Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
  #25831  
Alt 21.10.2005, 19:36
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Kutlarım Alpi! o.T.

ohne Text
  #25832  
Alt 21.10.2005, 20:07
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Buyrun

Genel olarak boşanmış olan kadınlar, kendilerini üç kurû" tutup beklerler. Herhangi bir nedenle kan görmeyenler, hamile olanlar, bir erkekle zifafa girmemiş olanlar, küçükler ve cariyeler başka âyetlerle burdaki genel hükmün dışında özel hükümlere tâbidirler. Kurû" ve akra", kelimesinin çoğuludur ki zıt anlamlı sözcüklerden olarak, hayız ve tuhur (temizlik) anlamlarıına gelen ortak bir sözcüktür. Bu bakımdan mücmeldir. Bu sözcüğün anlamının belirlenmesi, anlamı bakıp araştırma ile açıklamaya bağlıdır. İmam Malik ve Şâfiî, bunu tuhur (temizlik) ile tefsir etmişler de Ebu Davud ve Tirmizî"de tahriç olunduğu üzere, Hz. Âişe"den rivayet olunan, "Cariyenin boşanması iki kez ve iddeti iki hayzdır." hadisi ve buna uygun olarak İbnü Ömer"den İmam Şâfiî hazretlerinin de rivayet ettiği diğer hadisi şeriften anlaşılan iddette, "kar""ın hayız demek olduğu açıklanmış ve sayısında fark varsa da bu açıdan cariye ile hür olan kadının iddetinde fark bulunmadığı üzerinde görüş birliği olan ve âyetin ilerdeki ifadelerinden anlaşıldığı üzere beklemekten amacın rahmin temizliğinin ortaya çıkması olup bu temizliğin hayız ile anlaşılacağının açıkça belli olmuş bulunmasına ve fıkıh kitaplarında açıklanan daha bazı destekleyici delillerin ışığı altında Hanefi imamları bunu hayız ile tefsir etmişlerdir ki Raşit halifeler, Abdullah"lar (abadile) Übeyy b. Kab, Muaz b. Cebel, Ebüdderda, Ubâde b. es-Sâmit, Zeyd b. Sâbit, Ebu Musa el-Eş"arî ve Ma"bedilcühenî (Allah hepsinden razı olsun) hazretlerinin görüşleri de budur. Buna göre hür ve bâliğe olan boşanmış kadınlar tam üç âdet görünceye kadar kendilerini tutup bekleyeceklerdir.

Ve onlara Allah Tealâ"nın rahimlerinde yaratmış olduğu hayız veya cenin her ne ise onu gizlemeleri câiz olmaz ve saklamakla yararlanmaya kalkışmaları helâl değildir. Eğer onlar Allah"a ve ahiret gününe iman ediyorlarsa bunları saklamazlar, olduğu gibi söylerler, bu konuda söz kendilerinindir.

BÜULE; "ba"l"in çoğuludur. Ba"l bir zamanlar tapılan bir putun ismi olduğu gibi yükseklik anlamı ile seyyid ve mâlik yani efendi, koca ve karı anlamlarına da gelir. Erkeklerin ba"li denilince, onların hanımları; hanımların ba"li denilince onların kocaları demek olur ki burada böyledir. O halde âyetin meâli: Ve o boşanmış kadınların efendileri, yani onları boşayan ve fakat ric"î boşama (talâk) ile boşayıp henüz efendiliğini koruyan kocaları, onları bu süre zarfında ric"at ile (dönerek) yine nikâhlarına almaya herkesten daha çok hak sahibidirler. Hatta iddet süresinde erkek söz veya fiil ile ric"at (dönüş) yapmak ister de, kadın razı olmazsa söz erkeğindir. Eğer o efendiler aile arasında bir düzeltme (yani anlaşmazlığı ortadan kaldırmak) isterler, ona zarar verme ve ayrılmaları fikrinde bulunmazlarsa bunu yapabilirler. Bu da hukuk açısından, yaptıkları boşamayı, bâin olarak yapmayıp ric"î olarak vermeleri ile anlaşılır. Buna rağmen içten içe amaçları geçinmek olmayıp kadının iddetini uzatarak ona zarar vermek gibi bir kötü niyyet ile ilgili olursa, sırf kalbî olan bu nokta da, "Ancak kalplerinin kazancı ile, yalan kasdı ile, bile bile yalan olarak yapılan yeminlerden sorumlu tutar." (Bakara, 2/225) âyeti gereğince ilâhi sorumluluğu hak ederler. Ve kadınlar için erkekler üzerinde, erkekler için kadınlar üzerinde bulunan haklara benzer, ma"rufa uygun olarak, yani tanınması ve korunması vacip (gerekli) hukuk mevcuttur ki bunlar birçok âyetlerde açıklanmıştır. Bu âyetlerden olmak üzere, "Onlarla güzel geçinin..."

(Nisa, 4/19), "Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salmaktır..." (Bakara, 2/229), "Çocuk kendisine ait olana da, emzirenlerin yiyecekleri, giyecekleri uygun şekilde üzerlerine yükümlülüktür..." (Bakara, 2/233), "Erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler. Çünkü bir kez Allah birini diğerinden üstün yaratmış, bir de erkekler mallarından harcamaktadırlar..." (Nisa, 4/34), "Ve aldığnız kadınlara mehirlerini gönül hoşnutluğu ile verin..." (Nisa, 4/4), "Ve eğer bir kadını bırakıp da yerine diğer bir kadın almak istiyorsanız, öncekine yüklerle mehir vermiş bulunsanız da içinden bir şey almayın..." (Nisa, 4/20), "Kadınlarınız arasında her yönden âdil davranmaya ne kadar düşkünlük gösterseniz de yine güç yetiremezsiniz. Bari (birine) büsbütün meyledip de ötekini askıda kalmış gibi bırakmayın..." (Nisa, 4/129)... Şimdi bu hükmün geneli içinde şu da anlaşılıyor ki nikâh esnasında mehir belirlenmemiş ise mehr-i misil de gerekir. Bununla birlikte, erkekler için kadınlar üzerinde fazla bir derece vardır. Evlenme amacında erkekler kadınlara ortak olmakla birlikte üzerlerinde bulunurlar, onları ve ellerindekini gözetir, muhafaza ederler, onları yönetir ve harcamada bulunurlar. Ailenin yükünü erkekler çekerler. Erkeklerin bu gibi yönlerden yerine getirecekleri fazla yükümlülüğe karşılık üstünlük ve dereceleri de fazladır; fakat bunu kötüye kullanmamalıdırlar. Allah azizdir (çok güçlüdür), hakimdir (hüküm ve hikmet sahibidir). Hükümlerine karşı gelenlerden intikamını alır ve onun hükümleri hikmetlerle ve yararlı şeylerle doludur.

229- Şer"î bakımdan nikâh bağının ortadan kaldırılması demek olan talak (boşamak), iki kezdir. Boşamanın ardından hüküm de ya dönüp iyilikle yaşamak ve iyi muamele ile tutmaktır-Demek ki, boşamak için açık bir irade beyanı olan boşama sözcüğü iki kez ric"î boşama ifade eder veya dönmeyip iyilikle, güzellikle salıvermektir. Ve önceden nikâh için onlara vermiş olduğunuz mehirlerden boşama karşılığında bir şey almanız size helâl olmaz. Bu helâl olmazsa diğer mallarından hiç olmaz. Erkekler buna tenezzül etmemeli, kadınlara baskı yapıp boşama bahanesiyle verdiklerini geri almaya veya onlardan yararlanmaya kalkışmamalıdır, böyle bir şey kesinlikle haramdır. Ancak o karı koca Allah"ın belirlemiş olduğu sınırlarda duramayacaklarında endişe ederler, sevişemeyip karı-koca hukukunu gözetemeyecekleri, meşru olmayan bir duruma düşecekleri zannında bulunurlarsa hüküm böyle değildir. O zaman ey hakimler! Bu ikisinin Allah"ın belirlediği şer"î sınırlarda duramayacaklarından korkar, bunu bazı belirtilerden anlarsanız, o zaman kadının nikâh bağından kurtulmak için boşamaya karşılık, gerek mehir ve gerek diğer başka şeylerden verdiği bedelde ne veren karı ve ne de alan koca, ikisine de günah yoktur. Bu şekilde mal karşılığı nikâhtan sıyrılmak caizdir. Ve bu, bir bâin talak (boşama) olur. Ve boşamanın da böyle, kadına dönülmesi caiz olmayan bâin diye bir çeşidi vardır.

Rivayet olunur ki Abdullah b. Übeyy b. Selûl"ün kızı Cemile, kocası Sabit b. Kays"i sevmezmiş. Resulullah"a gelmiş de, "Ya Resulallah! Ne ben, ne Sabit, başlarımızı hiç bir şey bir araya getiremeyecek. Vallahi dininde, ahlâkında bir ayıbını görmüyorum. Ancak İslâm"dan sonra küfre düşmeyi çirkin görüyorum; ona da buğzumdan, nefretimden (kinimden) tahammül edip dayanamıyorum. Bir gün perdenin bir tarafını kaldırıp baktım, karşıdan bir kaç kişi içinde gördüm; ne göreyim içlerinde en siyahı, en kısası en çirkin yüzlüsü o." demiş, sonra bu âyetin inmesi ile Sabit"ten mehir olarak aldığı bahçeyi ona verip hul" olmuş (mal karşılığında boşanmış)tu.

İşte bu hükümler, Allah"ın belirlediği sınırlardır. Artık bunları aşmayınız. Ve her kim Allah"ın koyduğu sınırları aşmaya kalkışırsa, işte onlar zalimlerden ibarettirler. Bu aşma ile kendilerini ilâhî gazap ve cezaya hedef kılacaklarından bu zulmü de en önce kendilerine yapmış olurlar. Âyette zamir ile yetinilmeyip de yüce Allah"ın isminin tekrar ortaya çıkarılıp zikredilmesi, ilâhî azameti hatırlatmak içindir.

230- Sözü edilen iki boşamadan sonra koca, o boşanması yapılmış kadını ona döndükten sonra veya iddet içinde iken bir daha boşarsa, artık üç boşamadan sonra o kadın, o erkeğe hiç bir şekilde helâl olmaz. Bu açık hükme karşılık ona helâl demek küfür olur. Bu haramlık, o kadın kendini diğer bir kocaya tam anlamı ile nikâh edinceye kadar, Rifâa"nın hanımı hakkındaki, "Sen onun, o da senin balcığını tadıncaya kadar..." hadisi şerifi ile açıklandığı üzere, balcağızını tadıncaya kadar devam eder. Öyle aralarında üç boşama meydana gelmiş olan erkekle kadının samimi bir aile kurmaları normal olarak ihtimal dahilinde değildir. Aralarında bir parça cazibe bulunsaydı, herhalde bir veya iki boşama ile yetinilir ve o zaman durumun düzelmesine kadar beklenebilirdi. Karı-kocalık ilişkisi ve ruhsal durumların, çok ince ve derin bir şey olması bakımından hakkıyla değerlendirilemeyip bazı arızalar yüzünden öfkelenme ve köpürme ile kesilmesine yönelindiği halde, çok geçmeden ruhun derinliklerinden pişmanlık kaynayabileceği gözönüne alındığından dolayı, Cenab-ı Allah üçe kadar boşamaya müsade etmiş ve bunların da kadının temiz bulunduğu "tuhur" zamanlarında yapılması sünnet kılınmıştır. Dolayısıyla birinci ve ikinci boşama birer deneme dersidir. Bu denemeler yapıldıktan sonra üçüncü kez boşamaya gerek gören ve Hakk"ın bahşettiği bu tecrübe dersinden yararlanmayı hiç de takdir etmeyen bir erkekle o kadın arasında ciddi bir aile hayatı olacağına ihtimal verilemez. Fakat o kadının elden çıkıp başkasının yatağına girmesi gibi acı bir ayrılıktan sonra bile, ruhlarının derinliklerinde önce hissedemedikleri bir evlenme ilgisi bulunduğunu takdir ederlerse, o zaman bunun ciddiyetine inanılabilir. Bu durumda, bu nikâhtan sonra bu ikinci koca şayet o kadını boşarsa, bu kadın ile önceki kocanın birbirlerine tekrar dönüp her ikisinin hoşnutluğu ile nikâh olunmalarında bir sakınca yoktur. Allah"ın şer"î sınırlarında duracaklarını zannederler, öyle bir ayrılıktan sonra, böyle birbirlerine bir ilgi duyarlarsa bunu yapabilirler. Ve işte yukardan beri sıralanan bütün bu hükümler, Allah"ın, değiştirme ve aykırı davranmaktan korunmuş bulunan, belirlenmiş kesin hükümleridir ki, Allah bunları, anlayıp bilecek olan ilim adamları zümresi için açıklar. Sorumluluk yüklemek, mükellef kılmak herkese, anlamak ve açıklamak ilim ehlinedir. Kitap ve sünnet ile bunlara bazı açıklamalar daha katılacak ve bütün bunların ince yönlerini Peygamberlerin varisleri olan din âlimleri ve müctehid imamlar anlayacak, dallarını ve zaman zaman parça sonuçlarını onlar çıkarıp açıklayacaklardır. O halde ilimde derinliği olmayanlar bunları kendi kendilerine çözmeye kalkışmayıp âlimlere başvurmalıdırlar.

Siz şimdi şu açıklamalara dikkat ediniz:

Meâl-i Şerifi:

231-Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah"ın âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah"ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah"tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.

232-Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah"a ve ahiret gününe iman edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.

231- Kadınları boşadınız, onlar da bekleme sürelerini doldurdular mı, yani yukarda açıklandığı gibi bekleyecekleri müddetlerinin sonuna yaklaştılar mı boşamak için irade beyanını açıkça ifade eden bir sözcükle, "tallâktüha" (onu boşadım) demek bir ric"î talak ifade edeceğine göre, geçen hükme uygun olarak, ya o süre bitmeden derhal karılarınıza dönüp, onları marufa uygun olarak güzelce tutunuz, veya marufa uygun olarak salıveriniz. Haklarına tecavüz ve düşmanlık etmek için, mesela hul" yapmaya (mal karşılığı boşamaya) mecbur edip ellerinden bir bedel kapmak için onları zararla karşılayıp, kendilerine zarar vermek kastıyla tutmaya kalkışmayınız. İyice geçinmek amacınız ve ümidiniz yoksa ilk boşamada güzelce salıveriniz de bir iddetle kurtulsunlar. İddetlerinin (bekleme sürelerinin) sonlarına doğru onlara dönüp, tekrar boşamak suretiyle iki veya üç kez iddet beklemeye mecbur etmeyiniz. Bunu, bu zarar verme tutmasını her kim yaparsa, mutlaka kendine zulmetmiş olur. Bir de Allah"ın âyetlerini eğlence gibi tutmayınız. Özellikle nikâh ve boşama hakkında çok ciddî olunuz. Çünkü ilâhî âyetleri hafife almak küfürdür.

Deniliyor ki bazıları nikâh, boşama ve köle azadı yapar, sonra: "Canım ben şaka yapıyorum." dermiş, bu nedenle bu âyet-i kerime inmiş ve bunun için Peygamber efendimiz, "Üç şeyin ciddîsi ciddî, şakası da ciddîdir: Nikâh, boşama ve köle azad etmek." buyurmuştur.

Buna göre ey müslümanlar! Bu konuda şakadan, işi hafife almaktan son derece kaçınınız da Allah"ın üzerinizde olan nimetlerini hatırlayınız. Özellikle size nasihat ve irşad olarak üzerinize indirdiği kitap ve hikmeti hatırda tutunuz. Bu konuda Allah"tan korkunuz. Biliniz ki kuşkusuz ve şüphesiz Allah her şeyi bilendir. Yaptığınız, yapacağınız, terk ettiğiniz ve edeceğiniz şeylerden hiç biri ona gizli kalmaz. Bu bakımdan siz O"nun nimetlerini unutur, bu kitabın ve hikmetin değerini bilmez, hukukuna saygılı olmaz, hükümlerini gözetmezseniz; düşünemeyeceğiniz çeşit çeşit cezanın başınıza geleceğini bilmelisiniz. Bu âyet Sabit b. Yesar hakkında inmiştir, buna Sinan-ı Ensarî de denilir. Bu adam, karısını boşamış, iddetinin çıkmasına iki üç gün kala, karısına dönmüş; yine boşamış, yine dönmüş, yine boşamış; böylece kadının zararına yedi ay geçmiş. O zaman henüz boşama sayısı sınırlanmamıştı.

ECEL: Hem süreye, hem de sürenin bitimine denilir.

BÜLUĞ da bir şeye erişmek demek olup kapsamı genişletilerek son derece yaklaşmak anlamına da gelir. Dolayısıyla ecelin büluğu, iddetin sonuna erip bitirmek veya sonuna yaklaşmak anlamlarına gelebilir. Oysa yukarda, "Kocaları da barışmak istedikleri takdirde o süre zarfında onları geri almaya daha layıktırlar." (Bakara, 2/228) buyurulmakla ric"at (dönme) hakkının iddet içinde olma şartının bulunduğu anlaşılmıştı. Burada ise, "Onları tutunuz" ifadesi, dönüş hakkını ifade ettiğinden bu karine ile bu âyette ecelin büluğu, iddetin sonuna yaklaşmak demek olduğu ortaya çıkar.

232-Şimdi de iddetin bitmesinden sonraki hüküm açıklanmak üzere buyuruluyor ki: Bir de ey veliler veya ey müminler! Kadınları boşadığınız ve dolayısıyla onlar da ecellerine erdiği yani iddetlerini bitirdiği zaman, eski kocalarıyla kendilerini evlendirmelerine, aralarında örfe uygun olarak karşılıklı rıza, hoşnutluk bulunduğu takdirde engel olmayın. Kısacası iddet bittikten sonra ilk kocanın kendiliğinden dönme hakkı (ric"at) kalmaz, ancak kadının hoşnutluğu ile yeniden evlenilebilir. Buna da ma"rufa uygun olmak şartıyla hiç kimsenin ve hatta velilerin bile engel olmaya hakları yoktur. Mesela: şahitsiz veya mehr-i misilden daha az bir mehir ile razı olmak gibi marufa uygun olmayan biçimde olursa, o zaman kadının velisi engel olmaya yetkilidir. Buna göre iki boşamada hoşnutlukla iki kez nikah yenilemek caizdir. Fakat üçüncüsü yukarda açıklandığı şekilde başka bir kocaya varmadan helâl olmaz. Rivayet olunduğuna göre Ma"kıl b. Yesar, kız kardeşi Cüml"ü, Ebülvelid Asım b. Adiyy b. Aclan ile evlendirmiş, o da sonra bunu boşayıp bırakmış, iddeti çıktıktan sonra pişman olmuş, yeniden istemeğe gelmiş, kadın da razı olmuş; bunun üzerine, Ma"kıl de kız kardeşine "O seni boşadı sen yine ona varmak istiyorsun, eğer tekrar ona varırsan yüzüm yüzüne haram olsun." demişti. Yine bunun gibi Cabir b. Abdullah da amcasının kızını yasaklamıştı. Bu âyet bunlardan biri veya her ikisi hakkında inmiştir. Resulullah Ma"kıl"i çağırmış, bu âyeti okumuş; Ma"kıl da "Rabbımın emriyle burnum sürtüldü, Allah"ım, razı oldum ve emrine boyun eğdim." demiş ve kızkardeşini kocasına nikâh etmiş. Hz. Cabir de "Bu âyet benim hakkımda indi." dermiş. Ancak âyetin iniş sebebi bunlar olduğuna göre, boşayanlara başka, engel olmaktan yasaklananlara başka olması lazım geleceğinden, bu da "boşadınız" hitabı ile, "engel olmayın" hitabının, ayrı ayrı kişilere yöneltilmesi ile ifadelerin birbirinden ayrılmasını gerektireceğinden âyetin ifade akışına (nazmına) uymayacağı düşüncesiyle âyete şu anlam verilmiştir: Ey kocalar! kadınlarınızı, boşadığınız ve bunu üzerine onlar da iddetlerini bitirdikleri zaman, onlara baskı yapıp da başka kocaya varmalarını engellemeyiniz. İki tarafın razı olması ile meşru şekilde bir nikah ile gerek siz ve gerekse başkası, dilediklerine varsınlar. İbnü Abbas, Zühri, Dahhak demişlerdir ki bu âyet kadınlarını boşadıktan sonra onların başka bir kocaya varmalarına engel olan kocalar hakkında inmiştir. Çünkü cahiliyet taassubu ile bazıları boşadıkları kadınlara zulmederek baskı yaparlar, evlenmelerine meydan vermek istemezlerdi. Rivayetin güçlü olmasından dolayı çoğu tefsirciler birinci görüşe taraftar olmakla birlikte, dirayet açısından bu görüşü daha uygun görenler de vardır. Aslında bu iki anlam birbiri ile çelişik değildir, biri diğerini gerektirir. Fakat her birinde bir açıdan daha fazla yarar vardır. Âyetin geliş gayesi bakımından ikinci tefsire göre, bu âyetteki kocaların boşadıkları kadınların evlenmelerine engel olmalarının yasak edilmesi, öbür âyetteki kadına zarar vermek amacıyla onu tutma yasağının kapsamında dahil, bir bakıma onun tamamlayıcısı olacak, birinci tefsire göre ise buna karşılık başlı başına bir hüküm ifade etmiş bulunacaktır. İlâhî hitabın parçalanması sakıncası ise üç şekilde ortadan kaldırılmıştır: Birincisi, hitapta telvin (ifadeyi tek düzelikten çıkarıp çeşit çeşit ifade biçimi kullanmak) de bir çeşit iltifat olarak belağat çeşitlerindendir. İkincisi, "tatlîk" (boşama), sebebine isnad etmek suretiyle boşatmak anlamına da gelebilir. Ve böylece muhataplar değişmemiş, ikisi de "velilerden ibaret" olmuş olur. Ancak bunun Ma"kıl ve Câbir olaylarına uygun düşüp düşmeyeceği üzerinde durulması gereken bir noktadır. Üçüncüsü, diğer hitapların yalnız kocalara veya velilere ait olmayıp bütün ümmete yönelik olmasıdır ki böylece boşama, "hukukullah"ı, bir başka deyimle kamu hakkını ilgilendirdiğinden, toplumdan bir kaç kişinin yaptığı, toplumun tümüne nisbet edilmiş olur. Ve böyle isnat, gerek Arapların sözlerinde ve gerekse Kur"ân"da yaygın ve pek çoktur. Şahsî hukuk açısından boşayan kocalar, eşlerin yeniden evlenmelerine engel olanlar diğerleri olduğu halde, kamu hukuku açısından ikisi de bir topluma aittir. Ve bundan dolayı çoğu tefsircilerin görüşü, rivayet açısından kuvvetli olduğu gibi, dirayet yönünden de çok incedir. Ve gerçekten boşamada Allah hakkı bulunduğu da kabul edilmiştir.

Ey bütün muhataplar! Şu açıklanan ve önemli olan, kadınlara baskı yapmanın yasaklığı hükmü, siz insanlardan Allah"a ve âhiret gününe iman eden her kişiye öğüt ve nasihata yaraşan bir hükümdür. Ey müminler! Bu yok mu sizin için en feyizli ve en temiz, pek çok temizliği ve nezih olmayı gerektiren bir hükümdür.

Şer"an ve insanlık açısından güzel olan, ma"rûfa uygun olarak kadının rızası ile nikahlanmasına engel olmamak bu konuda zorluklar çıkarmamak, baskı yapmamak, önce bunu yapabilecekler için ilâhî emre sarılmak olacağından bir hayır, bir sevaptır; sonra, karı ve koca için namus ve iffet açısından pek çok temizliği ve nezih olmayı gerektiren bir husustur. Çünkü nikahlanmalarına engel olunduğu takdirde -Allah göstermesin kuşku altında kalmalarından korkulur. Çünkü kadınlarla erkekler arasındaki ilişkiler gizli bir şeydir. Bütün bunların içyüzlerini ve insanlığın durumunun düzelmesiyle ilgili hükümlerin ve şer"i kanunların nasıl bir şey olduklarını Allah bilir: Siz ise bunları bilmezsiniz, dışarda dolaşırsınız. ( BAKARA )
  #25833  
Alt 21.10.2005, 20:11
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Bir daha buyrun :o)

2-Şimdi emr olunan sakınmanın tatbik yerlerinin açıklanmasına başlanıyor. Ve ilk önce akrabalara acıma ile en çok ilgisi bulunmak üzere yetimlerin haklarından başlanıyor. Şöyle ki: Akrabaları gözetiniz ve yetimlere mallarını veriniz. Rivâyet ediliyor ki, Gatafan oğullarından bir adamın yanında yetim bir kardeş oğlunun (yeğeninin) çokça bir malı varmış, buluğ çağına erince malını istemiş, amcası engel olmuş. Bunun üzerine bu âyet inmiş. O da Allah ve Resulüne itaat eder ve büyük günahtan Allah"a sığınırız demiş ve malı teslim etmiştir. Hz. Peygamber de, "Böyle nefsin cimriliğinden sakınıp Rabbine itaat eden, onun cennetine girer." buyurmuştur. Çocuk da malını alınca Allah yolunda harcamış. Resulullah da, "Sevab sabit oldu, fakat günah ebedî kaldı." buyurmuş. "Ey Allah"ın Resulü! Sevabın sabit olduğunu anladık, günah nasıl ebedî kaldı? Allah yolunda harcıyor." dediklerinde, "Çocuğun sevabı sabit, fakat babasının günahı ebedî (kaldı)." buyurdu. Bilindiği gibi âyetin iniş sebebinin özel olması, hükmün genel olmasına engel değildir. Ve birkaç âyet sonra da bunun ne zaman verileceği açıklanacaktır. Bundan dolayı burada "veriniz" demek "onlara göz dikmeyiniz ve sırası gelince hiç zorluk çıkarmadan tam olarak veriniz ve vermek için iyi koruyunuz" demek olur. Bunun için buyuruluyor ki "Hem de pisi temiz ile değiştirmeye kalkmayınız". Bundan şu mânâlar anlaşılır:

1- Ey veliler veya vasiler! Elinizde bulunan yetimin temiz, hoş bir malını kendinizin aşağılık kötü bir malınızla değişmeye kalkışmayınız.

2- Yetim malı size haram ve pistir. Kendi malınız ise helal ve hoştur. Bundan dolayı kendi helal olan malınızla, yetimin haram olan malından bir değiştirme, bir alışveriş yapmaya kalkmayınız. Yetimin mallarını olduğu gibi koruyunuz. Korunması için satılması gerekli olanları bile değerlerine satınız ki töhmet (suç) altında kalmayasınız, bu noktada yetimin taşınmaz malları ile taşınır malları ve taşınır mallarından çabuk bozulan ve çabuk bozulmayan malları hakkındaki hükümler içinde bulunmaktadır.

3- Kendi mallarınıza güzel güzel bakıp da yetimin malını kötü bir durumda bırakmayın, ona kendi malınıza bakar gibi ve hatta ondan daha fazla bir özenle bakın.

4- Yetimin malına saldırarak almayınız ki, elinizde güzel mallarınızın ona karşılık yok olmasına sebep olup da felakete düşmeyin.

5- Nihâyet kendi helal rızkınızı beklemeyerek sabırsızlanıp yetimin malını haram haram yemek için pis boğazlığa kalkışmayınız.

Gerçekten bu mânâlardan her birini müfessirler anlatmışlardır.

Kısacası her şekilde yetimlerin mallarını koruyunuz.

Ve onların mallarını kendi mallarınıza katıp ekleyerek yemeyiniz, yani boş yere harcamayınız ve ondan faydalanmayınız. Çünkü bunların her biri büyük bir günah olmuştur.

YETÂMÂ: "Nedîm ve nedâmâ" gibi yetîmin çoğuludur. Veya çoğulunun çoğuludur. "Yetîm" yalnız kalma mânâsına "yetem" den alınmıştır. Nitekim eşsiz inciye "dürr-i yetim" (sedefinde tek olan inci) denilir. İşte bu yalnız kalma mânâsı düşüncesi ile babası vefat etmiş olana yetim denilmiştir ki böyle yetim kalmağa da nın ötresi ile "yütm" denilir. Bundan dolayı, lugat bakımından bu ismin hakkı gerek küçüğe ve gerek büyüğe denilebilmesidir. Çünkü babadan yalnız kalma mânâsı kalıcıdır. Fakat örfe göre henüz kendini kurtaracak çağa ermemiş bulunanlara aittir. Bu yönden "yetim" kelimesi bir zayıflık ve özellikle akıl zayıflığı ve fikir noksanlığı mânâsı ile de ilgilidir. Ve bundan dolayı erginlikten sonra bile rüşdünü bulamayanlar üzerinde yetim ismi, lügat ve örf açısından kalıcı olabileceği gibi, kocasından yalnız kalan kadınlara da yetim denilir. Nitekim Resulullah bu mânâda "Yetim kadın (dul kadın)dan kendi nefsi için izin istenir." buyurmuştur ki, bu izin istemenin küçük çocuğa ait olamıyacağı bellidir. Diğer bir hadis-i şerifte de "Yetim ve kadın, bu iki zayıf hakkında Allah"dan korkunuz." buyurulmakla yetimin zayıflık mânâsı gösterilmiştir. Bununla beraber yaşlılık ve olgunluk devrinde bulunan erkek, aklı zayıf ve noksan fikirli dahi olsa ona yetim denilmediği de bilindiğinden dolayı erkeğe yetim denilmesi, ancak çocukluk durumunda veya henüz ona yakın bir çağda bulunması itibarıyla olduğu halde, kadına babasından ayrılması itibarıyla aynı mânâda ve kocasından ayrılması itibarıyla büyük iken bile kendisine yetim denilmiştir. "İhtilamdan (ergenlikten) sonra yetimlik yoktur." hadis-i şerifiyle de yetimin sözlük ve örfteki mânâsının değil, şer"î hükmün, yani ergenlikten itibaren yetimlik hükmünün kalkabildiğinin açıklandığı anlaşılıyor ki, bununla da yetimin şer"î mânâsı yerleşmiş olur. Şu halde sözlük örfü bakımından ve yetimler denilince babaları vefat etmiş oğlan veya kız, küçükler ve çocuklar anlaşılabileceği gibi, kocasız kalmış kadınlar da anlaşılabilecektir. Ve bunların hepsi acımaya değer ve haklarında Allah"tan korkulmalıdır.

Genellikle yetimlerin mallarından başka, nefisleri ve ırzları ve özellikle her iki mânâdan biri ile yetim olan kadınların nefisleri ve ırzları da en fazla korunması lazım gelen sakınma yerlerindendir.

3-Bunun için ve eğer yetimler hakkında onların haklarını gözetmeyeceğinizden korkarsanız, yani gerek canları, gerek ırzları ve gerek malları itibarıyla her yönden adalete ve doğruluğa riâyet edemiyeceğinizden korkarsanız -ki böyle büyük günahtan elbette korkarsınız ve korkmanız gerekir o halde durumunuza göre kadınlardan ikişer, üçer, dörder size helal ve hoşunuza gidenler ile evleniniz. Hem onları zarar ve tehlikeden korumada, hem de kendinizi zulüm ve tecavüzden korumaya vesile olur. Genellikle kadınlar kimsesizlikten ve ortaya düşmekten kurtulur. Siz de zina ve diğer günahlara, haksızlıklara düşmezsiniz. Ancak bunda da birden fazla kadınlar arasında adaleti korumak, birine diğerinden fazla muamele etmemek gerekir. Bunun için ve eğer birden fazla kadınlar arasında da adalet yapamayacağınızdan korkarsanız -ki bundan da korkmalısınız o halde ancak bir kadınla evleniniz.- Ca"fer kırâetinde ötre ile okunduğuna göre - bir kadın yeter. Yahut da sahip olacağınız cariyeler alırsınız. O, yani bir kadınla evlenme adaletsizlik yapmamanız ve haksızlık etmemenize daha elverişlidir. Yalnız bir kadının hakkını gözetmek elbette daha kolaydır. Bunda sıkıntıya düşmemek ihtimali daha yakındır. Bu cümleden fakirlik ve çaresizliğe düşmemenize, yani iktisadınıza daha elverişlidir mânâsı da anlaşılmıştır ki, bunda gibi düşünülmüş veya bu mânâ, konunun bir gereği olmak üzere gösterilmiştir. İlk önce görülüyor ki burada "Yetimler hakkında adalet yapamayacağınızdan korkarsanız" diye bir şart vardır. hitabı ile nikah (evlenme) emri buna bağlanmıştır. Bundan dolayı, bu şartın mânâsını ve bu emrin meydana geliş şeklini iyi anlamak için bu konuda rivâyet yoluyla gelen tefsir şekillerini bilmek gerekir. Şöyle ki:

1- Buhari ve Müslimde de rivâyet olunduğu üzere Urve b. Zübeyr (r.a.) demiştir ki: "Ben, Hz. Âişe (r.a.)den ilâhî kelâmının mânâsını sordum. Hz. Âişe dedi ki: "Kızkardeşimin oğlu! Bu o yetimdir ki velisinin gözetimi altında bulunur ve mal hususunda ortak da bulunurlar. Malı ve güzelliği velisinin hoşuna gider, mehrinde adalet yapmıyarak onunla evlenmek ister. Başkalarının vereceği mehir kadar mehir vermez. İşte bu âyette bu gibi velilerin hakk ve adalete riâyet edip, mehirlerini özellikle en yüksek miktarına eriştirmedikçe gözetimleri altında bulunan yetim kızlarla evlenmeleri yasaklanmış ve hoşlarına giden diğer kadınlarla evlenmeleri emredilmiştir. "Hz. Âişe devamla şöyle demiştir: Bu âyetten sonra insanlar bunlar hakkında Resulullah"tan fetva sordular, Aziz ve Celil olan Allah Teâlâ da: "Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: O kadınlar hakkında size fetvayı Allah veriyor. Yazılan haklarını vermediğiniz ve kendileriyle evlenmek istediğiniz yetim kadınların, zayıf düşürülen çocukların hakkındaki ve yetimlere adaletli davranmanız hususundaki hükümleri, Kur"ân"da size okunan âyetler açıklar. Ne hayır işlerseniz, şüphesiz ki Allah onu bilir". (Nisâ, 4/127) âyeti indirildi. Bu "Kur"ân"da size okunan" önceki âyetidir. âyeti de herhangi birinizin, himayesi altında bulunan yetim kıza, mal ve güzelliği az olduğu zaman rağbet göstermemesidir. Bundan dolayı, bunlara rağbet edilmediğinden dolayı mal ve güzelliğine rağbet ettikleri yetim kızları hak ve adaleti gözetmedikçe onlarla evlenmekten men edildiler."

Yine Sahih-i Müslim"de Hz. Âişe"den Urve, Urve"den oğlu Hişam yoluyla rivâyet edilmiştir. Hazreti Âişe demiştir ki: " âyeti şunun hakkında indi ki, bir erkeğin yanında yetim bir kız olur ve bu erkek onun velisi ve mirasçısı bulunur. Yetim kızın malı var, fakat o erkekten başka onu koruyacak ve evlenmesi için yol gösterecek bir velisi de yoktur. İşte biricik velisi olan bu erkek, malına tamah ederek, malına ortak olmak için onu kimse ile evlendirmez, evlenmesine engel olur, zarar verir ve birlikte yaşayıp hoş geçinmez. Bundan dolayı Allah Teâlâ buyurdu ki: "Size neler helal kıldım bak ve kendisine zarar vereceğin şu yetim kızı bırak" diyor.

"Yetimlerin mallarını veriniz ve malları dolayısıyla onlara zarar da vermeyiniz" mânâsıyla bu tefsirin bir önceki âyetle bağlantısı pek açıktır. Zuhrî ve Rebi de bu şekilde tefsir etmişlerdir. Ebu Bekir er-Razî de Ahkamu"l-Kur"ân"da bunu tercih etmiş ve bunun İbnü Abbas"tan da rivâyet edildiğini zikretmiştir. Böylece evlenmesi düşünülebilen velilerde amca çocukları gibi nikah düşen akrabalar olabilir.

2- İbnü Abbas hazretlerinden şu iki cümle rivâyet edilmiştir: "Erkekler, yetimlerin mallarından dolayı dört kadınla sınırlandırıldılar. Çünkü bir adam, yetimlerin malları ile dilediği kadar kadınla evlenebiliyordu, Allah Teâlâ bunu yasakladı." Buna yakın olmak üzere tabiîn müfessirlerinden Hasan b. el-Hasan hazretleri de demiştir ki: Veliler, velâyetleri altında bulunan yetim kızlardan nikahı halil olanlarla evlenirlerdi. Fakat kendilerine rağbetlerinden değil, mallarına rağbet ettiklerinden dolayı evlenirlerdi. Ve bundan dolayı onlarla iyi geçinmiyorlardı, miraslarını yemek için ölümlerini gözlerlerdi, bundan men edildiler.

3- Bundan önceki âyeti inince veliler, yetimlerin haklarında adalet yapamayıp günaha gireceklerinden korkarak onlara vasilikten çekinmeye başlamışlar. Ve halbuki o zaman nikahları altında on veya daha fazla veya daha az kadın bulunabiliyor ve bunların haklarını gözetemiyorlardı, adalet yapamıyorlardı. Bundan dolayı bu âyetle onlara şöyle denilmiş oluyor: "Eğer yetimlerin haklarında adalet yapamamaktan korkuyor ve bundan dolayı onlara velilikten çekiniyorsanız, genel olarak kadınlar hakkında da adaletsizlikten korkunuz da haklarını yerine getirebileceğiniz miktarda kadınlar alınız ki bu da en son dört tane olabilir." İbnü Abbas"tan naklen Katâde ve Sûddi böyle söylemişlerdir. Fakat bu rivâyet şöyle şarta bağlanıyor: Buna göre önceki âyetin bundan önce inmiş ve yaygın olması gerekiyor. Halbuki onun hükmünün ortaya çıkması bundan sonraki (Nisâ, 4/5-6) âyetlerine bağlı bulunuyor. Bu ise beraber inmelerini gerektirir. Onun için bu mânâ açısından sebeb, zikredilen âyet değildir; cahiliyye devrinde bile Arapların yetimlerin işlerini günah sayıp da kadın işini günah saymamaları olduğu zikrolunuyor ki, İbnü Cerir Taberi de Süddi"den ve Katede"den bu şekilde rivâyet etmiştir. Sa"id b. Cübeyr hazretleri de demiştir ki: "İnsanlar o zaman bir emir veya yasak söylenmedikçe cahiliyle dönemi gelenekleri üzere bulunuyorlardı. Resulullah"a yetimler hakkında soru sordular. Allah Teâlâ"da bunu indirdi ki yetimler hakkında adaletsizlikten korktuğunuz gibi kadınlar hakkında da korkunuz da adalet yapabilecek kadar evleniniz." demektir.

4- İkrime"den de şöyle rivâyet edilmiştir: "Kureyşten bir adamın bir çok kadınları bulunur, yanında yetimler de bulunurdu. Derken kendi malı tükenir, yetimlerin malına meylederdi. Bundan dolayı bu âyet indi: Bir adam dört, beş, altı ve on kadınla evlenirdi, diğer biri de ben de falan gibi niçin evlenmiyeyim der, yetimin malını alır, bu mal ile evlenirdi. Bundan dolayı dörtten fazla kadınla evlenmekten men edildi." Fahreddin Razi de: Bu görüş, gerçeğe en yakın görüştür. Çok sayıda kadınla evlenilince o oranda çok harcama ve masrafa ihtiyaç ortaya çıkacağından bu ihtiyacın sevkiyle (iticiliğiyle) yetim velilerinin, yetim malına tecavüz etmesinin gerçekleşmesi ihtimali üzerine Yüce Allah, fazla kadınla evlenmekten insanları korkutmuş gibidir." diyerek bunu tercih etmiştir. Fakat bu tercih, tenkide değer. Çünkü yasak sebebinin yalnız yetimin malına tecavüz endişesine bağlanması ve gerek yetimlerin nefsinin ve gerek diğer taraftan kadınlara adaletli davranma meselesinin asıl sebepte düşünülmemesi ve bunların nihâyet bir delalet (yol gösterme) mevkiinde tutulmaları âyetin derin ve çeşitli olan iniş hikmetinin hakkını vermemektir. Sonra cariye meselesinde aynı sakıncanın söz konusu olmayacağı da kabul edilemez. Bundan başka âyetin burada bulunması doğrudan doğruya kadın sayısını azaltmayı hedef edindiği, ilk önce ve bizzat dörtten fazlasını yasaklamaya yönelik bulunduğu da herkes tarafından kabul edilmiş değildir. Gerçi bu âyet ile birden fazla kadınla evlenmenin en fazla dört kadınla sınırlandırılması vaki bir emir ve bundan dolayı fazlasının yasaklanması da ister istemez sabit ve bu şekilde cahiliye geleneğine göre sayının aşağı indirilmesi de kesin olmakla beraber Kur"ân âyetinin, dörde indirmesi tarzında bir azaltma mânâsı ile değil, birden dörde kadar müsaade ile yine bir çeşit çoğaltma üslubunda bulunduğu ve Hz. Aişe"nin dediği gibi, "Bakınız ben size neler helal ettim" mânâsını bildirdiği de apaçıkça anlaşılır. Bundan dolayı azaltma ve çoğaltmayı yasaklama, ibare ile değil, işaret iledir. Yukarda nakledilen İbnü Abbas"ın sözü de olsa olsa bu sayıyı azaltmanın ve fazlasını yasak etmenin ancak sabit olduğunu ifade eder.

5- Bazı müfessirler de demişlerdir ki, bir adam, mal sahibi ve güzel bir yetim kız buldu mu başkasından esirgeyip kıskanarak onunla hemen evleniyordu ve bu şekilde bazen yanında haklarını gözetemeyeceği kadar birçok yetim kızlar toplanırdı, âyeti bunlar hakkındadır ve şöyle demektir: "Ve eğer o yetim kızlar ve kadınlarla evlendiğiniz zaman haklarında adalet yapamamaktan korkarsanız, diğer kadınlardan hoşunuza gidenlerle evleniniz". Kadı Beydâvî de bunu tercih etmiştir. Fakat Ebu"s-Suud"un haklı olarak tenkid ettiği şekilde buna nazım (Kur"ân"ın ibaresi) müsaid değildir.

Çünkü bu şekilde; "diğer kadınlarla evleniniz" diye emir ve teşvik anlamsız olur. yerine denilmesi gerekirdi.

6- Mücahid demiştir ki, bunun mânâsı: "Yetimler hakkında adalet yapamamaktan korkuyorsanız zinadan korkunuz da size helal ve hoşunuza giden kadınlardan ikişer, üçer, dörder alınız ki harama düşmek tehlikesine maruz olmayınız."

Bu tefsir, büyük bir hakikatı kapsamaktadır ki, yetimlerin hakları ve kadınlara adaletle davranma mânâsı içinde zinadan sakınma mânâsının önemli bir esas teşkil ettiğini ve birden fazla kadınla evlenme müsaadesinin bu hikmet ile ilgili olduğunu ve bunda fuhuş ve zina sefaletlerine (aşağılıklarına) karşı köklü bir mücadele bulunduğunu gösterir. Bu şekilde görülüyor ki, bu rivâyetlerin bazıları âyetin iniş sebebini, bazıları da iniş hikmet ve faydalarını göstermektedir.

Buna göre her biri bir görüş açısından önem arzetmektedir. Ve bu rivâyetlerin toplamı, âyetin muhtemel olan veya içine aldığı mânâları da göstermektedir. İniş sebebini en açık olarak gösteren, Hz. Âişe rivâyetidir. Yetimlerin veliler tarafından mal veya güzelliğine tamah edilerek başkaları ile evlenmelerine engel olunup, uygun olmayan bir mehir ile kendilerine zorla nikah ve can ve mal açısından zarara uğratılmaları ve bu şekilde mal ve güzelliği az olan yetimlere hiç rağbet edilmeyerek tamamen sefilliğe düşürülmeleri âyetin inmesinin esas sebebi olmuş ve bunun için âyet, emirden önce yasağı kapsamış ve bütün kadınlara adaletle davranma gayesi de inmesinin hikmeti olmuştur. Ve işte birden fazla kadınla evlenmeyi sınırlandırma, bu hikmetlerin ve faydaların bazıları olduğu gibi, birden fazla kadınla evlenmeye müsaade etmek de kadınların sefaletine meydan vermemek ve tarlayı (çocuk verecek anaları) artırma hikmet ve faydasını kapsamıştır.

Yukarıda dul kadınlara bile yetim denildiğini açıklamıştık. Âyetin inme sebebi gerek yalnızca küçük yetimler olsun ve gerekse kayıtsız olarak kendileri ile evlenilmiş kadınlarla da ilgili bulunsun, her şekilde âyetin mutlak surette kadınlara adaletli davranma hikmet ve gayesi ile ilgili bulunduğu da açıkça bellidir. Bundan dolayı âyetin iniş sebebinin özel oluşu, mânâ ve hükmünün de özel olmasını gerektirmeyeceğinden, da yetimler, delalet yolu ile olsa bile, dul kadınları da kapsayan genel bir mânâ ile ele alınırsa, âyetin hükmü ve hikmeti daha fazla bir açıklık ile düşünülebilecektir. Demek ki, âyetin iniş sebebi bakımından velilerle ve kocalarla ve bir dereceye kadar özel menfaatlerle ilgili olan bu âyet, hüküm ve hikmet ve iniş gayesi açısından onlarla beraber kamuyu ve kamu yararını ilgilendiriyor. Ve bunun için evlenme ile ilgili meseleler, kul haklarından başka bir de Allah hakkını ve kamu hakkını kapsamaktadır. Bundan dolayıdır ki, evlenme, bir bakımdan hak ve bir bakımdan vazifedir. Hem muamele, hem de ibadettir. Allah Teâlâ, en açık şekilde acıma ve şefkata müstahak olan yakınlara ve yetimlere dikkati çektikten sonra, her iki ince duygunun heyecanının etkisi altında adalet duygusunu tahrik ederek hayat ve insanlığın mutluluğunun gelişme kanunu olan ve malî meseleler ile de ilgisi bulunan evlenme işinin, hem hak ve hem vazife yönlerine sahip, bir bakımdan genişlemeyi ve bir bakımdan sınırlamayı kapsayan ve kadınla erkek arasındaki yaratılışta var olan ilişkinin bütün inceliklerini içerecek bir şekilde tesbit etmiş ve genel olarak erkekleri teşvik ile kadınları korumaya sevketmiş ve cefa ve haksızlıktan, ahlâksızlıktan, fuhuştan men etmiş ve iğrendirmiştir. Yetimlerin ve kadınların haklarının ve bu hakları korumanın genel vazifeler arasında bulunduğunu ve bu konuda evlenmenin önemli bir esas meydana getirdiğini ve akla uygun olan birden fazla kadınla evlenmenin, kadınların hakları ve kadın cinsinin şerefinin gereklerinden olduğunu ve fakat bunun kadınlara adaletle davranma gayesini bozmayacak bir adalet ve nöbet taksimi ile tatbik edilmesinin gerektiğini ve bu şekilde birden fazla kadınla evlenmenin erkeklere ağır yük ve vazifeler yüklediğinden dolayı hakka riâyet edemeyip adaletsizlikten korkanların bir kadınla veya cariyelerle yetinmeleri lazım geleceğini anlatmış ve siz Allah"ın sakındırma emirlerine karşı yetimlerin ve kadınların haklarını gözetmemekten korkan insanlarsınız, durumunuza göre bu etraflı açıklama çerçevesinde hareket etmeniz gerekir, buyurmuştur ki, işte "Yetimler hakkında adalet yapmamaktan korkarsanız." şartının mânâsı bu oluyor. Burada önce şu soru akla gelebilir: Bu şart bulunmazsa ne olacak? Burada korkunun gerçek mânâsına göre böyle bir soru mümkün değildir. Çünkü yetimler hakkında adaletsizlikten korkmamak bir küfür demek olur. Bundan dolayı herhangi bir mümin için bu, şartının bulunmamasını düşünmek bir çelişki meydana getirir. Bu şart bulunmayınca cezasının küfür olacağı bellidir. Bu açıdan bu şart, emrini kayıt ve şarta bağlamaz, onu destekleme mânâsındadır. Fakat "korkarsanız" demek de olduğu gibi mecaz olarak "bilirseniz, bir haksızlık olacağını zannederseniz," mânâsına olduğu takdirde durum böyle değildir. Bu şartın bulunmadığını farzetmek mümkündür. Bu şekilde yetimler hakkında haksızlık olmayacağı, onların ne mallarına, ne canlarına, ne ırzlarına bir tecavüz edilmeyeceği bilinir. Haksızlık düşünülmezse ne olacağını belirlemek âyetin mefhüm-ı muhalifine ait bir hüküm olacağından dolayı bunu belirtmek bir ictihad meselesi olur. Hz. Âişe de iniş sebebine göre bunun bir çözüm şeklini göstermiştir. Mantığa göre bir şart önermesinde önde bulunan cümlenin gerçekleşmemesinden, sonra gelen cümlenin gerçekleşmemesi lazım gelmeyeceğinden dolayı yukarıda zikredilen korku bulunmadığı takdirde de gerek bir ve gerek birden fazla kadınla evlenme akdi yapılamayacağı anlaşılmaz. Bunun için müctehid imamlardan ve tefsircilerden hiç biri, bu şartın Hz. Âişe"nin söylediği küçük kızların mehrinden başka yargı açısından bir hükmü anlattığını söylememiştir. Her iki mânâ ile korku şartı, kalble ilgili işlerden olduğu için yargı açısından değil, ancak dindarlık açısından bir hüküm ifade eder. Çünkü adalet yapamayacağını bilen bir adam, birden fazla kadınla evlenirse haksızlıktan sakınmadığı için günahkar olur. Fakat evlenmede, dörtten fazla kadınla evlenmiş gibi bu evlenme hükümsüz ve bozulmuş olmaz. Nafaka, soy gibi yargı ile ilgili hükümler gerçekleşir. Ve evlenmeden sonra haksızlıktan sakınabilirse yine sevab kazanmış olur.

Şu halde emrinin anlamı nedir? Emir zahiren vacib mânâsına geldiği için, Zahiriyye (mezhebine mensup olanlar), bu emrin vacib mânâsına geldiğini ve bundan dolayı birleşmeye ve harcama yapmaya gücü yeten her kişi için evlenmenin farz-ı ayn olduğunu söylemişlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu da nefsin coşması ve zina yapma korkusu durumunda, aile için harcama yapmaya gücü yetenler için farz-ı ayn olduğunda görüş birliği halinde iseler de genel olarak evlenmenin vacib olduğunu söylemiyorlar. Hanefîlere göre kişisel açıdan cinsel arzunun coşması halinde vacib, normal durumda "Nikah benim sünnetimdir. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." hadisi şerifi gereğince müekked bir sünnettir. Kadına haksızlık etme korkusu durumunda ise mekruhtur. Bundan başka yine Hanefilere göre farz-ı kifaye olduğunu açıkça belirtenler de vardır ki, her kişiye değil ise de ümmetin hepsine göre farzdır. Bütün ümmet, evlenmeyi terkederse günahkar olurlar, demek olur. Biz de âyetten bunu anlıyoruz. Gerçekten bütün ümmetin birden evlenmeyi terkettiği varsayımı karşısında hepsinin ibadetle meşgul olduğu bile düşünülse bütün ümmetin yok olacağı bir gerçektir. Ve hiç birinin İslâm"ın devam etmesine karşı kötü niyette bulunma cezasından kurtulamıyacağı apaçıktır. Bundan dolayı evlenenlere her yönden yardım etmek de bir vazifedir. Evlenme muameleleri de güçleştirilmeyip daima kolaylaştırılmalıdır. Çünkü evlenmeyi güçleştirmek, zinayı kolaylaştırmak demektir.

Sözün özü emri bağlı olduğu şartlara göre bazı durumlarda vaciblik, bazı durumlarda mendubluk delillerine yakın olduğundan en genel mânâsı mendub olmasıdır. Evlenme, nafile ibadet ile meşgul olmak için bekar kalmaktan daha iyidir. İmam Şafiî hazretleri ise nikahın mübah olduğunu söylemiş. İbadet için bekar kalmanın nikahtan daha faziletli ve hayırlı olduğuna hükmetmiştir ki, bunların uzun uzadıya açıklaması fıkıh ilmine aittir.

Birden fazla kadınla evlenmeye gelince: Bu esas itibariyle yalnız bir müsade ve mübah kılmak olduğunda ve haksızlık etme endişesi bulunduğu takdirde mekruh olduğu hususunda söylenecek bir söz yoktur. Bununla beraber âyet, birden fazla kadınla evlenmenin bazı durumlarda mendub olduğunu ve hatta vacib olduğunu bildirmekten de uzak değildir ki, bunu da en fazla gerek erkekler ve gerek kadınlar için fuhuş ve zina tehlikesinin yüz göstereceği durumlarda aramak gerekir. ifadesi gereğince bu müsadenin en fazlası dört (kadın) olmuştur. Çünkü dile göre, "Şu elmaları şu cemaate ikişer ve üçer ve dörder paylaştır." denildiği zaman bir kısmına yalnız iki, bir kısmına yalnız üç ve bir kısmına yalnız dört elma düşeceği anlaşılır. Fakat Zahiriyye mezhebinden bazıları bu sayıların üleştirme sayıları olduğunu i düşünmeyerek aradaki ye bakıp bundan bu sayıların bir şahısta toplanması gerektiği hayaline kapılmış ve toplamını iki, artı üç, artı dört gibi dokuz saymıştır. Bunlar (zahiriler), fikir yürütmeyi kabul etmedikleri gibi, icmaı da kabul etmediklerinden Hz. Peygamberin asrından beri gelen İslâm geleneğine, din imamlarına ve bütün müçtehid fakihlerin icmalarına (görüş birliğine) aykırı hareket etmişlerdir. Hz. Peygamber âyetin hitabına girmemekle beraber buradaki dokuz (kadın) kuruntusunu Hz. Peygamberin kendine ait bir özelliğine yorumlasalardı belki doğru bir görüş olurdu. Yoksa iki defa iki, iki defa üç, iki defa dört demek olduğundan bu hesaba göre dokuza değil, on sekize çıkmaları gerekirdi.

Diğer taraftan Râfızî şiîlerden bir kısmı bu sayıların hiçbir sınırlandırma anlatmadığını ve ifadesinin genel mânâsı üzere kaldığını, bu sayıların ikişer, üçer, dörder v.d. gibi bu genel mânâyı pekiştirmiş olduğunu iddia etmeye kadar varmışlar. Ve sırf nefsanî arzu ve heveslerine uymuşlardır. "Allah korusun."

4-Âyetin iniş sebebi hakkında Hz. Âişe rivâyetinin doğruluğunu destekleyen bir nokta da şudur: Kadınlara mehirlerini de bir dindarlık farizası olarak -başka bir ifade ile- Allah"ın bir bağışı olarak veriniz, seve seve ve bütün gönül hoşluğu ile veriniz. Yani siz erkekler kadının malına göz dikmek ve evlenmek için kadından mal gözetmek şöyle dursun, mutlaka uygun bir mehir ile onlarla evleniniz ve mehirlerini kıskanarak değil, cömertlik ve el açıklığı ile seve seve veriniz. Bu size bir kanun olsun da. "Erkekler kadınlardan bir derece daha üstündür" (Bakara, 2/228) âyetinin sırrı tecelli etsin. ın üstünlü olması ve in ötreli olması ile, ın ötreli ve in harekesiz olması ile cümle vezninde nin çoğuludur ki mehir mânâsınadır. Kelimesi, millet, şeriat ve dindarlık mânâsına, bir de bağış, armağan ve iyilik mânâsına gelir. Dilimizde "gıybet" denilen peşin ödenen mehir geleneğinin aslı da bu emirdir. Bu hitapta eşlerden başka (kadınların) velilerine de bir pay vardır. Eğer kadınların mehirlerini velileri, hepsini veya bir kısmını teslim almış olurlarsa, ondan faydalanma hakları yoktur. Kadınların ellerine teslim etmeleri gerekir.

Ey kocalar veya veliler! Siz böyle veriniz de o kadınlar gönül hoşluğu ile, kendi rızaları ile size o verilen mehirden bir şey bağışlarlarsa onu da boğazınızda durmadan afiyetle yeyiniz. ( NISA )
  #25834  
Alt 21.10.2005, 20:18
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Ve Afiyet Olsun !.. :o)

Bilmem Kadinlara olan adaleti fark edebildiniz mi ?..
  #25835  
Alt 21.10.2005, 20:40
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard NISA ( Kadinlar )

4-NİSA:

Bu sûre de birçok şer"î hükümleri ve teklifleri kapsamaktadır. Baş tarafında Allah"ın hakları, bütün insanlığın kardeşliği, çocuklara, kadınlara, yetimlere acıma, şefkat gösterme ve haklarının verilmesi, mallarının korunması, evlenme ve miras gibi hususlarla ilgili emirler ve hükümler ile başlamış, sûrenin sonu da bu konularla bitmiştir. Orta kısmında da aile terbiyesinden başlaması lazım gelen temizlik, namaz, cihad, amirlere itaat gibi emirleri ve yükümlülükleri kapsamıştır. Bütün bunlar, insanın yaratılışı ile ilgili ve terbiye esasına dayalı bulunduğundan dolayı sûre: "Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının..." hitabı ile başlamış ve bu konularda kadının ve kadınlığın pek önemli bir yeri bulunmasından dolayı da ilk âyetinden itibaren kadının yaratılışına ve şerefine dikkat çekilmiş, ismine de "Kadınlar Sûresi" denilmiştir.

İnsanlık unvanıyla başlayan bu genel hitap, Bakara sûresinin başındaki ilk genel hitabı hatırlatıyor. O genel hitap günahlardan sakınmak gayesiyle "Rabbinize ibadet ediniz" (Bakara, 2/21) emrini vermiş ve bunu insanların yaratılış delilleri ile aydınlatarak şimdiki zamandan başlangıca doğru götürmüş ve özellikle Hz. Ademin yaratılış bahsini hatırlatmıştı. Burada ise bu hitabı doğrudan doğruya günahlardan sakınma emri takip ediyor. Bunu da özellikle kadınların yaratılışı ile beraber yaratılış delili takip ediyor ki; bunda "Ey insanlar! Artık büsbütün sakınma dönemine girmeniz ve aşağıda gelecek tarzda tekliflerin (yükümlülüklerin) zevk ve hikmetinin manevi hazzını anlamanızın sırası geldi ve sakınma konularının en önemlilerinden birisi de kadınlar konusudur." gibi düzgün ve edebî bir anlatım vardır. Dikkat etmeye değerdir ki, Kur"ân"da ey insanlar! hitabıyla başlayan iki sûre vardır; birisi bu sûre, diğeri Hacc sûresidir. Bu sûre, Kur"ân"ın ilk yarısından dördüncü sûre olduğu gibi, Hacc sûresi de Kur"ân"ın ikinci yarısından dördüncü sûredir. Bu sûrenin başında sakınmanın sebebi, yaratılışın başlangıcına dikkat çekmekle belirtilmiş olduğu gibi, o sûrede de yaratılışın sonu ve dönülecek yerin tanıtılmasıyla belirtilmiş, "Çünkü kıyametin sarsıntısı büyük bir şeydir." (Hacc, 22/1) buyurulmuştur. Bu şekilde iki sûrenin başları tertipli olarak başlangıç ve dönülüp gidilecek yeri (ahireti) tanıtmış ve bununla her bir sûrede hakim olan şer"î hükümlerin kayıt yönlerini de göstermiştir. Fahreddin er-Razî der ki: "Bu konunun altında bir çok sırlar vardır..." Rabbinizin terbiye ile ilgili emri ve koruması altına giriniz, emrine karşı çıkmaktan sakınıp genellikle asayişe uyunuz, O"nun şiddetli cezasından korununuz. O Rabbiniz ki sizi tek bir candan, bir şahıstan yarattı. Bundan dolayı, aslında hepiniz bir babadan gelme kardeşlersiniz ve hepiniz insansınız ve bir yaratıcının yaratıklarısınız. Bu prensipler üzerinde, hukukla ilgili esasları insanlık gerçeğine ve terbiye esasına dayandırarak kardeşlik haklarına riayet etmeli ve Rabbinizin emrine aykırı hareket etmekten sakınmalısınız. Evet Rabbiniz bir can yarattı ve "O bir candan eşini de yarattı" (Nisâ, 4/1). Böyle bir nimet ihsân etti. Biri diğerinin canından kopmuş bir çift meydana getirdi. "Bütün çiftleri yaratan Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir". (Yâsin, 36/36) Ondan dolayı bu nimet ve gücün değerini ve büyüklüğünü takdir etmeli ve yaratılışın, eşyanın tabiatının eseri değil, eşyanın yaratıcısı olan Allah"ın kuvvetinin eseri olduğunu bilmeli, ona itâat etmeli ve azabından korkmalıdır.

Gözlem ve deneyle biliniyor ki, bir babadan erkek çocuk olabildiği gibi dişi de olabilir. Halbuki yaratıcı kuvvet, eşyanın tabiatında olsaydı; ne topraktan insan meydana çıkabilirdi, ne de bir erkekten bir kız çocuk olabilirdi. Çünkü tabiat, düzenli ve uyumlu demek değil ise hiçbir şey değildir. Halbuki ne erkek dişinin bir uyumu, ne de dişi erkeğin bir uyumudur. Hiç kimse erkeğe dişi, dişiye erkek diyemez. Bunlar, iki çenekliler gibi bir kökten yarılmış, özellikleri ayrı, vazifeleri birbirini tamamlayıcı değişik tabiatlı bir çifttirler. Ve aynı zamanda bir kökün değişik çeşitleridirler. Bundan dolayı, diğer arızalardan soyutlanarak, yalnız fen ve ilim tabiatı adına düşünen ve konuşan tabiat ilimleri bilginleri de tam olarak itiraf ediyorlar ki; her şeyi sırf tabiata isnad etmek iddiası ile eşyanın çeşitliliğinin sebebini açıklamak mümkün değildir. Ve yaratıcı kuvvet, tabiatın üstünde terbiye ile ilgili bir etki yapan ve eserlerini yaratmak ve seçmekle meydana getiren yüce bir Rabb"dir. O halde tam manasıyla tabiat yoktur. Ve tabiat fikri, ilmî bir prensip olamaz. Çünkü bugün kabul edilen bir tabiat, yarın değişik şekillere girebilir. Ve onun içindir ki, sırf ilmî bir mukayese her zaman için ilmin ölçüsü olamıyor. Olayların meydana gelişi akılları durduruyor. Çünkü İblis de "Ben ondan (Hz. Adem"den) daha hayırlıyım. Beni ateşten yarattın. Onu ise balçıktan yarattın." (Sâd, 38/76) diye ateşin tabiatına göre yaptığı mukayese ile aldanmıştır. Gerçekten iş tabiatta olsaydı, akla göre tabiat hiçbir zaman erkekten dişi, dişiden erkek çıkma sonucuna varmazdı. Gerçek durum ise böyle değildir. Bütün insanlığın yaratılışının başlangıcına çıkıldığı zaman ise mesele daha fazla açığa çıkmaktadır. Akıllar, etkinin başlangıç noktasını ne kendilerinde ne de eşyanın tabiatında görmemelidir. Hepsinin üstünde yaratıcı Allah Teâlâ"da görmelidir. O Yüce yaratıcı ki bir kişiden eşini de yaratmak şeklinde ilâhî kuvvetini gösterdi ve bu ikisinden bir çok erkekler ve kadınları yeryüzüne yaydı. Ve bugün var olan insanlar böyle meydana geldi. Bundan dolayı hiç yokken topraktan seçmek suretiyle insan yaratan ve o insandan eşini yaratan ve iki insandan, birbirlerinden doğmaları suretiyle erkek dişi birçok çocuklar ve torunlar yaratıp dünyaya yayan yüce yaratıcının ilâhlığının, bir şahıstan ordular, milletler yetiştirebildiğini bilmeli ve ona göre tam bir iman ile vazifesini yerine getirmeli, Allah yolunda hiç bir fedakarlıktan çekinmemeli ve evlenme kuralına uymakla nüfusun çoğalmasına önem vermeli ve bunların ilâhî bir terbiye ile yetişmesine çok dikkat etmeli ve evlenmeye sevk eden, yaratılıştan gelen meyilleri, kötüye kullanmaktan sakınmalıdır. İşte bu şekilde bu günkü bir kaç insan yarın dünyaları fetheden ve İslâmiyeti yükselten büyük bir ümmet olabilir. Ve ahirette en büyük mutluluğu elde eder. Bu gerçekten dolayıdır ki, Allah"ın elçisi şöyle buyurmuştur: "Evleniniz ki üreyip çoğalasınız. Çünkü ben kıyamet günü düşük çocuk bile olsa diğer ümmetlere karşı sizinle iftihar ederim
  #25836  
Alt 21.10.2005, 21:08
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Harun Bey her ne kadar ADNAN OKTAR

da olsa ( Adnan hoca ) Arastirmalari övgüye degerdir.

Fakat Kuran Konusunda sizin gibi söz sahibi degildir )
  #25837  
Alt 21.10.2005, 21:15
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Sevgili Özsu gördüğünüz gibi geniş,

bigileriniz ile bir şeyler yazdığınız an, nedense uzaklaşıp kayboluyorlar.

Ben diyorum ki yazınız.

Sürekli yazınız...

Ama ürkütmeyiniz.

Bana fırsat tanıyınız, o bilgisiz topluluklar ve kişiler kaçıp kaybolmasınlar, lütfen buna özen gösteriniz...
  #25838  
Alt 21.10.2005, 21:22
Benutzerbild von peren
peren peren ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard o.T.

Tebrikler, seni tanimama baya yardimci oldun, 19 cu Alp:-) Insanlarin icini bayana kadar senin neden inandigini ve Kuranin Allah tarafindan gönderildiginin kanitini yazmissin buraya:-)
Bir de diyorum su piramit islerini bir arastirsan, hani utanmasan piramitleri Allah insanlar misirlara inansin diye yaratti falan diyeceksin:-)Eski mayalrdan az bir sey dem vursan. Vaktim olursa ve kizim uyumaya devam ederse bir kac bilgi hazirlayip buraya sunacagim. Bu sekilde gercek düsünen! akilli insanlar! neler yapiyormus cahiller bilsin. Ama oldukdan sonra yakistirmak, kilif bulmak kolay. Yokken bir seyin olusumunu alalim lütfen. Beyenmedigin Tevratta bile bir kondensatorun nasil yapildigi bir bir anlatilir. Kuran koduna benzemiyor ama, senin alayina mazur kaliyor:-)
Bu konulari sanirim 2 yil önce tartismistik, ayni seyler yazildi, tartisildi, tekrar ortaya atmissin. Sanirim bu 19 kodundan sonra "materiyalistlik" olayi geliyordu. Yakinda onlarida copy yaparsin iyice bayarsin bizleri:-)
Fazla bir seyler yazip en azindan seni tekrar baymayi düsünmüyorum. Diyecegim sadece Evrensel ve Allahdan olan Kuran nedense hep gecmisteki olaylara göre kodlanmis. Yasaniyor, bitiyor "lak" diye 19 cular kulpu yapistiriyor. Yasaniyor, bitiyor hemen yeni bir sayi ona yakistiriliyor. Hani baya bir kelime vardir kuranda arayan rahat bulur diyorum:-) Titanigi falan kodlamamislarmi? Depremleri? Da Vinci ve Newton ne olmus, gravitasyonda vardir, öyle genis bir konuki kesin bir yerine bir sey yakistirilir elbet. Peki kadinlarin esitlik konusunu nasil kodlamislar? Deginmemissinde. Birde su isik hizini ve isinlanma olayini aciklasan bir zahmet.
Fazla dalga gecmek istemiyorum, ama lütfen kopyelemeyi birakip sadede gelirmisin?

Saygilar
  #25839  
Alt 21.10.2005, 21:33
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Iki yildan Bu yana Pek Bir sey

degismemis Peren )

yine Söyleyecek bir seyin yok..Sadece yaramaz cocuklar gibi zipliyor ve istemezuk diye bagriyorsun..

)

Halbuki Orada Bir takim sayilar var bir hesap var )

Aydin ilerici ve de bilimci insanlarimiza ellerine bir hesap makinasi filan alip alternatif bir formül meydana getirmeleri ve Bu hesap yanlis demeleri yakismaz mi ?..

Yakisir.. )

Ne zaman birileri bana cok bilmis dese canim SIKILIR )

Bilirim ki bilgisizlik yirtigi yama kabul etmez..

)
  #25840  
Alt 21.10.2005, 21:47
Benutzerbild von peren
peren peren ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Maalesef

Sagol, bu sekilde benim daha öncede polemik olarak nitelendirdigim konulari kanitliyoruz yavas, yavas.
Demek evrensel olan kitabi 6 milyar insan bu sekilde anlayacak. Alacagiz elimize ve her bir kelimeyi acaba nasil anlasak Alpinin hosuna gider diyecegiz öylemi? Her sureyi senin yaptiginin gibi tek tek ele alacagiz, bir kelimenin yüzlerce aciklamasini bulacagiz. Peki burda ben "dövün" diyorum sen haricten gazel. Kim dogru tercümenin hangisi oldugunu belirleyecek? Yoksa bu hak tercüme edenemi verilmis. Simdi yavas, yavas Süleymancilar, Fetullahcilar, Nurcular, Karpuzcular nerden türüyor anladim. Bak arkadasim kücük bir örnek sana: Zamaninda latince ögrenirken Cesari kendi dilimize cevirirdik anlamak icin (bu sekilde, yani bütün cesar tercüme edildiginde "großes latinum" elde edilir). Bilindigi üzere latince "ölü bir dil" olarak adlandirilir, konusulmaz tercümesi bir o kadar zor olabiliyor. O zamanlar bir cümlenin anlaminda bazen saatler gecirdigimizi hatirlarim. Kesinlikle arapcanin tercümesinin kolay olmadigini ve bir kelimenin yüzlerce aciklanmasi olabilecegini kabul ediyorum. Ama evrensellik bu degildir. Asil konuyu bana kalirsa cokdan anladin ama anlamamizlakdan geliyor ve konuyu sapitiyorsun. Insanlarin tercümesine birakilmis bir din kitabi asla amacina ulasamaz. Insanlar her zaman, ama her zaman ilk tercüme olarak kendi alistiklari kelimeleri kullanirlar tercümede. Dolayisiyla binlerce tercüme benim buraya yazdigim sekilde yansimistir.
Üzgünüm yazdiklarinin cogunu okumadim, es ist nicht praktikabel, es ist nicht nachvollziehbar, es ist nicht verständlich. Senden bir ricada bulunuyorum, suraya sayfalarca kopyeler yerine herkesin anlayabilecegi bir kac cümle ile ne düsündügünü ve bu kanita nasil ulastigini yazarmisin?
Bunun haricinde yüz yillarca Kuran sadece arapca okunmus ve okutulmusutur. Halen daha türkce okunmasi Türkiyede tartisma konusudur. Böyle bir ortamda bana gelip nasil "ben hadisi serif, tafsir, tercüme" tanimam, sadece Kuran tanirim diyorsun? Arapcami biliyorsun? Diyelim sen biliyorsun, Türkiyede kac insan arapca biliyor? Kac insan Kurani Allahin gönderdigi dilde anliyor? Yoksa Allah insanlara Kuranin bir yerinde "Arapca ögrenin, ögrenmezseniz yanlis tercümelere tabii tutulur, Kurani yanlis anlarsiniz" diyorda bizmi okumadik? Umarim bu kadar izah dan sonra gercek Islam problemlerinden birini anlamissindir.
Antwort


Themen-Optionen Thema durchsuchen
Thema durchsuchen:

Erweiterte Suche

Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu