Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Wissenschaften & Weltansichten


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #1  
Alt 30.12.2012, 23:01
SUNGUROGLU
 
Beiträge: n/a
Standard Kararlılığın Başarısı

Şans” dediğimiz tarifsizle,“talih dediğimiz” olgu şöyle kapımızın önünden geçerken bize uğramaz..

Çok istersek, yakalamaya çalışırsak semtimize uğrar...

Bunun da yolu, öncelikle bir hedef tespit etmekten, hedefe kilitlenmekten ve koşmaktan geçer.
Yani “şans” dediğimiz şey aslında “şans ” değil, çabalarımızla sunduğumuz fiili dualarımızın Allah tarafından dikkate alınıp ödüllendirilmesidir.


Tırmanma işte o an itibariyle başlar ve bizim talebimizle Allah’ın muradının örtüştüğü yere kadar gider.
Tüm coğrafi keşiflerle, bilimsel ve teknolojik buluşlar bence bu bakış açısı çerçevesinde ele alınmalıdır.

“Ya nasip” sözü boşa söylenmedi. Tabiî nasibini arayan bulur.


Biliyor musunuz, nice “isimsiz insan” sırf kendilerine güvendikleri, yere sağlam bastıkları ve hedeflerine kilitlendikleri için, nice zor işin üstesinden geldiler ve dünya çapında isim oldular.
Nepal asıllı İngiliz vatandaşı Mallory, başlangıçta çekingen, güvensiz, ürkek, utangaç, kendi halinde ufak-tefek bir dağcıydı...
Everest Tepesi’nin üzerinde uçarken tepeye baktı baktı da şöyle mırıldandı:


“Bir gün bizim dağcılardan biri buraya çıkabilecek mi acaba?”
İkinci geçişinde:
“Acaba Everest Tepesi’ne ilk defa hangi dağcı çıkacak?” diye iç geçirdi...
Üçüncü geçişinde kararını vermişti:
“Everest’e tırmanan ilk dağcı ben olmalıyım.”
Hazırlandı, hazırlandı ve hazırlandı...
Yıllarca çalıştı.
Defalarca başarısız tırmanışlar yaptı.
Kimi zaman bacakları kırıldı, kimi zaman kaburgaları, kimi zaman kafası...
Ama yılmadı, yıkılmadı, vazgeçmedi. (Vazgeçenlerle başarısızlıktan korkanlar başarıyı hiçbir zaman yakalayamazlar)
“Ben dağcıyım ve ne pahasına olursa olsun o tepeye tırmanacağım” dedi.


Her denemeden sonra ciddi hasarlar alan vücudunu tedavi eden İngiliz doktor, bir gün Mallory’ye:
“Kendini öldürmek mi istiyorsun?” diye çıkıştı, “Everest Tepes i’ne tırmanma inadın yüzünden ölüp gideceksin.”
“O tepeyi fethedeceğim” dedi Mallory, “başka yolu yok.”
Doktor merakla sordu:
“Neden bu kadar önemsiyorsun, ne var o tepede?”
“Aradığım şey” diye cevap verdi Mallory, “aradığım şey orada!”
Ve ufak-tefek Nepalli dağcı Mallory, dünyanın en yüksek tepesini fethetti...
adını dağcılık tarihine altınla yazdırdı. Öldü, ama ölürken ölümsüzleşti.


Siz de hayatı fethedin.
Ama önce bir karar verin:
Aradığınız şey ne ve nerede?


Unutmayın ki, hayatı fethetmenin şartı hedef sahibi olmak ve asla hedefe tırmanmaktan vazgeçmemektir.


Şimdi son cümleyi söylemenin tam sırası: Hayat sürekli bir tırmanıştır...
Kimsenin emeğine ve yüreğine basmadan tırmanmak, tırmanışın “insanca”sıdır.
“İnsanca” tırmanışınızda yolunuz açık olsun.


İnsan çok kutsal bir varlık: Hem çok kutsal, hem de çok özel. Müstesna yetenekler verilmiş...
Bu sebeple insana küçük hedefler yakışmaz...
Küçük işler de yakışmaz...


İnsan küçük işleri ve hedefleri bir tarafa bırakarak, “büyük hedef”ine koşmalı.
Dünya ile sınırlı olmayan, dünyayı da Sitemizin ayrıcalıklarından yararlanabilmek ve linkleri görebilmek için üye olmalısınız Kayıt OL or Giriş yapatıp dünya ötesine taşan hedef “büyük hedef”tir.
Yoksa insanın doğuştan var olan kabiliyetlerine dünya az gelir.

Yavuz BAHADIROĞLU
  #2  
Alt 31.12.2012, 17:53
SUNGUROGLU
 
Beiträge: n/a
Standard Elif ve Ömer Baba

Eskiden takildigim bir forumda bir konu acilmis, Müslümanligi yanlis görenler, Camilerde, hocalarin cocuklari döverek egittigini söylemis hatta videolar göstermislerdi...
Müslümanlik genel olarak böyle diye yaymalari cirkin! ama camide cocuk dövmekte kabul etmek lazim ki. ayni sekilde cirkindir...ikiside cirkin yaklasimlardi...güzel'i göstermek ise bizim isimiz...
Peygamber efendimiz camide yada namazda cocuklar'a nasil davraniyordu?
Onun kadar güzel olmasada bu video'dan neyin ne oldugunu, zamaninda nasildi, daha dogrusu o kisilerin anlattigi gibi gercekte böyle mi degil mi?

2 dakikanizi alacak ama izleyen herkes bu güzel tabloyu takdir edecektir. ve nasil oldugunu ögrenmis ve uygulamak istediginde, dogrusunu uygulamis olacak....

Özelliklede erkekler'in izlemesi lazim, cocuk egitimiyle en cok sizin ilgilenmeniz lazim arkadaslar...

http://www.facebook.com/video/video....68822869880295

Geändert von SUNGUROGLU (31.12.2012 um 17:55 Uhr).
  #3  
Alt 05.01.2013, 00:16
SUNGUROGLU
 
Beiträge: n/a
Standard Sadakat

Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış.

Etraftakiler hastaneye götürmüşler. Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler. Yaşlı adam huzursuzlaşmış; "acelesi olduğunu, röntgen istemediğini" söylemiş.

Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
-"Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı. etmeye giderim, gecikmek istemiyorum" demiş.

Hemşire; "Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz" diyince;

Yaşlı adam üzgün bir ifade ile: "Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor" demiş.

Hemşireler hayretle: "Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?" diye sormuşlar.

Adam cevaplamış:"Ama ben onun kim olduğunu biliyorum."
  #4  
Alt 05.01.2013, 00:30
SUNGUROGLU
 
Beiträge: n/a
Standard Gramerci

Hazreti Mevlânâ’nın Mesnevî ‘sinde geçen Hikâye meşhurdur:

Bir nahivci, yâni gramerci, bir gün bir gemiye biner. Denizde yol alırken kaptana şunu sorar:

“Kaptan, gramer bilir misin?”

Kaptan: “Hayır, bilmem.” der.

Gramerci, bütün hazmedilmemiş bilgilerin sâliklerinde görülen bir gururla kasılarak meş’um hükmü bastırır:

“Öyleyse yarı ömrün ziyân oldu!...”

Derken, denizde fırtına kopar. Sular bir anda karışır, gemi, dalgalar üzerinde fındık kabuğu gibi çatırdamaya başlar.

Bu sefer de gemici gramerciye sorar: “Efendi, yüzmek bilir misin?”

Adam dehşet içinde “Hayır, bilmem!” deyince, gemici, mukadder hükmü söylemek zorunda kalır. “Vah vah, şimdi ömrünün hepsi boşa gidecek! Keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzmek bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız.”
  #5  
Alt 05.01.2013, 00:39
SUNGUROGLU
 
Beiträge: n/a
Standard Haram Yiyen Haramî Olur

TARİHÇİ ÂŞIK PAŞAZADE anlatıyor:



Sultan II. Murad'a, artan savaş masraflarını kar*şılamak üzere, acil para lâzım olmuş.



Çandarlı Halil Paşa'yı huzuruna çağırtmış. Varlıklı büyük bir aile*den gelen

Çandarlı'nm elinde büyükçe bir meblâğ oldu*ğunu biliyormuş. Borç istemiş:


"Sefer masarifati içün akçe gerektür, vadesi geldükte iade etmek şartıyla bir miktar akçe viresun." (Savaşa para lâzım, belirli bir vade ile senden ödünç para istiyorum.)



Çandarlı Halil Paşa:





"Tedarük içün biraz mühlet lâzım, kangi miktar virebı-leceksem bugün, yarun arz iderum."



(Parayı toparlamak için biraz zaman lâzım, toparlar toparlamaz gelir, verebi*leceğim kadarını veririm.)



Fazlullah Paşa, padişahın borç istediği haberini nasılsa duymuş. Duyar duymaz da huzura koşmuş:



"Kul kısmından borç alınmaz!" diye âdeta çıkışmış pa*dişaha, "Şevketlü Hünkârım, padişahlar borç almazlar."



"Lâzım oldukta başkaca çare kalur mi ki, vezirum?"



"Padişahlara hazine gerektür Hünkârım! Müsaade buyrulursa size hazine toplayalum."



Sultan II. Murad sakin sakin sormuş:



"Nasıl toplayacaksun ey benum vezirum?"



Fazlullah Paşa cevap vermiş:



"Ahali (halk) sayenüzde zengincedur, malları-mülkleri çokçadur. Bir yolunu bulup ellerunden almak münasip*tur*. Böylece hazine tedariki yapmış oluruz. Leşker gaza*dan geru kalmaz." (Halk zenginleşti, bir şekilde servetle*rini ellerinden alıp devlete geçirelim.)





Sultan II. Murad öfkeyle yerinden fırlamış:





"Bre Fazlullah!" diye gürlemiş,

"Bu nasıl söz söylemektur? Bilmez misun kim bizum mülkümüzde üç helâl lok*ma var:



Bunlardan birincisi madenlerumuzdur, ikincisi vergilerdur, üçüncüsü harp ganimetleridur. Bizum leşke-rumuz gaziler leşkeridur kim kursaklaruna haram lokma girmez. Şol padişah kim leşkerine haram lokma yedurur, ol leşker harami olur. Haraminin sebati yoktur. Bir küçük zorluk gördükte firara kadem basar. Biz leşkerumuze ha*ram lokma yedurmezuz. Söyledüklerun duymaz olam."





(Öyle şey olmaz! Devletin helâl geliri madenler, vergi*ler, bir de fethedilen bölgelerden elde edilen zenginlik*lerdir. Bunların dışındaki gelir helâl olmaz. Bizim ordu*muz gaziler ordusudur, ordumuza asla haram lokma ye*dirmeyiz. Çünkü haram yiyen ordu haramı, yani eşkıya olur.

Eşkiya yüreksizdir. Zorluk görür görmez kaçar. Söz*lerini duymamış olayım.)





İşte böyle... Osmanlı padişahı ile vatandaşı, aynı du*yarlılık içinde hayatın "helâl" ile çerçevelenmesine dikkat ederlerdi. "Haram yiyen haramî olur" anlayışıyla "Haram"a yaklaşmazlardı. Belki bu yüzden hayatlarında kriz olmaz, darlık olmaz, geçim sıkıntısı olmazdı.





Bugün ise ne yöneten, ne yönetilen, "helâl" ve "haram" konusunda hassas değiliz. Kriz ve darlık içinde yaşıyoruz. Biz, çoktandır, "Haram yiyen haramı olur" anlayışın*dan kopup, vaktiyle rahmetli Ali paşa Dayı'dan duyduğum tekerlemeye geldik:



"Helâl haram ver Allah, rezil kulun yer Allah!" Reziller tüyü bitmemiş yetim hakkı yiyor, ellerine fır*sat geçerse milletin kanını emiyorlar. Ortalığı "kırk haramiler" götürüyor!
Yazar:
Yavuz Bahadıroğlu
  #6  
Alt 05.01.2013, 00:56
SUNGUROGLU
 
Beiträge: n/a
Standard Gerçek dostun özellikleri güzellikleri...

GERÇEK DOSTUN ÖZELLİKLERİ GÜZELLİKLERİ….

Atalarımız, "Dost, kara günde belli olur" demişler.
Bir düşünür de bu gerçeği şöyle ifade eder :
"Felaketin faydası, dostlarınızı tanıtmasıdır."
Bir iyiliği yapanın dost; yaptığının da saf iyilik, olup olmadığını anlamak için, iki özelliğe dikkat ediniz...
1–İyilik yapan gururlanıyor mu?

2–Kendisine iyilik yapılan, ezilip minnet altında kalıyor mu ?
İyiliği yapanda gurur ve kibir varsa, yapılan eziliyor ve mahcup duruma düşürülüyorsa, o iyilik, gerçekten iyilik değildir. İyiliği yapan da dostça yapmamış demektir . Çünkü, "İYİLİK, YAPANI MAĞRUR, YAPILANI MAHCUP ETMEYEN DAVRANIŞTIR."

* * *
“Gerçek dost, sadece elimizi tutmaz, kalbimize dokunur.”
Dostun yanında rahatlar, huzur buluruz.
Derdinizi azaltmak ve taşınır kılmak için, dostun varlığı yeter. Yanımızda olması kafidir. Hatta sesini telefondan duymamız bile, ilaç gibi gelir.

* * *
Bir de, yanınızda olduğu halde, size çok uzak bulunanlar vardır. Bir kuru ve duygusuz gövdeden başka şey hissettirmez size onların varlığı...

* * *
Eğer yanı başınızda oturduğu halde, ona hiçbir zaman ulaşamayacağınızı hissediyorsanız, artık yabancılaşmışsınız demektir.

VEHBİ VAKKASOĞLU
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu