| | Mitglied werden | | | Hilfe | | | Login | ||||||||
#1
|
||||
|
||||
En uzağa varmak, en yakını geçtikten sonradır...
Kâinatta hiçbir şey başıboş değildir; topraktaki tohum, atmosferin ne tarafta olduğunu bilir, o tarafa uzanır, başını topraktan çıkarır. Çünkü, Allah, her yaratığa akıl vermiştir. Ancak aklın yanında fikir yani düşünme kabiliyeti sadece insan aklına mahsus bir fiildir; insanı diğer canlılardan ayıran en önemli haldir:
Tefekkür de fikir kelimesinden türetilmiştir. “Düşünmek” manasına gelir. Kur’an’da birçok ayette “Şüphesiz bunda düşünenler için ibretler vardır.” buyurulmuştur. Allah, kendini bildirmek, tanıtmak için insanı yaratmış ve sadece insana din göndermiştir. Her ayet, her hadis bir denklemdir. Bu denklemi çözmesi, dini anlaması için insana tefekkür kabiliyeti verilmiştir. İnsan ancak tefekkürle hayvani hayattan çıkar, insanca yaşamaya başlar. “Okumak için bana göz veren Allah’ım, düşünmek için akıl veren Allah’ım, çalışmak için el, ayak veren Allah’ım, Sana şükürler olsun!” demek, inkâra ispatla karşı çıkmaktır. Çünkü felsefe hakikati ararken inkâra gittiği noktalar oluyor, “Tabiat yarattı.” gibi. Tefekkürle anlarız ki yaratan Allah’tır. En uzağa varmak, en yakını geçtikten sonradır; kendini bilmeyen Rabb’ini bilemez. İnsan düşünmeye kendi yaradılışından başlarsa, canlıların ve kâinatın yaradılışına bakınca görür ki, eğer hayat olmasaydı, kendimi bilemezdim, İslamiyet’i anlayamazdım. İşte kendini bilmek iddiasıyla ortaya çıkan insan evvela organlarına bakar ve sorar; Allah, her şeyi benim için yaratmış. Neden ve niçin? Her konuda bu iki kelime karşımıza çıkar. Allah bizi yaratmış ve yaşatıyor, “Neden ve niçin?”; Allah mevsimleri yaratmış, “Neden ve niçin?”; her mevsim için farklı sebzeler, meyveler yaratılmış, “Neden ve niçin?” Böylece kafa çalışır, kafa çalıştıkça önümüz aydınlanır. Çünkü insan bir taş parçası gibi yeryüzüne atılmamış, üstün kabiliyetlerle donatılmıştır. Çünkü insan, İslamiyet için yaratılmıştır. İslamiyet, Allah’ı bilmek, O’na iman etmektir. İşte tefekkür aynı zamanda, kâinatı ve buradan yola çıkarak varlığı okuyabilmektir. Buluşların, keşiflerin bütünü aklın mahsulüdür. Kur’an bu konuda da tefekkür etmemizi istemiştir. Bütün varlık âlemi bir tefekkür levhasıdır. Âlemi iki daire ve iki levha şeklinde mütalâa eden Bediüzzaman, bunları şu şekilde sıralar: “Biri, gayet muhteşem, muntazam bir daire-i rububiyet ve gayet musannâ, murassâ bir levha-i san’at. Diğeri, gayet münevver, müzehher bir daire-i ubudi*yet ve gayet vâsi, câmi bir levha-i tefekkür ve istihsan ve teşekkür ve iman.” Burada birinci levha, hüsn-ü san’attır. İkinci levha ise tefekkür ve istihsandır; düşünüp aklını kullanan, gördüklerinden ibret alır, ibret alan şükrünü artırır. İnsan şükrederse Allah da o kulun üzerindeki nimetini fazlalaştırır, her iki dünyasını da mamur eder, bu sebeple tefekkür en büyük ve faydalı ibadetlerden sayılmıştır. İnsan taklitten hakikate tefekkürle ulaşır; mesela namaz kılmak taklittir, namazda okuduğumuz ayetleri anlamak ve düşünmek tefekkürdür. Aynı şekilde bir lokmayı ağzımıza almak taklittir. O lokmanın nereden, nasıl geldiğini, o lokmayı yedikten sonra kana ne şekilde karışacağını düşünmek tefekkürdür. İnsanın her azasının bir sadakası vardır. Zekât, sadaka Allah’ın verdiğinden vermektir. Aklı da Allah vermiş. Allah’ın bir lütfu olan aklın sadakası da tefekkürdür. Kâinat kitabına dikkatle bakıp, suretten manayı, eserden müessiri, fiilden faili, lütuftan lütfedeni, ihsandan ihsan edeni ibretle mütalaa etmek Müslüman’ın en mühim vazifesidir. Şuur sahibi varlıkların yaratılışından maksat da, tefekkür vazifesinin yerine getirilmesidir. Hekimoğlu İsmail |