| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
![]() |
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum |
Hilfe | Kalender | Heutige Beiträge | Suchen |
![]() |
|
Themen-Optionen | Thema durchsuchen |
#131
|
|||
|
|||
![]() AŞKIMIZ BİR ROMAN
Kalbimde arama eski yerini Sen gözümden akan sele karıştın İstesem de artık sevemem seni Hasret rüzgarına yele karıştın Seninle aşkımız eski bir roman Yandı sayfaları külüdür kalan Sevgilim herşeyim sendin bir zaman Ne yazık sonunda ele karıştın Kırılan kalbim var dinmez bir kini Ömrümce sürecek aşka yemini Kavuşmak imkansız artık sevgilim Dönüşü olmayan yola karıştın AHMET SELÇUK İLKAN http://www.youtube.com/watch?v=-c6IdlYM7cg |
#132
|
|||
|
|||
![]() Her şeyi bitirdik bir yalan gibi
Bu aşkı yarına götüremedik ne günler yaşadık bir roman gibi Ne yazık sonunu getiremedik Önce evet dedik bu hayır neden Biz aşkla başladık bu gurur neden Ümitler sendendir arzular benden Ne yazık sonunu getiremedik Şimdi sen yolcusun meçhul yollara Şimdi ben yolcuyum başka kollara Ne desek boş artık geçen yıllara Ne yazık sonunu getiremedik Bu aşkı yarına götüremedik AHMET SELÇUK İLKAN http://www.youtube.com/watch?v=M_BJ5jZmyFI |
#133
|
|||
|
|||
![]() Beyhude o göz süzmelerin, bakmaların
İşveyle güzel göğsüne gül takmaların Şairce sevip, övmeyi bilmezler ki Hep böyle susarlar, dili yok aynaların. Bir gün bile anmaz bizi andıklarımız Er geç unutur, sevgili sandıklarımız En sonra kül olduk bu büyük yangında Boşmuş, tutuşup kor gibi yandıklarımız. Bir kez kimi sevdiyse unutmaz bu yürek Devran kiri, nisyan pası tutmaz bu yürek Bir gün o muhabbetten eser kalmazsa Ancak o zaman bir daha atmaz bu yürek. Her zevki tadıp her şeyi bilmek ne güzel Her sevgiyi, her ne’şeyi bilmek ne güzel İnsanlığın alçaldığı bir dünyada Bir insanı sonsuz sevebilmek ne güzel. Bir gün zaman kayar ellerinden tutamazsın Sel gibi akan yaşlarını kurutamazsın Öylesine bendesin ve öyle sendeyim ki Unutmak istesen de artık unutamazsın. Gül biraz, bunca keder, bunca gözyaşı bitsin Gül biraz, şu gök kubbe kahkahanı işitsin Her gidenin ardından koşmağa değmez hayat Gelecekleri bekle, gidecek varsın gitsin. Seven kaybeder miydi arayıp bulmasaydı Yeni güller açmazdı o güller solmasaydı Hiç çekilmez olurdu yaşadığımız dünya Aşkın bittiği yerde unutmak olmasaydı. |
#134
|
|||
|
|||
![]() ahmet kaya_kendine iyi bak
Yan yana geçen geceler unutulup gider mi? Acılar birden biter mi? Bir bebek özleminde seni aramak varya Bu hep böyle böyle gider mi? Suya hasret çöllerde beyaz güller biter mi? Dikenler göğü deler mi? Bir menekşe kokusunda seni aramak varya Bu hep böyle böyle gider mi? Kendine iyi bak beni düşünme Su akar yatagını bulur. İçimdeki fırtına kör kurşunla diner mi? Kavgalar kansız biter mi? Bir mavzer çığlığında seni aramak var ya Bu hep böyle böyle gider mi? Şu kahpe dünya seni bana düşman eder mi? Dostluklar birden biter mi? Bir kardeş selamında seni aramak var ya Bu hep böyle böyle gider mi? Kendine iyi bak beni düşünme Su akar yatağını bulur. |
#135
|
|||
|
|||
![]() BU ŞEHİRDE KAYBOLMAK
Bir zamanlar sizin olan şehir artık sizin olmaktan çıkmışsa; onunla dertleşmek, ondan bir işaret, bir sihirli sözcük beklemek neye yarar? Ona her içinizi açtığınızda o korkunç kayıtsızlığıyla sizi tarafsız bir şekilde aşağılayacaktır. Tıpkı İstanbul’un, ona her sığındığımda bana yaptığı gibi. Belki de artık kimseyle dertlenmeyecek bu şehir; kimseye bir işaret, sihirli bir sözcük vermeyecek. Çünkü öyle çok ihanet edildi ki ona. Artık kimse onun kalbini nereye gizlediğini bilemez... İşte bir İstanbul gecesinde, yine kendimleyim. İstanbul, gizemli ve serüven dolu bir orman gibi uğulduyor yanı başımda. Sanki o davetkâr, o ışıklı kollarının arasına çağırıyor beni. Ve ben, bir an için de olsa, onca düş kırıklığı ve onca ihanetten sonra, her şey eskisi gibi olacakmış gibi sanıyorum. Ve ona, sakladığı yüzüne, kalbine, sırlarına herkesten çok yaklaşmak ve onu görmek istiyorum. Bana baktığı yere, gözlerine bakıyorum... Hayır, bana bakmıyor; aslında kimseye bakmıyor; yoksa, uğuldayan kalabalığın üstünden uzaklara, bu şehirdeki harcanan insanların cesetlerinin biriktiği ufka mı bakıyor, sonsuz bir acıyla? Yo, oraya da değil! Daha yakından bakıyorum yüzüne. İşte o an tüylerim diken diken oluyor, ruhum buz kesiyor. Bu şehrin gözlerinin derin bir boşlukla oyulduğunu görüyorum. Kavranamayacak bir kayıtsızlıkla kendine dönmüş bir yüz bu. Bizi gören, gözeten, duyan kimse yok, diye söyleniyorum kendi kendime... Kaybolduk!.. Kayboldum!.. İşte bu anda, kaba, korkak, şehvet ve ihanet dolu, açgözlü ve acımasız sesler korkunç bir gürültüyle yükseliyor şehir denen bu karanlık ormanın ortasından ve birbirine karışıyor... Yaralarımı iyiden iyiye sarıp ve şehrin o ürkütücü ve beni zaman zaman büyüleyen o çürümüşlük kokusunu içime çekip yürüyorum. Bu şehirdeki bilmediğim sokaklara, meydanlara, evlere, meyhanelere; bilmediğim sislere, yüzlere doğru yürüyorum... Bilinmediğim yerlere ve duygulara... Bu şehirdeki kimi insanlar beni bildiler de, tanıdılar da ne oldu, diye düşünüyorum. Her biri kendime olan inancımdan, güvenimden bir parça alıp götürdü. Ben önlerine ışığımı, çocuksu sevinçlerimi, o sonsuz sandığım umutlarımı uzattım cömertçe: onlarsa dostluğumu, karanlık bir işbirliği, yakınlığımı ise bir görgü tanıklığı sayıp en çıplak, en savunmasız yanımı hedefleyip ölümüne sakatladılar, acımasızca yaraladılar beni... Onlar için yine de endişe duyuyorum. Çünkü bütün kötülüklerini bu şehre güvenerek yapıyorlar, kendilerini bu gösterişli ve güçlü sandıkları şehrin bir parçası sanıyorlar. Ve en acısı, kaybolduklarını bilmiyorlar. Eminim, çoğu bu şehrin yüzüne yakından bakmadı, onun oyulmuş gözlerini, o kavranamayacak kadar derin olan kayıtsızlığını ve her geçen gün şehrin ufkundaki cesetlerden yükselen o dayanılmaz çürümüşlük kokusunu duymadı… Eğer duysalardı; bu şehre, bu denli bağlanmazlar, bu denli bencil ve duygusuz yaşamazlardı... Gece yürüyor ve ben yüksek bir tepeye çıkıp lanetli bir gemi gibi karanlık ve ürkütücü denizde yüzen şehire bakıyorum. Şehir ışıklar içinde yalpalıyor. Işıklar, yakınlarımı, dostum sandıklarımı, tanıdıklarımı saklıyor sanki benden. Bir an bu ışıklardan birinin altında, annemin bir evde, yatağında, kimsesiz uyuduğunu düşünüyorum. İçim acıyla ürperiyor. Annemi gecenin bu saatinde, bir yatakta, kimsesiz uyurken düşünmeye dayanacak gücü bulamıyorum kendimde... Sonra, izbe, unutulmuş bir meyhaneye giriyorum. Tek başına içki içip kendi kendilerine konuşan erkeklere bakıp içiyorum ben de. Yalnız içen erkekler meyhanenin ortasındaki, büyülü, derin ve karanlık boşluklara nefretlerini kusuyorlar; gökyüzündeki kayıp yıldızlara hayali yumruklar sallıyorlar. Hepsi de bilinmez yerlerde, iyi yürekli ve hiçbir şeyi unutmayan birtakım vefalı insanların görünmez bir pencereden kendilerine baktıklarına ve onlara yerden göğe kadar hak verdiklerine gönülden inanıyor. Onlar da bu şehirde kaybolduklarını bir türlü kabullenemiyorlar sanki... İşte bu anda, içimde, her nasılsa kalmış bir umut duygusu ısınıyor. Bu insanları bu duyguyla sarıp sarmalamak istiyorum. Sonra, bu yalnız ve kaybolmuş gece adamlarından birkaçıyla birlikte bir dolmuşa biniyorum. Alkol, kırgın ve alıngan fısıltılarla dolaşıyor damarlarımızda. Sanki evlerimize değil de bu dünyanın gerçek sahibini bulmak için, onun kalbine doğru ilerliyoruz. Şoförümüz alkolün büyülü sisiyle örtülmüş bu tuhaf halimizi fırsat bilip gece tarifesinin de üstünde ücret istiyor bizden. İtiraz ediyorum. Tarifenin üzerine çıktığını söylüyorum. Tartışma uzuyor. Ve şoför ansızın frene basıyor. “İn ulan aşağıya!” diyor. Duraklıyorum ve ne yapmam gerektiğini düşünüyorum. Ancak belli ki şoförümüzün benimle kaybedecek hiç vakti yok. Bir şeylere yetişmeye çalışıyor, açgözlü bir telaşla. Bu güçlü ve gösterişli görünen şehrin bir parçası sayıyor kendini o da; kaybolduğunun farkında değil oysa. Direksiyonun altındaki bir bölmeden levyeyi kapıp dışarı çıkıyor ve oturduğum taraftaki kapıyı açıp beni dışarı sürüklüyor ve levyeyle vurmaya başlıyor bana. Gece adamlarından birinin çıkıp beni kurtarmasını bekliyorum ama o an arabanın camlarının sislere gömüldüğünü görüyorum. Bu şehirde herkesin kaybolduğunu, bu yüzden kimsenin kimseye asla yardımcı olamayacağını bir kez daha anlıyorum. Yere düşüp kalıyorum, öylece... Şoför, bir iki tanıdık küfür savurduktan sonra direksiyonun başına oturuyor; savaş aracı levyesini gururla yerine yerleştiriyor ve gaza basıp gidiyor. Gecenin bir yarısı çevre yolunda kalakalıyorum... Evime doğru ağır adımlarla yürürken, bir ara kendimden şüpheye düşüyorum; sesimi duymak istiyorum. Garip, çok uzak, hırıltılı bir ses çıkıyor ağzımdan. Kollarıma, ellerime ve yüzüme dokunuyorum; bir yabancıya dokunur gibi oluyorum. Anlıyorum ki bu şehirde kayboluşumun acısı, amansız olunca bir başkası oluyorum ben: Bu şehirde, sanki, daha önce hiç yaşamamış bir başkası... Cezmi Ersöz |
#136
|
|||
|
|||
![]() AŞKTA YARIN YOKTUR SEVGİLİ
Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili. O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır. Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar. Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular yoktur. Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili. İnsan bir başka ışığa teslim olur... Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında. Hindistan`da Ganj Nehri`nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork`ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de... Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan... Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye... Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya... İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır... Bazen denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara... Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi... İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler, kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu... Birazdan sabah olacak... Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular başlayacak... Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım... Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış. Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını, cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek... Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak... Aşkta yarın yoktur sevgili... Cezmi Ersöz |
#137
|
|||
|
|||
![]() Yine Seninle Geldi Hayat
Hayat kitaplarda yazılan gibi değilmiş. Kitaplarda her kelimenin altında başka bir kelime gizliymiş. Her yüzün altına başka bir yüz... Böyle gidiyormuş, bunun sonu yokmuş. Geç de olsa şimdi anlıyorum. Beni aşar bu kelimelerin altındaki kelimeler, bu yüzlerin altındaki yüzler... Ben içimdeki acıya bakarım. İçimdeki enayiliğe bakarım. Evet, kelimelerin altındaki kelimeyi, yüzlerin altındaki yüzü biliyorum ama, ben seni içimde hissederken, sana inanmışken şehrin her tarafında yanan bir ışık vardı. Yollarda, bahçelerde, hiç durmadan yanan bir ışık... Sen bu hayatta her şeyi benden iyi bilirsin. Öyleyse açıkla seni içimde hissettiğim her an hayatı aydınlatan bu ışığı... Yollarda, bahçelerde, evlerde gece ve gündüz durmadana yanan bu ışığı.. Hadi böyle bir ışığın hiç olmadığına inandır beni. Enayisin de bana... Çocuklardan, sarhoşlardan, budalalardan bile daha enayi... Cezmi Ersöz http://www.cezmiersoz.com/page1.html |
#138
|
|||
|
|||
![]() KİMİ SEVSEM SENSİN
kimi sevsem sensin / hayret sevgi hepsini nasıl değiştiriyor gözleri maviyken yaprak yeşili senin sesinle konuşuyor elbet yarım bakışları o kadar tehlikeli senin sigaranı senin gibi içiyor kimi sevsem sensin / hayret senden nedense vazgeçilemiyor her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet sarışın başladığım esmer bitiyor anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli dudakları keskin kırmızı jilet bir belaya çattık / nasıl bitirmeli gitar kımıldadı mı zaman deliniyor kimi sevsem sensin / hayret kapıların kapalı girilemiyor kimi sevsem sensin / senden ibaret hepsini senin adınla çağırıyorum arkamdan şımarık gülüşüyorlar getirdikleri yağmur / sende unuttuğum hani o sımsıcak iri çekirdekli senin gibi vahşi öpüşüyorlar kimi sevsem sensin / hayret in misin cin misin anlamıyorum http://www.youtube.com/watch?v=2yLmm...eature=related ATTİLA İLHAN |
#139
|
|||
|
|||
![]() İSTERSEN HİÇ BAŞLAMASIN
İstersen hiç başlamasın Bu hikaye eksik kalsın Onca yaraların ardından Yeni bir aşk yaratamazsın Örselenmiş bir çocukluk İşte benim bütün hikayem Kaç sevda geçse de yüreğimden Bu yıkıntıları onaramazsın İstersen hiç başlamasın Geç kalmışız birbirimize Yanlış kapılarda geçmiş bunca yıl Dönemeyiz artık ilk gençliğimize İstersen hiç başlamasın Söz verelim kendimize Murathan Mungan |
#140
|
|||
|
|||
![]() KARA GÖZLERİN
Kara gözlerindeki umut Siyah saçları kadar karamsardı ve kadere küsmüştü O, bir kere Sevgiyi öldürdü diye... Sanki ona uzanan ellerde Keskin bir bıçak Ha vurdu ha vuracak Bu, benim karanlıklarım, Bu benim sırlarım diyor hep Bir gün gelecek Şefkatle kollarına saracaklar... Asılsız sevgilerdi onu yıkan aslında Umutları umduğu gibi çıkmamış Beklentileri hep korkuları olmuş Sanki bütün hayatı, Kupkuru bir odadaymış kopamadıklarıyla.. Gülüşleri bir sigara içimi zamanı kadar az Her nefeste biraz daha kısalırken Bütün beklentileri Duman duman uçuyorlardı. Kurallar koymak isterken dostluklarına, Kuralları bozduğunun farkında değildi aslında... Şimdi o gözlerde, Vakitsiz yağan yağmurlar var, Hasat mevsimi bitmiş bahçelere Sağnak sağnak yağacaklar., Belki gönlünde gökkuşağı açacak Ama, altından çocuklar geçmeyecekler. Su yerine zehir akacak ırmaklarından, Hiç kimse içmeyecek... ya Ben, Şimdilerde bir bağ bozumu hüznü var içimde, Üzümlerim gazap üzümü Şaraplarımsa gözyaşları... Sen güz güneşinde, sanki kanadı kırık bir kuş, Konmuştu bahçeme, Ona şefkatle eğilirken Pır diye uçtu birden Kırık sandığım kanatlarındaki sahtelik, ve inancımla birlikte. AHMET MUHİP DIRANAS |