| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
|
||||
Cennet´de icki var deyen asalaklara ! ;)
Cennette içki olacak mı?
Bu iddianın temel sebebi içki ve içecek kelimelerinin Arapça karşılığı ile Türkçe karşılığının karıştırılmasıdır. Bu karışıklılıkla orijinal metinde olmayan ifadeler sanki Kuran’da varmış gibi zannedilmektedir. İlk başta bu konuyla ilgili olan ayetlere bakalım. Takva sahiplerine va’dedilen cennetin misali (şudur): İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenler için lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve Rablerinden bir mağfiret vardır. Hiç (böyle mükafatlanan bir kişi), ateşin içinde ebedi olarak kalan ve bağırsaklarını ‘parça parça koparan’ kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu? (47 Muhammed Suresi, 15) Bu ayette çevrilen “şaraptan ırmaklar” kelimesinden yola çıkarak şarabın bir içecek olarak cennette olduğu ve dolayısıyla övüldüğü iddia edilmektedir. Fakat bu ayette geçen kelimenin karşılığı ve bunun anlamına bakıldığında hatanın nerede yapıldığı anlaşılacaktır. Ayetin orijinalinde de “şarap” kelimesi geçer ve Türkçe’ye direkt olarak “şarap” diye tercüme edilir. Fakat Arapça’daki “şarap” kelimesinin karşılığı ile Türkçe’deki “şarap” kelimesinin karşılığı aynı değildir. “Şarap” kelimesi Arapça “içmek” anlamına “şerebe” fiilinden türer. Şarap içilecek olan her şeydir. Fakat bu kelime Arapça’dan Türkçe’ye geçerken anlam kaymasına uğramış ve “içki” anlamında “şarap” olarak anlamlandırılmıştır. Kuran’da ise “şarap” ve “alkollü diğer içecekler” için “Hımır” kelimesi kullanılmaktadır. Kur’an’da da “alkollü içecek” (Türkçe’deki şarap) anlamında bu kelime kullanılmaktadır. Ey iman edenler, içki (Hımır), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi? (Maide Suresi, 90-91) Ayrıca Allah Kur’an’da cennet içeceğinin sarhoşluk vermediğini başka bir ayette ayrıca şöyle ifade etmektedir. Kaynağından (doldurulmuş) testiler, ibrikler ve kadehler ki bundan ne başlarını bir ağrı tutar, ne de kendilerinden geçip akılları çelinir. (Vakıa Suresi,18-19) Dolayısıyla iki dil arasındaki bu anlam karmaşasından faydalanılarak bu eleştiriler yapılmaktadır. Oysa ayette geçen kelimelerin gerçek anlamları bulunup, kelimeler buna göre düşünülürse sonuçta ortada bir çelişki olmadığı görülür. " |
|
||||
Bak sen!!!
Sen hakikaten şartlanmış bir din Fanatiğisin Alpi, dindarsın demiyorum.
Hastalık düzeyinde Fanatik ve İslam üzerine yeterli bir bilgiyede sahip değilsin. Tüm dinkolikler ile tartışma her yerde olduğu gibi dönüp dolaşıp aynı yere gelecektir. Gerçi aktardığım yazıları bile okuduğundan şüpheliyim senin. Okumuyorsun, araştırmıyorsun. Mezhepleri geç diyorsun. Tehtit ediyorsun. Biraz daha yüklensem kim bilir daha neler yazacaksın. Emin ol artık sana hiç kızmıyorum, sen işin puştluğunu öğrenmişsin Alpi. Ama ben bu yazıları senin gibi Özsu hanım gibi birilerini o hastalık halinden çıkarmak için aktarmıyorum. Belki sizlerin durumuna düşebilecek olanların önüne geçebilmek için bırakmaktayım. Detayları ile yazılar İslam ülkelerinde ki kadınların o korkunç ve insanlık dışı hallerini tek, tek inceler ve bunlar üzerine tek bir kelime yazamazsınız. Neden acaba???? Kuran Tevrat kökenlidir, bir çok bölümü Tevrattan çalınmadır. Boşuna değildir o kadar çok kelimenin İbranice olması. RAB, kelimesi, yani İslam dilinde Allahın bir adı olan kelime bile Yahudilerden çalıntıdır. Evet 14 bin tane hadis vardır toplanabilen. Yüzlerce İslam düşünürlerinden güzel kardeşim bunların hepsi palavra ise neden İslam bu kadar palavracı üretmektedir??? |
|
||||
TEVRAT ve KURAN!!!
201.sayfadan- 250. sayfaya "Tanrı, haftanın hangi gününde neler yaratmış"? Ebu Hureyre anlaüyor:"Peygamber elimden tuttu ve şöyle dedi: Tanrı, TOPRAĞI (yeryüzünü, CUMARTESİ yaratü. Toprağın üzerinde DAĞLARI da PAZAR günü yaptı. AĞAÇLARI da PAZARTESİ varetti. MEKRUHU (kötü? olanı) da SALI GÜNÜ yaratmışür. NURU (ışığı) da ÇARŞAMBA günü... HAYVANLARI da, PERŞEMBE günü yaraüp yaydı. ADEM"İ yaratması da CUMA GÜNÜ İKİNDİDEN SONRA, ikindiyle gece arasında, cuma günü saatlerinden en son saatte oldu. Sonuncu yaraük olarak." (Bkz. Müslim, e"s-Sahih, Kitabu Sıfaü"I-Munâfıkîn/27, hadis no: 2789; Ahmed Ibn Hanbel, Müsned, 2/227.) Aclûnî, bu hadisi "Müslim"in, Neseî"nin ve Ahmed Ibn Hanbel"in, Ebu Hureyre"den aktarıp yer verdiğini" belirttikten sonra, aynı konudaki açıklamayı içeren hadisin Ibn Abbas"tan da aktarıldığını yazıyor. (Bkz. Aclûnî, Keşfu"1-Hafâ, 1/454-455, ha. 1241.) Muhammed"in bu açıklaması, Kur"an"da "göklerin ve yerin alü günde yaratıldığı" bildirilirken görülen "günler"le, bildiğimiz "haftanın günleri"nin amaçlandığına kuşku bırakmıyor. En yetkili sayılan "müfessir"lerin görüşü de bu yöndedir. 2000"e Doğru 21 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 4 201 KUR"AN"DAKİ "AKIL VE BİLİM DIŞILIK"LAR (V) Fussilet Suresinin 9. ayetinin anlamı: - "De ki: Siz YER"i İKl GÜN"de Yaratan"ı yoksayıp da O"na eşler koşuyorsunuz? O, dünyaların Efendi Tann"sıdır (Rabbu"l-âlemîn)." "Koskoca YER"i "iki gün içinde yaratma"ya kimin gücü yeter? "İki gün" gibi kısa bir süre içinde bu denli büyük işi kim başarabilir? Dünyanın bütün insanları gelse bunu gerçekleştiremez. Öyleyken nasıl oluyor da "O"na başkaları tanrılıkta ortak yapılıyor"? Ayet"de demek istenen bu. (Bkz. RRâzî, 27/101; Taberi, Câmiu"l-Beyân, 24/61-62. Ve öteki tefsirler.) Bu "iki günde" gerçekleştirilen "iş"in içinde, "dağlar"ın ve "yiye-cekler"iyle birlikte "yeryüzü canlılan"nın yaratılması yok. "İki gün"de yalnızca "yeryüzü", yani "dümdüz" olarak "yaratılmış". Muhammed"in daha önce sunulan "hadis"teki açıklamasına göre, bu iş için yalnızca "1 gün"ün harcanmış olması gerekiyor. Cumartesi. Ama yukandaki ayette, bu iş için "iki gün"ün harcandığının anlatıldığını görüyoruz. Kur"an yorumlarına göre bu "iki gün", PAZAR günüyle PAZARTE-Sî"dir. (Bkz. Taberî, Câmiu"l-Beyân, 24/61; Tefsiru"n-Nesefî, 4/88; Ce-lâleyn, 2/153. ve öteki tefsirler.) "İki günde de dağlar ve öteki şeyler yaratılmış": Aynı surenin 10. ayetinin anlamı: - "O ki yeryüzüne, üstünden ÇİVİLER (DAĞLAR) yerleştirdi. Orada çoğalma (bereket) gerçekleştirdi. Ve yiyeceklerini bir ölçüye düzenine koydu. Dört gün içinde tamam hepsi. Soranlara..." Demek ki "iki gün"de "yeryüzünde yaratılan öbür şeyler"e harcanmış. Öyle anlatılıyor. Tümüne harcanan "gün sayısı": Tam "dört". Muhammed"in daha önce sunulan açıklamasına göre, "dağlar"ı 202 yaratmaya ayrı bir gün (pazar), "ağaçlar"ı yaratmaya ayrı bir gün (pazartesi), "hayvanlar"ı yaratmaya ayrı bir gün (perşembe) harcanmış. Yukandaki ayete göreyse, bunlann tümüne harcanan "gün sayısı"; "iki". Bu "iki gün"de, Kur"an yorumcularına göre; salı ile çarşamba. (Bkz. Celâleyn, 2/153; Tefsiru"n-Nesefî, 4/89...) 9. ve 10. ayette bildirilen o ki, "YER", dağlan, ağaçlan, bitkileri ve hayvanlanyla birlikte toplam: "DÖRT GÜN"de yaratmıştır. Başka ayetlerde, "göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı" bildirildiğine göre, geriye "iki gün" kalıyor. Yani "yedi kat göğün yaratılması"na da "iki gün" yetmiş. Bu da aynı surenin 12. ayetinde açıkça bildiriliyor. "Tanrı, gökleri yaratmaya, yeri yarattıktan sonra girişmiş": Aynı surenin 11. ayetinde bildirilen: - "(Tanrı) Sonra (YER"i içindekilerle birlikte yarattıktan sonra),bir duman durumunda olan göğe yöneldi (yaratmak için). Göğe veyere: "Haydi ikiniz de gelin. İsteyerek ya da istemeyerek." dedi. İkisibirden: İsteyerek geldik." dediler." "İki gün içinde de yedi kat göğü yaratma işi tamam": 12. ayette bildirilen: - "Bunun üzerine (Tann), tüm gökleri, yedi (kat) olarak ikigünde yarattı. Ve her göğe, işini (görevini) bildirdi. (...)" Kur"an yorumlarında açıklandığına göre,."«ıfER"in, içindekilerle birlikle yaratıldığı "günler": Pazar, pazartesi, salı ve çarşamba. "Yedi kat göğün" yaratıldığı iki-gün de şunlar: Perşembe ve cuma. (Bkz. Celâleyn, 2/152-153; Tefsiru"n-Nesefî, 4/88-89.) Tüm evren içinde "YER"in, yani "DÜNYA"nm önemi nedir ki? Öyleyken "Yer"in yaratılmasına "dört", kalan tüm evrenin yaratılmasına da yalnızca "iki" günün harcandığı anlatılıyor. Buna şaşılabilir. Ama unutulmamalıdır ki, dünyadan çıplak gözle bakan kimse, "bilinV"den, özellikle de "gökbilimi"nden habersizse, "DÜNYA"mızı, evrenin öteki kesimlerinden "daha büyük" görebilir. 203 Burada asıl şaşılası şey şu olmalı: - Ayetlerde, "AY"ıyla, "GÜNEŞ"iyle, "YILDIZ"lanyla "GÖK" (ayetlerdeki anlaümıyla "yedi kat gök") daha ortada yokken, "YER"in, dağlarıyla, ağaçlarıyla, bitkileriyle, hayvanlarıyla "yaraüldığrnın bildiriliyor oluşu. Bunu yalnızca "iman" ve "imana bağımlı akıl" kabul edebilir. Özgür insan aklı ve bilimse, hiçbir zaman."Yer"in "gökler"den sonra yaratıldığını anlatır gibi anlatımlar içeren ayetler de var. (Bkz. Nâziât: 27-30.) Ama Fussilet Suresinin yukarıda sunulan ayetlerindeki ayrıntı ve açıklık hiçbir yerde yok. "Yer"in "gökler"den ÖNCE yaratıldığı, çok açık biçimde anlatılıyor bu ayetlerde. Kaldı ki Muhammed"in, daha önce sunulan ve Müslim"in "e"s-Sahih"inde de yer alan hadiste, kendi açıklaması da bu doğrultuda son derece açık. Kur"an"da, "TanrTmn "YER"i ve "GÖKLER"i yarattığı bildirilen "ALTI YARATMA GÜNÜ"nün "İLK GÜN"ünde "TOPRAK" diye anlatılan "YERYÜZÜ"nün, onu izleyen günlerde de "DAĞLAR"ın, "AĞAÇLAR"ın yaratıldığını açıklıyor. Aynı hadisteki açıklamaya göre: 204 KUR"ANT)AKi"AKIL VE BİLÎM DIŞILIK"LAR (VI) Kur"an"da pekçok şey Tevrat kaynaklı ("Isrâiliyyât"). Eski Kur"an yorumcuları ("tefsirciler"), bunu bildikleri için, çoğu kez değişik biçimde Kur"an"a geçmiş olan öykülerdeki boşlukları, Tevrat"a başvurarak doldurmaya çalışmışlardır. Tevrat"ın kaynağı da "söylenceler" (efsaneler). En temel kaynaktır bu. Örneğin bir "Nuh (Sümer"deki adıyla: Utnapiştim.) Tufanı"nın kaynağının "Gılgamış Destanı" olduğu artık biliniyor. O destan ki, Tevrat"tan çok önceki dönemlerin ürünü. "Yaratılış Söylencesi" de bu türden. Yani Tevrat"a söylencelerden yansıma. Dolayısıyla da Kur"an"a... "Yeryüzü, dağlar, ağaçlar, daha ışık yokken yaratılmış" "Nur" sözcüğüyle anlatılan buradaki ışığın ne olduğu açıklanmıyor. "Güneş"in, "Ay"ın, "yıldız"lann "ışık"lan olduğu söylenebilir. "IŞIK, DÖRDÜNCÜ GÜNDE" yaratılmış. Tevrat"a bakıyoruz; burada da öyle. Yani burada da "ışığın dördüncü günde yapıldığı" anlatılıyor. (Bkz. Tevrat, Tekvin, 1:16-19.) Tevrat"ta da böyle anlatılması doğal. Çünkü asıl KAYNAK: Tevrat. 2000"e Doğru 4Şubatl990,Yıl 4,Sayı 6 204 "Yaratılış Söylencesi" Kur"an"ın "Tann"dan olduğu" savı ortaya atıldığında, buna inanmayanlar, "Hayır, bunlar eskilerin masallarıdır..." demişlerdi. (Kur"an"da bu, pek çok yerde aktarılır, örneğin bkz. En"am: 25; Enfal: 31; Nahl: 24...) Böyle diyenler, ne dediklerini biliyorlardı. "Yaratılış" öyküsü, pek çok toplumun söylencesinde var. Eski Türklerde de türlü "yaratılış efsaneleri"nin bulunduğu bugün biliniyor. Kimi, "kitaplı" diye ünlü olan "din"lerdekine çok benzer. Örneğin: "Tann" Ülgen, söylenceye göre "DÜNYA"yı altı günde yaratmış, yedinci gün de yatıp uyumuş". (Bkz. Abdulkadir inan, Tarih Boyunca ve Bugün Şamanizm, Ankara, 1972, Türk Tarih Kurumu Yay., s. 20.) Bu, söylencenin yaygınlığını gösterir, inan, "Kitaplı dinlerin, Şamanizm"le beslendiklerini ve bu beslenmenin az olmadığını" yazar. (Bkz. inan, aynı kitap, s.6. Karşılaştırrrtak için ayrıca, Dünyanın ve İnsanların Yaradılışlarına Dair Efsaneler başlıklı bölüme, s. 13-21"e bkz.) "Tann"nın" Yer"i ve "gökler"i "altı gün"de yarattıktan sonra "ye- -dinci gün dinlendiği", Tevrat"ta yer aldığı halde, Kur"an"da bu açıklıkla 205 yer almıyor. Yalnızca, işini bitiren "TanrTnın, "sonra ARŞ"a İSTİVA ettiği" anlatılıyor. "Istiva"ya "dayanma" anlamı verenler de var. İslam kelamında tartışmalı. Eğer bu anlam doğruysa, "ARŞ"a dayanmak"la "Tanrı", bir çeşit "dinlenmiş" oluyor diye düşünülebilir. Bununla birlikte Kur"an"m "TanrTsı da "SEBT" gününe son derece önem verdiğini belirtiyor. Öylesine ki, bu günde, çalıştılar, "balık avladılar" diye, insanları (koca bir kasaba halkını) korkunç biçimde cezalandırdığını, bunları "aşağılık maymunlara dönüştürdüğünü" açıklıyor. (Bkz. A"raf: 163-166.) "Sebt", Tevrat inanırlarını, "TanrTnın "evreni altı günde yarattıktan sonra dinlendiğTne inandıkları (bkz. Tevrat, Tekvin, 1:1-31; 2: 1-4.) "yedinci gün "dür. Demek ki "SEBT"e önem verdiğini anlatmakla, Kur"an"da, "TanrTnın "yedinci gün dinlendiğini", dolaylı da olsa kabul etmiş oluyor. Böyle denebilir. Kaldı ki, Muhammed"in hadiste bir açıklaması var: "Tanrı işini bitirince bir ayağını öbür ayağının üstüne atıp oturmuş; ya da sırt üstü yatmış": Abdullah Oğlu Câbir"in anlattığına göre Muhammed, "herhangi bir kimsenin, ayak ayak üstüne atıp oturmasını ve sırtüstü yatarken de ayak ayak üstüne atmasını yasaklamıştır"; "sakın ha, kimse bunu yapmasın!" demiştir. (Bkz. Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"l-Libâs/72-74, hadis no: 2099; Ebû Dâvûd, e"s-Sünen, Kitabu"l- Edeb/35, hadis no: 4865; Tirmizî, Sünen, Kitabul-Edeb/20, h.no: 2767.) Muhammed"in şu açıklaması buna ekleniyor: "Çünkü bu oturuş (ayak ayak üstüne atıp oturmak), Yüce Efendi Tann"nın (Rabb Teâlâ) oturuşudur." Bu açıklamasının başı da şöyle: "Yüce Tanrı, yaratıkları yaratma işini bitirince, sırtüstü uzandı. O sırada bir ayağım da öbür ayağının üstüne koymuştu. Bunun benzerini yapmak, hiç kimse için uygun değildir..." (Bkz. Hâfız-Ebûbekr Muhammed İbnü"l-Hasen Ibn Fûrek, Müşkili"l-Hadis, tahkik: Dr. Abdul"mu"C. Halep, 1982, s.42.) Tann"nın "ayak ayak üstüne atıp oturması ya da yatması", biraz ters bulunduğu için Muhammed"in bu açıklamasını uygun biçimde yorumlama çabalarına girişiliyor, bir sürü zorlamalı yorumlar yapılıyor. (Bkz. Ibn Fûrek, aynı kitap, s.42-44.) 206 Tevrat"ın "Tann"sı, "yedinci gün dinlendiğTne ilişkin açıklaması yüzünden "Tann da yorulur mu ki, dinlenmiş olsun? Ne biçim Tann?" diye eleştirilince, Kur"an"ın "Tann"sı bu eleştirinin kendisine yönel-/ memesi için şu açıklamayı yapıyor: (Çeviri: Diyanet"in.) -"And olsun ki, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları \ ALTI GÜNDE yarattık ve Biz, bir YORGUNLUK da duymadık!" K (Kâf, ayet: 38.) "Yaratılış günleri" olarak "söylencelere dayanan ve "TevraTa, pek nice zaman sonra da "Kur"an"a yansıdığı görülen "ALTI GÜN"le an-v laülmak istenenin, "haftanın günleri" olduğu son derece açık. Ne var *" ki, bunun "akıl"la4 "mantık"la ve "bilim"le bağdaşmadığını gören kimi Kur"an yorumcusu ille de "bağdaştırmak" için bu konuda da yoğun ve zorlamalı yorumlara girişmişlerdir. Ünlü yorumcu F.Râzî de bu konuda aynı çabaya katılmış görünüyor: "Altı gün, altı evre demektir." diyor. (bkz. F.Râzî, 28/183-184.) Son yüzyılın islam propagandacılan da bu yoruma tutunmuşlardır. Maurice Bucaille (müslüman olmadığı halde islam propagandasını üstlenmiş görünür. Bu konu için bkz. Bucaille, Müsbet ilim Yönünden Tevrat, Inciller ve Kur"an, çev. Dr. ! Mehmet Ali Sönmez, Konya 1979, s. 217-224.), Süleyman Ateş (bkz. islam"a İtirazlar ve Kur"an-ı Kerim"den Cevaplar, Ankara, 1971, s.213 ve öt.) de, bu kervanda kuyruğa girmiş olanlardan. Oysa "altı gün", bildiğimiz "haftanın günleri, haftanın altı günü"dür. Bu, açık seçik belli: -Kur"an"m "TamT"sı, bunca şeyi "altı günde" yarattığını anlatır- ken, ne denli "GÜÇLÜ" ve "HIZLI" olduğunu anlatmak istemiştir. "Tefsir"lerde de bu belirtiliyor. (Bu, Râzî"de bile belirtilir. Bkz. 27/ 101. Ayrıca bkz. Taberi, 24/61-62.) - Tevrat"ın "TanrTsı da "yaratılışın altı günü"nü, "haftanın günleri" olarak alıp anlatmıştır. (Bkz. Tevrat, Tekvin, 1-2.) - Muhammed"in "hadis"lerdeki açıklaması da bu doğrultudadır. (Hadisi, daha önce sunulmuştu.) 2000"e Doğru 11 Şubat 1990, Yıl 4, Sayı 7 207 KUR"ANTJAKİ "AKIL VE BÎLÎM DIŞILIK-LAR (VII) Nuh ve tufanı "Nuh"un "tufan" öyküsü de, kendisinin "ne kadar yaşadığına ilişkin açıklama da "akıl ve bilim dişilik" için çarpıcı örneklerdendir. Din çevreleri, "Nuh"u, "insanlığın ikinci atası" sayar. (Birincisi: Âdem.) Kur"an"ın, her konuda ve her şey üstüne, sık sık antiçen, "ant"lanyla Kur"an"ı dolduran "tann"sı, 6 kez de şöyle antiçen - "Andolsun ki, Nuh"u da toplumuna (peygamber olarak) gönderdik..." (Bkz. A"râf: 59; Hûd: 25; Mü"minûn: 23; Ankebût: 14; Hadîd: 26; Nuh: 1.) Bu antlardan birinde, bir de açıklama yer alır: - "Andolsun ki, Nuh"u toplumuna gönderdik. O, onların arasında,elli yıl eksiğiyle bin yıl kaldı (yaşadı). Sonunda, onlar kendilerineyazık etmekteyken tufan kendilerini yakaladı." (Ankebût, ayet 14.) "Elli yıl eksiğiyle bin yıl"m ne demek olduğu belli: "950 yıl". Kur"an yorumcuları, burada anlatılmak istenenin şu olduğunu yazarlar - Nuh"un, tufandan önceki yaşamı 950 yıldır. Ve Nuh"un "tufandan sonra" da şu kadar, bu kadar yaşadığından sözederler. Yazdıklarına göre, Nuh, "tufandan sonra"; 60 yıl daha yaşamıştır. Kimine göreyse Nuh""un toplam yaşamı daha çok: -1300 yıl. -1400 yıl. Yorumlar böyle. (Bkz. "Tefsir"ler, örneğin: Taberi, 10/87; Tefsi-ru"n-Nesefî, 3/252.) Oysa, Muhammed"in ya da öğretmenlerinin, bu öyküyü aldığı kaynağa, Tevrat"a bakıldığında sorun çözümleniyor: -"Ve Nuh"un bütün günleri (ömrü), 950 yıldı..." (Tevrat, Tekvin, 9:29.) 208 "950 yü"ın nereden çıktığı, böylece anlaşılıyor. Tevrat"taki anlatımla Kur"an"daki anlatım değişiklikleri hep olur; buradakini de yadırgamamak gerekir. Kur"an"daki ayette, "dokuz yüz elli" denecekken, niçin "elli yıl eksiğiyle bin yıl" deniyor? Kur"an yorumcuları, bu soruya şu karşılığı verirler: - Eğer doğrudan "dokuz yüz elli yıl" denseydi, yıl sayısında "kesinlik olmadığı" düşünülebilirdi. Yıl sayısının kesin olarak bu kadar olduğu bilinsin diye, "elli yıl eksiğiyle bin yıl" anlatımı seçilmiştir. (Bkz. Zemahşeri, Keşşaf, 3/371; F.Râzî, 25/41-42; Tefsiru"n-Nesefi, 3/252.) îyi ama, insan bu kadar yaşayabilir mi? Yani hangi dönemde olursa olsun insanın bu kadar yıl yaşamış olduğu düşünülebilir mi? Kur"an yorumları da, buna "tıp dünyası"nın "evet" demeyeceğini kabul ediyorlar. Ne var ki yine de bunun olabileceğini tıbbın kabul etmediği şeyi "aklın kabul edebileceğini" savunuyorlar. Ve "aynca şu da bilinmelidir ki, en çok 120 yıl olabileceği söylenen ömür, tabiî (doğal yaşamdaki) ömürdür; buradaki ömür (Nuh"unki) ise, ilâhî (Tanrı vergisi) bir ömürdür..." diyorlar. (Bkz. F.Râzî, 25/42.) Yani gerçekte, "insan aklı"nın ve "bilim"in hiçbir biçimde "olur, olabilir" demediği şey için Kur"an yorumcuları "olabilir", "olmuştur" diyorlar. Böyle diyorlar, çünkü Kur"an"da var. "Tufan" öyküsüne gelince:"Nuh Tufanı", kesinlikle bir "efsane" (söylence) dir:"Tufan" öyküsünü hemen herkes bilir. Kur"an"ın anlattığı, özet olarak şöyle: Nuh, toplumuna sürekli uyarılarda bulunur; Tann"nın buyruklarına karşı gelmemelerini, Tann"ya inanmalarını ve gereğine göre davranmalarını ister; yoksa Tann"nın kendilerini cezalandıracağını bildirir. Ama toplumu, Nuh"un öğütlerine aldırmaz. Tanrı cezalandırmaya, "Nuh toplumu"nu dünya çapındaki suda boğmaya karar vermiştir, ancak, Nuh"u ve "aile"sini kurtaracaktır. Bunun için Nuh"a, bir "gemi" yapmasını, günü gelince de "her cinsten bir çift"i ve "inananlar"ı ge- 209 miye almasını buyurur. "TanrTnın dediği olur. Gemidekiler kurtulur, öbürleri boğulur. Sonunda gemi, bir dağa (Cûdî) oturmuştur... Bu öykü, Kuf"an"ın birçok yerine serpiştirilmiştir, (özet için bkz. Hûd, ayet: 2547.) Bu öykünün kaynağı: Tevrat. Tevrat"ta ayrıntılar da var. "Ve Tann Nuh"a şöyle dedi: Tüm insanlığın sonu geldi. Çünkü onlar nedeniyle yeryüzü zorbalıkla doldu, işte ben, onları, yeryüzüyle birlikte yok edeceğim. Kendine gofer ağacından bir gemi yap..." diye başlar, sürüp gider. (Bkz. Tevrat, Tekvin, 6:13-22; 7-9.) Ve tüm araştırmacılar, Tevrat"taki bu öykünün kaynağının da "SÜMER TUFAN EFSANESİ" olduğunda birleşirler. Tevrat"tan bin yılı aşkın bir zaman öncesinin ürünü olan "GILGAMIŞ DESTANI". "Nulfun bu "efsane"deki adı: "Utnapiştim (Ut-Napishtim)"dir. (Karşılaştırmak için bkz. Gilgameş Destanı, çev. M.Ramazanoğlu, MEB yayınları, lstanbu, 1989, s.80-85.) "NUH TUFANI" öyküsünün, Gılga-mış Destanı"ndan alınma olduğunu, araştırmacı "ilahiyatçılar" da kabul etmek zorunda kalmışlardır. İlahiyatçı "Dinler Tarihi Müderris Muavini" A.Hilmi Ömer, bu konuya ayırdığı, gerçekten çaplı incelemesinde, gerçeği açık seçik yazmıştır. (Bkz. A.Hilmi Ömer, Tufan Hikayesi, ilahiyat Fakültesi Mecmuası, istanbul, 1932, yıl: 5, sayı: 23, s.53-64sayı:24,s.33-45.) 2000"e Doğru 18 Şubat 1990, Yıl 4, Sayı 8 210 KUR"AN"DAKÎ "AKIL VE BÎLİM DIŞILIK-LAR (VIII) inandırmak için "mucize"ler - Kur"an"ın "Tann"sı insanları, dediklerine inandırmaya çok istekli. İnsanlar inanmadıkları zaman çok öfkeleniyor; bu dünyaya tüyler ürpertici "felâketler gönderdiğini, göndereceğini bildiriyor; daha büyük ceza ve işkencelerin de "âhiret"te, "cehennem"de, buranın ölümsüzlüğü ve sonsuzluğu içinde verileceğini duyuruyor. Kiminde inandırmak için türlü "ant"lara başvuruyor, kimindeyse "mucize"lerle "peygamber"lerini desteklediğini "haber" veriyor. Bütün bunlar inart-; dırmak için... iyi de bunların yerine, insanları istediği nitelikte, değişiklik gerekliyse istediği değişikliklerde, ama hepsini de dilediği doğrultuda yürüyecek biçimde yaratmaz mıydı? Tüm "kul"lannın gönüllerini istediği doğrultuya çeviremez miydi? Gücü yetmez miydi buna? -Yeterdi. - Peki niye yapmadı? - "imtihan (sınav)" için. - iyi ama kime karşı "imtihan", niçin? Bilirsiniz, bu tür tartışmalar çok olur. - "Firavun ailesi: "Bizi sihirlemek için ne mucize gönderirsen gönder, sana inanmayacağız" dediler (Musa"ya). Bunun üzerine su baskınını, çekirgeyi, güveyi, kurbağalan ve kanı, birbirinden ayrı mucizeler olarak onlara musallat kıldık; yine de büyüklük taslayıp suçlu bir millet oldular." (A"râf, ayet: 132-133, Diyanet çevirisi.) Bu "bilim ve akıl dışılık"lann aslı ve ayrıntıları Tevrat"ta. 1-Musa"mn değneğinin yılan olması, 2- Değnekle suya vurunca koca ırmağın suyunu kana dönüştürmesi, 3- Değnek, ırmaklara, kanalları, ha- 211 vuzlara uzatılınca kurbağa sürülerinin oluşması, 4- Değnekle yerin tozuna vurunca her yeri "tatarcık"larm (sivrisinekten küçük, insan kanı emer) kaplaması, 5- Evlerin "at sineklerinin saldırısına uğratılması, 6- Hayvanlarda kırgın (ölüm salgını), 7- însan ve hayvanlarda irinli çıban, 8- Dolu yağdırarak insanları, hayvanları öldürme, 9- Çekirge sürüleri gönderip, ülkenin otunu, ürününü yedirmek. (Bkz. Tevrat, Çıkış: 7-10.) Kur"an"da Nemi Suresinin 12. ayetinde, Musa"nın mucizelerinin 9 olduğu belirtilir. Ama Tevrat"a ve Kur"an"ın başka surelerine, başka ayetlerine bakıldığında, Musa"nın mucizelerinin sayısının 9"dan çok olduğu görülür. Kimi tefsirde, Musa"nın mucizelerinin 11 tane olduğu belirtilir, (örneğin bkz. F.Râzî, 24/184.) Tevrat"ta, yukarıdaki 9 mucizeden sonrakiler de uzun uzun anlatılır. (Bkz. Çıkış, öteki "Bap"lar.) Kur"an"ın "Tann"sı Musa"yı "büyücülerle yanşa sokar, yarıştırır. (Bkz. Tâhâ, 64-73.) -Çamurdan bir kuş yapıp sonra bunu gerçekten canlı bir kuş durumuna getirmek olabilir mi? Kur"an"a göre: "Evet". İsa, mucize olarak bunu yapmış. (Bkz. Âlu İmran: 49; Mâide: 110.) -Bir ölüyü insan diriltebilir mi? Kur"an"a göre: "Evet". Peygamber olan kişi bunu yapabilir, îsa "mucize" olarak bunu yapmıştır. (Bkz. Aynı ayetler.) Bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin kökeni de İncil"de. (İsa"nın dört günlük ölü olan Lazar"ı, adıyla çağırıp nasıl dirilttiğini anlatan kesim için bkz. Yuhanna, 11: 39-44.) -Bir dağın yerinden sökülüp kaldırılması, insanların üzerinde tutulması olabilir mi? Kur"an"a göre: "evet" ve Musa"nın mucizesi olarak olmuştur. (Bkz. Bakara: 63,93; Nisa: 154; A"raf : 171.) Bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin kökeni de Yahudilik kaynak-larındadır. (Bkz. Talmut, Şabat/88.) - Aç insanlar için "gök"ten "men (Diyanet"in resmi çevirisinde:kudret helvası.)" ve kebap olmuş "bıldırcın" indirilir mi? Kur"an"a göre: "evet". Ve bu, Musa"nın "mucize"si olarak gerçekleşmiştir. (Bkz. Bakara: 57; A"raf: 160; Tâhâ: 80.) "Gök Sofrası" başlıklı yazıda bunun üzerinde durulmuştu. Orada belirtildiği gibi, bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin kaynağı: Tevrat. (Bkz. Çıkış: 16: 13- 212 15; Sayılar, 7,31-32.) -Aç insanlar için "gök"ten "gök sofrası" indirilmiş olabilir mi? Kur"an"a göre: "Evet". Ve bu, İsa"nın "mucize"si olarak gerçekleşmiştir. (Bkz. Mâide: 114-15.) Bu "akıl ve bilim dişilik" örneğinin de kaynağı ("Gök Sofrası" başlıklı yazımızda belirtildiği gibi) İncil"dir. (Bkz. Matta, 14:16-20; Markos, 6;37-44; Luka, 9:13-17; Yuhanna, 9-14,31.) - Bir insanın alev alev yanan bir "ateş"e atılması ve onun da yan-maması, ateşin "serin" oluvermesi olabilir mi? Kur"an"a göre: Bir "mucize" olarak bu gerçekleşmiştir: Nemrud, İbrahim"i ateşe atmış, ama ateş İbrahim"i yakmamıştır. (Bkz. Enbiya: 68-69. Ayette Nemrud geçmez.) Oysa araştırmacılara göre: Nemrud"la İbrahim arasında birçok yüzyıl bir zaman var. Yeri geldiğinde konunun üzerinde ayrıca durulacak.Böylece nice "mucize"ler yer alır Kur"an"da. Bunların "akıl ve bilim"le bağdaşabileceği söylenebilir mi? 2000"e Doğru 25 Şubat 1990, Yıl 4, Sayı 9 213 KUR"AN"DAKI "AKIL VE BÎLÎM DIŞILIK"LAR (IX) Bir "üfürük", bir "can" oluyor —Çamurdan bir biçim, yani bir canlının biçimi, benzeri yapılıyor. Sonra ona "ruh üfürülüyor" ve o, "canlanıveriyor". Bu türden şey olur mu?Kur"an"a göre:—Evet!Âdem"in kalıbı böyle yapılmış, yani "çamur"dan bir "insan" yapılmış; sonra ona "ruh üfürülmttş" ve Âdem, canlanıp bir insan oluvermiş. İşte ayet: (Çeviri, Diyanet"in.) —"Rabbin melekler şöyle demişti: Ben, çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ona ruhumdan üflediğim zaman, ona secdeye ka-panınP(Sad, ayet 71-72.) Âlu İmran Suresi/59"a göre de, Âdem, önce toprak"tan, yani çamurdan bir heykel olarak yapılmış; sonra: "Ol!" denmiş; o da "hemen oluvermiş". (Bkz. F.Râzî, 8/76.) Tüm insanlar da ondan, yani Âdem"den türeme Kur"an* göre. (Bkz. Araf: 172. Bunu anlatan başka ayetler de var.) Tüm insanlar Âdem"den gelmeyse, insanların derilerinin rengi niye değişik? Muhammed bu soruya karşılık veriyor: —"Tanrı Âdem"i yaratırken, tüm yeryüzünden toplayıp avuçladı-ğı topraktan yaptı (heykelim). Tüm Âdemoğullan da (toprağının alındığı) yerin özelliğine göre özellik kazanarak gelmiştir. (Bu nedenle) kimi kızıl, kimi ak, kimi kara derili... olmuştur." (Bkz. Ebu Dâvûd, Sünen, Kimbu"s-Sünne/17, hadis no 4693; Tirmizi, Sünen, Kitabu Tef-siri"l-Kur"an/3, hadis no: 2955;Ahmed îbn Hanbel, Müsned, 4/400, 406.) Aktarılan kimi hadise göre, Âdem"in heykeli yapılırken toprağın- 214 dan biraz artmış, bundan da Tanrı", bildiğimiz "hurma ağacı"nı yaratmış. Bu nedenle de Muhammed, "hurma"ya, insanoğlunun "HALASI olarak saygı gösterilmesi gerektiğini" bildirir. (Hadis için bkz. Aclûnî, Keşful-Hafa, 1/195-196,459, hadis no: 511,1223.) özgür insan aklına ve bilime göre "komik" gelebilir, ama anlatılan böyle. Âdem, öyle yapılıp yaratılmış. Havva da "onun kaburga kemiğinden". Muhammed"in açıklamasıdır bu. (Bkz. Buhari, e"s-Sahih, Kitabu"l-Enbiya/ 1; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"r-Rıdâ 59-60, hadis no: 1468.) Kur"an"da da Âdem"in "eşinin, kendisinden (bir parçasından) yaratıldığı" anlatılarak, bu anlatılmak istenmiştir. (Bkz. Nisa, âyet: 1. Ve bu ayete ilişkin tefsirler.) Asıl kaynaksa, yine: Tevrat (Bkz. Tekvin, 2:22..) İsa"da "çamurdan bir kuş" yapmış; "üflemiş" ona. Ve "Tann"nm izni"yle bildiğimiz "canlı kuş" oluvermiş. (Bkz. Âlu İmran: 49; Mâi-de:110.) İsa"nın kendisinin de bir "üfürme"nin olduğu bildirilir. Meryem, "ferc"ini yani "kadınlık organı"nı hep "korumuş". Sonra bu organa "üfürülmüş". Kur"an"ın "Tann"sı diyorki:"... Ona (ferce) ruhumuzdan üfürdük...) (Bkz. Enbiya: 91; Tahrim: 66.) Kur"an yorumcularına göre: "Meryem"in fercine üfüren CEBRAlL"dir. Cebrail, "bir erkek (insan) kılığına girmiş; Meryem"in fercine üfürmüş. Ve Meryem, bu üfürükle İsa"ya gebe kalmıştır." (Bkz. Sözkonusu ayetlerle ilgili tefsirler, örneğin: F. Râzî, 22/218.) Meryem"i "gebe" bırakmak için, Cebrail"in bir "insan kılığına girerek" ona yanaştığı, Kur"an"da da anlatılır. (Bkz. Meryem, ayet: 19.) İster "Tanrı" üfürmüş olsun, ister Cebrail; burada, "üfürme"nin bir "meni" yerine geçtiği ve Meryem"i döllediği anlatılıyor. Araştırmalar, bunun kökenin de, "mitoloji"ler (efsaneler) olduğunu ortaya koyar. Cahit Beğenç, "Koca-Ana" da denen "Ay-Ana"lann, mitolojilerde hep "bereket" simgesi olduklarını, "bâkire"yken çocuk doğurduklarını yazar ve örnekler verir: "Anadolu"da Cybele Ana, bakiredir, babasız oğlu, hem de âşığı, Attis"tir. Bâbil ülkesinin koca-Ana"sı: Iştar Ana, bakiredir. Babasız doğan oğlunun adı: Temmuz"dur. Mısır ülkesinin Koca Ana"sı: Isis Ana"dır. Bakiredir. Babasız doğan oğlunun, aynı zamanda sevgilisinin adı: Osiris"tir. Batı Anadolu ve Güney Anadolu bölgesinin Koca Ana"sı: Artemis"tir, bakiredir. Baba- 215 sız oğlu, aynı zamanda sevgilisi: Adonis"tir. (..) Hazreti Meryem de Koca Ana"dır, bakiredir. Oğlu îsâ, babasızdır..." (Bkz. Beğenç, Anadolu Mitolojisi, s. 70-71; Eren Kutsuz = Turan Dursun, Güneş Kültü, Saçak Dergisi, Şubat 1988, sayı: 49, s. 13.) "Üfürme" ya da "üfürük", Kur"an"ın "Tanrısının dilinde, son derece önemlidir. "Cansız"lan "canlandırma" ve "ölü"leri "diriltme" aracıdır. Kıyamet günü, "ölüler"in de "üfürme"lerle diriltilecekleri bildirilir. Bilindiği gibi, Kur"an"da bir "sura üfürme"den sözedilir ve "ölüleri diriltme"leri bu üfürmeyle gerçekleştirileceği anlatılır. (Bkz. En"am: 73; Kehf: 99; Tâhâ: 102; Mü"minûn: 101; Nemi: 87; Yâsîn: 51; Zü-men 68; Kâf: 20; el Hakke: 13; Nebe": 18.) "Üfürme (NEFHA)", diriltmeye yaradığı gibi "öldürme"ye de yarıyor. Bildirilir ki, kıyamette "SUR"a iki kez "üfürülecek". Birinci "üfürme"yle canlılar " ölecek"; ikinci "üfürme"yle de "dirilecek"ler. Şöyle deniyor ayette: —"VE SUR"a üfûrülür; Tann"nın, tersini dilediklerinin dışında, göklerde ve yerde olan herkes ÖLÜ olarak düşer. Sonra ona bir kez daha üfûrülür. işte o sırada herkes kalkıverir (dirilip ayağa kalkar) ve birbirine bakışır." (Zümer, ayet: 68.) Muhammed"in "doktorluğu"na ilişkin yazılarımda (Bkz. 2000"e Doğru Yıl 3, sayı: 31, 32, 33) "üfiirük"le "hasta tedavi"den de sözedil-mişti. "Üfürükçülük" denen yöntemin, Islâm"de geçerli ve yaygın olmasında, Kur"an"ın "TanrTsınm dilinde "üfürme"nin çok önemli oluşu rol oynuyor diye düşünülebilir. 2000"e Doğru 4 Mart 1990, Yıl 4, Sayı 10 216 KUR"AN"DAKI "AKIL VE BİLİM DIŞILHC"LAR (X) Ay ikiye bölünüp yere düşmüş İslam"da "Şakku"l-Kamer (Ay"ın bölünmesi) Mucizesi" fliye ünlü "mucize"yi birlikte göreceğiz: Kamer Suresinin 1. ayetine, Diyanet"in resmi çevirisinde şöyle anlam verilir: —"Kıyamet saati yaklaşır, ay ayrılır." Bu çevirideki "yaklaşır, ayrılır" ayetteki sözcüklere uymuyor. Ayette, burada, "geçmiş zaman" kipi kullanılıyor. Bu nedenle, doğrusu: "Yaklaştı, ayrıldı."dır. "Ayrıldı" yerine de ayetteki "inşakka" sözcüğüne uygun olması için "bölündü", ya da "parçalandı" demek gerekir. Diyanet"in çevirisi, burada, "akıl ve bilim dışılığı örtmek" amacıyla, sözcükler kendi anlamlarının dışına çıkarılarak, daha sonraki ayetler, ayrıca açıklayıcı hadisler göz ardı edilerek yapılmış bir "yo-rum"a, ibnü"l-Cevzi"nin yorumuna (Bkz. tefsiru Îbnü"l-Cevzi, 8/89.) dayanmakta. Bu yorum, "tefsirciler"ce kabul edilmez. (Bkz. M.A1İ Sâbûnî, Safvetu"t-tefâsîr, 3/284; Hâzin, 4/226.) Bu durumda ayetin doğru çevirisi şudur: —"Kıyamet (sat) yaklaştı; AY bölündü (parçalandı):" Bunu izleyen iki ayetin anlamı da şöyle: —"Onlar bir mucize gördüklerinde; yüz çevirirler ve: "sürüp giden bir büyüdür." derler. Yalanladılar ve kendi eğilimlerine uydular. Her şey, yerini bulur." (Kamer: 2-3.) Görüldüğü gibi ayetlerde açıkça, "Kıyametin yaklaştığının da bir belirtisi" olarak, "Ay"ın bölündüğü" ve "bu mucizeyi, inanmazların yalanladıktan" anlatılıyor. Bu ayetlerin anlattığı "olay"ı aktaran "hadis"lere bakalım: 217 Gökteki Ay mı, Arabistan"daki "Hira Dağı" mı daha büyük İlkokul öğrencileri bile böyle soruyu saçma bulur, değil mi? Ama hadiste anlatılana bakılırsa bu soruya "saçma" dememek gerek. "Malik Oğlu Enes anlatıyorMekkeliler, Peygamberden bir mucize göstermesini istediler. Peygamber de onlara AY" ı ikiye bölünmüş olarak gösterdi, öylesine ki, onlar, Hira Dağı"nı, bu iki parçanın arasında görüyorlardı." (Bkz. Buharî, e"s-Sahih, Kitabu"l-Menâkıb/36; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu Sı-fâti"l- Münâfıkîn/46-47, hadis no: 2802.) "Abdullah lbn Mes"ud anlatıyor: Peygamberle birlikte Mina"daydık. Birden AY iki parçaya bölündü. Bu parçalardan biri, dağın arkasında, biri de dağın beri yanında kaldı. İşte o sırada Peygamber "(Bakın da) tanık olun!" dedi." (Bkz. Buhari, es-Sahih, aynı yer; Müslim, e"s-Sahih, aynı yer, hadis no: 2800.) Düşünün. —İnanmazlar, Muhammed"den, peygamberliğini kanıtlamak için bir "mucize" istiyor. —"Tanrı" da Muhammed"e güç veriyor. Muhammed "muci-ze"sini gösteriyor: Şu gökteki, şu Amerikalıların "ayak bastığı", şu bildiğimiz AY, iki parçaya bölünüyor. —Parçalanan Ay, YER"e düşüyor. YERYÜZÜ"nün UFACIK BÎR BÖLGESl"ne sığınıyor, düştüğünde orada, kimseyi EZMİYOR. — Ay öylesine ufakmış ki: Hira dağı ondan daha büyük. Çünkü geriden bakınca, Hira Dağı, AY"ın iki parçası arasında gözükebiliyor. Ve düşünün: —Böyle bir "olay"ı bile, Mekkeliler bir "mucize" saymıyor. "0lay"a "tanık" oldukları halde.. —Ve dünyanın her yanından gözüken şu AY, o sırada ikiye bölünüp yere düşüyor da, dünyanın hiçbir yerinde, kimse "farkında" olmuyor. "0lay"ı ne gören oluyor, ne de yazan. Muhammed"in "Saha-bî"lerinden başka...Ayrıca:—AY"ın "bölünmesi", haber verilegelen "KIYAMETin "yaklaş- 218 tığının bir kanıtı" oluyor.Yukarıdaki ayet ve hadislere göre, bütün bunlara inanmak gerekiyor. İnanan inanır kuşkusuz. Kim ne diyebilir? Bizim burada yapağımız şey, yalnızca bir belirleme ve sergileme, Şu da unutulmamalı: İnananın nasıl "inanma hakkı" varsa, inanmayanın da "inanmama hakkı" vardır. İnsanoğlunun aklına, bilime "özgürlük" tanımak bunu gerektirir. İnsan, "kınanmasız" ve "saldırısız" bir ortam içinde insanlığına yakışır nitelikte geliştireceği düşüncesini, kişiliğini meyvelendirirr. Bu köşedeki sergilemeler de bunun için...2000"e Doğru 11 Mart 1990, Yıl 4, Sayı 11219 doğru; "doğru" dediğiyse yanlış. Sabah"taki tartışma, Diyanet"in yalanı ve gerçek KUR"AN"DAKİ "ÖLDÜRÜN" BUYRUĞU!"Diyanet Kur"anı"ında büyük yanlış." 8 Ocak 1990 günlü Sabah gazetesinin manşeti böyle. Altında da iki Kur"an sayfası ve çevirisinin fotokopisi. Birinin üzerinde "doğrusu", öbürünün üzerinde "hatalısı" diye yazılı. 9 Ocak günlü Sabah"ta. yine birinci haber: "Kur"an"daki Hata Vahim". Orijinal Kur"an yok Bugün dünyanın hiçbir yerinde "Kur"an orijinal elyazması" yoktur. Birinci "aslı" da (beze, kağıda, hurma dalına, yufka taşa, deriye, kürek kemiğine, kaburga kemiğine, ağaç kabuğuna yazılı olan), bundan alınıp oluşturulan ikincisi de (Hafsa"nım sandığındaki) ve bundan yararlanılarak birkaç nüsha yapılan üçüncüsü de bugün bulunmuyor. Birinci ve ikincisi "yakıldığı" için yok. Üçüncüsüyse ne "hikmet"se, bulunması gerekirken bulunmamakta. Bununla birlikte var gösterilmekte. Bugün eldeki Kur"an, Muhammed"in "vahy" diye yazdırdığı Kur"an"ın ne "aynı"sıdır; ne de "tamamı"dır. îbn Ömer, şunları söyler: _ "Hiçbiriniz Kur"an"ın tümünü elimde bulunduruyorum demesin. Biliyor mu ki, Kur"an"ın çoğu, yokolup gitmiştir..." (Bkz. Celâluddin Suyûti, el Itkân fi Ulûmi"l-Kur"an, Mısır, 1978,2/32.) (Ayrıntılı bilgi için: "Asıl Kur"an yakıldı" başlıklı yazı.) Sabah, "Kur"an"daki vahim hata"dan sözederken, "Kur"an"ın kendisinden, "Kur"an"daki yanlışlardan, tutarsızlıklardan, çelişkilerden, akıl ve bilime aykırılıklardan" söz etmiyor. Diyanet"in resmi çevirisinde "yanlış" bulduğu bir "anlam"dan sözetmek istiyor. "Kur"an çeviri-sindeki yanlış" diyecek yerde, "Kur"an"daki yanlış" diyor. Yani "Kur"an"la "çeviri"yi ("meal") birbirine karıştırıyor. Sabah"m ortalığı "heyecan"a boğan haberinde "yanlış" dediği 220 "Sabah"taki iddia çürüyor Sabah"m sözünü ettiği ayetin Diyanet"in yayınladığı çevirisi yanlış mı, değil mi? Bakara Suresi"nin 54. ayetinin, Diyanet çevirisindeki anlamı şöyledir: "Musa, milletine: "Ey milletim! Buzağıyı TANRI olarak benimsemekle kendinize yazık ettiniz. Yaradanınıza tevbe edin, tevbe etmeyenlerinizi öldürün. Bu, yaradanınız katında sizin için hayırlı olur. O, dâima, tevbeleri kabul ve merhamet eden olduğu için tevbenizi kabul eder/ demişti." Sabah"m haberinde üzerinde durulan nokta, "tevbe etmeyenlerinizi öldürün!"dür. Sabah, bunu yanlış buluyor. Bu söz, ayetteki "fektulû enfüseküm." sözünün karşılığı olarak yer alıyor çeviride. Burada, biri "NEFS", öbürü de "KATL" olmak üzere iki sözcük var. "Nefsinizi katledin." demek.Sorulacak soru şu: Buradaki "NEFS" ve "KATL" sözcüklerinin anlamı nedir? FAHRUDDÎN-I RAZI ET-TEFSIRUE- 221 Sabah, buradaki "nefs"i, kimi zaman Türkçe"de kullanılan "nefsi ıslah etmek" deyimlerindeki "nefs" anlamında alıyor. Başvurduğu "islam bilginlerinden bu bilgiyi almış. Buna göre ayetteki "nefs", Türkçe"de kullandığımız "nefsi yenmek", "nefse .uymak" gibi deyimlerde hangi anlamdaysa o anlamdadır. Buradaki "kati" de, "öldürmek" demekse de, gerçek anlamında değil, "soğanı tuzla ezip öldürmek"teki, "bu iş bizi öldürdü"deki, "bugünü, bu zamanı öldürdükteki gibi "mecaz" anlamındadır. Acaba gerçekten de, bu sözcüklerin, sözkonusu ayetteki anlamları böyle midir? Bunu öğrenmek için önce, Kur"an"daki hangi sözcüğün hangi anlamda ya da anlamlarda kullanıldığını incelemiş olan, İslam dünyasında da tam güvenilen uzmanların ("ulemâ") kitaplarına bakalım: de şu anlamda olduğu belirtiliyor: _ "Buzağıya tapmamış olanlar, tapmış olanları öldürsünler. (Ya da buzağıya tapmamış olanlarınız, tapmış olanlarınızı öldürsün.)" (Bkz. Abdurrahman İbnü"l-Cezvî, Nüzhetü"l-A"yüni"n-Nevâzır, Beyrut, 1985, s.596; Damığânî, el Vücuh ve"n-Nezâir, "Nefs"; Islâhul-Vücûh, "Nefs".) Bu kitaplarda, "tüm müfessirler"in, şunda birleştikleri belirtilir. "Nefs", Kur"an"da 8 anlamda yer alıyor. 4. anlamı EHL"dir. Yani, halkı oluşturan bireyler. Bakara Suresinin 54. ayetindeki NEFS de, bu anlamdadır." (Bkz. Abdurrahman Ibnü"l-Cezvî, aynı yer.) Yani çok açık bir biçimde, "halktan suçlu olanların öldürülmele-ri"nin "buyurulduğu" belirtiliyor. Rağıb"m "müfredat""!: İsfahana Rağıb, tüm İslâm dünyasında son derece önemli ve güvenilir bulunan ünlü "el Müfredat fî Ğarîbi"l-Kur"an" adlı, Kur"an"daki sözcükleri tek tek ele alıp anlamlarım verdiği kitabında, bu ayetteki "nefs"e "kişi anlamını veriyor. "Katl"i de "mecaz" anlamıyla değil, kendi gerek anlamıyla alıyor. Bu durumda ayetteki "nefsi katletmek", herkesin bildiği "adam öldürmek" anlamındadır. Râğıb, ayette yer alan: "fektulû enfüseküm"e, "li yaktül ba"daküm ba"dan", yani "kimimiz kiminizi öldürsün!" anlamım veriyor. Sonunda ayetteki sözcükleri "mecaz" anlamında kullanan da bulunduğunu belirtiyor. (Bkz. el Müfredat, "K-T-L" maddesi.)Kur"an"daki çok anlamlı sözcükleri inceleyen kitaplar Kur"an"da, aynı sözcük bir yerde bir anlamda, bir başka yerde başka anlamda yer alır. En azından böyle görülür. Bunu inceleyen kitaplar da vardır. Bu konudaki bütün kitaplarda, Bakara"nın 54. ayetindeki "NEFS"e, bir toplumdaki ya da bir yöredeki "halk"ı (ahali) oluşturan "birey, kişi" anlamı veriliyor. Ve ayetteki "fektulû enfüseküm"ün 222 Tefsirlerde de aynı anlam 20. yüzyılın ünlüleri de içinde olmak üzere, tüm ünlü "tefsir"ler, yani "Kur"an yorumculan", Sabah"m "yanlış" dediği anlamı veriyor sözkonusu ayetteki sözlere. Tann seslenerek buyuruyor: _ "... fektulû enfüseküm!" Sözcük sözcük tam karşılığı şudur: _"... Hemen kendinizi öldürün!""Hemen", "fektulû" sözcüğündeki "fe"nin; "kendinizi", "enfüse-küm"ün; "öldürün" de; "fektulû"daki "uktulû"nun karşılığıdır. Kur"an yorumculan, "hemen kendinizi öldürün!" denirken de, şunun demek istenmiş olabileceğini belirtirler: _ "(Buzağıya taparak suç işlediğiniz için) kendinizi öldürün! İntihar edin." _ "(Ey buzağıya taparak suç işlemiş olanlar!) Haydi birbirinizi öldürün!" _"(Ey buzağıya tapmamış olanlar ya datevbe etmiş kişiler!) Kendi halkınızı (buzağıya tapmış ve tevbe etmemiş olanları) öldürün!" Kur"an yorumlannda "nefsinizi ıslah edin (ya da temizleyin)" anlamı değil; bu anlamlar var. Diyanet"in resmi çevirisindeki anlam da Kur"an yorumlanndaki bu anlamlara uygun. Olmayabilirdi, ama uy- 223 gun işte. Bu resmi çeviride, başka yerlerde bir dolu yanlış var ama buradaki yanlış değil. Bunu kanıtlayan kaynakların listesi yandaki sütunlarda. Dahası da var. Asıl kaynak Tevrat Kur"an"ın birçok yerinin kaynağı gibi, Bakara"nın sözü edilen 54. ayetinin kaynağı da "TEVRATtır. Muhammed"in öğretmenleri (bunlar arasında en çok adlarından sözedilenler, Addas, Yessar, CEBR adlı kölelerdi. Bkz. FJRâzî, 24/50.), kendisine, birçok şeyi gibi buradaki öyküyü de Tevrat"tan aktarmışlardır. Ama eksik olan ya da biraz değiştirerek, Tevrat"ta şöyle anlatılır "Ve dağdan inmek için Musa"nın geciktiğini kavım görünce, Harun"un yanına toplandı. Ona şöyle dediler _ Bizim için ilah yap..." (Tevrat, Çıkış, 32:1.) "Ve Rab (Efendi Tanrı), Musa"ya şöyle dedi: _ Git, aşağı in! Çünkü Mısır diyarından çıkardığın kavmin bozuldu. Onlara emrettiğim yoldan çabuk saptılar; kendileri için dökme bir buzağı yaptılar; ona secde kıldılar, ona kurban kestiler..." (Çıkış, 32; 7-8.) "Ve Musa döndü." (Çıkış, 32:15.) "Ve Musa"nın öfkesi alevlendi, elinden levhaları attı..." (Çıkış, 32:19.) "Ve Musa, kavmin dizginsiz olduğunu gördü. Ordugahın kapısında durup, şöyle dedi: _ Rab"den yana olan bana gelsin. Bütün Levi oğullan, onun yanına toplandılar. Musa onlara şöyle dedi: _ Herkes kılıcını beline kuşansın; ordugahta kapıdan kapıya dolaşsın! Ve herkes kendi kardeşini, kendi arkadaşını, kendi komşusunu öldürsün. Levi oğullan, Musa"nın söylediği gibi yaptılar. Ve o gün kavinden 3 bin kadar kişi düştü (öldü)." (Çıkış, 32:27-28.) Musa, "öldürün" buyruğunu, "Rab", yani Efendi Tann"sı adına 224 veriyordu. Bakara"nın 54. ayetinde anlatılan da işte bu. Demek ki, "fektulû enfüseküm"ün anlamı, Sabah"ta açıklamalan çıkan "bil-gin"lerin ileri sürdüğü gibi "nefsinizi ıslah edin!" değil; "kendinizi (ya da içinizden suçlu olanlan ya da tevbe etmeyenleri) öldürün! "dür. Kur"an yorumlanndan kiminde de, kaynağın Tevrat olduğu anlatılır. (Bkz. Meraği, 1/102; Muhammed Reşid Rıza, Tefsiru"l-Menâr, 1/ 320; Tantavî, el Cevahir, 1/73; Ömer Nasuhî Bilmen, Kur"an-ı Ke-rim"in Türkçe Meâl-i Âlisi ve Tefsiri, 1/54.) Sabah"m Kaynağı kimdir ve nedir? Bunca temel eser varken, Sabah"ın yayınlanna kaynaklık edenler nedir? "Nebioğlu yayınları" Arapça"yı, hele Kur"an ve hadis Arapça-sı"nı bilmeyen Abdulbaki Gölpınarlı"nın uydurma çevirisi, "Türkiye"nin en ünlü Kur"an Tefsircisi" diye sunulan, aslında bir "tefsirci (müfessir)" olmayan Hasan Basri Çantay"ın "Meâl"idir. Hasan Basri Çantay"ın Arapça"yı bilmediği söylenemez kuşkusuz. Türkçe "Meal"i de genellikle, Kur"an"ın aslına bağlı kalınarak yapılmış bir çeviridir. Bunu kabul etmek bir dürüstlük gereğidir. Ama, Hasan Basri Çantay bu alanda bir kaynak olamaz. Kimi yerde, akıl ve bilim karşısında, Kur"an"ın dediklerini "kurtarma" çabasını göstermiş, bu çabalan gösterdiği yerlerde de, söz konusu ayette olduğu gibi, zorlamalı yorumla yanlışa düşmüştür. Sabah bir de Lütfi Doğan"ı kaynak gösteriyor. Diyanet işleri Başkanlığı da yaptı diye, MSP eski Milletvekili olan Doğan"ın bir kaynak olabileceği düşünülebilir. Güngör Mengi de, köşesinde, bu kişiyi "din bilgini" diye niteliyor. Lütfi Doğan"ın kendisini "din bilginleri"nden sayacağı kuşkulu. Kendisini bir başvuru kaynağı sayacağı da... Temel kaynaklara karşı, Râzî gibi eski "müfes-sir"ler şöyle dursun; bir Hamdi Yazır, bir Ömer Nasuhi Bilmen karşısında bile "edeb" dışına çıkmak isteyeceği de..Hüseyin Hatemi de "ünlü din bilimcisi" diye sunulamaz. 225 Zeybek"in Din-İslam kurtarıcılığı: Bakan Zeybek diyor ki: _ "Dini yanlış anlatanlar kadar, dine zarar veren kimse olamaz. Kufan"ı bilmeyen insanlara Kur"an"ın tercüme ettirilmemesi lazım. Bunu tercüme eden, demek ki NEFİS kelimesinin anlamını bilmiyor. Binlerce kitap basılmış. Şimdi, bu hata nasıl düzeltilecek? Bu tip tercümeleri, Kur"an"ı bilmeyenlere yaptırmak çok büyük hata." (Sabah, 9.1.f990) Prof.Dr. Hüseyin Atay, oku bunları! Oku da Bakan Zeybek"in neler söylediğini gör. Sen, ne "Kur"an"ı, ne de "NEFS" kelimesinin anlamını biliyormuşsun! Öğrenmek istiyorsan, işte kaynak, git öğren! Diyanet"in yalanı Diyanet işleri Başkanlığı 9 Ocak> 1990 günlü Sabah"ta yer alan açıklamasında şöyle diyor: "Ayet-i kerimede iki defa geçen "enfüs" kelimesi, "nefs" kelimesinin çoğuludur. "Nefs" Arapça"da, sözlük anlamında, "ruh, kan ve bir şeyin kendi, aynı" anlamlarında kullanılır. Bu itibarla, ayet-i kerimedeki "nefislerinizi öldürünüz" ifadesinin, sözlük anlamda, "kötü duygularınızı öldürünüz" olarak anlaşılması mümkün olduğu gibi, "kendinizi öldürünüz" olarak anlaşılması da mümkündür." Oysa, "nefs"e burada birinci anlamı vermek mümkün değildir. Çünkü: 1- Ayetteki öykü bu anlamı vermeye elverişli değildir. 2- Bu öykünün geldiği asıl kaynak olan Tevrat"taki anlatılan biçimi bu anlama uygun değildir. Ve açıklamada deniyor ki: _ "Bu ayet-i kerimedeki "nefislerinizi öldürünüz" ifadesi de, mü-fessirler tarafından genel olarak "kötü duygularnızı öldürünüz" şeklinde anlaşılmıştır." işte bu "yalan". Bunun "yalan" olduğunu yukarıda sunulan "tefsirler" kesin olarak kanıtlamakta. Büyüğü, küçüğüyle tüm "tefsirler", Diyanet"in bu açıklamada ile- 226 ri sürdüğünün tersini dile getiriyor. Buyursunlar, "tefsirler" ne diyormuş; birlikte görelim. Birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Diyanet, gerçeği örtüyor. Ve hem görevini, hem de kamuoyundaki "Diyanet dini konularda daha iyisini bilir" biçiminde özetlenebilecek koşullanmayı kötüye kullanıyor. Eğer bu konuda Diyanet"in ileri sürdüğü "doğru"ysa, Râzî"nin, Zemahşe-ri"nin, Beyzâvi"nin, Kurtubi"nin, Alûsi"nin, Menar"ın, Tantavî"nin ve ötekilerin dedikleri, yazdıkları, savundukları yanlıştır. Ve eğer Diyanet"in dediği doğruysa, hem bu kaynaktakileri, hem de Tevrat"ta yazılı olan öyküyü kazıyıp, çıkarmak gerekir. Buyursunlar tartışmaya. "Ulemalarını toparlayarak gelsinler, işte meydan. Diyanet"i Yalanlayan 17 Arapça ve 5 Türkçe Kaynak "Tefsir"ler "NEFS"e ve "KATL"e burada "mecaz" değil; gerçek (hakikat) anlamlarını vermekte birleşiyorlar. Bunu kanıtlayan işte 17 Arapça ve 5 Türkçe kaynak. Arapça tefsirler: 1-Fahruddin Râzî, e"t-Tefsiru"1-Kebr, Beyrut, 3/81-82. islam dünyasında herhangi bir kimse çıkıp da, "Fahruddin R. de kim oluyormuş?" diyebilir mi? 2-Zemahşerî, Keşşaf, Kahire, 1977,1/69.3-KâzîBeyzâvî, 1/81. 4- Taberî, Camiu"l-Beyân, Beyrut, 1972,1/226-229. 5-Ibn Kesîr, Beyrut, 1966,1/161-162. 6-Celaleyn, 1/8. 7-Abdullah Ibn Ahmed e"n-Nesefi, Tefsiru"n-Nesefî, istanbul, 1/ 48-49. 8-Merâğî, Mısır, 1974,1/120. 9-Kurtubî, 1/342-343." 10. Muhammed Reşid Rızâ, Tefsir"l-Menâr, 1/319-320. 1!- Âlûsî, 1/216. 12- Muhammed Ebu"s-Suûd, Tefsiru Ebi"s-Suûd (Irşadu"l-akli"s- 227 Selîm ilâ Mezâya-1-Kur"an"il-Kerim), Mısır, 1928,1/81-82. 13- Hâzin, Lubâbu"t-Te"vîl, istanbul, 1371,1/48. 14- Tantâvî, el Cevahir fî Tefsiri"l-Kur"an, Mısır, 1350,1/72-73. 15- ismail Hakkı (Bursalı), Ruhul-Beyân, istanbul, 1306, 1/93-95. 167 Ebu"t-Tayyib Sıddîk, Fethu"l-Beyân, Mısır, 1300,1/111. 17- Muhammed Ali e"s-Sâbûnî, Safvetu"t-Tefâsir, 1/58. Türkçe tefsirler: islam dünyasında saygı gören (muteber) Türkçe tefsir sayısı çok değil. En çok tutulan, ünlü olanlar ve başvurulup bakılacak yerleri de şöyle: 1- Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, İstanbul, 1960,1/ 354. "... fektulû enfüseküm"e "hemen kendinizi katlediniz" anlamı veriliyor. "Nefsinizi öldürünüz" de aynı anlamda. Yani "kendinizi öldürün" anlamında. Yani "enfüsiküm"e ("nefsiniz"e) "KENDİNİZ" anlamı verilmekte. 2? Mehmet Vehbi, Hulasetul-Beyân, 1/128-129. 3- Ayıntâbi Mehmet Efendi, Tefsir-i Tibyan, istanbul 1324, 1/ 39-40. 4- Ferah Efendi, Tesfir-i Mevâkib, Tefsir-i Tibyan"m kenarı, 1/ 30-31. 5- Ömer Nasûhi Bilmen, Kur"an-ı Kerim"in Türkçe Meali Âlisi ve Tefsiri. 1/54. Bir de Arapça"dan Türkçe"ye çevrilmiş olan bir "tefsir"i gösterelim: Prof. Seyyid Kutub, fî Zılâli"l-Kur"an, çev. Emin Saraç, I.Hakkı Şengüler, Bekir Karlığa, istanbul, 1970,1/148-149. 2000"e Doğru 14 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 3 228 KUR"AN"IN NE DEDİĞİ Derginin iki hafta önceki sayısında yer verilen ve Diyanetin yalanını içeren tartışmayı okumuşsunuzdur. Bir hafta önce de, Diyanetin yalanını desteklercesine kaleme alınmış bir yazı, Prof.Dr. Hüseyin Hatemi"nin yazısı da mektuplar kesiminde yer almıştı; onu da okumuşsunuzdur. Bu yazıya bir karşılık vermek gerekiyordu. O nedenle, "Kur"an"daki akıl ve bilim dışılıklar" dizisini bölüp, araya girdim. Sabah gazetesi açmıştı tartışmayı. 8-10 Ocak 1990 günlü sayılarındaki önemli "haber"iyle... Bakara Suresinin 54. ayetindeki bir söze ilişkin Diyanet çevirisinin "yanlış" olduğu savunuluyordu. Hem de "Kıyamet haberi" verircesine... Oysa Diyanetin resmi çevirisinde nice yanlışlar vardı. Gelin görün ki, buradaki "yanlış" değil; "doğru"ydu. Bunu belirtmeye çalıştım. Dayandıklarımsa şunlardı: _ Kur"an sözcüklerinin nerede, hangi anlamlara geldiğine ilişkin uzmanlarınca kaleme alınmış ve İslam dünyasında yüzyıllar boyu "mu"teber" yani geçerli ve güvenilir sayıla gelmiş kitaplar. (Bu konuda temel kaynak niteliğinde bulunan 4 kitap sunulmuştu.) _ Yine geçmişte ve bugün, İslam dünyasında güvenilir, sayıla gelmiş 17 Arapça "tefsir". _ Türkiye"de, Türkçe olarak bilinen, güvenilen hemen tüm "tef-sir"ler. _ Ve "tefsirler"de de belirtildiği gibi asıl kaynak olan "Tevrat"ln ilgili bölümü. Buna karşılık, "çevirinin yanlış olduğu" ileri sürülerek "Kur"an"a karşı Kur"an"ı kurtarma çabası" gösterilirken dayanılan neydi? Doğu"da da, Batı"da da hiçbir biçimde "kaynak" sayılamayacak olan bir-iki "Türkçe meal" ve bir-iki kişi. Bu "bir-iki kişi" arasında da Sabah"ın "Türkiye"nin ünlü dinbilim-cisi ve islam tarihçisi" diye niteleyip sunduğu Prof.Dr. Hüseyin Hate-mî. Hatemî, dergimizde yayımlanan yazısında, böyle nitelenmesine karşı çıkağını, yalnızca bir "müslüman" olarak tanıalmak istendiğini, 229 buna da "tanık,,lanmn bulunduğunu yazıyor. "Tanık" gerekli değil; olabilir; buna birşey dediğimiz yok. Bu arada "aklı başında" olduğunu da yazıyor. Buna da birşey diyemeyiz. Buradaki "alçak-gönüllülük" müdür, Övünme midir? Bunun da üzerinde duracak değiliz. Ama bir başka çelişki var ki; işte, konunu özü nedeniyle onun üzerinde durmak gerekir: Profesörümüz madem ki "sadece bir müslüman"dır; üstelik de "aklı başında"dır; nasıl oluyor da: 1- Şimdiye dek İslam dünyasında, "Kur"an dili"ni "en iyi bildikleri" kabul edilegelmiş olan "dilci ve yorumcu"lann (örneğin bir Ra-ğıb"ın, bir Ibnü"L-Cevzi"nin, bir Nâbıgânî"nin...) ve de en ünlü, en güvenilir "milfessirlerin verdikleri anlamı kabul etmeyebiliyor; dahası "yanlıştır" diyor? Nasıl? 2- Yine nasıl oluyor da, "kendi re"yi"ne dayanarak "Kur"an tefsir" etmeye, ayete anlam vermeye kalkabiliyor? Hem de "tefsir" alanındaki uzmanları, (profesörümüz lütfen hoşgörsün) güldürecek nitelikte bir "Kamus"u (Kamus"un Kur"an sözcükleri konusunda kaynak olamayacağını çok sıradan kimseler bile bilir), bir "Ahmediye Mezhebi"nin şunun, bunun çevirisini ya da şunun bunun "meâTini "KAYNAK" diye göstererek? Nasıl yapıyor bunu? 3- Ayrıca nasıl oluyor da "doğru yorum için Kur"an"ı, Kur"an ile tefsir ilkesine başvurulmalıdır" türünden, gerçekten çok, ama çok büyük bir söz edebiliyor? "Kur"an"ı Kur"an"la tefsir" ilkesi sözkonusu olunca profesörümüze Tmrada hemen anımsatmak gerekiyor: "Tefsir Usûlü (Usûlü"t-Tefsir)" konusuyla ilgilenenler çok iyi bilirler ki, bu ilkeyi uygulamanın "kurallar" vardır. Başında da. "Kur"an dili"ni, âyetlerden hangisinin "mü-fessir", hangisinin "müfesser" olabileceğinin bilinmesi gelir. Ve daha nice bilgiler gereklidir. Profesörümüz, karşılaştırdığı âyetlerden, hangisinin hangisini "tefsir eder" nitelikte olduğunu nasıl bilebiliyor? Hem de "sade bir müslüman" olarak? Biliyorsa, lütfen söylesin. Bu köşede yer vermeye hazırım. Ama "vukufla, yerini, yurdunu (kaynağını? göstererek çıksın ortaya. Ciddi kaynaklar göstersin. Yoksa, "bü-külemedik el" ne yapılır; çok iyi bilir. Konumuza ilişkin sözün özü: Bakara 54"te "(Tevbe için) kendinizi (ya da birbirinizi) öldürün!" deniyor. 230 Kur"an"da, 13 yerde "nefsi katletmek"ten sözedilir. (Bkz. Bakara: 54; 72, 85,; Nisa: 29, 66; Maide: 32; En"an: 151; îsrâ: 33; Kehf: 74; Tâhâ: 40; Furkan: 68; Kasas: 19, 33.) Bunların tümünde de, tüm "Kur"an elfâzfna ilişkin kaynaklara ve tüm "tefsirler"e göre, "adam öldürmek, cana kıymak" anlamındadır. Diyanet çevirisinde, bunlardan birine, Nisa Suresinin 29. ayetindekine "yanlış"" anlam verilmiştir, ille de "yanlış" arıyorsanız, işte buyurun. (Bu yanlışı görmek için örneğin bk?. F.Râzî, 10/72.) Bununla birlikte, şunu da belirtmek gerekir: Diya-net"in resmi çevirisinin sahibi sayılan Prof.Dr. Hüseyin Atay, Arapça"yı da, "Kur"an bilimleri"ni de, "gerçekten bilen kişi"dir. Profesör Hâtemî de, Diyanet işleri Başkanı da, bu konuda olsa olsa, onun öğrencisinin öğrencisi olabilir. Doğrusu bu. Atay"ın konumuza ilişkin bir küçük açıklaması bundan önceki sayımızda, Hâtemi"nin yazısından sonra yer almıştı. Hâtemî"ye birşey daha: Kur"an, kendisini, tüm ayetlerde, Hâtemi"nin yazısında ileri sürdüğünün tersine, "Tevrat"ın "düzelticisi" değil; "onaylayıcısı" diye tanıtır. (Kimi yerde görmek için bkz. Bakara: 41,91, 97, 101; Nisa: 47; Mâide: 48; En"am: 92...) "Buyursunlar, tartışalım, "ulemâ"lanm toplayıp gelsinler. İşte meydan..." demiştik. Ama "sadece bir müslüman" geldi. Diyanet nerede? 2000"e Doğru 28 Ocak 1990, Yıl 4, Sayı 231 ŞERİAT TANRISININ HİLESİ Buradaki "hile"yi Türkçe"deki anlamında kullanıyorum. "Düzen, aldatmaya, oyuna getirmeye yönelik yapılan iş, tuzak..." anlamında. Çokları "Şeriat"ın Tannsı"nı iyice tanımaz. Kendi kafasında geliştirdiği, "sonsuz güzellikler kaynağı" ve "iyilik, güzellik,dürüstlük yolunu gösteren, bunu inanırlarına aşılayan varlık" diye görür. Savunduğunda da öyle savunur. İslâm"ın, İslâm Şeriatı"nın "Tanrsı mıdır konu? Konuşurken, tartışırken kafasındaki bu "Tanrya uyacak biçimde konuşup tartışır. Onun için İslâm "kelâm"ında da zamanla, duruma, göre, "kafalardaki TanrTya uygun düşecek biçimde yorumlar oluşturmaya çaba-lanmıştır. "Şeriat TannsTnın orası burası budanmış, orasına burasına eklemeler yapılmış ve bu "TanrTda "tadilât" yoluna gidilmiştir. Bu yapılırken, Şeriat"ın kendisindeki, temel kaynaklan olan Kur"an"daki, "hadis"lerdeki "Tanrı"; olduğu gibi kalmıştır kuşkusuz. Yani değişmeden... Gelişen, değişen her şeye, zamana, çağa, yeni durumlara, yeni anlayışlara, yeni yaşama biçimlerine "meydan okumuştur. Böyle gelmiştir çağlar boyu. "Hile" sözkonusu olunca da "Tann"ya yakıştırılmaz. Gelip "kafalardaki TanrTya çarpar çünkü. "Tann"nın hile yapmıyacağı" düşünülür. "Tanrı da hile yapar mı? Hâşâ!" denir. Gelin görün ki "Şeriat Tanrısı", âyetlerin, hadislerin çok açık açıklamalarına göre; hem kendisi "hile" yapar; hem de "hile" yapılsın diye "Peygamber"ine öğütler verdirir. Kur"an"da "hile (düzen.tuzak)" anlamına gelen "hud"a"nın türe-viyle bir yerde (bkz. Nişe, ayet: 142.); aynı anlama gelen "mekr" sözcüğü ve türevleriyle de altı yerde (bkz. Alu İmran: 54: A"raf:99; Enfal: 30: Yunus: 21; Ra"d: 42, Nemi: 50.), "Tanrı"nı hile yapar olduğu" anlatılır. Kur"an"ın "TanrTsı birtakım kasabaları nasıl yokettiğini uzun uzun anlattıktan sonra sorar: —"Onlar, Tann"nın hilesine karşı kendilerini güvenlikte mi görüyorlardı?" (A"raf: 99.)Sonra şöyle der: 232 —"Tann"nın düzenine karşı, yalnızca zararlı çıkan bir toplum kendisini güvenlikte görür."Yine Kur"an"ın "Tannsı" herkese şunlan duyurur:—"... De ki: "Tanrı, hile yapmakta, herkesten daha hızlıdır." " (Yunus: 21.) Bunun tam karşılığı olan sözlere, "Tann"ya yakıştınlma-dığı için Diyanet"in resmi çevirisinde, kendi anlamının dışında bir anlam verilmiştir. Bu, hep yapılır. —"Onlar hile yaptılar; Tann da hile yaptı. Tann, hile yapanlann en hayırlısıdır." (Alu imran: 54.) —"... Onlar hile-tuzak kurarlar. Tanrı da hile-tuzak kurar. Tann hile-tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Enfal: 30.) Muhammed de "inanır"lannı, "inanmaz"lanyla savaşa yöneltirken şu öğüdü verir: — "El hambu hud"atun = savaş hiledir." (Bkz. Buhari, e"s-Sahih,Kitabu"l-Cihad/ 157; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"l -Cihad/ 17-18, hadisno: 1739-1740.) Muhammed, bu öğüdü vermekle kalmamış, kendisiuygulamış ve uygulatmıştır da. Nicelerini, örneğin bir ozanı, Ka"b ibnEşrefi, "hile" yaptırarak, tuzak kurdurarak öldürtmüştür. (Buhari"ninde içinde bulunduğu hadis kitaplannda yer alan olay için bkz. Tecrîd,Diyanet Yay., hadis no: 1578.) İslam Şeriatı, tüm dünyayı bir savaş alanı görür. Bu savaş, "İslam inanırlan"yla "inanmazlar" arasındadır. Şeriat, güçleninceye dek, "mümaşat" yolunu, yani "birlikte banş içinde bulunma"yı kullanır. Bu da bir çeşit "hile"dir. Ama güçlenince, iki yoldan birinin seçilmesini ister insanlardan: — Ya ölüm, — ya da İslâm. İnanç ve düşünce özgürlüğünün soluğu kesilmiştir o zaman. İslam, hiçbir "din"i "din" olarak tanımaz. Kur"an"ın "tanrTsı: "Tann"nm dininden başka bir din mi istiyorlar? (Yani hiç olur mu?)" diye sorar. (Alu imran: 83.) sonra: "kim islam"dan başka bir din isterse, onunki kabul edilmiyecektir hiçbir zaman?" der. Ve yine şöyle açıklamada bulunur: "Tann katında din, kuşkusuz, yalnızca islam"dır." Güçleninceye dek şöyle demiştin "Senin dinin sana, benim dinim bana." (Kâfirim: 6.) "dinde zorlama yoktur..." (Bakara: 256.) Güçlendikten son-raysa, inanmazlar gösterilerek Müslümanlara şu buyruk verilmiştir: 233 — "... Onları nerede bulursanız orada öldürün!" (Bkz. Bakara 191;Nisâ:89,91;Tevbe:5.) İran"da mollalar, Şah"a karşı, sol kesimle "mümâşat" yapmıştır (barış içinde birlikte yürümüştür, Şah"a karşı birlikte savaşmıştır). Ama ne zaman ki güçlenmişlerdir; daha önce "ittifak" kurduklanna ne yaptıklarını herkes bilir. Mollalar, İslam Şeriatı"ndaki "hile" yöntemini kullanmışlardır. Ülkemizdeki "molla"lann, din çevrelerinin, "çifte standart olmasın", "demokrasi, inanç ve düşünce özgürlüğü" diyerek sol kesimin karşısına çıktıkları, birçoklarını istedikleri çizgiye getirmeyi başardıkları ve Türk Ceza Yasası"nın 141,142. maddeleriyle birlikte 163. maddesinin tartışıldığı şu sıralarda bunların bilinmesinde, unutulmamasm-da yarar var. "Görüş"lerin soluğu kesilmesin diye...Ekonomi ve Politikada Görüş Şubat 1990, sayı 39 234 163. MADDENİN KALDIRILMASI 141. ve 142. maddelerle birlikte 163. madde de kaldırılsın. "Düşünce suçu" diye bir şey istenmiyorsa, bu maddelerin tümünün kaldırılması istenmeli ve sağlanmalı. "Demokrasi" için, "düşünce özgürlüğü" için bu gerekli, zorunlu. 141. ve 142. maddelerin kaldırılması istenirken, "163. madde kalsın." denemez, denirse "çifte standart olur... Böyle dene geldiğini biliyoruz. Yani böyle diyenlerin bulunduğunu, dahası az olmadığını... Bu savın bir gelişmesi var; öyküsü var. Sağ kesimdeki "mol-la"lar, bir kesim "sol"la "ittifak" girişimleri ve bunu, sonunda başarmaları... Bu yazıda, bunlar üzerinde durulacak değil. "163. madde kaldırılsın" denirken neyin "olmayacağı"nı belirlemek gerekir. En başta bu yapılmalı. Şu sorunun karşılığı bulunmalı burada: —163. maddenin "hükmü" kaldırılabilir mi? 163. Maddenin hükmünü kaldırmaya meclisin gücü yetmez: Bu, şaşılası gibi gelebilir. Ama gerçek. Bir düşünelim: 163. madde ne tür bir hükmü içine alıyor? Bilindiği gibi, bu madde: "laikliğe aykırı olarak... " diye başlar. Ve "laikliğe aykınlıklar"ı bir takım ceza hükümlerine bağlar. Bu madde hükmünün kaldırılması demek, "laikliğe aykırılığın serbest bırakılması" demektir. Bunu, yasama organı^ yani TBMM yapabilir mi? Yapamaz; çünkü: Yasama organı, "DEVLET"in "3 erk"inden biridir. Devlet, bu" gücünü, "laikliğe aykırılık" eylemini "serbest bırakmak"ta kullanamaz. "Laik" olmasaydı kullanabilirdi. Ama herkesin bildiği gibi "la- 235 ikntir. (Anayasa, Madde:2.) Bu nitelik "değiştirilemez" ve"değiştirilmesi önerilemez" (Anayasa, madde: 4.) Konu, bu denli açık. Tartışması bile olmayacak ölçüde... Demek ki "kaldırılsın" denen madde hükmü, "kaldırılamaz". Tüm Partiler biraraya gelse bile, buna güç yetirilemez. "Şeriatçı bir darbe" olmadıkça... Devlet, hem "laik" olacak; hem de "laikliğe aykırılığın serbest olması" için "irade" gösterecek; gücünü kullanacak. "İsteyen laikliğe aykırı görüş ileri sürsün, bu doğrultuda davransın, partisini kursun, yapabiliyorsa gelsin, iktidar olsun. Olabiliyorsa Şeriat devleti kurulsun..." diyecek!!! Olmaz, olamaz böyle şey. Devlet, "laik" olarak "laikliğe aykırılığı serbest bıraktığı" zaman, "laik olma niteliğini yitirir. Ayrıca da, "Kendi yıkıcısı"nı kendi elleriyle hazırlayamaz. Ve böyle bir şey istenemez de, Onun için 163. maddenin kaldırılması istenemez. Ne "insan haklarını" savunma adına istenebilir; ne "hukuk" adına istenebilir, ne "demokrasi" adına istenebilir; ne de "Çağdaşlık" adına islenebilir. "İnsan hakları"nı savunma adına istenemez: İstenemez çünkü: "Laikliğe aykırılığı serbest bırakmamak", en geniş anlamıyla "insan haklarTm güvence altına almanın bir gereğidir. Laikliğin olmadığı yerde, "insan"ın temel "hak"lanndan olan "düşünce özgürlüğü", "inanç özgürlüğü" olamaz. Ayrıca: 163. maddenin yasakladığı "Şeriat iktidarında "insan haklarfnda değil; "İslam"a inanan insan haklarından sözedebilir olsa olsa.Bu da tam değ»; bir ölçüde... Çünkü İslam Şeriatı, İslam "fıkh"ı, Islamdan başka hiç bir "din"i "din" saymayanın yanında, "ırk ayrımı" yapar (Kur"an"a göre: Tek muhatap ırk Arap"tır, Araplar içinde de En"am/ 92"ye, Şûrâ/7"ye göre de "Mekke ve cevresi"nde bulunanlardır.); "soy-sop aynmı" yapar (hadislere ve fıkha göre: "en üstün olan, Kureyş Kabilesi"dir.); "mezhep aynmı" yapar (Şiilerin etkin olduğu yerde sünnilere, sünnilerin etkin olduğu yerdede şiilere ve ötekilere değer verilmez.);" Müslüman ayrımı" yapar ("dindar"ı varken, dinde biraz zayıf olanın değeri yoktur.)... Muhammed"in kendi arkadaşları 236 arasında bile ayrım yapmış; dahası bir kesim öbür kesimle kıyasıya savaşmış, 656 yılında bir savaşta bile (Cemel Savaşm"da) iki kesimden 15 bin kişi öldürülmüştür. Bu tür savaşlar, öldürmeler, İslam şeriatının egemen olduğu yüzyıllar boyu olmuş süregelmiştir. İslam Şeriatı, "insan"ın en temel "Hakkı" olan "yaşama hakkı"nı elinden alır kendi ölçüleri içinde. Ve kendi inanırlarına, "inanmazlar" gösterilerek: -Nerede bulursanız, orada öldürün!" der. (Bkz. Bakara: 191; Nisa: 89,91; Tevbe: 5.) "İnsan Haklan" yaşıyabilir mi böyle bir ortamda? Bu "terörlerin terörü" ortamında?!"insan Haklan" için evrensel nitelikte, "uluslararası" kabul edilmiş "bildirge"ler var. Bunlardan hangisi böyle bir ortama "evet" diyebilir? Hangi maddesi hangi hükmü?!! "Hukuk" adına da istenmez istenmez çünkü: "Laikliğe aykınlığı", ne ülkemizdeki hukuk sistemi benimser; ne de "hukukun genel ilkeleri" buna uygun. 1982 Anayasası bile kesin olarak "laik" dediği devletin bu niteliğini, sağlam güvenceye bağlayan hükümler içeriyor. "Yaptınmı"ysa Türk Ceza Yasası"nda. Ve işte 163. maddesinde. Aynca Türkiye Cumhuriyeti"nin 2 numaralı yasası olan bir Hiya-neti Vataniye Yasası var. Türk Ceza Yasası"nın 163. maddesiyle yasaklananlar, bu yasada "vatan hainliği" sayılmıştır. Yaptırımı da: idam ve bu yasa, bugünde geçerli. Türk Ceza Yasası"ndaki 163. maddenin kaynağıdır bu yasa. Laiklik, insanlığın ileri uygarlığı ve gelişmişliğiyle yakından ilgilidir. Ulaşılmış olan bir aşamadır. "Hukukun genel ilişkileri"yle içice olan, ayrılmaz nitelikte bulunan bir aşama... Bu aşamadan geri dönülmez. Geri dönülmesi de istenemez. Hele "hukuk" adına...Kaldı ki, yukanda da değinildiği gibi, islam Şeriatı, kendi ölçüleri dışında hiçbir hakka yer vermeyen bir hukuksuzluk düzenidir. Adam öldürmenin türlü biçimlerinin, türlü işkencelerin de bulunduğu bir düzen... Başlı başına bir terör mekanizmasıdır. 163. maddeyle yasaklanan mekanizma işte budur. Bu maddenin kaldınlmasını istemek, 237 bu mekanizmaya "serbestlik" vermektir. "Demokrasi" adına da istenmez istenmez çünkü: 163. madde, demokrasiyle hiç bir biçimde bağdaşmayan bir eylemi "laikliğe aykırılık" niteliğindeki eylemi yasaklıyor. Yine bu meddeyle yasaklanan "Şeriat" düzeni "demokrasi" için bir ölümdür. Bu konuda yeterli bilgi almak isteyenler, "yüzyılımızın kitabı" nitelikteki kitabın, Şeriat ve Kadın"ın yazan, an-duru bilim adamlığıy-la yürekliliğin örneğini veren değerli insan Prof. Dr. îlhan Arsel"in, bir hukuk anıtı niteliğindeki "Teokratik Devlet Anlayışından Demokratik Devlet Anlayışına" adlı kitabını okuyabilirler. Ve okumalıdırlar. 163. maddenin kaldırılmasını istemek, "demokrasi"yle bu maddenin yasakladığı şeyin ne olduğunun bilincinde olanların tüylerini ür-pertmeye yeter sanırım. Elverir ki ikisi de iyi bilinsin. "Çağdaşlık" adına da istenemez: istenemez çünkü: Laiklik, çağdaşlığın en "olmazsa olmaz" lann-dandır. "Çağdaşlık"ta, "laikliğe aykırılık" eylemi hoşgörülmez. Çünkü/^^ bu eylemin hoşgörülmesi, "düşünce ve inanç özgürlüğünü yok etm^ eyleminin hoşgörülmesiyle eşanlamlıdır. ffele "Şeriat" sözkonusu olunca... Şeriat"m "iktidar" olmasına kapı açmak, insanı, "orta çağ karanlığına hapsetmenin yani sıra, insan boğazlamanın, işkencenin bir sistem durumuna geldiği düzen için "buyursun, olabilirse iktidar olsun!" demektir."Çağdaş" insan bunu diyemez. "MOLLA" başlıklı yazıyıda okuyacaksınız derginin bu sayısında. Bu yazıyı yazdığım zaman, Prof. Dr. Muammer Aksoy, daha öldü-rülmemişti. 163. maddenin kaldırılması istemine karşı sürekli savaşmış olan 238 bu hukuk ve bilim adamının öldürülmesinden sonra, sağ kesimden şimdilik "mümaşaf"çı davranan kimi "molla" ile, sol kesimden kimileri, "terör"e karşı "ortak bir bildiri" yayımladılar. (7. 2.1990 günlü gazetelerde.) Bence bu "ittifak"ın "terör"e karşı olmak yönünden hiç, ama hiç bir önemi yoktur. Çünkü, sağdaki "Molla"lann savunduklan düzen, islam"dır, islam Şeriatı"dır. Bu düzenin, kendini güçlü bulduğu zaman, baştan sonra bir terör durumunu aldığıysa, kimsenin yadsımayacağı bir gerçek. "Terör"le "terör"e karşı çıkabilirler mi? Ne var ki, "çağdaşlığımızdan kimileri, "mollalarla ittifak"ta di-renmekteler. Bence yanlış bir yoldur bu Unutulmamah ki, İran"da da bu yola gitmişlerdi ve durum şimdi ortada. Kısacası: 163. maddenin yasakladığına, "düşünce suçu" demek, "özgürlük düşmanhğı"yla "terör"le "cinayetlerle "düşünce"yi birbirine kanştırmaktadır bence. Sosyal DemokratŞubat 1990, Sayı 22 239 ÎSLAM ÖNCESİ DÖNEMDE "KIZ ÇOCUKLARININ DİRİ DİRİ GÖMÜLDÜĞÜ" YALANI Tekvîr Suresinin 8. ve 9. ayetlerinde bir değinme. Bu ayetleri, Hamdi Yazır, biraz duygusal olarak, dilimize şöyle çevirir: — "Ve o diri gömülen, hangi günahla öldürüldü? Sorulduğu vakit." (Bkz. Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, 1962, 8/5593.) Diyanet"in resmi çevirisinde de ayetlerin anlamı şöyle: —"Kız çocuğun, hangi suçtan öldürüldüğü kendisine sorulduğuzaman." islam"ın "kadın"a nasıl "üstün yer ve değer verdiği"ni anlatan islamcılar, ikide bir de şöyle derler: — "Cahiliyet (islam öncesi) döneminde, kadına değer verilmediği için, kız çocukları diri diri gömülürdü, islam gelince, kadına üstünyerini verdi ve kız çocuklarını diri diri gömme geleneğini de ortadankaldırdı..." Bir kez islam Şeriati, "kadına üstün yeri verdiği"nden, "kadın haklan"ndan sözedemez. Edemez çünkü: 1- Kur"an"ındaki "kadın"la ilgili ayetler, hep kadının zararına, kadını küçültücü doğrultudadır, örnek: — Bakara Suresinin 228. ayetinde: "Erkeklerin, kadınların zararına, onlardan üstünlüğü (derece) vardır." deniyor. — Kur"an"ın "Tann"sı, hep "eril" sözcüklerle ("huvella- hu..." gibi) anlatılır. Sözcükler, bu "TanrTnın "erkekliği"ni anlatır niteliktedir. Onun için de "erkek"lerin "üstün" ve "kadın"lann "aşağı (dahası aşağılık)" görülmesi doğaldır. — "Erkek"lerin "derece"lerinin, "kadınların zararına" olacak biçimde "üstün" olduğunu anlatan "ayet"le ne demek istendiğine ilişkin "tefsir"lerin, "fıkıh"lann yazdıkları, gerçeği çarpıcı biçimde sergiler: örneğin Fâhruddîn Râzî şöyle der: "Erkeklerin derece üstünlükleri. Erkeklerin kadınlara karşı birçok üstünlükleri vardır: Birincisi: Erkek, akıl yönünden üstündür, ikincisi: Diyette (öldürme olayındaki kurtulmalıkta) erkeğin.üstünlüğü vardır. (Kadın için ödenecek diyet, 240 erkek için ödenecek diyetin yarısı kadardır.) Üçüncüsü: Miras konularında erkeğin üstünlüğü vardır. Dördüncüsü: Devlet başkanı ve kadı (yargıç) olmaya elverişlilikte ve tanıklıkta erkeğin üstünlüğü vardır. Beşincisi: Erkek, kadının (karısının) üstüne evlenebilir, cariye alabilirken kadının böyle bir hakkı yoktur. Kocasının üstüne evlenemez, kocanın cariye alıp kullanması türünden köle alıp kullanamaz. Altıncısı: Kocanın mirastaki payı, kadının mirastaki payından çoktur. Yedincisi: Koca, karısını boşayabilir, boşadıktan sonra da dönüş yapabilir. Kocasının bu eylemi, kadın istemese de gerçekleşir. Kadınsa, kocasını bo-şayamaz. Boşandıktan sonra da, dönüş yapamaz... Sekizincisi: Ganimette, erkeğin payı, kadının payından çoktur. Erkeğin kadına karşı üstünlüğü böylece ortaya çıkınca, kadın, erkeğin elinde güçsüz bir tutsak gibidir..."(Bkz. F. Râzî, e"t, Tefsiru"l-Kebîr, 6195.) öteki tefsirlerde de benzer açıklamalar yer alır ve kiminde, kadına karşı erkeğin daha başka ayrıcalıkları sıralanır. (Bkz. Taberî, Câmi-u"l-Beyân, 2/275-276; İbn Kesir, 1/271; Şevkâni, Fethu"l-Kadir, II 237; Kasımi, Mehasinu"t-te"vMl, 3/585; Tefsiru"l-Merâğî, 2/167. Ayrıca bkz. Dr. Kâmil Mûsâ, Kâmusu"l-Mer"e Derece, Beyrut, 1987, s. 15-26.) — Hiçbir hukuk sisteminde, ilkel hukuklarda bile olmayan bir şey var: Nisa Suresinin 34. ayetinde, kanlarının kendilerine başkaldıracaklarına ilişkin kuşkuya, kaygıya düşen kocalara şu yol gösterilmekte: "O kadınları dövün!" Ortada "suç" olmadan "ceza" verilmesi, hangi hukuk sisteminde bulunabilir? "Onları dövün!" deki ilkellik de ayrı... Kur"an"daki "kadın" ların zararına olan "hüküm"leri sıralamaya buradaki yerimiz el vermez. Mirasta oğlana 2, kıza 1 pay verilmesi eleştirilirken, islamcılar, islam öncesi dönemde, "kadın"a bu kadar da pay verilmediğini, kadının, mirasta hemen hiçbir hakkı olmadığını ileri sürerler. Bunun, "gerçek"le hiçbir ilgisi yoktur. Kur"an"da, hadisler de, "kadın"a "yeni hak"lar vermek şöyle dursun, islam öncesi haklarının birçoğunu da elinden almıştır kadının. Bu, ayrı bir yazı konusu olabilir. 1- "Hadis"lerde, "kadın" son derece aşağılanır. Hor görülen şeylerle bir tutulur, uğursuz görülür. Bu konudaki hadisleri genişçe görmek için, her bir kitabıyla karanlığın belini kıran ve aydınlara, bilim 241 adamlarına örnek olan Prof. Dr. ilhan Arsel"in "Kadın ve Şeriat" adlı kitap mutlaka okunmalıdır. Bu kitapta, kaynaklar da açık seçik gösterilmiştir. Kitabm sonunda bir de "indeks" vardır ve konular, kitapta kolaylıkla bulunabilir. Kız çocukları ve İslam öncesi dönem Şimdi gelelim "kız çocuklarını, islam öncesi dönemde diri diri gömüldijkleri" yalanına: Böyle bir şey gerçek olamaz, çünkü: 1- Kız çocuklarının neden "diri diri gömüldükleri", Kur"an yorumlarında, hadislerde anlatılırken değişik ve çelişkili "neden"ler ilerisürülüyor: — Kız çocukları, "yoksulluk yüzünden diri diri gömülüyordu." — Kız çocukları, "ailelerine leke sayıldığı için diri diri gömülüyordu." — Kız çocukları, "meleklere katılsınlar diye diri diri gömülüyordu. Çünkü Melekler de Tann"nın kızları diye niteleniyordu." "Tefsirlerde yer alan "neden"ler böyle. (Bkz.. Râzî, 31169.) Sonuncu nedenin komikliği ortada. Çelişkiside. Düşünün "Me-lek"lere "Tann"nın kızlan" diye inanılıyor olacak, hem de kız çocuğu, "ailesi için leke" sayılacak. "Melek" son derece "kutsal bir varlık" görüldüğüne göre, kız çocuğu ailesi için "leke, utanç verici" olamaz. Tersine, son derece "övünç kaynağı" sayılması gerekir "kız"ın. Ayrıca, "meleklere katılsınlar" diye diri diri gömmeye niye gerek görülsün? Bunun için "ölmek" ille de gerekli görülüyorduysa "diri diri toprağa gömmek" niye? "ölme"nin başka türlüsü yok muydu? Tüyler ürpertici cinayet niçindi? 2- ileri sürülen "neden"leri "gerçek" olduğu varsayılmış olsa,"kız çocuğu diri diri gömme" geleneğinin çok yaygın olduğunu düşünmek gerekir. "Kız"ın ailesi yoksulsa, "yoksulluk"tan; zenginse "âr (leke, kınama konusu)" olmasından; ayrıca "meleklere katılsın" diye; yani her durumda uğrayacağı sonuç aynı: Diri diri gömülmek. Bu 242 "gerçek" olsaydı, Araplarda "kız" kalır mıydı? Ve "kadın" olurmuydu? Oysa belgeler ortaya koyuyor ki, Araplarda "kadın çokluğu" vardı. 3- "Kız çocuklarının diri diri nasıl gömüldükleri"ni de tefsirlerdeğişik biçimde anlatmakta: — "... Kız çocuğu 6 yaşına gelince, adam karısına: "haydi bunu temizle, süsle, hısımlanna gezmeye götüreceğim." derdi. Oysa çölde bir kuyu kazmıştır onun için. Kızı alıp oraya götürür; "bak şunun içine!" der; sonra da arkasından iterek çocuğu o çukura düşürür ve-üzeri-ne toprağı döküp yığardı." — " Ya da gebe karısının doğum günü yaklaştığında, koca bir kuyu kazardı. Ağrısı tutunca kadın o kuyunun basma giderdi, kız doğurursa içine atardı kuyunun." (Bkz. Tefsirler, örneğin Arapçalardan F. Râzî, 31/69; Türkçelerden Hamdi Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, 81 5603, 5604.) Araplarda, hem de "yaygın biçimde" yaşandığı ileri sürülen bu olaylann olduğu apaçık yalan. Ne bir baba, ne de bir anne burada ileri sürüleni yapar. Bu tür şeyin olması, insan doğasına aykın olduğu gibi, hayvanlarda bile görülmez, ilkellerde, "çocuklann Tannlara kurban edildikleri"ni biliyoruz. Ama, Araplar, o sıralarda, "ilkellik" dönemini çoktan gerilerde bırakmışlardı, islam döneminden daha ileri bir uygarlığa sahiptiler. Bunun tersine, yalanlar uydurulmuş olsa da... Kaldı ki burada sözkonusu olan "Tann"ya kurban" da değil. Aktarmalarda da bu ileri sürülmüyor. Yani "kız çocuklannın, Tannlara kurban etmek için diri diri gömüldükleri"nden sözedilmiyor. Böyle bir şey, yani "çocuğu Tann"ya kurban etme" de hangi dönemde ve nerede yaşanmış olursa olsun; "çok yaygın" değil, tek tük olurdu. "Tann"ya kurban etme" durumu da sözkonusu olmayınca, işin mantığı büsbütün ortadan kalkıyor. "Kız çocuklannın yoksulluk için, ya da leke sayıldığı için... diri diri gömüldüklerini" ileri sürmek ve bunu kabul etmek, "annelik, babalık" ne demek; bilmemektir. Aynca "insan"ı, insanın doğasını tanımamaktır, insanlar, ileri sürülen türden şeyi yapmış olsalardı, türlerini sürdüremezlerdi. Araplarda, "kız çacuklannı diri diri gömme" geleneği bulunsaydı, islam öncesinin Arap şairlerinin şiirlerinde de dile getirilirdi.Hem de yaygın olarak yer alırdı şiirlerde, oysa bu yok. 243 Tefsirler, Ferezdak"ın iki dizesi üzerinde durur. Ne var ki, tefsirlerde bu iki dizi de hep aynı sözcüklerden oluşmuyor, iki dizi de değişik biçimde yer alıyor. (Karşılaştırarakbkz.ArapçalardanTaberi.Câ-miu"l-Beyân, 30/46; F. Râzî, 31169; Türkçelerden Hamdi Yazır, Hak Dini Kur"an Dili, 815604.) Dizelerin değişik olması gözönünde tutulursa, sonradan uydurulduğu bile düşünülebilir. Kaldı ki, Ferezdak"ın olduğu ileri sürülen bu iki dize, bize "kız çocuklarının diri diri gömüldüklerini" açık açık anlatıyor. Kimi tefsirde yer alan biçiminde dizeler şu anlamda: — "Bizden öyle kimse çıkmıştır ki VÂÎDAT"ı önlemiş ve VEÎD"idiriltmiştir de artık kimse VEÎD olmamıştır." (Bkz. F. Râzî ve HamdiYazır.) Hamdi Yazır, "VÂÎDAT"a, "çocuklarını gömen vaideler (anneler)" anlamını veriyor. Sözcüğün kökü olan "ve"d" eğer "gömme"yse, "nasıl bir gömme"dir; belirtilmiyor. H. Yazır da yalnızca "gömme" anlamını veriyor; "diri diri gömme" demiyor. Varsayalım ki buradaki "gömme", tefsirlerde anlatılan türden "diri diri gömme"dir; o zaman dizelerdeki "VÂİDAT" niye? Bu sözcük, "çocuklarını diri diri gömen anneler" demekse, tefsirlerde anlatılana uymuyor. Çünkü tefsirlerde, "kız çocuklarını diri diri gömen"in "anneler" değil; "babalar" olduğu anlatılıyor. Bir başka terslik de şu: Tüm tefsirlerdeki biçimlerinde, dizelerde "gömülen"i anlatmak için "veîd" sözcüğü yer alıyor. "Veîd"se eril (erkeğe ait) bir sözcüktür, anlatılan eğer "kız çocuğun diri diri gö-mülmesi"yse niye dişili olan "veîde" ya ayetteki gibi "me"ûde" yer almıyor? Yani şiirde, "gömülen"in "dişi" değil; "erkek" olduğu anlatılıyor. Bundan, "kız çocuklarının diri diri gömüldükleri" anlamı çıkarılabilir mi? Elbette ki hayır.Muhammed"in şöyle bir hadisi var:— "Vâid de, mev"ûde de cehenemdedir." (Bkz. Ebu Davud, Sünen, Kitabu"s-Sünne/18, hadis no: 4717.) Sözcükleri, İslam dünyasındaki anlamıyla diümize çevirelim: — "Kız çocuğunu diri diri gömende, diri diri gömülen kız çocuğu da cehennemdedir." "Adalet anlayışı"na bakın siz! — "Kız çocuğunu diri diri gömen kimsenin CEHENNEME gitmesini anladık, ama o zavallı kız çocuğunun cehennem de işi ne, o niye cezalandırılıyor?" diye sorabilirisiniz, "kız çocuğunun, zulme uğra- 244 mış olanın ve de kadının hakkı. İslam"da böyle mi korunuyor?" diye de ekleyebilirsiziniz. Ama bu alanda kafa yormaya gerek yok. Nasıl olsa hepsi bir "yalan" üstüne kurulu. Sosyalist Birlik Mart 1990, Sayı 11 245 İSLAMCI NEDEN MÎNTÎKAMCI"DIR? 10 Şubat 1990 günü kimi gazetelerde (örneğin Cumhuriyet"te), Hamaney"in, Salman Rüşdi"ye ilişkin bir açıklaması yer aldı. Tahran Radyosu"nun yayınladığı bir habere göre, Hamaney, eski dini lider Humeyni"nin, Rüşdi hakkında verdiği "ÖLÜM FETVASF"nın geçerli olduğunu açıklayıp yerine getirilmesini istemiştir. Bu, "İslamcı intikamı"nın nice örneklerinden biridir. İslamcı, her zaman "intikamcı" olur. Bu, İslam"ın özünden, Kur"anından, "hadis"inden, tarih boyunca süregelen geleneğinden kaynaklanır. Yahudilik"te olduğu gibi... "İntikam", bilindiği gibi, "öç" anlamındadır. Öfke, kin, hınç ürünüdür."Öfke (gazap)" dolu, "kin" dolu bir "Tann" düşünebilir misiniz? Etnoloji bize kesin olarak bildirir ki, ilkellerde bu vardır. Yine araştırmalar gösterir ki, bu tür "Tanrı" anlayışı, ilkellerden Yahudilik kaynaklarına, başta Tevrat"a, yorumlarına, oradan da Kur"an"a ve islam"ın bütününe geçmiştir. Kur"an"da tam 4 kez, Tanrı için "zü"ntikam", yani "intikam sahibi, intikamcı" deniyor. Diyanet"in resmi çevrisinde de "öcünü alır", "öcahcı", "öcalan", "öcalabilen" anlamlan verilmiştir. (Bkz. Alu İmran: 4; Maide: 95; ibrahim: 47; Zümer: 37.) Bir ayetin Diyanet"in resmi çevirisindeki anlamı şöyledir: - Sakın, Allah"ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağınısanma! Doğrusu Allah, Güçlü"dür, Öc alan"dır." (ibrahim, ayet: 47.) Bu ayet, "peygamber"lerin de "intikam" istediklerini, "Tann"nıri, buyruklara karşı gelenlerden "intikam" alacağına "söz verdiğini" ve bu "sözünden de caymıyacağı"nı, Tann"nm hem "Güçlü", hem de "Öcahcı" olduğunu açık seçik anlatıyor. Secde suresinin 22. ayetinde de şöyle denir: -"Rabbinin ayetleri kendisine hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim var mıdır? Şüphesiz, suçlulardan öc alacağız." "Rabb"in, yani "Efendi Tann"nm, "suçlu"lardan, "günahiriardan öc alacağını bildirdiği anlatılırken, "Biz kesinlikle, onlardan öc alaca- 246 ğız ya da öcalıcılanz)" dediği, iki ayette daha anlatılmakta: Zuhruf, ayet: 41; Duhan, ayet; 16. "Tann"sının "öcalıcı", "peygamber"inin "öcahcı" diye sunulduğunu görüyoruz. "Tann"sı, "peygamber"i öyle olur da, "mü"min"leri, yani "inanır"lan öyle olmaz mı? İslamcı, bunun için "intikamcı"dır işte. "Tann için sevmek, Tann için kin beslemek", islam"ın temel ilkelerinden biridir. Muhammed"in, bunu dile getiren sözlerine dayanır bu. Muhammed şöyle der: — "işlerin en üstünü, Tann için sevmek ve Tann için öfkelenipkinlenmektir." (Bkz. Ebu Davud, Sünen, Kitabu"s-Sünne/3, hadis no:4599) Bir başka kez de Muhammed"in şöyle dediği görülür: — "içinizden kim bir MÜNKER görürse, eliyle onu değiştirsin;gücü yetmiyorsa diliyle onu değiştirsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle kinlensin..." (Bkz. Müslim, e4s-Sahih, Kitabu"1-Iman/ 78, hadisno: 49; Ebu Davud, Sünen, Kitabu"s-Salat/248, hadis no: 1140; Tirmi-zi, Sürten, Kitabu"l-Fiten/11, hadis no: 2172.) Buradaki "münker"in anlamı "tanınmayan, benimsenmeyen şey"dir. Demek ki Muhammed, her müslümana şu görevi veriyor: Müslüman kişi, islam Şeriatı"nca "tanınmayan, benimsenmeyen bir şey"mi gördü; hemen "elini", yani "yumruğunu" kullanacak. Diyelim ki yumruğu yeterli olamadı, bununla karşı çıkamadı; "diliyle" karşısına çıkacak. Kötüleyecek, kınayacak, aleyhte propaganda yapacak. Diyelim ki ortam buna de elverişli değil. O zaman da "kalbiyle" yöne-lip "kin besleyecek".islamcı ortamı elverişli bulana dek "kin besler" karşısında olduğu kimseye, duruma, düşünceye, davranışa. Ve "intikam" için zamanını kollar. Bu, kendisine verilmiş bir görevdir. islam"ın "Tann"sı, "intikam"ı, kimi zaman "bu dünya"da, kimi zaman da "öbür dünya"da yani, "ahiret"te alacağını bildirir. Her ikisinde de durum korkunç olarak bildirilir. Hele "ahirefte "işkence" olacağı da anlatılır, "ölüm yok, sürekli işkence var." En sadist insanın bile kabul edemeyeceği türden bir "azap (işkence". Bunu anlatan ayetlerle doludur Kur"an. Demek ki islam"ın "Tann"sı, "intikam" alırken "işkence"siz ol- 247 muyor "intikam"ı. İslamcı böyle bir eğitimle eğitilmekte. Yani İslamcı da "işken-ce"yi, doğal bulur ve "intikam"ın doğal gereği sayar. Bu durumda İslamcıdan beklenebilecek tutum, bu doğrultudadır. Başka bir deyişle, islamcı, "Tanrı için intikam" alacağı kimseye "işkence" uyguladığı zaman, "kutsal görev"ini yerine getirmekte olduğuna inanır. Karşılığında, "Tanrı"dan sevap, mükafat" alacağını düşünür. Coşkulanır bundan. Muhammed"in "işkence"yi yasakladığını anlatan hadis de var. (Bkz. Buhari, e"s-Sahih, Kitabu"l-Megazi/30; Ebu Davud, Sünen, Kita-bu"l-Cihad/120, hadis no: 2667.) Ama, yasaklandığı bildirilen şey, işkencenin yalnızca bir biçimidir "Müsle" denir bu biçime. Vücudun kimi organlarını, özellikle de bumu, kulakları kesmek, gözleri oymak anlamında. "Yüzü dümdüz etmek". Kaldı ki Muhammed"in kendisi de "müsle (işkence)" yaptırmıştır: Muhammed"in Ureynelilere yaptırdığı işkence: Ukl, Ureyne kabilelerinden bir kaç (7-8) kişi, Medine"ye gelmişler; biraz hastalanmışlardır. Kır insanları olduğu için Medine"nin havası kendilerine yaramamıştır. Muhammed"e başvururlar. Muhammed, "tedavi" için kendilerine "deve sütü" ile "deve sidiği" içirir Sonra da "zekat develeri"nin bulunduğu yere (kırlara) gönderir. Burada da "deve sütü" ve "deve sidiği" içeceklerdir. Kırda iyileşir adamlar. Sonra develerin çobanını öldürürler; develeri de önlerine katıp götürürler. Muhammed bunu (her nasılsa) öğrenir. Onların ardından, yakalasın diye adam gönderir. Sonunda katil ve hırsızların tümü yakalanır. Ve Muhammed"in verdiği ceza: Muhammed, yakalananların ellerini, ayaklarını kestirir; gözlerini oydurur ve Harre denen (son derece sıcak) yere attırır. Adamlar sızlanırlar, su isterler. Su verilmez. Adamlar taşlan kemirirler. Ve sonunda ölürler. (Buhari"nin 7 yerde ve 9 yoldan aktarıp yazdığı bu hadis için bkz. Buhari, e"s-Sahih, Kitabu"z-Zekat/68; Tecrid, h. no: 172; Müslim, e"s-Sahih, Kitabu"l-Kesame/9-14,h. no: 1671; Ebu Davud, Sünen, Ki-tabu"l-Hudud/3, hadis no: 4369.) Muhammed"in uygulattığı bu korkunç işkence, Maide suresinin 248 33. ayetine dayandırılır. (Bkz. Aynı kaynaklar) Bu ayetin, Diyanetin resmi çevirisindeki anlamı şöyledir: "Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuğa uğraşanların cezası: Öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak el ve ayaklarını kesilmesi ya da yerlerinde sürülmektir. Bu, onlara dünyada rezilliktir, onlara ahirette büyük azab vardır." "lşkence"yi Muhammed yaptırmış olunca, İslamcı kişi, "insanlık dışı" bulmaz kuşkusuz. "Haklı" bulur. Bugünkü İslamcıların üreyip yetişmelerinde en başta rol oynayanlardan Babanzade Ahmed Naim (1872-1934. Bkz. ismail Kara, Türkiye"de İslamcılık Düşüncesi, İstanbul, 1987, 1/273-308) de olayı haklı buluyor, savunuyor, olay nedeniyle şöyle diyor: —"Biz müslümanlarca, Peygamberin yaptığı şey ne olursa olsun; doğrudur. Tanrı hoşnutluğuna da uygundur..." (Bkz. Diyanet yayınlarından Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi, 173. hadisin açıklaması.) Kısacası: Birşeyin "insanlık dışı" olması, İslamcının umurunda değildir. Elverir ki "islam dışı" olmasın. "IntikanTa, "Tanrı için işkence etme"ye de böyle bakar İslamcı. Emeğin Bayrağı 3 Mart 1990, Yıl 3, Sayı 23 249 VE KADINA DAYAK islam"ı savunanlar hep şöyle derler: — "islam, insanlık dinidir, insan haklarına önem verir. Kadını da yüceltmiştir..." Birçokları islam"ın kendisini bilmedikleri, tanımadıkları halde, yapılan propagandalara ya da kendi kafasında oluşturduğu islam"a göre konuşur, islam"ın kendisine, içyüzüne bakıldığı zamansa gerçek ortaya çıkar. islam Şeriatı, "din" ayrımı yapar; kendinden başka bir dini tanımaz. (Örneğin bkz. Âlu Imran: 19, 83, 85) "Irk" ayrımı yapar; Arap toplumuna seslenir, (örneğin bkz. Meryem: 97) Bu nedenle Kur"an"ın "Arapça" olarak gönderildiğini bildirir, (örneğin Bkz. Yusuf: 2; Ra"d: 37; Tâhâ: 113; Şûra: 7; Nahl: 103) "Oymak (kabile)" ayrımı yapar, hukukunda, "Peygamber"inin diliyle, "HALİFELİK" kurumunu yalnızca "Kureyş Kabilesi"ne verir. (Örneğin bkz. Ahmed Ibn Hanbel, 5/220-21.) "Kent-yöre" aynmı yapar; Kur"an ve "peygamber"in yalnızca "Mekke ve çevresi"ni uyarmaya yönelik olduğunu bildirir. (Bkz. En"an:92 Şûra: 7) "Zengin-yoksul" aynmı yapar; "nimet"leri "Tan-rı"nın bölüştürdüğü"nü, işçinin, çalışanın yanında, bunları çalıştırsınlar diye herzaman "patron"un da bulunması gerektiğini, "Tann"nın kimi insanlara karşı "derecelerle üstün kıldığını" anlatıp aşılar, (örneğin bkz. Zuhruf: 32.) Yani "zengin"den, "patron"dan yana ağırlığını koyar. Ganimetleri paylaştırırken de, "peygamber"i eliyle bunu yapmıştır. (Buhari"nin de yer verdiği ilgili hadisleri. Diyanet Yayınlarından Tecrîd"de görmek için, 1040, 1296, 1299-1303. nolu hadislere bkz.) "Müellefetü"l-Kulûb" (gönülleri islam"a kazandırılmak istenenler) adını verdiği kimselere, "müslüman" olsunlar ya da bu dinde kalsınlar diye "ganimeften rüşvet verdiği gibi, zengin olmalarına bakılmaksızın, "zekaf"tan da rüşvet vermiştir. (Bkz. Tevbe: 60.) "Efendi-Köle" aynmı yapmıştır, insanlann bir kesimini "alınan-satılan mal" durumuna sokmuştur. (Kur"an da sayısız ayetiyle.) Ve "cins" aynmı yapmış, "erkeği kadına derece ile üstün kılmıştır." (Örneğin bkz. Bakara: 228.) Bakara Süresindeki "derece"yle anlatılmak istenenin ne olduğu- 250 Genç Aleviler Harekatı
<<<< Kitabın Devamı >>>>1-50 / 51-100 / 101-150 / 151-200 / 201-250 / 251-303 Anasayfa |
|
||||
Yukarıda aktardığım geniş alıntı,
TURAN DURSUNA aittir.
Ben dinleri araştırdıkça karşıma değişik, değişik konular çıktı. Tevratı okudum, Kuranı okudum, İncili okudum bir yığın benzerlikler ile karşılaştım. Fakat Tevrat ile Kurandaki pek çok uyumlar beni sürekli şaşırttı. Kurbandan, sünnete kadar pek çok İbranice kelimelere kadar. Tasadüf eseri Turan Dursun adında bir din aliminin yazıları ile karşılaşınca kafamda ki soruların tüm cevaplarını buluverdim. Yazının daha düzgün halini bu sayfaya aktaramıyorum. Aktarmakta istemiyorum. Neye, niçin ve neden inanmak isteyenler İnternetten kolayca ulaşabilirler. Hiç bir insan bir şeyi en ince detaylarına kadar araştırmadan bir dine ait olmasınlar. Dinleri okudukça bana Tanrıya yakınlaştıracağı yerine uzaklaştırdığını gördüm. Benim sorunum bir dini yada dinleri kötülemek değil, tüm dinlerin büyük bir kısmının palavraya dayandığıdır. Tanrıya ulaşabilme yolunun din olmadığından artık eminim. Korkunç olan dinler adına yapılan kötülükler. Benim açımdan bu konu kapanmıştır. |
|
||||
Aciyorum sana!
Kimin hasta oldugu belli!Karalama ve iftira sacma hastaligin oldugu ortada..umarim bir gün bu kötü huylarindan kurtulursun!
Sen sordugum sorulara cevap veremeyen aciz bi Kulsun Sevgili Roman!cünkü, cevabin yok!yazik, cok yazik.. aciyorum sana aciz kul...!!!!! |
|
|||
tabi ki
TABI SENI OKUDUGUM ZAMAN SENI UZAKLASTIRIR SEN DUSMANIM YOK MU SANDEDDIN ? ICINDEKI DUSMANI TANI ONCE DISDAKILER YANI BIZLER DUSMAN DEGILIZ SANA
TABI KI SEYTAN INSANIN DOGRUYU BULMASINA ENGEL KURACAK VE AKLINA YOKTUR OYLE BIRSEYLER GETIRECEK ALLAH"a GIDEN YOLU KOLAY SANMA AMA ZORDA DEGIL BASARMAK ISTEYENE SEYTAN SENIN INANMANA KARSIDIR BUNUDA BIL BAK KURANDA VE TUM KITAPLARDA YAZAR !!!! |
|
|||
Romancigim Ben sana Kanit sunuyorum
Sen bana Hala Hikaye anlatmakta israr ediyorsun )
Bak Bu Ücüncü kanit oldu. ) Kuran da Tabii Tevrat dan Incilden Zeburdan bir seyler olacak ) Cünkü Kuran Tevrattir incildir zeburdur. Hepsini Bünyesinde toplayan Allah in Kitabidir. Sen Hala Istemezük diyorsun ) Yok mu ?.. Kanitin ?. ) |