Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Aktuelles


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #1  
Alt 13.08.2013, 20:32
Cakabeyy
 
Beiträge: n/a
Standard Düşmanlık mı, danışıklı dövüş mü?

Sami Ofer’in, İran’la yaptığı ticaretin ortaya çıkmasından sonra evinde ölü bulunması, gözleri, birbirine amansız düşman görünen İran ve İsrail arasındaki ilişkilerin perde arkasına çevirdi.

Ortadoğu’nun iki Arap olmayan ülkesi İran ve İsrail özellikle 1990’lı yıllardan itibaren birbirini varlıkları için tehdit olarak takdim ediyor. Hemen her gün İran’ın nükleer tesislerine saldırı düzenlenmesi gerektiğini söyleyen İsrailli bir siyasiye ya da eski bir istihbaratçıya rastlamak mümkün. Aynı şekilde İran’dan da ‘saldırı karşılıksız kalmayacak’ türü restleri okuyoruz. Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad’ın ‘İsrail haritadan silinmeli’ sözü ise aradaki bu söz düellosunun serlevhası. Peki, tüm bu restleşmelerin perde arkasında ne var? İki ülkenin birbirine düşman olmasını gerektiren bir işgal ya da tarihî bir olay mı söz konusu? Yoksa bu söz düelloları başka icraatları perdelemek için kullanılan bir strateji mi?

Haritaya bakıldığında aslında bu sorunun cevabı hemen göze çarpıyor. İsrail, topraklarının bir kısmını işgal altında tuttuğu ya da savaştığı ülkelerin tam ortasında yer alıyor. Ve bu düşman ülkelerin dini, dili, kültürü, tarihi ortak. Kısacası İsrail bir düşman denizinin tam ortasında yer alıyor. Aynı şekilde Şii İran da Sünni İslam dünyası tarafından kuşatılmış durumda. Doğusunda Afganistan ve Pakistan gibi dünyanın sert Sünni rejimleri, batısında ise Türkiye, Irak ve Sünni Arap krallıkları bulunuyor. Her ne kadar Irak artık bir tehdit olmaktan çıkmış olsa bile bu ülkede İran’la hesaplaşmak isteyen büyük bir Sünni azınlık ve İran’da da uzantısı bulunan bağımsızlık hayalleri peşindeki Kürtler yer alıyor.

İsrail ABD’ye yaslanarak, nükleer silahlar ve füze savunma sistemleri destekli hava-deniz-kara gücü oluşturuyor ve bunun gerekçesi olarak en başta İran’ın muhtemel saldırılarına karşı koyma amacını gösteriyor. Benzer argümanı İran da kullanıyor ve muazzam bir askerî saldırı-savunma sistemi kurmaya çalışıyor. İran da bu gücü oluştururken, hiçbir zaman etrafındaki Sünni ülkelerden gelebilecek tehditleri anmıyor. Gerçekte her iki ülke bu askerî hazırlıkları birbirine karşı mı yapıyor, yoksa bu etraflarındaki Sünni ya da Arap tehdidine karşı bir hazırlık mı?

Tarihte her zaman başvurulan ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ stratejisini bu noktada hatırlamakta fayda var. Bu açıdan bölgenin coğrafi ve demografik yapısına bakıldığı zaman, bölgenin iki yalnız ülkesi İran ve İsrail’in birbirine düşman olmaktan çok destek olmak zorunda olduğu görülür.

Bağımsız İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olan İran, Şah Rıza Pehlevi yönetimi sırasında İsrail ile çok yakın ilişkiler kurdu. Kurucu Başbakan David Ben-Gurion’un çevre ülkelerle ittifak doktrini çerçevesinde İsrail, Arap dünyasını kuşatan Arap olmayan büyük ülkeler Türkiye, İran ve Etiyopya ile yakın ilişkiler geliştirmeye çalıştı. İran, Arap-İsrail savaşları sırasında İsrail’in petrol ihtiyacını karşılamakla kalmadı; pek çok İsrailli firmaya da ev sahipliği yaptı. Hatta iki ülke arasında gizli askerî projeler geliştirildi.

1979 yılında Ayetullah Humeyni’nin liderliğinde yapılan devrim, her ne kadar iki ülke arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi ve hatta kopmasıyla sonuçlanmış gibi görünse de perde arkasında özellikle askerî ilişkiler artarak devam etti. Bu dönemde İsrail’de hiçbir zaman İran tehdidinden bahsedilmezken, tam tersine İsrail, İran-Irak Savaşı sırasında kendisini ‘küçük şeytan’ ve ‘İslam düşmanı’ olarak adlandıran Humeyni rejimine askerî destekte bulundu. Bazı kaynaklara göre o dönemde İsrail yıllık 500 milyon dolarlık silah satarken, İran-Kontra olayı olarak bilinen ABD’nin İran’a silah satışının da İsrail üzerinden gerçekleştirildiği ortaya çıktı.

İsrail-İran ilişkilerinde belki de şablonu bozan tek örnek Lübnan merkezli Şii Hizbullah örgütü. 2006 yılında İsrail ile savaşa tutuşarak belki de ilk kez İsrail’in de yenilebileceğini ya da büyük bir darbe alabileceğini gösteren Hizbullah, İran’ın en ileri karakolu konumunda değerlendiriliyor. Fakat İsrail-Hizbullah ilişkileri de her zaman kafalarda soru işaretleri bırakıyor. 2006 yılındaki savaşın sonuçlarına bakıldığında İsrail Hizbullah’ı yok etmek yerine Lübnan’a çok büyük maddi kayıplar verdirdi. Ve sonuçta Hizbullah tarihindeki en zirve noktasına yükselerek Lübnan’daki en büyük aktör konumuna geldi. Bu savaştan sonra Lübnan’da Hizbullah’sız karar almak neredeyse imkânsız hâle geldi.

Aynı şekilde İran’ın Hamas’la olan ilişkileri de Arap dünyasında çok tartışılıyor. Hamas’ı perde arkasından kışkırtarak bir yandan İslam dünyasına İslam davasına sahip çıktığının mesajını veren İran, diğer yandan da sorunun çözümsüzlüğüne büyük bir katkı yapıyor. Bu çözümsüzlük de en fazla İsrail’in çıkarına.

İran’ın Filistin konusunda izlediği samimi olmayan politika belki de en veciz ifadelerle İran asıllı yazar Amir Tâhiri tarafından dile getiriliyor. İran’ın Kudüs’ü kurtarmak için sözde Kudüs birlikleri oluşturduğunu belirten Tâhiri, Tahran’da hiçbir Sünni camiye dahi izin vermeyen İran’ın Kudüs’le simgeleşen Mescid-i Aksa gibi bir Sünni camiini kurtarmaya çalışmasını anlayamadığını belirtiyor. Tâhiri’ye göre aslında Mescid-i Aksa’nın İran için dinî ya da milli herhangi bir değeri de bulunmuyor.

Yine geçtiğimiz yıl 31 Mayıs’ta Mavi Marmara gemisi liderliğindeki uluslararası Gazze yardım filosuna İsrail’in düzenlediği saldırıdan sonra Türkiye’nin bir anda Filistin davasının en önemli aktörü durumuna gelmesi, İran’da alarm zillerinin çalmasına sebep olmuş ve sözde savaş gemileri eşliğinde Gazze’ye yardım gemileri yollama kararı alınmıştı. Zaman geçtikçe haber alınamayan gemiler konusunda İran önce savaş gemileri göndermekten vazgeçtiğini, sadece sivil yardım gemilerinin yola çıktığını belirtmiş, ancak daha sonra bu gemilerden bir türlü haber alınamamış ve olayın sıcaklığının geçmesinden sonra da İran yardım gemileri göndermediğini itiraf etmişti.

Son olarak ortaya çıkan Ofer olayı ise aslında İran-İsrail perde arkası flörtünün en güzel örneği. İran’a gemiler satan, bu ülkenin petrolünü başka ülkelere pazarlayan İsrail’in en zengin iş adamı Sami Ofer, olayın ortaya çıkmasından hemen sonra Tel Aviv’deki evinde ölü bulundu. Ofer ailesi, İran’la kurulan ticari ilişkilerin İsrail gizli servislerinin bilgisi dâhilinde yapıldığını açıkladı, ancak kısa bir süre sonra bu inkâr edildi. Hatta konuyla ilgili olarak İsrail Parlamentosu’nda yapılan oturum da gizli bir el tarafından iptal edildi.

Bu noktada, gizli ilişkilerin ortaya çıkmasının yanı sıra dünyaya İran’a yaptırım çağrılarında bulunan İsrail’in kendisinin bu kurala uymaması dikkat çekici bulunuyor. Benzer bir durum 1990’lı yıllarda İran’a hardal gazı malzemesi satan İsrailli eski asker Nahum Manbar olayı ile ortaya çıkmış ve Manbar 16 yıl hapse mahkûm edilmişti. Daha sonra Manbar’ın İsrail gizli servisi ile ilişkileri ortaya çıkmıştı. Sonuçta İsrail işgalini sürdürebilmek ve silah üstünlüğünü koruyabilmek için bölgede bir düşmana ihtiyaç duyuyor. Aynı şekilde İran da nüfuz alanını genişletmek için İsrail’den daha iyi bir düşman bulamaz.

Aksiyon

CUMALİ ÖNAL
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu