Şii İslam’ın diğer İmamlarına da-özel bir saygı beslerler. Hz. Ali"ye, ilahı ışığı Hz. Ali"ye vermiş ve böylece onu Kuran"ın saklı, batın anlamını yorumlamaya muktedir kılmış olduğu söylenen Hz. Muhammet ile aynı statüde görür, saygı duyarlar. (8) Şah İsmail hakkında daha fazla bilgi için Bkz. Gölpınarlı a.g.e, ve A. Gölpınarlı, Kaygusuz Abdal, Hatayi, Kul Himmet, İstanbul, 1962 (9) Aleviliğin temel dini ve ahlaki durumu için bkz. Ulusoy (1980:204-210). (10) Bkz. Ali Püsküllüoğlu, Türk Halk Şiiri Antolojisi, İstanbul, 1975, s.384 (11) Alevilerin davranışlarda doğruluk ve dürüstlüğe (ele, bele ve dile sahip olmak) yönelik kuralları sıkı sıkıya tanımlanmış müeyyidelerin konusudur ve bu kuralları çiğnediklerinde, cemaat üyeleri tüm topluluk etkinliklerinin dışına atılabilir, tecrit edilebilir ve para cezasına da çarptırılabilir. Kimse, imam ikranının tazelendiği, teftiş edildiği ve cemaatin önünde ciddi kusur veya kabahatlerin itiraf edildiği görgü veya ayin-i cem"deki yargıdan kaçamaz. Ancak eninde sonunda, ayini yöneten dede bu etkinliğin asıl amacını doğru yani sorunları çözerek cemaat üyeleri arasında barışı ve uyumu korumak ve inşa etmeyi gözden kaçırmaz ve bu amaca yönelik çaba gösterir. II. Kemal Atatürk ve Kemalistler, Gökalp"in görüşlerinden esinlenerek (onun) Anadolu milliyetçiliği ideolojisini, çağdaşlaşmaya doğru ilerleyecek olan yeni laik devletin kimlik bilinci ideolojisine dönüştürdüler (Heper 1981:350). Dini taassubun önlenmesine yönelik bir tedbir olarak 1925 yılında tüm tarikatların yasaklanmış olmasına rağmen, devletin laik politikasına güçlü ideolojik desteklerini sunan (Başgöz 1972:168) Alevi aşıkları aynı devlet tarafından desteklendiler. Alevilerin dışavurumcu gelenekleri kararsız kitlelerin desteğinin sağlanmasında, ulusal kimliğin oluşumunun desteklenmesinde kullanıldı. (12) Değinildiği gibi, aydınlarla halk arasındaki derin uçurumu aşma çabalarına Kemalistlerin esas stratejileri kültürel ve dilsel Türkçülük** idi. Türkçe’nin yeniden canlandırılması girişimi içerisinde Aşıklar, 1931-1932 yıllarında kurulan Halk evleri denen devlet destekli kültürel etkinlik merkezlerine sanatlarını icra etmek için davet edildiler (Karpar 1964:274). Keza 1940-1942 yıllarında kurulan Köy Enstitülerinde de geleceğin köy kökenli aydınlarının yetiştirilmesine katkıda bulunmak üzere sanatlarını öğretmek için çağrıldılar (Frey 1964;221). Alevi Aşık ve müzisyenler misafir sanatçılar olarak radyo programlarında, özel festivaller, konserler ve diğer etkinliklerde müzik yaptıklarında aşk, doğa ve evrensel barış gibi temaları olan eski mistik türkülerden oluşan repertuarları icraya özen gösterdiler. Dini parçaların, tam anlamıyla, büyük bir dikkatle Alevi grup içi etkinliklerle sınırlı hali sürdürüldü. Yirminci yüzyıl aşıklarının en sevilen ve saygı duyulanlarından biri olan Aşık Veysel Aleviliğin köklü hoşgörüsünü ve diğer inanç biçimlerine açıklığını şu dizelerle dile getiriyordu: Kur"an-a bak, İncil"e bak Dört kitabın dördü de hak Hakir görüp ırk ayırmak Hakikatta yüz karası Yezit13 nedir, nedir Kızılbaş Değil miyiz hep bir kardeş Bizi yakan bizi ateş Söndürmektir tek çaresi14 1938 yılında Devlet Rasyosu"nun kuruluşunun peşisıra, Türk Halk Müziği araştırma ve eğitiminin ilk öncüleri tarafından (1948 yılında başlayan ve hala popülerliğini koruyan haftalık Yurttan Sesler programı gibi) özel radyo programlarına davet edilen mahalli sanatçıların arasında Aleviler de vardı. Bu sanatçılardan bazıları Anadolu"nun saz ve söz geleneğinin korunması, sürdürülmesi konusunda daha kararlı, arzuları daha bilenmiş olarak memleketlerine geri döndüler. Gerekli sınavı başarıyla geçtikten sonra bu adaylar, saz ve söz yorumcuları, ses ve saz sanatkarları olarak radyoda maaşla çalışmaya başladılar. Alevilerin temel müzik aleti olan saz/bağlama, radyoda halk müziği topluluklarının da temel çalgısını teşkil etti. Halk Müziği topluluklarına katılan her müzisyen gibi Alevi saz sanatçıları da, Türkiye"nin bilinen mahalli tarzları, tonları ve mızrap tekniklerinin çoğunda giderek ustalık, beceri kazandılar. Bu beceri birikimini, solo sanatçılar olarak bir kişisel çalış tarzı geliştirdiklerinde kullanabilecekleri bir temalar hazinesi şeklinde dağarcıklarına attılar. Kırsal Alevi parçaları, türküleri Alevi / Türkmen tonu / tavrı olan la-re-mi (zikredildikleri sıra ile yukarı, ortadaki ve aşağıdaki tellerde) ile veya bağlama düzeni ile çalınırdı. Bu toplama, dördüncü ve beşinci perdelerde sesin gırtlak nameleri yapabilmesini sağlar. Kentlerde eğitim almış Alevi sanatçılar ise, kendi Alevi müzik repertuarlarının modern yorumunda eşsesli bir müzik dokusu ile çağdaş bir sound yakalamak için sıklıkla standart radyo tonu olan popüler bozuk düzeni (la-re-sol)"ni tercih ettiler. Günümüz meşhur Alevi saz ve söz sanatkarlarının çoğu, Ankara, İstanbul ve İzmir gibi kentlere 1950"lerdeki ilk büyük göç dalgası ile geldi (Karpat 1976:162). Kemal Karpat, 1950"lerin göç dalgasından sonra çok sayıda Alevi göçmeninin asıl olarak Ankara ve İstanbul"da kurulmuş gecekondu mahallelerine yerleşmiş olduğunu bulmuştur. Karpat, Alevilerin göçe eğilimi ve gecekondu mahallelerindeki mevcudiyetlerini, bu insanların Doğu Anadolu"nun yoksul dağlık bölgelerinden olmalarıyla ilişkili olabileceğini savunur (Karpat 1976). Bu dönemde milli bir Türk kültürü kök salmaya başlamış olduğu için, yüksek kent kültürünün önceden böylesi etkilere karşı tahkimatlı duvarlarından içeri, Halk kültürünün diğer biçimleriyle birlikte Alevi dışa vurumcu kültürü de sızmaya başladı. Hatta bir Alevi ses ve saz ustası, eğer radyo sanatkarı olarak kendine bir iş sağlayamamışsa, iş bulabilmek için özel sektöre; plak ve daha sonraki yıllarda kaset şirketlerine, gece kulüplerine, Anadolu"da ve yabancı ülkelerde konser turneleri düzenleyen acentalara başvurabilirdi. Hem amatör ve hem de profesyonel sanatkarlar düğün salonlarında yapılan konser, sünnet, nişan, düğün gibi özel toplantılarda kendilerine iş fırsatı yaratmaları için hemşehrilerine güvenebilirlerdi. Kentlere göçen Alevilerin kentleşme sürecine girmeleri ile birlikte başlayan dindarlık dini köklere düşkünlük hiç şüphesiz Alevi sanatkarlarına hem dini ve hem de dini olmayan fırsatlar sundu , sanatlarını icra için. Aslında hâlâ dini toplantıların, ayinlerin dışında düvez ve mersiye gibi dini parçaların çalınıp söylenmesi yasaktı. Ancak zaman zaman sema"nın halka açık etkinliklerde, konserlerde çalındığı da oluyordu. Böyle durumlarda, tarikat faaliyetleri olarak yorumlanabilecek şeylere karşı resmi yasağa rağmen, konukların kendilerini zaptedemeyecekleri, kalkacakları ve sema dönecekleri bilinirdi. 1960"ların başında Kırklar Semahı olarak bilinen Erzincan Sema"ı sözleri ve müziği ile ilk kez TRT radyosunda yayınlandı ve Doğu Anadolu"dan bir dans müziği olarak tanımlandı15. Ancak, 1963 yılında Hacı Bektaş"ın hatırasına yıllık bir kültür festivalinin (1953 yılından beri Mevlana"nın hatırasına Konya"da düzenlenen festivale benzer biçimde) düzenlemesine izin verilmesiyle yeni bir dönem başladı. O tarihten bu yana Hacı Bektaş ilçesindeki yıllık kutlamalara Sünni Türkler, Aleviler ve yabancılar yığınlarla katılıyorlar. Orada radyo sanatçıları, aşıklar, amatör sema ekipleri geniş, büyük bir alanda çeşitli akşam konserleri, etkinlikler gerçekleştiriyorlar. Mahalli Alevi aşıklar, repertuarlarını daima deyiş ve nefeslerle sınırlamayı tercih etmeyi sürdürmüşlerdi. Fakat profesyoneller, ekonomik zorlamaların etkisiyle olduğu kadar, itibarlarını artırma ve yaratıcı arzularını tatmin etme amacıyla hem dini müziğin unutulmuş parçalarını repertuvalarına katmayı ve hem de diğer müzik tarzlarını, geleneksel müzikle bağdaştırma denemelerini bir zorunluluk olarak değerlendirmişlerdir ve hala da değerlendirmektedirler. Son yıllarda Alevi müzik geleneğinde dikkate değer bir uyanış, yeniden canlanış yaşandı, bu hem Alevilerin kendi içlerinden gelen yorumcuları, sanatçıları eliyle gerçekleşti ve hem de Alevi müzik yelpazesinin hareketi, derin ve dünyevi renklerden etkilenmiş Sünni yorumcular, sanatkarlar eliyle. Bu dirilişin olası bir nedeni 1980"lerin başında Türkiye"nin önde gelen Alevi aşıklarından Daimi, Davut Sulari, Feyzullah Çınar"ın ölümü ve Aşık Nesimi Çimen"in kendisini sürgüne yollamasıdır. Nesimi vaktiyle mevcut olan ilham kaynakları şimdi tedricen ortadan kalmış olsa da, müziğin gücü ile Alevi saz ve söz ustalarını toplumsal birlik veya Alevi cemaatlerini (cümmunitas) desteklemeye ruh vermeye yönelik ahlaki bir yükümlülük duymaya kışkırtan, yetenekli genç bir şair ve duyarlı bir müzisyendir. Modern Alevi saz ustaları kırsal kaynakları Alevi parçalarını kendi solo çalışmaları için ele aldıklarında onu hem sanatsal arayışlarını tatmin eden ve hem de yeni bir üslupla, renkle Alevilik ideallerini dile getirmelerini sağlayan ince yeniliklerle benzemeyi başarıyorlar. Alevilerin beğenisini kazanmada bilinen müzik kalıplarına uyma zorunluluğunun yerini bu yaratıcı arayışlar almıştır. Bu tarz sanatsal, yaratıcı denemeler için önemli bir örnek, Alevi radyo ve plak sanatçısı Ali Ekber Çiçek"in 1963 yılında ses ve sazla ürettiği çok parlak bir beste olan "Haydar" adlı çalışmasıdır. Haydar"da yirminci yüzyıl Bektaşi şiirinden olduğu kadar Malatya Bölgesi Alevi melodilerinden de esinlenilmiştir. Sanatçı, parçanın enstrümantal giriş bölümünde, bir müzik-ücreti alet olarak sazın, teknik müzik rengi açısından çok zengin ve hormonik alet olarak potansiyelini keşfederek kullanmıştır. Özellikle çarpıcı olan, yeni mızrap vuruş tarzları ve birbirinin içine geçmiş, kompleks ritme örgüsüyle parçada çok boyutlu bir etkinin yaratılmasıdır.16 A.E Çiçek"in izlerini takip eden bugün Türkiye"nin genç kuşak profesyonel bağlama ustalarının en etkili olanlardan biri olarak Arif Sağ"dır. Sağ, İstanbul"da 1982 yılında Şan Tiyatrosu"nda verdiği tek kişilik resitalde Kırklar Semahı"nı yeniden yorumlarken yaratıcı ve teknik ustalığını, sihirbazlığını gösterdi. Duru mızrap tekniği ve sol elle çalmanın getirdiği katkıyla sol sazda parçanın dışavurumcu özünü vermeyi ve güçlü bir duygusal etki bırakmayı başardı.17 Aynı sema"nın popüler müzik dinleyicileri için Selda"nın "Türkülerimiz" albümüne hazırlanışında da Arif Sağ başlıca rolü oynadı18 Kırklar Semahı"nın iki ayrı orkestra için orkestrasyonu yapıldı. Bunlardan ilki, yaylı sazlar, elektro bas, elektro gitar, akustik gitar, org, ????? ve vurmalı çalgıdan oluşan bir popüler müzik topluluğu idi, diğeri Sağ tarafından yönetilen beş bağlama, bir kabak kemane, ney, zurna, bendir, kaşık ve davuldan oluşan bir Halk Müziği topluluğuydu. Çalışmanın piyasaya ilk sürüldüğü 1982 yılında "çirkin"den "kafirlik"e kadar geniş bir yelpazede çeşitlilik gösterdi semahın düzenlenişine olumsuz tepkiler. Çalışmanın sembolik anlamda (belki de) önemli çıktısı, "Gine Dertli Dertli İnliyorsun" (Sivas Bölgesi) adlı semahın Ankara"da Opera Binası"nda 1983 yılında gerçekleşen bir konserde yer almasıydı. Türkiye"nin en yetenekli radyo sanatçılarından oluşan bir seçkin dinleyiciler kitlesi önünde semahı icra etti. Aleviler, laikliği uygulayan bir devlette büyük ölçüde kabul görmeyi başardılar. Türkiye Cumhuriyeti"nin kuruluşundan bu yana dışavurumcu kültürlerinin görünürlüğünün artışı anavatanın güvenliğine (iç barışa) dair bir pratik ilgi ile birlikte Anadolu milliyetçiliğinin bir devlet stratejisi olarak belirişiyle ilişkiliydi. Alevi müziğinin, farklı müzik alanlarında yakın zamanlardaki, hem Alevi ve hem de Alevi olmayan sanatçıların icralarıyla yeniden canlanışı, kentlerde dil ve kültür alanında Türk kültürünün yerleşmesine dair bir sürecin sürüyor olduğunu ve bu modern ulus devlette ulusal bir kültürü paylaşan çoğu vatandaş için Türklüğün (Mesela; Sünni Müslümanlık yerine) birincil bir önem taşımaya başladığını ima etmektedir. Bu uygun koşullarda Alevilerin statüsü güçlenmekte ve gelenekleri kabul ve saygı görmektedir. Ancak, bir zamanlar Alevileri kuşatan şüphe ve gizem duvarlarının yıkılışını ve Alevi geleneklerinin tüm Türkiye halkına ait bir ortak kültürel mirasa dahi olmasını sağlayan Alevilerin müziği ve şiiri, yani sazı ve sözüdür. DİPNOTLAR: (*) Bu makale, 1986 yılında The World of Music adlı derginin 28. cildinin 3. sayısında (ss. 42-43) yayınlanmıştır. (**) İngilizce metinde Türkçe verilmiş kelime ve ifadeler italikle gösterilmiştir. (Çevirenin notu) (12) Laiklikte kararlılık, dini baskılara karşı Alevilerin en büyük garantisi olmuştur. (13) Yezid, Hz. Ali’nin oğlu İmam Hüseyin’in şehadetinden sorumlu olan halifenin adıdır. Ve tıpkı Kızılbaş’ın küçültücü bir adlandırma olarka Aleviler için Sünnilerce kullanıldığı tarzda, Yezid de, Alevilerce, tam Alevi olmayanlar ve Sünni Müslümanlara atfen küçültücü bir adlandırma olarak kullanılır. (14) Bkz. Tahir Kutsi, Aşık Veysel, İstanbul, 1973, s. 159. (15) Bugün, TRT radyosu arşivlerinde değişik radyo sanatçıları tarafından icra edilen en az on semâ uyarlanışı/derleme mevcuttur. Çeşitli mahalli düzenlemelerin, renklerin üzerinde semanın ortak karakteri 3 temel bölüme ayrılmasıdır. Ağırlama, Yürüme ve Hızlanma. Müziğin ritmi artarken, hareketleri daha karmaşık ve yoğun hale gelir. Semah dönenler tekrarlanan figürler ve hızlı dönüşlerle kendilerini başka bir boyuta taşıyan çılgın bir vecd haline geçerler. Amaçları Tanrı’ya bütünüyle teslim oluş ve onda yokoluştur. Ateşe düşen pervaneler olarak tasvir edilirler, bu nedenle onlara pervaneler denir. Bu bilgi, Alevi sanatçılar ve dini önderlerle yapılan kişisel görüşmelere, semâ gösterilerindeki kişisel gözlemlenme ve İstanbul ve İzmir devlet radyolarındaki kayıt ve nota dökümlerinin değerlendirilişine dayalıdır. (16) “Haydar” Turkich Sufil Music, Folk Lute of Anatolla (Lytichord Stereo, 1, I. ST7342) ve Ali Ekber Çiçek’in, Turkey, Bektachi Music, Achik Songs (Musical Atlas-Unesco Collection, EM13C064-48568 yüz 1/2) albümlerinden dinlenebilir. (17) A. Sağ’ın Sivas/Erzincan semâ yorumu ve resitalinden diğer seçmeler. İşte Türkülerimiz, İşte Arif Sağ (Hakan firması tarafından) adıyla disk olarak piyasaya sürüldü. (18) Türkülerimiz 1982 yılında Türkola firması tarafından çıkarıldı, “Yine Dertli Dertli İnliyorsun” semâ’nın sözleri onyedinci yüzyıl ozanı Karacaoğlan’a aittir. Referanslar Başgöz, İlhan (1972) “Folklore Studies and Nationalism in Turkey” Journal of Folklore İnstitute, sayı: 6, ss. 162-176. Berkes, Niyazi, (1981), Turkish Nationalism and Western Civilization, Selected Essays of Ziya Gökalp, (Niyazi Berkes tarafnıdan düzenlenerek İngilizceye çevrilmiştir.) Connectiuct: Greenwood Press. Birge, Jhon K, (1937) The Bektaşhi Order of Dervishes, London Luzac. Borrel, E, (1947), “Les Poetes Kizilbach et Leur Musique”, Revue des Etudes İslamiques, sayı:15, ss. 157-190. Frey, Frederick W, (1964), “Education Turkey” Political Modernization in Japan and Turkey adlı kitabın içinde (Editörler: Robert E. Ward ve Dankwart A. Rustow) Princeton: Princeton Universtiy Press, ss: 205-154. Heper, Metin, (1981), “İslam, Polity and Socrety in Turkey, A. Middle Eastern Perspective” The Middle East Journal Cilt: 35r3), 341-363. İnalcık, Halil, (1973), The Ottoman Empire, The Classical Age 1300-1600, New York: Praeger Publishers, Inc. Karpat, Kemal, (1964), “The Mass Media, Turkey”, Plitical Modernization in Japan and Turkey içinde, ss. 255-300. Karpat, Kemal, (1976), The Gecekondu: Rural Migration and Urbanization, Cambridge: Cambridge University Press. Melikoff, İrene, (1974), “Le Probleme Kızılbaş” Turcica sayı:6, ss. 49-67 Reed, Howard, (1957), “The Religious Life of Modern Turkish Muslims”, İslam and the West adlı eserin içinde (editör: Richard N. Frye), ss. 08-148 Ulusoy, A. Celalettin, (1980), Hünkar Hacı Bektaş Veli ve Alevi-Bektaşi Yolu, Hacı Bektaş. Yalman, Nur, (1969), “İslamic Reform and the Mystic Tradition in Eastern Turkey” European Jaurnal of Sociolagy, Cilt: 10 (1) ss. 41-60. |
|
||||
![]() ATATÜRK’ÜN 23 NİSAN 1920’DE GÖSTERDİĞİ İNANÇ YOLU
Mustafa Kemal Paşa daha başında, milleti organize edip, kurtuluş savaşına başlarken, inanç yolu, dinsel manevi hedef olarak; BEKTAŞİLİK-MEVLEVİLİK-AHİLİK öğretisini, stratejik hedef-ortak amaç olarak göstermiştir. Anadolu’nun manevi mimarlarını ve aydınlanmacılarınıda: Hâce Bektaş Veli (1209/10-1270/3?) - Mevlâna Celaleddin Rumi (1207-1273) - Ahî Evren (H.567/M.1175-1261/2) - Hacı Bayram-ı Veli (1352-1428/29)’yi direk olarak işaret etmektedir. Bektaşilik; avamın anlayacağı tarzda bir öğreti olduğundan, kent, kasaba ve kırsal alan ortalama insana hitap ettiği ve “bir olalım, iri olalım, diri olalım” ilkesi topyekün bir savaşta önemli belgi olduğu için, Mevlevilik; havass-elit kesime hitap ettiği ve “her kesimi, kim olursa olsunu kucakladığı” için, Ahilik; tüm ülkedeki esnaf ve zanatkar ile sanatkarlara hitap ettiği ve tarihsel olarak da alt yapısını oluşturduğu için, ve de üçü de seculer/laik olduklarından özel olarak seçilmişlerdir. Bunların üçü de Alevilik içinde birer ekol olduğundan çok önemlidir... Mevlâna Celaleddin Rumi’nin dolayısı ile de Mevlevililiğin iki dönemi vardır. Birinci dönemi Moğol işbirlikçisi olan ve katı Sünni resmi ideoloji ile bir duruştur. Özellikle buna karşın; İkinci dönem ise, halktan yana, Aleviliğin bir kolu gibi hareket etmesidir. Bu iki dönemi birbirinden kesin hatları ile ayırmak gerekir. Bektaşileri Moğol işgaline karşı, silahlı olarak, kırsal kesimde görürken, Ahileri de şehirlerde direnişte görmekteyiz. Daha sonra bu oluşuma Mevleviler de katılmışlardır... Mevlâna Celaleddin Rumi’ye batıni eğitimi veren, Alamut İsmaili İmamının Hüccet"i ya da baş Dai"si (Şemseddin Muhammed) Şems-i Tebrizi (1183/4-1247/8) Konya"ya 15 Kasım 1243 (1244 yılı başı da olabilir)’de gelir. Konya"da kaldığı üç yıl içinde Şems, önce Sünni olan Mevlana"yı istediği biçime sokmuş, dönüştürmüş ve değiştirmiştir. Mevlâna bu aydınlanma ile Şems"in öğrettikleri ve onun için; “mutlak kemâlin varlığını” cemalinde de “Tanrı nurlarını” görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetlemiş; ölümü düğün gecesi ne veya gelin gecesi manasına gelen “Şeb-i Arûs’’a benzetmiş, yeni bir hayatın başlangıcı olarak görmüştür. İşte bundan sonra, Aleviliğin bir kolu (Şemsilik) olarak Mevlevililik öğretisine yeni biçim kazandırılmıştır... İnsanlık Tarihi’nin anlaşılması için, geçmişi iyi bilmek, bugünü daha detaylı anlamaya yaradığı gibi, yarınki amacı ve geleceğin hedeflerinin belirlenmesi için de stratejik baz oluşturur ve bilinçli düşünmemizi sağlar. Bilgi yitik bir mal olduğu kadar, tarihsel mirastır da, bilgiden yararlanarak zihinsel dağarcık doldurulurken onu da kılavuz seçmemiz ve mürşit gibi her şeyin üstünde tutmamız gerekir. Mustafa Kemal Paşa’nın öncülük ettiği dil – tarih - kültür devrimlerinin bilinç kökenlerini tarihin çok derinliklerde aranmalıdır. Mustafa Kemal’in 23 Nisan 1920 Cuma günü, Augustus mabedinin yanındaki Hacı Bayram Camisi’nde namaz kıldıktan sonra, BMM’sini açması, 29 Ekim 1923’de Cumhuriyeti ilan edeceğinin ve kurulacak yeni devletin rejiminde bu olacağının bir işaretini vermiştir. Ankara, tarihin garip bir cilvesi olarak, ikinci kez başkent olmuştur. Ahi Cumhuriyetinden esinlenerek ve etkilenerek yeni Türk Cumhuriyeti’ni Mustafa Kemal ve arkadaşları kurmuşlardır. Bankalara Sümer ve Eti adının verilmesi de bir göstergedir. Atatürk; Orta-Asya Türk, Sümer, Eti (Hitit) ve Anadolu uygarlıklarından esinlenerek tarih ve laiklik, kültür devrimlerini gerçekleştirmiş ve ulusal bilincin gelişmesine neden olmuştur. Türkler (100-920) dönemi ve Müslümanlaştıkları (920-1080) yıllarında Türkçe’den başka dil kullanmamışlardır. Büyük Selçuklu İmparatorluğu-Anadolu Selçuklu Devleti-Osmanlı İmparatorluğu’nda ilim dili Arapça ve edebiyat dili Farsça kullanılmıştır. Osmanlı Devletinde yazışma dili olarak eklektik ağdalı Osmanlıca kullanılsa bile bu Türkçe’nin yerini alamamış, Halk ile Devlet yöneticileri arasında uçurum yaratmıştır. Atatürk bu durumu fark ettiğinden çare ve çözüm arayışına girmiştir. Atatürk sorunun çözümünü tarihte aramış ve Karaman Beyliği’nde bulmuştur. Mehmet Bey 15 Mayıs 1277 tarihinde yayınladığı bir fermanla Türkçe resmi dil olmuştur. Atatürk; yine dil devrimi konusunda, Karamanoğlu Mehmet Bey’den esinlenerek ve etkilenerek yeni Türk Alfabesini oluşturmuş ve Türkçe’nin ulusal dil olmasını sağlamıştır. 23 Nisan 1920’de, Ankara’da gerçekleşen olay, sadece Büyük Millet Meclisi’nin açılışından ibaret değildir. Aynı anda, ülkemizdeki siyasal egemenlik anlayışı köklü ve kalıcı bir biçimde değişmiştir. Egemenlik, “kayıtsız ve şartsız” olarak millete/ulusa devredilmiştir. “Despotik-Saltanat” ve “şeri-hilafet” gibi kurumların egemenlik anlayışı yıkılmıştır. Toplumu yönetim gücünün kaynağı olarak “milet iradesi” gösterilmiş, İstiklal Savaşının ve T.C.’nin itici gücü olmuş, “tam bağımsız ve demokrat bir Türkiye” yaratma süreci başlamıştır. Osmanlı cemaat düzeninin “tebeası-kulları”, “vatandaş-yurttaş” kimliğini kazanıp “özgür birey-insan” olabilmiştir. Türkler- Türkmenler “Ulusal Kimlik”lerini esas yurtları Orta-Asya’dan Anayurtları kabul ettikleri Anadolu’ya getirmiş ve şekillendirmişlerdir. Yeniden “Türk Kimlik”i biçimlenirken ırkı mensubiyetten çok “Türk Kültür ve Ortak Tarihi Miras ” temel alınarak, yeniden yapılandırılmıştır. Bu yeniden yapılandırma da “ümmetçi ve mozaik tanımı olan, Osmanlıcılık” yerine; çoğunluk ulus Türk-Türkmen adıyla bir alışım olan “Türk Ebrusu” metodu kullanılmıştır. Türk Ebrusu yönteminde ırkçılık ve ümmetçilik yoktur; “Türk Kültür Kimliği” vardır. Bu metodun ifadesi Cumhuriyetin kuruluş sürecinde “T.C. Vatandaşlığı ve Atatürk Milliyetçiliği” kavramıyla özgür ve eşit yurttaşlık bilinciyle anlamlandırılmıştır. Türk kavimleri çoğunluk olarak Avrasya Coğrafyasına dağıldıklarından 21. yüzyılda olmamıza karşın tam anlamıyla uluslaşma sürecini tamamlayamamışlardır. Atatürk’ün milli egemenliğin temsilcisi olan, TBMM.’si başkan vekilliklerine, Bektaşi ve Mevlevi Dedesi olan iki zatı getirmesi de, Türk Sûfiliğine verdiği önemi gösteriyor. Alevilik her ne kadar ırkı ve ulusal bir mensubiyet olmasa bile sonuçta; Türklere özgü bir “İslami yorum” olarak gelmiş ve “Anadolu yorumu” şeklinde tezahür etmiştir. İlk çıkışı Orta-Asya’da olduğu gibi, Osmanlıların son dönemi İttihat-Terakki Fırkası zamanında ve Kurtuluş Savaşı ile Cumhuriyet’le birlikte “Türklerin Uluslaşması Süreci”yle Alevilik; “Türk Müslümanlığı” olarak tanımlanmıştır. Osmanlı Yönetimi, 1551’de Paşa unvanlı Sersem Ali Baba’yı (ö.1559) H.B.V.Dergah’ının başına atadı ve kendisine bağlı yeni bir Bektaşi kolu (Babagan) yarattı. Dergah Hacı Bektaş evlatlarının elinden alındı. Fakat, Mustafa Kemal Paşa, Osmanlıların icat ettiği, Bektaşiliğin babagan kolunu tümden inkar ederek, sadece Hâce Bektaş Veli’in soyundan gelenlerin anladığı biçimde, Bektaşiliği önermiştir. Bu çok önemli bir gelişmedir ve tarihsel olarak da Alevilerin anladığı bir yorumdur... Alınan karar, binlerce yıllık, tarihi süreçten süzülerek gelen tecrübedir. Herkes gerçekçi olmak zorundadır. ORTAK AKIL VE BİLİNÇLE GELECEĞE BAKACAK İSEK: Atatürk devrim ve ilkeleri ile Alevilik inancı ve felsefesi; 300 milyonluk Türk Dünyası’nın ortak harcı ve bileşkesi olabilir. Çünkü, çağdaşlaşmaya,Türk töresine, örfüne, gelenek ve göreneklerine, toplumsal yaşama biçimine, en uygun inanç Alevilik yolu ve nüans farklı yorumlar olsada; Bektaşilik, Mevlevilik, Ahilik’tir. -----23 Nisan 2005 İstanbul----- Bu makale: Toplumsal Barış Dergisi; Yıl: 1 Sayı: 12, Haziran 2005, s.62-63’de yayınlanmıştır. |
|
||||
![]() cünkü islam ile bir alakasi olmasi lazim ki olabilsin.
alevi birisi alevici olur. bunlardanda tarihte cok gördük, alevicileri. daglarda teröristlikler yapan aleviciler. kürt devleti kurmak icin askerleri öldüren alevici teröristleri. alevi olarak bunlar inkar etmek en evlasidir. biz aleviler insancil insanlariz hosgörü cart curtculariz vs. |
|
||||
![]() cünkü islam ile bir alakasi olmasi lazim ki olabilsin.
alevi birisi alevici olur. bunlardanda tarihte cok gördük, alevicileri. daglarda teröristlikler yapan aleviciler. kürt devleti kurmak icin askerleri öldüren alevici teröristleri. alevi olarak bunlar inkar etmek en evlasidir. biz aleviler insancil insanlariz hosgörü cart curtculariz vs. |
|
||||
![]() Kürtçe-Zazaca-Kurmanca konusan Aleviler etnik bakimdan Türkmen"dir. Günümüzde "Kürt Alevileri" olarak bildigimiz Aleviler, can güvenligi nedeniyle kürt bölgelerine 1516"lardan sonra zorunlu olarak göç eden Türkmen Alevileridir ve süreç içinde soyu bozuk, asagilik yaratiklar olan kahpe safi kürtlerin arasinda kala kala kürtlesen öz be öz saf Türk soyundan gelen Türkmenlerdir. Kürtçe veya Zazaca bilen Aleviler asimile olup bu dili sonradan ögrenmislerdir. Bunlar aslen (soy bakimindan) Türk"tür. Baskilar sonucu dilini degistirmek, soyunu sopunu degistirmek anlamina gelmez. Nitekim ben HAlmanya"da yasayan Alevi bir Türk genciyim, Sizce ben Almanmiyim. Yavruvatan Kibris"taki Türklerin bir kismi Türkçe"nin yani sira Rumca da biliyor, simdi bu kesim sirf Rumca konusabildigi için Rum mu oluyor? Çok saçma degil mi. Alevi Türkmenleri"nin bir kismi asimile olup Kürtçe veya Zazaca bilmesinin sebebi ise Osmanli"nin Alevi Türkmenlere karsi izledigi politikalardan kaynaklanmaktadir. Lütfen kürtlerin oyunlarina gelmeyelim. Hainlik, ihanet etmek ve nankörlük bunlarin bozuk kanlarina islemis. Bu insana benzemez topluluktan bir an önce kurtulmamiz gerek. Gelecegimiz için, dogacak yavrularimiz için...
Rahmetli Nihal Atsiz Ata zamaninda kürt sorununu çok iyi analize etmis ve tedbir alinmazsa gelecekte kürtlerin, Türklerin basina daha fazla bela açacagini da belirtmisti. RUHUN SAD, MEKANIN TÜRK UÇMAGIDIR ATSIZ ATAM! TANRI TÜRK"Ü KORUSUN, O ZATEN YÜCEDIR!! |
|
||||
![]() kusura bakma ama bu gün türke kefen bicene hcbir mok olmaz. güzel güzel koskocaamaaaan adada hayatini yasar.
tanri her ne hikmetse 20.000 fazla türk askerini korumadi ama generallerin hicbirtanesine hicbirsey olmadi. kaymagi onlar yiyorlar. yoksa türkler ile onlari(generalleri) mi kast ediyordunuz? |
|
|||
![]() malesef korumadi. Sen Sehit Astegmen Kubilay"i tanirmisin? Kimler tarafindan öldürüldügünü bilirmisin? Aleviligi cöpe atabilirsin, ama buharinin hadis kitaplarini daha basucu kitabi yapacagina sayfalarini yirt ve tuvalete at ve üzerinden suyunu cek!
|