| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
![]() |
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
![]() |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
|
|||
![]() okumadan gecmisim, bagisla.. Bu sabah okudum ve kesinlikle katiliyorum fikirlerine !
Bilindigi gibi bir INSAN ölmek üzereyken yada ölümünden sonra ruhuna YASIN SÜRESI okunur. Bunun yaninda YASIN SÜRESI astronomiye isik tutmustur. 21 Temmuz 1969 tarihinde gerceklesen insanoglunun Ay macerasi bu sürede yerini bulmaktadir. Bu önemli olayi ve sonuclarini Kurani Kerim bize 14 Asir önce bildirmistir. Konu ile ilgili ayetler sunlardir: <Onlara gecede kudretimizin bir göstergesidir.Biz ondan gündüzü soyup cikaririz.Onlar hemen karanliga girerler.(Yasin37)> <Güneste kudretimizin bir göstergesidir ki karar tutacagi yere kadar yüzer ve isir iste bu alim olanin takdiridir.(Yasin38)> <Biz Ayinda seyretmesi icin birtakim menzilleri tayin ettik ki her turunun sonunda kuru ve egri bir hurma dali gibi kalir.(Yasin)> <Ne Günes Aya yetisebilir, ne gece gündüzü gecebilir. Her birsey kendi dairelerinde yüzerler (Yasin40)> <Onlarin züriyetlerini bineklerle tasimamizda kudretimizin bir göstergesidir (Yasin41)> <Onlara bunun gibi nice binekler yaratmamizda....(Yasin42)> <Dileseydik bizde onlari tasittayken bogardikta (oksijensiz birakmak yani), onlar icin ne bir kurtarici bulunurdu ne de kendileri kurtulurdu (Yasin43)> <$u kadar ki acidigimizdan bir zamana kadar gecinmeleri icin onlari kurtardik (Yasin44)> <Onlara merhamet olunmaniz için önlerinizde ve arkalarinizda olan afetlerden sakinin dendiginde yüz çevirdiler (Yasin45)> Iste böylece YASIN SÜRESINDE insanoglunun uzaya acilmasinin sirrini tasidigina sahit oluyoruz.....! |
|
||||
![]() Senin düzeninin pes para etmemesi yüzünden buralardayim.
Yerine gelince Müsliman yerine gelince Fasist oldugunuzdan buradayim. Senin ne isin var buralarda sabkasini giymis donunu giymis bir betoncunun elin gavurunun vataninda ne isivar. Bir alman milliyetcisi senin ülkende calisiyormu sense buranin tuvaletini kokluyorsun. |
|
|||
![]() Kuran“da, evrenin yaratilisi ve kainatin düzeni ile ilgili ayetlerin bildirilmesi, bilgi sahibi olmaya büyük önem verilmesi, dogada Allah“in varliginin delillerinin görülmesi, evrendeki her nesne ve varligin birbirine olan uyum ve bagliligi; söz konusu dönemde bilimin ilerlemesine yol göstermistir.
Teknik ilimler, tip, astronomi, cebir ve kimya gibi bircok alanda önemli neticeler elde eden Müslüman bilim adamlari, medeniyet ve kültür sahasinda kisa zamanda kendilerini tüm dünyaya kanitlamislardir. Buluslariyla uygarligin ilk adimlarinin atilmasina vesile olan Müslümanlar, ilerlemenin yolunu acmislardir. Islam tarihinde, bilim dallarini tek tek inceledigimizde, hepsinin kaynaginin Kuran-i Kerim oldugunu, bilimin maddi-manevi herseyin Allah“in yarattigi sistemin bir parcasi oldugunu defalarca ispat ettigini görmekteyiz. Müslüman bilim adamlari öncelikle, Bati“da Roma ve Dogu“da basta Cin olmak üzere, diger devletlerde gelistirilen bilim ve teknolojiyi rehber almislar ve önemli kaynaklari tercüme etmislerdir. Bu bilgi birikiminin icinden imanî ve teknik anlamda yanlis ve tutarsiz olan noktalari cikartarak, kendilerine fayda saglayacak duruma getirmislerdir. Ilk adim niteligindeki calismalarinin ardindan, elde ettikleri bilgileri degerlendirip yorumlayarak bilim ve teknolojiye katkida bulunmaya baslamislardir. Besinci yüzyilin ikinci yarisinda dogup gelisen Islamiyet, deneye ve gözleme dayali bilimin gelismesinde önemli bir rol oynamistir. Emevi halifelerinden Muaviye, bir milyon civarinda kitabi barindiran "Darü“l-Hikme"yi (Ilim Kültür Yuvasi) kurar. Halife el-Hakim de, 400 bin ciltlik bir kütüphane kurarak bilim adamlarini Kurtuba“da toplar. 8. Yüzyil“in sonlarina dogru Halife Harun-el-Rasid, Aristoteles“in tüm kitaplarini, Galen ve Hipokrat gibi büyük bilim adamlarinin bircok eserini Arapcaya cevirtir. Halife el Memun, Bizans“a ve Hindistan“a elciler göndererek cevirmeye deger kitap aratir ve Bizanslilari yendigi savasta, savas tazminati olarak sadece Eski Yunan yazmalarini ister. Böylece Islam dünyasi, önceki dönemlerde yapilan tüm bilimsel calismalari toparlayarak kaybolmasini önler; daha sonra bu calismalar, Arapcadan Bati dillerine cevrilir. Endülüs Devleti“nin kurulmasi ile Musevi, Hiristiyan ve Islam kültür geleneklerinin bulusmasi, Ispanya“yi bilim ve kültür merkezi haline getirir. Islam dünyasinda yetisen bilim adamlarindan Cabir Bin Hayyan, „Kimyasal maddeleri, ucucu maddeler, ucucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler“ olarak dört grupta toplar. Cabir Bin Hayyan“in bu calismasi, modern kimyanin kurucusu olarak bilinen Lavoisier“e öncülük eder. El-Kindi, Einstein“dan 1100 yil önce 800 yilinda, izafiyet teorisi ile ugrasir. El-Kindi, „Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölcülebilen hiz ve yavaslikta hareketin sonucudur. Zaman, mekan ve hareket birbirinden bagimsiz degildir, göge dogru cikan bir insan agaci kücük görür, inen insan ise büyük görür“ der. Tip ve eczacilikta Ibn-i Sina ve Razi gibi alimler, anatomi ve tedavi alanina pek cok yeni bilgi eklerken; tarih ve cografya bilimlerinde Idrisi, Hamevi ve Taberi ve adini bu satirlara sigdiramayacagimiz pek cok Islam âlimi, bilimsel teorilerde önemli ilerlemeler kaydetmislerdir. Özellikle optik alaninda, on birinci yüzyilda Ibn-i Heysem, bu bilim dalini tek basina yeniden insa etmistir. Dokuzuncu yüzyilda yasamis olan Sabit bin Kurra, astronomi alanindaki ilk büyük yeniligi gerceklestirmis; Batlamyuscu sisteme, dokuzuncu yildizsiz küreyi eklemistir. On ücüncü yüzyilda, bu sistemin karsilastigi güclükleri fark eden yine Müslüman astronomlar olmus ve Batlamyuscu olmayan gezegen modellerini gelistirmislerdir. Bunlar, gercekten zamanlarinin cok ilerisinde calismalardir. Söz konusu calismalari ile bilim tarihine adlarini yazdiran Müslüman bilim adamlari, devlet tarafindan maddi-manevi destek görmüs, tesvik edilmis, halk arasinda itibar kazanmislardir. Ayni dönemin Avrupa“sinda ise durum tamamen farklidir. Bilime hizmet eden Avrupali bilim adamlari, pek cok engelleme ile karsilasip kisitlanmakta, hatta calismalari tamamen durdurulmak istenmekteydi. Harizmi, Hint rakamlarina sifir rakamini ekleyerek bugün kullandigimiz rakamlari olusturuyor; fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektigini söyleyen Ahmet Fergani, enlemler arasindaki mesafeyi hesapladigi gibi, Dünya“nin eksenindeki egimi en dogru sekilde hesapliyordu. Trigonometrik baglantilari bugünkü kullanilan sekliyle formüllestiren El-Battani, 877 yilindan 929 yilina kadar sürekli astronomik gözlemler yapar; Tanjant ve Kotanjant“in tanimini yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant“in sifirdan doksan dereceye kadar tablosunu hazirlar. Ebubekir er-Razi, cerrahide dikis malzemesi olarak ilk kez hayvan bagirsagini kullanir; tip biliminde deney ve gözlemin cok önemli oldugundan bahseder ve bashekimi oldugu hastanede görev alacak olan doktorlarin uzmanlasmalari gerektigini söyler. Ebü“l-Vefa trigonometriye Sekant ve Kosekant kavramlarini kazandirir. Gözün görülebilir cisimler dogrultusunda isinlar yaydigini söyleyen Öklid ve Batlamyus“a karsi; „Görülecek cismin sekli, isik vasitasiyla gözden girer ve orada mercekler vasitasi ile nakledilir“ diyerek, yaptigi sayisiz denemelerle „göze gelen uyarilarin görme sinirleri ile beyne iletildigini“ söyleyen Ibnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür. Cesitli maddelerin birbirinden ayirt edilme yollarindan birinin, maddelerin özgül agirliklari oldugunu söyleyerek, sicak su ile soguk su arasindaki özgül agirlik farkini tespit eden el-Beyruni; 973 yilinda „Bilimsel calismalarin, deneylerle ispat edilmesi gerektigini ve belgelere dayanmasinin zorunlu oldugunu“ söyler. Ibnu“n-Nefis, 1200“lü yillarda, kücük kan dolasimini kesfeder. Bütün Islam ülkelerinde matematik, tip, uzay bilimleri ve daha bircok ilimin okutuldugu egitim kurumlari, rasathaneler; dönemin en gelismis techizatlari ile donatilmis hastaneler, herkese acik kütüphaneler bulunmaktaydi. Bagdat, Harran ve Endülüs basta olmak üzere Misir, Kuzey Afrika ve Dogu Firat cevresindeki bircok Islam sehrinde, egitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teskil edecek düzeyde gelistirilmisti. Müslümanlar, yasadiklari sehirleri uygarlik merkezleri haline getirmislerdi. Bunlardan biri olan Kurtuba, hastaneleri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa“dan ögrencilerin egitim görmek üzere geldigi okullari ile Avrupa“nin en modern sehri olarak bilinmekteydi. Kültürel ve sosyal alanda meydana gelen atilimlara paralel olarak ilerleyen bilim ve teknoloji, Osmanli devleti döneminde doruga ulasmistir. Hazerfen Ahmet Celebi, Lagari Hasan Celebi gibi alimler, alanlarinda tarihin ilk örnek calismalarini gerceklestirmislerdir. Ilk denizalti Osmanlilar tarafindan üretilirken , zamanin en büyük ve süratli gemisi de ileri teknoloji ile insa edilmistir. Örnekler cogaltilabilir arkadasim, ezbere SLOGAN varii yazi yazacagina, TUTARLI birseyler karalada BILIMIN ALLAHI inkar ettigini hep beraber ögrenelim ![]() |
|
|||
![]() Sayin PAPA´cim :-)
PUTLARA girersek, görecegiz ki kafatasimizdakli BEYNIMIZ bile PUTLASMIS !!! |
|
||||
![]() Anlamak, yorumlamak ve yaşamak: Fıkıh mezhepleri
Bu köşenizdeki yazılarınızın büyük bir fayda temin edeceğini ve bir boşluğu dolduracağını umarak hemen soruma geçmek istiyorum. Benim sorum mezheplerin ortaya çıkısı ve bu olgunun dinamikleri üzerine olacak. Hz. peygamber döneminde mezhep olgusundan söz edilemeyeceğini, zira o dönemde buna ihtiyaç da olmadığını biliyoruz. Mezheplerin ortaya çıkısı kültürel, coğrafî duruma, Kur"an-ı Kerim"in lafzına ve hadislerin değerlendirilmesine hangi derece ve oranlarda bağlıdır? Daha basit ve düz bir mantıkla "mezhepler arasında özellikle amelî noktadaki farklılıkların ortaya çıkısının dinamikleri nelerdir; yani, sözgelimi namaz ibadetindeki kısmî de olsa göze çarpan farklılıklar hususunda "hz. peygamber bütün bu şekillerde namaz kılmıştır" mı diyeceğiz, yoksa "hayır Hz. peygamber tek bir formda namaz kılmıştır" deyip bu farklılığı, mezheplere ilişkin görüşlerin delillendirildiği hadislerin geldiği kanalları tetkik etme cihetine gidip mi açıklamaya çalışacağız." şeklindeki suale nasıl temelli ve makul bir cevap sunabiliriz? Mezhepleşme/ekolleşme hadisesinin "ihtilâfü ümmetî rahmetün" hadisine dayandırılarak bir kolaylık ve rahmet vesilesi olduğu her zaman dile getirilmekte. Elbette böyle bir netice söz konusu olabilir, fakat zihnimizde bunun makul bir temellendirilmesinin yapılması gerektiği ve sorulduğunda, bunun ortaya çıkış dinamiklerinin ve faktörlerinin ne olduğunun -çok kompleks fıkhî terminoloji ve açıklamalara da ihtiyaç duymaksızın- genel geçer bir açıklamasını yapabilmemiz gerekmez mi? Bu açıklamalarım çerçevesinde mezhepleşme hadisesinin gerek tarihî gerek toplumsal gerekse dilsel/metinsel (Kur"an-1 Kerim ve hadisler)dinamikleri açısından bir açıklaması nasıl yapılabilir? sorusunu yöneltmek istiyorum. Teşekkür ederim. (Murat Kastamonulu, lise örencisi) Mezhep ne demektir? Mezheplere bağlanmak şart mıdır, diğer mezheplerden de yararlanılamaz mı? Kur"an ya da Kur"an ve sünnet varken, mezheplere ne gerek var? Modern dünyada mezhepler bir anlam ifade eder/etmeli mi? Mezheplerin toplumsal, siyasi ve uluslar arası ilişkiler açılarından konum ve rolleri nelerdir? Bütün bu sorular, değerli okurumuzun soru ve değerlendirmelerindekilerle birlikte hepimizi çok meşgul etmekte ve ilgilendirmektedir. Bu yüzden, fıkıh mezhepleri konusunu, belki birkaç Pazar yazısında ele almanın uygun olacağını düşünüyorum. Elbette burada dile getireceğimiz görüşler, bazı yönlerden tartışmaya açık olacak. Böyle de olsa, bu önemli konuyu bugünkü giriş nitelğindeki açıklamalarla irdelemeye başlayalım. Mezhep Kavramı Arapça bir kelime olan Mezheb/Mezhep (ç. Mezâhib) kelimesinin sözlük anlamı, "gitmek, izlemek, gidilen/tutulan/izlenen yol"dur. Mecazî olarak "görüş, kanaat,inanç ve öğreti" anlamlarında da kullanılmaktadır. Terim anlamıyla mezhep, belli bir yöntem (usûl) anlayışı çerçevesinde üretilmiş tutarlı görüşler bütünüdür. Bir takım ilkelere ve ölçütlere dayalı olarak ortaya çıkan görüşler, belli bir geleneğe dayanan belli bir öncü tarafından, öğrencilerinden ve halktan oluşan ilim halkalarında sunularak, ama zaman içerisinde öğretileri ve yöntemi geliştirilerek ve yenilenerek tutarlılığı sağlanmaya çalışılır. Mezheplerin öncü kişisine İmam/Mezhep İmamı terimi kullanılır. Mezhep imamının, mezhebin doğuşunda ve gelişiminde elbette çok büyük bir katkısı vardır. Ancak bir mezhep, yalnızca mezhep imamının görüşleri toplamından ibaret olmayıp, bunu aşan ve tarihin değişik dönemlerinde ortaya çıkan şartlara göre sürekli yenilenen ve gözden geçirilen bir öğretiler bütünüdür. Bununla birlikte, mezhebin temel ölçütleri ve yöntemleri, daima mezhep imamının damgasını taşır. Mezhep kelimesinin eşanlamlısı olarak fırka (ç. fırak), makâle (ç. makâlât), millet (ç. milel), nihle (ç. nihal)gibi eski, mektep, ekol, okul, bazen da sistem ve doktrin gibi yeni terimler de kullanılır. Bu terimler arasında, elbette kullanıldıkları bağlama göre bazı anlam ayırtıları vardır. Fıkıh sözkonusu olduğunda, gelenekselleşen terim mezheptir. Mezhep Çeşitleri Tarih içerisinde oluşup yerleşen ve geniş kitlelerin benimseyip kabullendiği görüşler toplamı olan mezhepler, en başta dinî inanç, siyaset ve hukuk açılarından birbirleriyle atbaşı giderek gelişirler. Değişik coğrafyalardaki değişik milletler kendi kültürel özelliklerine uygun düşen ya da uygunlaştırılmış mezhepleri benimserler. Böylece mezhepler toplumsal ve siyasî özellikler kazanarak kurumsallaşırlar ve benimseyenlerine ayırt edici bir kimlik verirler. Buradan da anlaşılabileceği gibi, dinin sadece inanç alanı açısından değil, toplum hayatında hukuk ve siyaset açısından da farklılaşmalar ortaya çıkmaktadır. Buna bağlı olarak, inanç alanındaki farklılaşmalardan doğan mezheplere itikadî mezhepler (veya fırkalar), siyaset alanındaki farklı görüş ve tutumlardan doğan mezheplere siyasî mezhepler, hukuk alanındaki farklılaşmalardan doğan mezheplere de fıkhî/amelî mezhepler adı verilir. Ancak siyasî mezhepler, daha çok inançla ilgili ve bağlantılı olduğu için onları da itikadî mezhepler olarak değerlendirebiliriz. Bu tasnife rağmen şunu söyleyebiliriz: Bir fıkhî mezhep, sadece fıkhî mezhep değildir. En başta belli iman ve siyaset anlayışı olmak üzere, her fıkhî mezhebin daima gözden geçirilen farklı anlayışları da vardır. Bu anlayışlar, mezhebin hem fıkhî anlayışının, hem de itikadî ve siyasî anlayışının gözden geçirilmesini ve toplumsal şartlara uyum sağlayarak gelişmesini ve yenilenmesini sağlar. Bu açıdan, çeşitli siyasî ve toplumsal etkenler altında mezhep içinde farklılaşan ve hatta aşırılaşan alt anlayışlar, ana gövde ve eğilim tarafından daima eleştirilir ve büyük ölçüde de reddedilir. Din Algısı ve Mezhepler İslâm dininin temeli ve kutsal kitabı elbette Kur"an-ı Kerim"dir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.), Yüce Allah"tan aldığı vahyi insanlara doğru ve güvenilir bir biçimde iletmiştir. Bu açıdan Kur"an-ı Kerim, dinimizin en sahih ve temel kaynağı olarak daima var olacaktır. Kur"an-ı Kerim"in ifade yapısı bazı konuların anlaşılması açısından açık ve kesin (muhkem) olmakla birlikte, kimi yönlerden bu açıklık bulunmamakta, değişik anlam ve yorumlara elverişli ifadeler de bulunmaktadır. Bunların bir kısmı, özellikle de dinin iman ve ibadet alanına ilişkin olanlar, bizzat Hz. Peygamber (s.a.) tarafından belli bir açıklığa kavuşturulmuştur. Ancak peygamberimiz tarafından yapılan açıklamaların sahih (kesinlikle kendisine ait) olup olmadıkları, sahih iseler tıpkı Kur"an-ı Kerim"in ifade yapısındaki gibi farklı yorumlara elverişliliği gibi özellikler dolayısıyla, farklı değerlendirmeler ve anlayışlar ortaya çıkmıştır. Bu açıdan, gerek Kur"an-ı Kerim"deki, gerekse Hz. Peygamber"in (s.a.) sünnetindeki hukuk alanına dair naslar, değişik yorumlara çok daha fazla açık olan özelliktedirler. Muhkem âyetlerde ve sahih hadislerde belirtilen iman esasları (usûlü"d-dîn), hemen hemen bütün müslümanların birleştiği konulardır. Bu esasları benimsemek, müslüman olmanın şartıdır. İman esaslarını toptan veya herhangi birini reddetmek, kişiyi iman dairesinden çıkarır. Bunun dışında kesin delillere dayanmayan inanca ilişkin konular ise, dinin özü ve aslıyla ilgili olmadıklarından kişiyi iman dairesinden çıkarıp küfür dairesine sokmaz. İşte mezheplere asıl rengini veren de, iman anlayışlarının yanısıra, bu gibi inançla, siyasetle ve hukukla ilgili ayrıntılara ilişkin anlayışlardır. Bazı siyasî-itikadî mezhepler, ayrıntılara ilişkin bazı konuları öylesine itikat mertebesine yükseltmeye kalkarlar ki hem diğer mezheplerden bir kere daha farklılaşırlar, hem de kendi mezheplerinin ana gövdesinden koparak neredeyse ve hatta çoğu defa yeni bir inanç mezhebi konumuna gelirler. Bütün bu inanç, siyaset ve hukuka ilişkin yaklaşımlar büyük ölçüde din algısını oluşturur. Mezhepler kendileri açısından hak ve doğru olduğuna inandıkları bu algılarına göre karşılaştıkları sorunlara çözüm üretmeye çalışırlar. Bu çözümlerin de, din algılarındaki farklılık dolayısıyla, çoğu defa farklı olması gayet doğaldır. Önemli olan, hiçbir mezhebin doğru olduğuna inandığı kendi din algısını, başka mezheplere dayatmamasıdır. Böyle bir dayatma olduğunda, mezheple dinin özdeşleştirilmesi gibi bir durum ortaya çıkar. Bunun sonucunda, gerginlik ve çatışma ortamının doğması büyük ölçüde kaçınılmazdır. Gerek tarihte ortaya çıkan, gerekse günümüzde ortaya çıkadurmakta olan gerginlikler, başka bir takım siyasî, etnik ve hatta ekonomik etkenler yanında, önemli ölçüde sadece kendisinin hak, diğer anlayışların ise bâtıl olduğu değerlendirmesinden kaynaklanır. Bu açıklamalar ışığında şunu söyleyebiliriz: Din değişmez, din algıları değişir. İşte bu din algıları, mezhepleşme denilen gayet doğal bir olguyu ortaya çıkarır. Farklı din algıları, hem dinin hayatla bağlantı kurmasını sağlar, hem de bu algıların hayatla bağlantı kuracak biçimde ilim halinde sistematik gelişimini sağlar. Müslümanlar arasında ortaya çıkan mezhepleşme olgusu, kendilerine özgü değildir. Dünyadaki bütün dinlerde mezhepleşme görülmektedir. Bu, oldukça doğal bir durumdur. Bir dini, tek bir mezhep anlayışına ve yorumuna indirgemek tarihin hiçbir döneminde olmamıştır, insanların gayet doğal olan farklı düşünce yapıları karşısında bunun gereği de yoktur. Gelecek Pazar yazısında Hz. Peygamber (s.a.) hayattayken ortaya çıkan fıkhî sorunları ve sahabenin bunlara getirdikleri farklı çözümleri, peygamberimizin bu çözümler konusundaki tutumlarını ele alacağım. Düzeltme: Geçen Pazar yazısında haramın tanımıyla ilgili "yararı zararından çok olan işlerdir" bölümü, tam tersine "zararı yararından çok olan işlerdir" biçiminde olacaktır. Dikkatli okurların uyarısıyla düzeltir, özür dilerim. <a href="redirect.jsp?url=http://www.yenisafak.com/vecdiakyuz.html" target="_blank">http://www.yenisafak.com/vecdiakyuz.html</a> |
|
|||
![]() ohne Text
|