| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
![]() |
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
![]() |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
#1
|
|||
|
|||
![]() “Ayva Çiçek açtı, yaz mı gelecek?
Hüznüme yenik düştüğümde radyoda o şarkı çalıyordu. Şarkı başlamış, ben susmuştum. Göz yaşlarım susmuş, kulaklarım dikilmişti şarkının narin nağmelerine. Menekşe kokulu rüzgarın önünde savrulmuştum apansız. Şarkının ikliminde esrarlı bir ses gel demişti... Fısıltılı bir rüzgar ellerimden tutup almıştı beni terkisine. Bahsettikleri bahar yeli bu olsa gerekti. Baharın şevksiz güneşi, ağır ağır dalarken ırmağın coşkusuna, yağmur bulutu çoğalıyordu gökyüzünde. Kırkikindi yağmurlarıydı kapıyı destursuz çalan. Bir baharın coşkulu seherinden çıkıp gelen bu şarkı dalıvermişti yüreğimin tenhasına. Yüreğimdeki kör düğümler birden çözülmüştü ardına kadar. Dışarıda yağmur iniyordu toprağın bağrına. İçerde şarkı yağıyordu ruhuma. Bu mahzun şarkının her dizesi ruhumun esrarını çözer gibi ardına kadar yıkıp geçmişti gönül bendimi. “ Gönül bu sevdadan vaz mı geçecek? Çığlık çığlığa öten kuşlar da ses katmıştı sanki şarkıya. Birkaç dakikalık bu müzik ziyafeti bir asır gibi gelmişti ruhuma. Sabahın kefili olan sabah ezanı sonrasıydı. Hayat yeni baştan neşv-ü nema bulmuş, insanlar yeni baştan can kesilmiş, hafif bir kırkikindiden sonra güneş, yeni baştan doğmuştu. Unutulmuş bir şarkının ezgisi yıllar öncesine alıp götürmüştü beni. Pencerelerin perdeleri uçuk-kaçık müstehzi ifadelerle günü içeriye buyururken, panjurların itirazı yükseliyor gibiydi. Bergüzar Teyzeyi en son o gün görmüştüm. Üniversite son sınıf öğrencisiydim. Birkaç günlüğüne gittiğim, baharın dal budak çiçeklendiği günlerdi. Yattığım odanın pencereleri onun bahçesine bakıyordu. O sabah erkenden uyanmıştım. Çiseleyerek gelen yağmurla bayıltan toprağın kokusu, iğdelerin sarı çiçeklerine katılmış, bir anda tatlı rayihalarıyla cennetten bir köşeye çevirmişlerdi bahçeyi. İğde kokularını çok severdim. İğde kokusunun izini sürerek inmiştim bahçeye. Baharın çiçeklerle bezeli seherini yaşamak, bahçelerde doyasıya gezinmek istemiştim. Bahçeye çıktığımda yan bahçeden bana gülümsediğini gördüm. Ne tatlı, ne içten gülümsüyordu. İnsanın benliğini sürükleyen latif sesiyle: -Hoş geldin güzel yavrum? Diye seslendi. Şaşırmıştım. Böyle erken saatte ne işi olur ki bahçede diye düşündüm. Halinde asla tasavvur edilemeyen bir gariplik vardı. Çitlerin üzerinden atlayıp ellerine sarıldım. Bana sıkıca sarıldıktan sonra olduğu yere çömeldi. Başında yine kar gibi beyaz başörtüsü, basmadan fistanı, ve yün örmeden yeleği vardı üstünde. Belliydi. Benimle sohbet etmek istiyordu. Ben de diz çöktüm... Elleriyle saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdıktan sonra: -Ne iyi ettin de geldin kızım. Seni gördüğüme nasıl sevindim bilemezsin. İnsan yaşlandığında her günün, saniyenin, dakikanın kıymetini daha iyi anlıyor. Anlıyor da... Neyse. Zaman bu, akar su gibidir. Su bile arkında dolu dizgin bir yerlere akıp gidiyor. Sana sormuyor bile... Önüne setler koyarsın, yine durmaz ya... Ama zaman öyle mi ya...Hiç geçmez sanırsın. Yaşlanmaz sanırsın. Gün dolanmaz, akşam olmaz sanır, aldanırsın. Oysa zaman bir su gibidir, hızla akıp gidiyor seller gibi. Bir bakıyorsun seneler tükenmiş, ömür bitmiş... Sorular sormaya başlamıştı. Konuşuyor konuşuyor konuşuyordu. En sonunda annemin kahvaltıya çağırmasıyla eve gittitim. Annem sıkıldığımı düşünmüş olmalı ki: - Canı sıkılıyor kızım. Yaşlandıkça, çocukları gelip gitmez oldular. Ne yapsın kadıncağız konuşacak adam arıyor, dedi. Fena halde canım sıkılmıştı. Yaşlılık ne fena şeydi. Oysa böyle olmamalıydı.Yıllarca her türlü fedakarlığı yapan, ömrünü adayan bir insana bu yapılmamalıydı. Kalktım. Bahçeye geçtim. Annemin söyledikleri içimi acıtmıştı. Yaşı kemale eren bir annenin hazin gerçeği bu olmamalı idi. Bir esrik, bir buruk hüzün oturdu yüreğime. Bergüzar Teyzenin bahçesine baktım. Ayva ağaçları çiçeğe durmuştu. Ne güzel ağaçlardı Ayvalar. Sonbahara kadar sabırla olgunlaşmasına hayrandım. Çabucak olgunlaşan meyvelere kızıyordum içimden. Çoğu yazı bile beklemeden tükeniyordu. İnsan ömrü, hızla geçiyor, geçerken de tüketiyordu tüm yaşananları. Her şey değişiyordu. Eskiyordu. Efil efil esen bir rüzgar sürükleyip, götürüyordu tüm yaşananları. Bergüzar teyzenin mütebessüm çehresi düştü hayalime. Durgunluğu, hüznü düştü yüreğime. Üzerinde, öteleri muştulayan, bir esrar, bir başkalık vardı. Bilgelik çağına erişmiş, uhrevi bir ruh haleti içinde, her an yola düşmeye hazır bir garip yolcuyu andırıyordu. Yüzünde hüzünden gölgeler oluşsa da her bir çizgi geçmiş nice faslın ahengini taşıyor gibiydi. Evlerin şetareti, huzuru olan Bergüzar anneler değil miydi? İçim daraldı... Tarumar oldu duygularım bir anda. Tıpkı Bergüzar teyzenin yılları gibi. Demadem düşünürdüm, evlerin büyüklerini. Bereketin, huzurun, sürurun dedelerle ninelerle beraber olduğunu. Ama nafile. İnsanlık bunu anlayana kadar çok şey değişecekti, çok şey yitecekti. Onların duaları değil miydi ruhumuzu onaran, giydiren. Onlar değil miydi topluma huzur aşılayan? Onların manevi iklimlerinin yağmurlarıyla ıslanmayan, nasipsiz bir gençlik, gelip yağmalayacaktı tüm iyilikleri. Yağmalanan iyilik, bir daha yeşerir miydi ki? İşte iğde kokulu mayıs ayı da geçiyordu. Tıpkı Bergüzar Teyzenin geçen yılları gibi. Gökyüzünün mavisi derinleşiyor,bahçelerin serinliği azalıyordu. Bî-karar sazendeler misali bulutlar vesvese içinde dolaşıp duruyordu engin semada. Tılsımlı vadiler, şakayık çiçeklerinin menziline düşmüştü. Zambakların subh-dem neşvesine yaslanan sarmaşıklar, titreşip duruyorlardı tatlı bir meltemin kollarında. Hayat akıyordu hiç durmadan...Yollar binbir çeşit olsa da menzil aynı gidiş aynıydı. İnsanlık biricik gerçeğine akıyordu. Seneler geçiyordu, aylar geçiyordu... İğde kokulu mayıs ayı geçiyordu. Tıpkı Bergüzar Teyzenin hayatı gibi. Ertesi gün erkenden uyanamadım. Bahçeye inmek gelmedi içimden. Suznak bir keder, kolca- kopuz ayrılığın şarkısını mırıldanmaya başlamıştı nedensiz... Evden ayrılmak, yine o tanımadığım insanların arasına karışmak... Dil-firâb girdapların avcuna düşmek... Hoyrat yalanların eşiğinde durmak... Günah sularının arkında iyilikten, güzellikten yana nişaneler aramak... Ve bulamamak... O sabah bahçeye inmek gelmedi içimden. Tıpkı Bergüzar Teyze gibi... Derunumda arkasından şiddetli yağışlar getirecek bir fırtınanın işaretleri vardı. Dimağımda pünhan bir elem kol geziyordu. Zaten bitişik bahçelerin içinden arada bir kaçamak yapan hıçkırık sesleriyle kederim dibe vurdu. Yatağımdan telaşla kalktım. Kötürüm adımlarla bahçeye indim. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Annemin beni böyle habersiz bırakarak bir yerlere gitmesi içime garip bir korku düşürdü. Hıçkırık seslerini takip ettim. Ses Bergüzar Teyzenin evinden geliyordu. Evin önünde kalabalık vardı. Annem kapıdaydı. Beni görünce telaşla yanıma geldi ve bana sarılarak: -Bak söyleyeceklerimden korkma olur mu yavrum? dedi . Bergüzar Teyze, bu sabah saatlerinde vefat etti. (İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn) Kollarım iki yanıma düştü. Hüznün yangınında kavrulan gönlüme kar yağıyordu. Zamanın ipliğine dizilen ömür tespihi, günün birinde imamenin kırılmasıyla saçılıyordu işte... Derin bir hıçkırık düğümlendi boğazıma. Kendimi Ayva ağacının yanıbaşında buldum. Belki birkaç gün sonra ayva çiçek açacak, ardından yaz gelecek, meyveler olgunlaşacaktı. Ama Bergüzar Teyze göremeyecekti. Bergüzar Teyze için artık baharlar yoktu. Yazlar gelmeyecek, kış bastırmayacaktı. Sonbahar hüznünü bulaştırmayacaktı yüreğine... Ayvalar çiçek açmayacaktı. Ayva çiçek açmayınca... Yaz Gelmeyecek miydi? Gönül vazgeçecek miydi sevdasından bundan böyle? .............. Saatlerce ağladım. Yüreğime bir mezar sessizliği düştü o gün. Gün çabucak tükendi. Karanlık, bir kılıç gibi indi günün üzerine. Her şey soldu. Tıpkı Bergüzar Teyze gibi. Meryem Aybike Sinan |