| 
				 Ey Müslümanlar! Daha neyi Bekliyorsunuz 
 ﻡﻴﺤﺭﻟﺍ ﻥﻤﺤﺭﻟﺍ ﷲﺍ ﻡﺴﺒHalîfemiz Yok Diye Başımıza Gelen Zillet, Rezâlet ve İhânet Daha Ne Zamana Kadar Sürecek?
 Uzun süredir plânlanan Recep T. Erdoğan’ın menfur İsrail ziyâreti 1-2 Mayıs 2005 tarihlerinde
 gerçekleşti. Aralarında bakanlar, milletvekilleri, işadamları ve diğerlerinin bulunduğu 100 kişilik kalabalık
 bir grupla bu ziyâretini gerçekleştiren Erdoğan ve tâifesi, yahudileri râzı etmek için iki gün içerisine o
 kadar çok cürüm sığdırdı ki, onlar için yaptıklarının çeyreğinin çeyreğini iki yılda Müslümanlar için yapmış
 değillerdir.
 Özellikle İsrail’in Türkiye’deki İngiliz unsurlarıyla işbirliği içerisinde olmasından ve Kuzey Irak’ta Türkiye
 aleyhinde faaliyetlerde bulunmasından dolayı, AKP Hükümetinin kurulmasından sonra Türkiye ile İsrail
 arasında soğukluk yaşandığı hissediliyordu. Bu sebeple Erdoğan; geçen yıl Kasım ayında Şaron’un
 randevu talebini reddetmiş, yardımcısı Ehud Olmert ile görüşmemiş, Manavgat projesi ve özellikle bazı
 askerî ihâleleri iptal etmiş, hatta Yahudi varlığının Ğazze’de yaptığı katliamlar ve Şeyh Ahmed Yâsin’i
 katletmesi nedeniyle 2004 yılının Haziran ayında İsrail için “devlet terörü yapıyor” demişti. Elbette tüm
 bunlar AKP’nin sâdık hizmetçiliğini yaptığı Amerika’nın talep ve tâlimatları doğrultusunda oluyordu.
 Bush’un ikinci kez seçilmesinden sonra Amerikan yönetiminde “Ortadoğu’da barış” adı altında Yol
 Haritası Plânı’nın uygulanmasına yönelik eğilimler oluşup girişimler başlatılınca, Türkiye’nin de sürece
 katkıda bulunması ve “model ülke” vasfıyla soğukluğun giderilmesine önderlik yapması için, Amerika AKP
 Hükümeti’ne İsrail ile ilişkileri derhal ısındırma ve geliştirme emrini verdi. Bu minvâlde İsrail Radyosu’na
 demeç veren İsrail Dışişleri Bakanı Silvan şöyle diyordu: “ Türkiye ile ilişkiler ılımlı Arap ülkeleri için model
 oluşturabilir. Biz stratejik bir işbirliği geliştirdik.”
 Erdoğan, önce dört yardımcısını, sonra kendi ifadesiyle “ Başbakan’ın ziyâretine zemin hazırlamak”
 üzere Ocak ayında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ü, Mart ayında da Adâlet Bakanı Cemil Çiçek’i yahudi
 varlığını ziyârete gönderdi. Haziran’da da Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ı gönderecektir. Kendisi de Ocak
 ayında Davos’ta İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalom ile ve Mart ayında da Madrid’de İsrail Başbakan
 yardımcısı Şimon Peres ile bizzat görüştü. Tüm bunlar, Erdoğan’ın sözleri ve tavırları ile yahudileri
 incitmesinden ötürü, onların gönüllerini almaya ve Erdoğan’ın ziyâreti için onları ikna etmeye yönelik
 ziyâretler ve temaslar idi. Bununla da yetinmeyen Erdoğan, ziyâretinden önce yahudilere bazı jestlerde
 bulunarak yahudilerin Allah tarafından mühürlenmiş kalplerini yumuşatmak istedi. Bu jestlerin en bâriz
 olanları şunlardı;
 - Şubat ayında Ankara’ya gelen İsrail Genelkurmay Başkanı Moşe Yalon’un, Türkiye Genelkurmay
 Başkanı Hilmi Özkök ile görüşmesi sırasında ilk kararı alınan istihbârat amaçlı casus uçaklarının satın
 alınmasına ilişkin 200 milyon dolarlık anlaşma 18 Nisan’da imzalandı. Oysa bunların alım ihâlesi
 geçen yıl yapılmış ve sonra “ öz kaynaklar ile üretmek mümkündür” denilerek vazgeçilmişti. Peki,
 şimdi öz kaynaklara ne oldu da söz konusu ihâle yeniden yahudilere verildi?
 - Bir yıldır ara verilmiş olan 170 adet M60 tankının yaklaşık 700 milyon dolarlık modernizasyon projesi
 de 27 Nisan’da imzalanan anlaşma ile yeniden başlatıldı.
 - Yine 27 Nisan’da TOBB [Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği] tarafından “Türkiye-İsrail-Filistin Ekonomik İşbirliği için
 Ankara Platformu”nun birincisi düzenlendi ve Türkiye ile İsrail’in ticâret odalarından ve Filistin’den
 bazı temsilciler katıldı. Toplantıda her üçü arasındaki ticârî ve ekonomik işbirliği alanları tespit
 edilerek ön-çalışmalar hazırlandı. Böylece Erdoğan’ın ziyâreti sırasında yahudileri memnun etmek için
 ikram edeceği finansal jestlerin çerçevesi çizilmiş oldu. Bu platformun ikinci toplantısı da Haziran
 ayında Doğu Kudüs’te toplanacak ve ziyâret sonrasındaki gelişmeler değerlendirmeye alınacaktır.
 Diğer taraftan hiç utanmadan, başörtüsünü moda olduğu için taktığını söylediği kızının mezuniyet
 törenine katılmak üzere Haziran’da gideceği Amerika’da görüşmek istediği George Bush’un kendisine
 yaklaşık iki aydır, “ Önce İsrail’e git, ilişkileri ısındır” gerekçesiyle randevu vermemesi de onu âcilen İsrail
 ziyâretini gerçekleştirmeye zorladı. Hatta Müslüman Türkiye halkının kendisinden şiddetle nefret
 edeceğini bile bile ve yakın çevresinin “ yanlış zamanda yanlış bir ziyâret” şeklindeki uyarılarına karşın
 gözü dönmüşçesine İsrail’e koştu. Ziyaretten önce İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalom bir açıklamasında
 “ Bizim işlerimize karışma!” diyerek tehdit ettiği, bir başka açıklamasında da “ Filistin konusunda hiçbir
 devlet bize ne yapacağımızı söyleyemez” diyerek aşağıladığı halde dahi ısrarla gitti.
 Bu menfur ziyâret esnasında yaşadığı ve yaşattığı onca rezilliğe rağmen yine de yahudilere
 gösterdiği sıcak ilgiyi ve gülücüklerini esirgemedi. Erdoğan’ın 2 milyar dolar olduğunu iddia ettiği ama
 gerçekte sadece savunma alanında 1.4 milyar doları bulan ve toplamda 3 milyar doları geçen ticâret
 hacmini geliştirmek ve 1996’da hâin askerî anlaşmaların imzalanmasıyla başlatılan “stratejik ortaklık”
 2
 ilişkisini genişletmek üzere siyâsî, askerî, savunma, istihbârat, ekonomik, enerji, turizm ve ticâri
 alanlarda olmak üzere birçok anlaşma imzalanıp çalışmalar başlatıldı. Meselâ;
 - 1997’de imzalanan Serbest Ticâret Anlaşması’nın devamı niteliğindeki Türkiye-İsrail Sanayi
 Araştırma ve Geliştirme İşbirliği Anlaşması.
 - Ortak Savunma anlaşmaları ve gizli olanlar hariç, ek olarak 17 ortak askerî proje çalışması. Bu
 maksatla Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün iki gün daha yahudi varlığında kalması kararlaştırıldı.
 - Anti-terör sistemleri çalışması ve terörizme karşı ortak mücâdele kararı. Bu kapsamda, karşılıklı
 personel değişimi ve ortak tatbikat kararı. Erdoğan ile Şaron arasında doğru iletişim sağlamak ve
 istihbârat alışverişini yoğunlaştırmak üzere özel telefon hattı çekilmesine ilişkin anlaşma.
 - “Arrow 2” ve “Popeye 2” Füzeleri Anlaşması. Üç insansız hava araç sistemi, 10 gizli takip donanımı
 ve yer kontrol istasyonları içeren İstihbârat Sistemi Anlaşması. Yaklaşık 500 milyon dolarlık, 30
 adet olduğu iddia edilen ama gerçekte 48 adet olan F4 Phantom savaş uçağının Modernizasyonu
 Anlaşması.
 - Daha önce Enerji Bakanı Hilmi Güler’in gizlice yaptığı İsrail ziyâreti sırasında ele alınan Manavgat
 Şelâlesi’nin mülkiyetiyle beraber satılması meselesi ile birlikte, özellikle Rusya üzerinden gelen akım
 dâhil olmak üzere petrol, doğalgaz ve elektrik nakliyatını içeren Enerji Koridoru kurulması.
 - 300.000’i bulan arsız, hayâsız, kepaze yahudi turist sayısının daha da artırılmasına yönelik işbirliği
 çalışması.
 - Yahudilerin harap ettiği Ğazze’nin Türk firmalar tarafından yeniden inşa edilmesini de içeren inşaat
 sözleşmeleri.
 - Ayrıca Şaron’un Erdoğan ile görüşmesinden sonra sarf ettiği “Çok acayip şeyler duydum” cümlesinin
 içeriğinde gizli bulunan, Ümmetin bilmeyip de Allah’ın bildiği daha niceleri!..
 Bununla da yetinmeyen Erdoğan, güyâ yahudi şapkası kippayı takmamakla övündüğü halde,
 yahudilerin soykırım müzesine gidip oradaki ayine iştirak etti, hahamın duasına katıldı. Duygulu anlar
 yaşadı. Üzüntüsünü yazıya geçirdi. O kadar ki bir de Ağlama Duvarına gidip ağlamadığı kaldı!
 Ziyaretten önce gösterdiği onca jestlere, ziyâretlere ve görüşmelere rağmen, hatta yetinmeyip
 ziyâret sırasında yaptığı onca toplantılara, imzaladığı onca anlaşmalara, başlattığı onca çalışmalara,
 çektiği onca peşkeşlere ve saçtığı onca gülücüklere rağmen, yine de yahudilere yaranamadı! Allah’ın
 mahlukâtının en aşağılık, en korkak ve en âdilerinin hışmına uğramaktan, onlar tarafından
 aşağılanmaktan ve onlardan daha düşük bir seviyeye düşmekten kurtulamadı.
 Gider gitmez Türkiye’nin barış sürecine önem verdiğini, arabulucu olmaya hazır olduğunu söylemeye
 başladı. Türkiye’yi “barıştırıcı”, “uzlaştırıcı” ve “arabulucu” olarak tanımladı ve şöyle dedi: “ Biz bunun
 için yaratılmışız.” Oysa ziyâreti esnasında yahudi çeteleri Filistin’in Müslüman evlatlarıyla çatışıyordu.
 Bu ikiyüzlü tavrıyla O, geçen yıl “devlet terörü” diyerek çıkıştığı İsrail’in devlet terörünü “resmen”
 tanımış, onaylamış ve desteklemiş oluyordu. Abdullah Gül’ün ziyareti sırasında ortak askeri tatbikat
 yapma kararı bile alınmıştı! Zâten Abdullah Gül de “barış ve arabuluculuk” maksadıyla yaptığını iddia
 ettiği ve barış için uygun bir fırsat ortamı oluştuğunu iddia ettiği esnada yaşları 11-17 arasında olan 9
 Müslüman Filistinli genç, yahudiler tarafından katledilmişti. Dolayısıyla önceki yıl verdikleri tepkinin nasıl
 da aldatıcı, yapmacık ve göstermelik bir tepki olduğunu anlamak için hatırlatmak gerekirse, İsrail ile iyi
 ve yüksek düzeyde ilişkiler kurmak aslında hem AKP, hem de hükümet programında yer alıyordu. Hatta
 o kadar ki İsrail’e yakın çevreler arasında Türkiye-İsrail ilişkileri kaba bir tabirle “metres alâkası”
 şeklinde tanımlanarak bir kez daha aşağılanıyordu.
 Üstelik henüz bu menfur ziyâretini tamamlamamış iken, Şaron ile görüşmesinden hemen sonra
 kendisiyle görüşeceği İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalom, İsrail Radyosu’na yaptığı açıklamada
 “ Türkiye’nin arabuluculuk teklifini reddediyoruz.” diyerek onu henüz oradayken bir kez daha aşağılıyor
 ama onun yüzünde hiçbir kızarıklık görülmüyordu.
 Yahudi Cumhurbaşkanı Katzav ile görüşmesinde, “ Bölgede barışı arıyoruz, onun için buradayız.
 Ortadoğu’da huzuru sağlamak elinizde” deyince yahudi de “ Haklısınız ama, rahat durdurmuyorlar”
 diyerek Filistinlileri suçluyordu. O ise buna cevap veremeyerek bir kez daha aşağılanıyor ama hiç istifini
 bozmayarak Türkiye Cumhurbaşkanı Sezer’in kendisini Türkiye’ye çağıran dâvetini iletiyordu.
 Aşağılanma silsilesi bu kadarla da kalmadı!.. Yahudilerin umursamazlığı o kadar ileri gitti ki, Şaron
 Erdoğan’ı bilmezden, tanımazdan geliyordu. Erdoğan olduğu düşüncesiyle onun taifesinden biriyle
 3
 tokalaşıp onunla birlikte yürümeye başlıyor, sonra birisi gelip de kendisini uyararak yanındakinin Erdoğan
 olmadığını söyleyince, bu defa Erdoğan’ın yanına gidip onunla tokalaşıyordu. Erdoğan da ona icâbet edip
 yanında boynu bükük yürüyordu! Yine de sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıp bozuntuya vermiyordu.
 Oysa yahudi kâtil, açıkça onu aşağılıyor, göz göre göre alay ediyor, önceki yıl randevu vermemesinin
 intikamını kıs kıs gülerek alıyordu! Yine de Erdoğan, bu kadar alçaltıldığı halde “ Sizi en yakın zamanda
 Türkiye’de görmek istiyorum.” diyerek Şaron’u Türkiye’ye dâvet ediyordu!
 Bunlardan daha da utanç verici olan şeye gelince; Erdoğan Müslümanların en büyük düşmanı olan
 İsrail’e gelerek ne kadar ezik ve zelîl olduğunu ilan etti. Kendisinin ve tâifesinin işlediği bunca cürümler
 yetmezmiş gibi, bir de Allah’ın emri olan başörtüsünü takmış olan hanımlarını alıp yahudilerin pis
 koltuklarında oturtuyor, Müslümanların namusu olan o başörtülü kadınları mel’un yahudilerle
 tokalaştırıyorlardı! Nasıl olur da başı örtülü Müslüman hanımını yanına alıp da lanetlenmiş eli kanlı
 yahudilerin yanına giderler? Bu ne rezilliktir? Bu ne hayâsızlıktır? Bu ne utanmazlıktır? Erdoğan’ın, sırf
 Allah’ın emrine icâbet ederek başlarını örten Müslümanların hanımları, okullara ve üniversitelere
 girebilmek için açmaya zorlaması yetmedi mi? Başlarını açmayı reddederek Allah’ın emrine itaat eden
 binlerce iffetli Müslüman hanımı eğitim haklarından mahrum etmesi yetmedi mi? Muhakkak ki Allah’ın
 çevresini mübârek kıldığı Filistin topraklarını işgâl eden alçak yahudi varlığını ziyâret etme cesâreti
 göstererek, hele yeryüzündeki Müslümanların yüzlerini karartacak şekilde başörtülü hanımlarını yanına
 alıp onlarla birlikte oturtan bu azgın tâife, gerçekten cürümde haddi aşmış, fasıklıkta sınırları zorlamış
 ve Allah’ın hududlarını alenen çiğnemiştir.
 Sonra Erdoğan ve tâifesi, İsrâ’ ve Mi’râc toprağına varınca da Allah ve Rasulü’nün düşmanlarının
 koruması altına girdi. O korumasına güvendiği yahudiler; mâsum çocukları katleden, kadınları dul
 bırakan, korkaklık ve alçaklık ile damgalanmış, Mekke ve Medîne ile birlikte Müslümanların mukaddes üç
 mekânından biri olan Kudüs’ü işgâl edip talan etmiş, hatta Allah’ın peygamberlerini bile katletmiş âdi ve
 lanetlenmiş bir kavimdir. İşte Erdoğan, Müslümanların mukaddes mekânlarını kirletmeden önce o mel’un
 yahudiler; Erdoğan’ın güvenliğini sağlamak ve hak sözü işitmesini engellemek üzere mü’min gençlerden
 yirmiden fazlasını gözaltına aldı. Geçen yıl aynı şekilde gelen Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed el-Mâhir de
 mü’min gençlerin hışmına uğramış ve ölüm spazmı geçirmişti. Ocak ayında gelen Abdullah Gül de aynı
 âkıbete uğramasın diye yahudi güvenlik çeteleri yine o mü’min gençlerden birçoğunu önlem olarak
 gözaltına almıştı. Tâ ki Ümmeti çaresiz ve yardımsız bırakan, orduları kışlalarına zincirleyen, Allah ve
 Rasulü’nün düşmanlarıyla tokalaşıp Ümmetin geleceği ve servetleri üzerinde pazarlıklar yapan, küfre
 kapılarını ardına kadar açıp tüm imkânları onlar için seferber eden, onların cürümlerine suskun kaldıkları
 gibi ses çıkaranları da zindanlara atan, Ümmetin baş belâsı ve yüzyılın âfeti olan bu hâin yöneticiler;
 âkıbetlerinin hem bu dünyada aşağılık bir hayat hem de Ahirette Allah’ın şiddetli azâbı olduğunu hiç
 duymamışlar mıdır? Gözlerinin körelmiş, kalplerinin kararmış ve kulaklarının sağırlaşmış olduklarının
 farkında değiller midir?
 Ey Müslümanlar!
 Sadece İstanbul’un nüfusu bile işgâlci yahudilerin nüfusunun üç katıdır. Her bir Müslüman bir kez
 tükürse, yeryüzündeki tüm yahudiler içinde boğulurlar. Her Müslüman bir taş atsa dağların altında
 kalırlar. Türkiye öyle bir jeo-stratejik özelliğe sahiptir ki olduğu yerde bağdaş kurarak otursa uçan
 kuştan habersiz kalmaz. Kendi boğazlarına kendi kontrolü altında tutsa, bir karınca ondan habersiz
 geçip gitmez.
 İslam Ümmeti’nin gözbebeği olan Türkiye, nasıl olur da Allah’ın en aşağılık mahlukâtı olan bu
 yahudilerin kendisini, bu hâin yöneticileri yüzünden böylesine tiksindirici bir biçimde aşağılamasına izin
 verir?
 Namuslarına çok düşkün olan mücâhid kahramanların torunları olan Türkiye halkı, nasıl olur da kendi
 namuslarını, lanetlenmiş kâtil Şaron’un yanına başörtülü olarak gönderir?
 Türkiye ordusu nasıl olur da yahudi varlığını kökünden yok edip atmak için kıtalararası füzelerini
 yollayacağına, onları memnun etmek üzere askerî anlaşmalar imzalar? Oysa Allah [Subhânehu ve Te’alâ] bu
 orduya şöyle emretmektedir:
 َﺭﻭُﺩُﺼ ِﻑﹾﺸَﻴَﻭ ْﻡِﻬْﻴﹶﻠَﻋ ْﻡﹸﻜْﺭُﺼﻨَﻴَﻭ ْﻡِﻫِﺯﹾﺨُﻴَﻭ ْﻡﹸﻜﻴِﺩْﻴَﺄِﺒ ُﻪﹼﻠﻟﺍ ُﻡُﻬْﺒﱢﺫَﻌُﻴ ْﻡُﻫﻭﹸﻠِﺘﺎﹶﻗ َﻥﻴِﻨِﻤْﺅﱡﻤ ٍﻡْﻭﹶﻗ Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle
 onları cezalandırsın, onları rezil etsin, sizi onlara karşı muzaffer kılsın ve mü’min toplumun gönüllerine
 şifâ versin. [Tevbe 14]
 Nasıl olur da Türkiye İsrail’den teknik ve askerî yardım talep edecek kadar âciz ve sefil olduğunu
 gösterir? Bu ülkede, -Allah için- izzetli güç sahiplerinden, cesâretli ordu mensuplarından, seçkin
 4
 önderlerden, takvâlı imamlardan, aydın âlimlerden, insaflı medya mensuplarından ve yiğit
 kahramanlardan hiç kalmadı mı?! Bu zillete, hezîmete, rezâlete ve ihânet, dur! diyecek bir kitle yok mu?
 Ey Müslümanlar!
 Küfür sistemleri ve bekçilerinin sizi ne hale getirdiğini görüyor musunuz? Dininizi, şerefinizi,
 haysiyetinizi ve itibarınızı yıllarca ayaklar altına aldıkları yetmiyormuş gibi bu defa da namusunuzu hem
 de Allah’ın emri olan başörtüsünü kullanarak ayaklar altına alıp sadece sizi değil tüm Müslümanları nasıl
 aşağıladıklarını görmüyor musunuz?
 Siz bu Başbakan ve ithâl tâifesine, sırf Müslüman oldukları ve hanımları başı örtülü olduğu için oy
 vermediniz mi? Müslümanlara faydaları dokunur diye seçmediniz mi? Görüyorsunuz ki onlar sizi
 aldattılar. Hem dininize savaş açtılar, hem namusunuzu ayaklar altına aldılar hem de yalan vaatleriyle ve
 sahte görüntüleriyle sizi aldattılar. İçinizden hâlâ onlara inanan kaldı mı? Artık onları devirmek için neyi
 bekliyorsunuz? “Bir de bunları deneyelim” diyecek yüz mü bıraktılar sizde? Mevcut sistem içinde bir de
 bunların yalan sözlerine güvenmiştiniz ama ikindiye kalmadan mumları söndü! Artık ayıpları ayyuka çıktı,
 süslü maskeler altındaki çirkin yüzleri göründü ve Batılı parfümlerle bastırılmış iğrenç kokuları
 burunların direklerini kırdı! Bakınız, Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] onların hâlini nasıl tanımlamaktadır:
 َﻋ ﻰِﺘﺄَﻴَﺴ ﺎَﻬﻴِﻓ ﹸﻕِﻁﹾﻨﻴَﻭ ،ُﻥﻴِﻤﹶﺍ ﺎَﻬﻴِﻓ ُﻥﱢﻭﹶﺨُﻴَﻭ ُﻥِﺌﺎﹶﺨﹾﻟ ﺍ ﺎَﻬﻴِﻓ ُﻥَﻤﹶﺘْﺅُﻴَﻭ ،ﹸﻕِﺩﺎﱠﺼﻟﺍ ﺎَﻬﻴِﻓ ُﺏﱢﺫﹶﻜُﻴَﻭ ُﺏِﺫﺎﹶﻜﹾﻟ ﺍ ﺎَﻬﻴِﻓ ﹸﻕﱢﺩَﺼُﻴ ،ﹲﺕﺎَﻋﺍﱠﺩﹶﺨ ﹲﺕﺍ َﻭﹶﻨَﺴ ِﺱﺎﱠﻨﻟﺍ ﻰﹶﻠ
 َلﻴِﻗ ،ﹸﺔَﻀِﺒْﻴَﻭﱡﺭﻟﺍ : َلﺎﹶﻗ ؟ﹸﺔَﻀِﺒْﻴَﻭﱡﺭﻟﺍ ﺎَﻤَﻭ : ِﺭْﻤﺃ ﻲِﻓ ﻪِﻓﺎﱠﺘﻟﺍ ُلُﺠﱠﺭﻟ ﺍ ِﺔﱠﻤﺎَﻌﹾﻟﺍ İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki, o zamanda
 yalancılar doğrulanacak, doğrular yalanlanacaktır. Hâinlere güvenilecek, güvenilir olanlar da ihânetle
 suçlanacaktır. İşte o gün ruveybida konuşacaktır. Denildi ki: “ Ruveybida kimdir?” Dedi ki: Genel işlerinde
 söz sahibi olan aşağılık adamdır!
 Ey Müslümanlar!
 Artık şu gerçeklerin kesinlikle farkında olmanız gerekir: Türkiye’de ve diğer İslâmî beldelerde kurulu
 rejimlerin çürüklüğü, bozukluğu ve rezilliği artık belli olmuştur. Savunulacak hiçbir çekici tarafları da
 kalmamıştır. Türkiye’nin ve diğer İslâmî beldelerin başına musallat olmuş yöneticilerin; kâfirler
 tarafından tayin edildiği, onların emrinde ve hizmetinde oldukları ve Müslümanlara karşı cephe aldıkları
 kesin olarak açığa çıkmıştır. Türkiye’de ve diğer İslâmî beldelerde mevcut rejim değiştirilmediği sürece,
 ister güzel vaatli ister Müslüman görünümlü isterse parlak yüzlü olsun, yöneticilerin değişmesiyle
 hiçbir şey değişmemektedir! Mevcut sistem dahilindeki partiler ve siyâsi hareketler arasında alternatif
 olabilecek veya “bir de bunu deneyelim” denilebilecek hiçbir tane kalmamıştır. Artık gidecek kapı,
 bakılacak vitrin yoktur! Hepsi de denenmiş, tükenmiş ve bayatlamıştır. Isıtıp ısıtıp sofraya
 konulmaktadırlar. Yahudilerin Filistin’de, Hinduların Keşmir’de, Rusların Kafkasya’da, Çinlilerin Doğu
 Türkistan’da ve özellikle Amerika ve İngiltere’nin liderliğini yaptığı sömürgeci Batılı kâfir devletlerin
 Afganistan ve Irak’ta sürdürdüğü saldırılar, orada gerçekleştirilen vahşi cürümler ve tüm dünyanın
 onlara karşı sessiz kalması, İslâmî Ümmetin aklını başına getirmiş, onları gafletlerinden ve uykularından
 uyandırmıştır. Artık Müslümanlar, kâfirlerin tüm güçleriyle İslam’a ve Müslümanlara karşı “Haçlı
 Savaşı” başlattıklarını ve başımızdaki hâin yöneticilerin de onların “suç ortakları” olarak büyük bir hırsla
 çalıştıklarını anlamıştır. Tüm bunlardan sonra Ortadoğu’da, Orta Asya’da ve dünya kamuoyunda
 Müslümanların yeni bir siyâsî varlık olarak Râşidî Hilâfet Devleti’ni kurmaya karar verdikleri, güçlerini bu
 yönde birleştirdikleri ve gözlerini Allah’ın zafer vereceği o kutlu şafağa çevirdikleri tam bir berraklıkla
 açığa çıkmıştır. Şüphesiz Allah, vaadini yerine getirecek, Rasulü’nün müjdesini gerçekleştirecektir.
 Çünkü bu, Allah’a hiç de zor değildir.
 Öyleyse Allah için siz de, işte böylesi bir kurtuluş için Hizb-ut Tahrir ile birlikte çalışın, Ey
 Müslümanlar!
 َﻥﻭﹸﻠِﻤﺎَﻌﹾﻟﺍ ْلَﻤْﻌَﻴﹾﻠﹶﻓ ﺍﹶﺫَﻫ ِلﹾﺜِﻤِﻟ Çalışanlar işte böylesi (bir kurtuluş) için çalışsınlar! [Saffat 61]
 ﺭﻴﺭﺤﺘﻟﺍ ﺏﺯﺤ
 Hizb-ut Tahrir H. 25 Rabî-ul Evvel1426
 Türkiye Vilâyeti M. 04 Mayıs 2005
 www.hizb-ut-tahrir.org | www.hizb-ut-tahrir.info | www.al-ummah.org
 |