Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
  #35281  
Alt 30.04.2008, 23:44
Benutzerbild von 1insanol
1insanol 1insanol ist offline
Erfahrener Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 390
Standard o.T.

Dünya hayatının imkanlarına, nimetlerine dört elle sarılmaktan kurtulmak ve onların üstüne çıkmak -ki bunlar imanın telkinlerinden bazılarıdır- ve Allah"ın katındakini seçip tercih etmek daha hayırlı ve daha kalıcıdır. "İşte bu konuda yarışacaklar yarışsınlar." Allah"ın katındaki mükafat için yarışmak insanı yüceltir, temizler ve arındırır. Müminin içinde hareket ettiği sahanın genişliğine de uygun düşer. Çünkü müminin hareket alanı hem dünya hem Ahiret, hem yeryüzü, hem de yüceler aleminin alamdır. Bu da onun içindeki hemen ürün alma ve sonuca ilişkin tereddütlerini bertaraf eder. Onu huzura kavuşturur. Çünkü o iyiliği, sırf iyilik olduğu için yapar. Allah dilediği için yanaşır, iyiliğe. Sınırlı, bireysel ömrü içinde bu iyiliğin iyilik olduğunu ve iyi olan sonuçlarını bizzat kendi gözleriyle görmesi şart değildir. Çünkü uğrunda ve rızası için iyilik yaptığı yüce Allah ölmez, unutmaz, yaptığı hiçbir şeyi boşa çıkarmaz. Haşa! Sonra yeryüzü mükafat yurdu değildir. Dünya hayatı da yolun sonu değildir. İşte insan bu kuruyup tükenmeyen bu kaynaktan güç ve destek alarak, sürekli iyilik yapmaya devam eder. İşte bu güç iyiliğin sürekli bir biçimde yol almasını garanti eden etkendir. Geçici bir dürtü kopuk bir istek olmaktan çıkarır onu. İşte mümini kötülüğün karşısında dikilmeye iten ve ona sürekli destek olan müthiş kuvvette budur. İsterse bu kötülük azgın bir itibarın, taşkınlığında, ister cahili değerlerin baskısında, isterse iç dürtülerinin etkisinde ve iradesini baskısı altına alma noktasında ortaya çıksın, farketmez. Bu baskı her şeyden önce insanın kişisel bilincinde meydana gelir. Kişi ömrünün kısa olduğunu, tüm zevklerini tadamayacağını, isteklerini gerçekleştiremeyeceğini ve iyiliğin uzak olan sonuçlarını göremeyeceğini, hakkın batıla üstün gelişini görmeye ömrünün yetmeyeceği anlayışı içindedir. İman ise bu duyguyu köklü ve mükemmel bir şekilde tedavi eder.

İman hayatın en büyük temelidir. iyiliğin her türü, her dalı buradan dal budak salar. Meyvelerinin hepsi buna bağlıdır. Bu iman olmadan iyiliğin her dalı ağacından koparılmış olur. Solmaya ve kurumaya mahkum olur. Yoksa bunların hepsi şeytani meyvelerdir. Onların bir sürekliliği ve devamlılığı olamaz.
  #35282  
Alt 30.04.2008, 23:45
Benutzerbild von 1insanol
1insanol 1insanol ist offline
Erfahrener Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 390
Standard o.T.

İman hayatın tüm yüce iplerinin bağlarının kendisine bağlandığı eksendir. Yoksa bu bağların tamamı çözülmüş, hiçbir şeye bağlanmamış olur. Arzu ve isteklere ve ihtiraslarla birlikte çürüyüp boşa gider.

İman darmadağın haldeki hareketleri, amelleri birleştirir. Birbiri ile uyumlu, birbiri ile yardımlaşan bir düzen içine sokar. Hepsini tek bir yola, tek bir hareket içine sev keder. Bunların hepsinin belli bir itici gücü ve hepsinin belirlenmiş bir hedefi vardır.

Bu nedenle Kur"an bu temele dayanmayan, bu eksene bağlanmayan ve bu sistemden kaynaklanmayan bütün işleri ve iyilikleri hiçe sayar, onlara hiçbir değer vermez. Bu konuya islamın bakış açısı apaçık ortadadır. İbrahim suresinde deniyor ki: "Rabbini inkar edenlerin iyi davranışları fırtınalı bir günde şiddetli rüzgarda savrulan küle benzer, yaptıkları iyi işler karşılığında ellerine hiçbir şey geçmez. İşte koyu sapıklık budur." (İbrahim 18)

Nur suresinde de şöyle buyuruluyor: "Kafirlerin amelleri ise engin çöllerdeki serap gibidir. Susuz kimse onu su zanneder, fakat oraya varınca hiçbir şey bulamaz. Kafir karşısında Allah"ı bulur. O da hesabını eksiksiz olarak görür. Zaten Allah"ın hesaplaşması çabuktur." (Nur 39)

Bunlar imana dayanmadığı müddetçe tüm iyiliklerin, tüm değerlerin boşa çıkarılacağını gösteren apaçık hükümlerdir. Çünkü iman, ameli sürekli olarak varlığın kaynağına bağlayan bir faktör ve varlığın amacına uygun düşen bir hedeftir. Tüm işlerin dizginini Allah"a havale eden bir inanç sisteminin en tutarlı bakış açısıdır. Ondan kopan tamamı ile kopmuş olur ve anlamının gerçek manasını yitirmiş olur.

İman, fıtratın sağlıklı olduğunu, insan dünyasının sağlam olduğunu gösteren bir ölçüdür. İnsanın bu bünyesinin bütün bir evrenin fıtratı ile uyum içinde olduğunu gösterir. insan ve onun etrafını kuşatan evren arasında sağlıklı, karşılıklı anlaşmanın delilidir. insan bu evrenin içinde yaşar. Bünyesi sağlıklı olan insan ile bu evren arasında karşılıklı iletişimin, anlaşmanın olması gerekir ve bu karşılıklı iletişimin insanı imana getirmesi icab eder. Zira bu evrenin kendisi dahi onu bu şekilde harika olarak yaratan sınırsız kudretin delilleri ve mesajları ile doludur. Bu karşılıklı iletişim yitirilir veya bozulursa, bu dahi tek başına algılama konumundaki şu insan bünyesinin noksanlığını ve onda meydana gelen gediklerin varlığını gösterir. Bu ise hüsrandan başka birşey getirmeyen ve dış görünüş itibarı ile iyi görünse de hiçbir iyiliğin kendisi ile birlikte bir anlam ifade etmeyeceği kesin hüsrandır.
  #35283  
Alt 30.04.2008, 23:45
Benutzerbild von 1insanol
1insanol 1insanol ist offline
Erfahrener Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 390
Standard o.T.

Müminin dünyası öylesine geniş, öylesine kapsamlı, öylesine derin, öylesine yüce, öylesine güzel, öylesine mutlu bir dünyadır ki, onun yanında inanmayanların dünyaları, küçük, sönük, düşük, değersiz karanlık ve mutsuzluk dünyasına dönüşür. Bu ise gerçekten büyük bir hüsrandır. Hem de ne hüsran!

Amel-i salih imanın doğal ürünüdür. iman gerçeğinin kalbe yerleştiği anda itibaren başlayan, özden kaynaklanan harekettir. Çünkü iman, aktif ve harekete geçirici bir gerçektir. Amel, ihsan şeklinde insanın pratiğinde kendini gerçekleştirmeye çalışmadan insanın kalbinde ve vicdanında yerleşip duramaz. İşte islamın iman anlayışı budur. Hareketsiz ve sönük halde beklemesi müminin içinden dışa çıkıp dışında kendini göstermeden gizli kalması mümkün değildir. Eğer iman bu doğal hareketini sağlayamıyorsa ya zayıftır ya da ölüdür. Tıpkı kokusunu içinde tutamayan çiçek gibi. Nasıl ki çiçekten kokunun yayılması doğal ise imanda da hareketin olması doğaldır. Yoksa iman yok demektir.

Zaten imanın önemi buradan kaynaklanmaktadır. iman bir hareket, bir eylem, bir kurma ve düzeltmedir. Allah"a doğru yöneliştir. iman vicdanın derinliklerine gömülü, gizli, pasif, çekingen, büzülmüş bir şey değildir. Hareket içinde somutlaşmayan sırf iyi niyetlerden ibaret de değildir. İşte imanı hayatın içinde yapıcı büyük bir güç haline getiren islamın apaçık yapısı ve karakteri de budur.

İman, Rabbani sisteme bağlılık olduğuna göre bu sistem, varlığın özünde sürekli ve birbirine bağlı bir plandan kaynaklanmış, bir hedefe yönelmiş olduğu müddetçe rahat anlaşılabilecektir. İmanın insanlığa önderliği, varlığın yapısında olan hareket sisteminin gerçekleştirilmesine yönelik bir önderliktir. Bu da Allah"tan kaynaklanan bir sisteme layık, tertemiz, yapıcı, onarıcı hayırlı bir harekete itmektir.

HAK VE SABRIN DAVETTEKİ ROLÜ

Karşılıklı olarak hakkı tavsiye etme, sabrı öğütleme ise özel bir yapıya sahip farklı bir bağı bulunan ve bütün bir yönü olan Müslüman cemaatin şeklini ortaya koymaktadır. Kendi yapısının bilincinde olduğu gibi görevinin de bilincinde olan iman ve ameli salih gibi kendisine yöneldiği eylemlerin gerçek mahiyetini bilen cemaat. Bu cemaatin görevleri arasında iman ve ameli salih yolu ile bütün bu insanlığa önderlik yapması da bulunmaktadır. Kendi aralarında bu büyük emanete ilişkin göreve engel olabilecek herşeyde birbirlerine öğüt veren bir cemaat.

Karşılıklı öğütleşmenin sözcüğü, anlamı, yapısı ve gerçekliği vasıtasıyla birbirleri ile dayanışma içinde bulunan, ümmetin veya cemaatin şeklide ortaya çıkmaktadır. Seçkin, bilinçli ümmetin. Yeryüzünde hakka, adalete ve iyiliğe dayanan ümmetin. Bu ise seçkin ümmetin en üstün, en parlak şekilde ortaya konmasıdır. İşte islam, islam ümmetinin böyle olmasını ister. islam hayırlı, seçkin, güçlü, bilinçli, hakkın ve iyiliğin bekçisi olan sevgi, kardeşlik ve yardımlaşma içinde hakkı ve sabrı birbirine öğütleyen bir ümmet ister. Kur"an bunu karşılıklı öğütleşme sözü ile dile getirmektedir.

Hakkı birbirine tavsiye etmek zorunludur. Zira hakka sarılmak zordur. Haktan Alıkoyan engellerde pek çoktur: Nefsin arzuları, çıkar mantığı, çevrenin düşünceleri, azgınların saldırılan, zalimlerin zulümleri ve saldırganların saldırıları hep birer engeldir. Karşılıklı öğütleşme ise hatırlatmadır, cesaret vermedir. Hedefin ve amacın yakınlığını hissettirmedir. Zorluk ve emanet konusunda kardeş olmadır. Karşılıklı öğütleşme, bireysel yönelişlerin bileşkesini sağlamlaştırır. Beraber hareket edip, güçlerin katlanmasını sağlar. Hakkın her bekçisine şu gerçeği hissettirir: "Bu yolda sen yalnız değilsin. Sana öğüt veren, cesaretlendiren, yanında yer alan, seni seven ve yalnız bırakmayanlar da vardır:" Hakkın ta kendisi olan islam dini de ancak bu şekilde birbiri ile yardımlaşan, öğütleşen, birlik ve dayanışma içinde hareket eden bir topluluğun gözetimi ve bekçiliği ile hakim olabilir.

Sabrı tavsiye etmek te zaruridir. iman ve ameli salih üzere ayağa kalkmak, hakkın ve adaletin bekçiliğini yapmak, bireyin ve toplumun, ferdin ve cemaatin karşılaşacağı en büyük zorluklardan biridir. Bu nedenle sabretmek gerekir. Nefisle cihad için ve başkaları ile cihad için sabır. Zorluk ve eziyetlere karşı sabır. Batılın şımarıklığı, kötülüğün saldırılarına karşı sabır. Yolun uzunluğuna, aşamaların gecikmesine, yol işaretlerinin belirsizleşmesine ve sonun uzaklığına karşı sabır.

Karşılıklı olarak sabrı öğütleme, insanın gücünü artırır. Zira hedef birliği, yöneliş birliği, toplumsal dayanışma gibi duyguları ve hisleri harekete geçirir. Onları sevgi, azim ve sebatla donatır. Bu da cemaatin pek çok değerlerini ve olgularını harekete geçirir. Özünde onları yaşamayan, islamın gerçekliğini yaşayamaz. Ve ancak bunun vasıtası ile sözkonusu gerçeğin bir anlamı olabilir. Yoksa hüsrandan ve yıkımdan başka çare bulunmaz.

ÜSTÜN TOPLUMDAN BİRKAÇ KESİT

Kur"an-ı Kerim"in hüsrandan kurtulan bu kazançlı topluluğun hayatına ilişkin yaptığı bu tespite baktığımızda yeryüzünün her tarafında hüsranın istisnasız bütün bir insanlığı kuşattığını görüyor ve dehşete kapılıyoruz. insanlığın daha ahirete gitmeden önce karşılaştığı zorluklara bakıp Hayret ediyoruz bu yıkım karşısında. insanlığın yüce Allah tarafından kendisine bahşedilen bu yenilikten kesin bir şekilde yüz çevirişini görüp bu yeryüzünde hakka dayalı, imanlı, seçkin bir gücün de ortalıkta bulunmadığını gördüğümüzde endişeye kapılıyoruz. Bunun yanında Müslümanlar veya daha dikkatli bir ifade ile Müslüman olduğunu söyleyenler, yeryüzünün bu hayırdan en çok uzak olanlarıdır. Yüce Allah"ın seçtiği ilahi sisteminden ümmet için belirlediği anayasasından, hüsran ve yıkımdan kurtuluş için belirlediği yegane yolundan en çok yüz çevirenlerdir. Bu bereketli Hayrın ilk defa kendisinden kaynaklanmaya başladığı bölgelerde Allah"ın kendisi için belirlediği iman sancağını bırakmakta, bütün tarihi boyunca asla bir yararını görmediği ulusal sancaklara yapışmaktadır. Halbuki onlar daha önceleri bu bayraklara sarılmış iken ne yerde ne de gökte kimse onları tanımıyordu. Nihayet islam geldi. Ortağı olmayan Allah"ın sancağını dikti. Bu ortağı olmayan Allah"ın adını taşıyan, yine ortağı olmayan Allah"ın damgasını taşıyan bir sancaktı. İşte Arapların gölgesinde zafer elde ettikleri, yükseldikleri ve uzun insanlık tarihi boyunca ilk defa tarihin bu döneminde insanlığa gerçekten iyi, güçlü ve bilinçli bir önderlik yaptıkları sancak buydu.

Üstad Ebu"l Hasan en-Nedvi "Müslümanların Gerilemesi ile Dünya Neler Kaybetti?" adını taşıyan değerli kitabında bütün tarih için eşsiz bir özelliğe sahip olan bu güzel önderlikten söz etmektedir. "islam önderliği döneminde Müslüman önderler ve özellikleri" başlığı altında diyor ki:

"Müslümanlar sahneye çıktılar. Dünyaya önderlik yaptılar. Hiçbir niteliği bulunmayan uluslar insanlığın kumanda merkezinden indirdiler. Çünkü bunlar kumandayı kendi çıkarları için kötüye kullanıyorlardı. Adil ve dengeli bir şekilde insanlığı süratle ileriye götürdüler. Müslümanların o sırada diğer uluslara önderlik etmeye ehliyet kazandıracak tüm sıfatları yerindeydi. Onların mutluluğu ve kurtuluşu için gereken tüm özelliklere sahiptirler. insanlık onların himayesi ve önderliği ile kurtuluşa erişti. Çünkü;

1- Onlar Allah tarafından gönderilen bir kitaba, ilahi bir şeriata ve hukuka sahiptiler. Kendi görüş ve arzularına dayanarak hukuk yapmıyorlardı. Çünkü bu cahilliğin, yanlışlığın ve zulmün kaynağıydı. Hayatlarında, siyasetlerinde ve insanlarla ilişkilerinde gelişi güzel hareket etmezlerdi. Aşağılık ilişkilerde bulunmazlardı. Çünkü yüce Allah onlara, insanlar arasında kendisine insanlara hükmedecek bir şeriat belirlemişti. "Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürürken yararlandığı bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde bocalayıp oradan bir türlü dışarı çıkamayan kimse gibi midir? İşte böylece kâfirlere yaptıkları kötülükler çekici göründü." (En"am 122)

"Ey müminler, her davranışınızda Allah"ı sıkı sıkıya gözeten ve adalete bağlı şahitlik eden kimseler olunuz. Sakın herhangi bir gruba karşı duyduğunuz kin, sizi adaletsiz davranmaya sevk etmesin. Adil olunuz. Takvaya en yakın tutum budur. Allah"tan korkunuz. Hiç kuşkusuz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır." (Maide 8)

2- Müslümanlar hüküm ve önderlik makamına ahlaki bir terbiye ve iç temizliği elde etmeden üstlenmediler. Halbuki geçmişte ve günümüzde iktidara gelen ulusların, bireylerin ve insanların büyük çoğunluğu bundan yoksundur. Müslümanlar uzun bir zaman içinde Hz. Muhammed"in terbiyesi altında yetiştiler. Dakik kontrolü Altında eğitildiler. Hz. Peygamber, onları hem terbiye ediyor, hem de arındırıyordu. Onları züht, takva, iffet, emanet, başkasını kendine tercih etme ve Allah korkusu ile eğitiyordu. Makam sahibi olmaya ve bu konuda ihtiraslı davranmaya engel oluyordu . Nitekim şöyle buyuruyordu: "Allah"a yemin ederim ki, idare ve liderlik meselesinde istekli olan, veya bu konuda ihtiras sahibi bulunan kimseleri görevlendirmeyiz. (Buhari ve Müslim)

Onların kulakları sürekli olarak şu ayet ile çınlamıştır: "İşte ahiret yurdu. Onu yerde böbürlenmeyen ve bozgunculuk yapmayanlara veriniz. Güzel sonuç Allah"a karşı gelmekten sakınanlarıdır." (Kasas 83)

Onlar, görevler ve makamlar için asla heveslenmezlerdi. Zaten başkanlık için kendilerini aday göstermeleri, bunun için kendilerini övmeleri, bunun için propaganda yapmalarına bu amaçla masraflara girmeleri asla mümkün değildir. Bir görevi üstlendikleri zaman bunu bir ganimet, bir hazır lokma veya harcamalarının ve çabalarının bir ürünü olarak görmezlerdi. Aksine onu boyunlarında bir emanet olarak kabul ediyor ve bunun Allah tarafından kendilerine verilmiş bir sınanma aracı olduğunu biliyorlardı. Onlar her zaman Allah"ın huzuruna çıkacaklarını, değerli değersiz herşeyden sorguya çekileceklerini biliyorlardı. Ve yüce Allah"ın şu sözünü sürekli olarak zihinlerinde canlı tutuyorlardı:

"Allah size emanetleri, onları taşıyabilecek olanlara yüklemenizi ve insanlar arasında hüküm verirken adalete uygun hüküm vermenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Hiç kuşkusuz Allah işiten ve görendir." (Nisa 58)

"Sizi yeryüzünde halife yapan ve verdiği nimetler hakkında sınavdan geçirmek için bazılarınızın derecesini diğer bazılarından üstün kılan O"dur. Hiç şüphesiz Rabbinin cezalandırması gecikmesizdir. Şüphesiz O, bağışlayıcı ve merhametlidir." (En"am 165)

3- Bu sınanmalar bir ırkın hizmetçisi, bir milletin veya vatanın elçileri değillerdir ki, yalnız onun çıkarı ve mutluluğu için çalışsınlar. Onlar herhangi bir milletin veya vatanın diğer tüm milletlerden ve vatanlardan üstün ve Şerefli olduğuna inanan kimseler değillerdi. Kendilerinin sırf hükmetmek için yaratıldıklarına inanan, diğer milletlerin ise sırf hükmedilmek için varolduklarını düşünen bir kitle değillerdir. Onlar bir arap imparatorluğu kurup onun sayesinde rahat etmek, bol nimetler içinde yaşamak, onun himayesi Altında yükselip büyüklük taslamak için ortaya çıkmamışlardı. insanları Bizans ve İran hakimiyetin-den kurtarıp Arapların hakimiyetine sokmak için meydana atılmamışlardı. Onları ayağa kaldıran tüm insanlığı kullara kulluktan kurtarıp, yalnız Allah"a kul yapmaktı. Tıpkı Müslümanların elçisi olan Rebi" ibni Amir"in Yezdicerd karşısında bu gerçeği dile getirdiği gibi: "Bizi buralara Allah gönderdi. insanları kullara kulluktan kurtarıp yalnız Allah"a kul yapmak için. Dünyanın sıkıntılarından, mutluluğuna kavuşturmak için. Sözde dinlerin zulmünden İslam"ın adaletine kavuşturmak için." (İbn-i Kesir, El Bidaye Ve`n-Nihaye)

Bunlara göre bütün uluslar ve bütün insanlar eşittir. Bütün insanlar Hz. Adem"in çocuklarıdır. Adem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap olana üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir: "Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletler ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız en çok korunanızdır. Allah bilendir, haber alandır." (Hucurat 13)

Hz. Ömer döneminde Mısır valisi Amr ibni As"ın oğlu Mısır"lı bir adamı döverken ataları ile övünerek şöyle demişti: "Al sana bir soylu tokadı. Asil kimselerin oğlundan:" Hz. Ömer olaydan haberdar olunca hemen Aynısının ona da yapılmasını istemiş ve şunu demişti: "Annelerinden hür olarak doğan insanları ne zaman köle edindiniz?"

Müslümanlar din, ilim ve eğitim konusunda sahip oldukları her şeyi hiç kimseden esirgemediler. Hüküm, idare ve fazilet konusunda, soy, renk ve vatan farkı gözetmediler. Onlar adeta gökyüzündeki bulutlar gibi bütün ülkelere yayıldılar. Bütün insanları himaye ettiler. Tepelerin ve ovaların hasretle beklediği, bereket dolu yağmurlar gibi oldular. Ülkeler ve insanlar yetenekleri ve bağırlarını açtıkları ölçüde onlardan yararlandılar.

Müslümanların himayesi ve idaresi altında tüm milletler ve kitleler hatta eski çağlarda baskı Altında tutulanları da almak üzere din, ilim, eğitim ve iktidar konusunda kendi paylarını aldılar. Yeni dünyanın kurulmasında Araplarla yarıştılar. Hatta bunların pek çok fertleri bazı faziletlerde Arapları geçtiler. Onlardan imamlar yetişti. Arapların büyükleri ve Müslümanların efendileri konumuna geldiler. Fıkıh, hadis ve diğer alanlarda imam oldular.

4- insan, ruh ve bedenden oluşmaktadır. Kalb ve akıl sahibidir. Duygu ve organ sahibidir. insan bünyesindeki bütün bu güçler uygun şekilde gelişip, sağlıklı bir şekilde beslenmedikçe, insanın mutlu olması, kurtuluşa ermesi adil ve dengeli bir şekilde ilerlemesi mümkün değildir. Sağlıklı bir medeniyetin oluşturulabilmesi, ancak dini, ahlaki, aklı ve bedeni her yönüyle insanın tatmin edildiği bir ortamın oluşturulması ile mümkündür. insan ancak böyle bir ortamda rahatlıkla insani olgunluğuna kavuşabilir. Deneyimlerle sabit olmuştur ki böyle bir ortam, ancak hayatın önderliği ve medeniyetin dizginini, hem ruha ve hem de maddeye inanan dini ve ahlaki hayatta güzel örnekleri oluşturan yetkili, sağlıklı, akıllı, yararlı ve sağlıklı ilim sahibi olan kimselere vermekle mümkündür..."

Üstad Nedvi sözlerini şu başlık Altında sürdürüyor: "Raşit halifeler devri sağlıklı bir medeniyetin en güzel örneğidir."

"Aynen de böyle olmuştur. Tarih devirleri içinde Raşit halifeler devrinden daha kapsamlı, daha güzel ve daha parlak bir şekilde bütün bu alanlara uzanabilen bir döneme rastlamıyoruz. Raşit halifeler döneminde kamil insanın yetiştirilmesi ve sağlıklı bir medeniyetin ortaya çıkarılması için ruh, ahlak, din ilim ve maddi araçların tümü, bütün bu kuvvetlerle birlikte ve yardımlaşma içinde hareket etmişlerdir. Böylece dünya devletlerinin en büyüklerinden biri meydana gelmiş ve zamanındaki bütün güçlere üstün gelen siyasi, maddi bir kuvvet olmuştur. Bu ortamda yüce ahlaki değerler egemen olmuş,hem insanların hayatında hem de idare sisteminde erdemli ahlak ölçüleri esas alınmıştır. Ahlak ve erdemlilik, ticaret ve sanayi ile birlikte yükselmiş, fetihler genişliğinde ve uygarlığın zenginliği ölçüsünde ahlaki ve ruhi üstünlükte ileriye gitmiştir. Cinayetler azalmış, memleketin genişliğine, nüfusun çoğalmasına, sebeplerin ve etkenlerin varlığına rağmen suçlular azalmıştır. Bireyin bireyle, bireyin cemaatle ve cemaatin bireyle ilişkisi güzelleşmiştir. Bu gerçekten mükemmel bir dönemdir ki, insanlar ondan daha üstününü hayal edemez ve teorisyenler onun daha temizini daha güzelini tasarlayamaz.

Bunlar Asır suresinin ana ilkelerini belirlediği islam anayasasının gölgesi altında yaşayan insanlığın o dönemdeki kutlu neslin birkaç özellikleridir. İman, amel-i salih, karşılıklı olarak hakkı tavsiye, birbirine sabrı öğütleme cemaatinin taşıdığı iman sancağının Altında yaşayan insanların birkaç özelliğidir.

Bu nerede, bugün dünyanın her tarafında insanlığın karşılaştığı yıkımlar, yıkılışlar nerede? iyilik ve kötülük yarışında onu mağlup eden hüsran nerede? Arap ulusunun islamın sancağını taşımaya başladığı günden itibaren insanlığa sunduğu büyük hayır kaynağından habersiz oluş nerede? Araplar islamın sancağı ile insanların önderleri durumuna gelmişlerdi. Daha sonra onlar bu sancağı bıraktılar ve kendilerini kafilenin en arkasında buldular. Artık bütün kafile hüsrana ve yıkıma doğru yol almaktadır. Bundan böyle artık bütün sancaklar şeytanın. içlerinde tek bir Allah sancağı bile yok. Tüm sancaklar batılın artık. Hakkın tek bir sancağı bile yok. Bütün sancaklar sapıklığın, karanlığın. Hidayet ve aydınlığın tek bir sancağı bile yok. Bütün sancaklar hüsranın. Kurtuluşun tek bir sancağı bile yok! Allah"ın sancağı ise halâ yerinde durmaktadır. Onu kaldıracak el ve altında iyiliğe, hidayete, yararlı şeylere ve kurtuluşa doğru yol alacak ümmeti beklemektedir.

Bu yeryüzündeki kazancın ve hüsranın durumudur. Bu da onca büyüklüğüne rağmen, ahiretin durumu ile karşılaştırıldığında çok basit, çok küçük kalmaktadır. Asıl orada gerçek kazanç ve gerçek hüsran, orada uzun zaman, orada sürekli hayat, gerçekler alemi orada. İşte asıl kazanç ve hüsran oradadır. Cennet ve hoşnutluğu kazanma yahut cenneti ve hoşnutluğu yitirme. Orada insan ya kendisi için belirlenen olgunluğun zirvesine ulaşır ya da geriye döner, insanlığını da yitirir. Değer açısından bir taş parçası değerine düşer, rahat yönünden taştan da geride kalır. "Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. O gün kişi, ellerinin öne sürdüğü işlere bakar ve kafir `Keşke ben toprak olsaydım" der." (Nebe 40)

Bu sure yolu belirlemede kesin bir hat çiziyor. Bu hüsran çizgisidir. Yol birdir, birkaç değil, iman amel-i salih ve amel-i salih yolu, birbirine hakkı tavsiye eden, sabrı öğütleyen, hakkı korumak için birbiri ile dayanışma içine giren ve dağarcığına sabır azığı yerleştiren Müslüman cemaatin oluşturulması.

Bu tek bir yoldur. Bu nedenle Hz. Peygamberin arkadaşlarından iki adam Asır suresinin birbirine okumadan ve biri diğerine selam vermeden buluştuklarında ayrılmazlardı. Karşılaşan iki adam bu ilahi ilke üzerinde anlaşırlardı, sözleşirlerdi. iman ve iyilik üzerinde sözleşirlerdi. Birbirlerine hakkı tavsiye edeceklerine, sabrı tavsiye edeceklerine söz verirlerdi. Bu ülke ilke üzerine kurulu bulunan islam ümmetinin birer elemanı olduklarına and içerlerdi.

<a href="redirect.jsp?url=http://www.sevde.de/Kuran-Tevsiri/Kuran_Tefsiri.htm" target="_blank">http://www.sevde.de/Kuran-Tevsiri/Kuran_Tefsiri.htm</a>
  #35284  
Alt 30.04.2008, 23:57
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Tuhaf degil; SATANIST !..

(
  #35285  
Alt 01.05.2008, 00:12
Benutzerbild von 1insanol
1insanol 1insanol ist offline
Erfahrener Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 390
Standard Anladiklarim

Ayetlerden ve Tefsirden anladiklarim

Imansiz insan hüsrandadir...

Zaradan kurtulmanin ilk basamagi imandir

Iman etmekle zarardan kurtulabiliyormuyuz?

Pek tabiiki hayir

Salih amel etmek gerekiyor, iyi islerle iman ettigimizi kanitlamamiz gerekiyor

yetiyormu ?
Pek tabidir ki hayir

Hakki,yani dogruyu, yani adaleti, yani imanimizdan aldigimiz hazi, güzellikleri, birbirimize anlatmamiz tavsiye etmemiz gerekiyor.Haktan magrum yasayanlari hakka cagirmaliyiz..Iman tek kisilik degildir.Imani sahiplenip baskalarinin ondan magrum yasamasina göz yumma gaflet ve egosuna düsmemeliyiz.nasilki ambarlarimiz doluyken ac insanlari düsünmemiz gerekiyorsa, nasilki komsumuz ac iken tok yatmak bizi biz olmaktan soyutluyorsa, hakki tavsiye etmedende hüsrandan kurtulamayiz.

Hüsran bittimi?

Hayir henüz hayir

Bütün bunlari yaparken karsimiza cikacak engellere sabr etmemiz gerekiyor, hakki anlattiklarimizada sabri tavsiye etmeliyiz ki imanimiz kamil olsun, ve hüsrandan kurtulmus olalim...

Rabbimiz bizleri hüsrandan kurtulma mükavemetini nasip edip, salimen dünya sinavini tamamlayarak ebedi istirahatgahimiza ak yüzile vardirsin.
amin
  #35286  
Alt 01.05.2008, 10:41
Benutzerbild von turkogluturkiye
turkogluturkiye turkogluturkiye ist offline
Erfahrener Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 246
Standard Hedef mütedeyyin insanlar

Vakit Gazetesi Hedef mütedeyyin insanlar
30 Nisan 2008 —

Kanal 1 Televizyonu Ana Haber Spikeri Fatih Altaylı’nın Hüseyin Üzmez olayı ile ilgili sorularını cevaplandıran Vakit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Mustafa Karahasanoğlu, bazı medya organlarının Üzmez üzerinden Vakit Gazetesi’ne ve mütedeyyin insanlara saldırdığını söyledi.YANLIŞI SAVUNAMAYIZ AMA YARGISIZ İNFAZ DA YAPAMAYIZ
Karahasanoğlu, Vakit Gazetesi’nin Hüseyin Üzmez’le ilgili iddialara nasıl baktığı sorusuna, ”Biz Elhamdülillah Müslümanız. Bizim ilkelerimizden bir tanesi Hazreti Peygamberimizin ‘Öz Kızım Fatıma olsa da, kolunu keserim’ düsturudur. Bu yüzden kim olursa olsun, yanlış yapıyorsa biz ona karşıyız. Ancak, henüz mahkeme karar vermemişken de yargısız infaz yapamayız. Fasıktan gelen bir haber için, öncelikle araştırmamız lazım. Bu bizim ilkemizdir. Herşeyden önce ortaya çıkmış somut bir bulgu yok. Bizim yayın kurulumuzun açıklamaları da var bugün konuyla ilgili. Böyle birşey yaşanmış olsa, bunu savunmamız mümkün değil. Kızın yaşının 14 ya da 25 olması hiç önemli değil. Bunu savunamayız. Biz yanlışları savunamayız. Henüz verilmiş bir karar yok, dolayısıyla yargısız infaz yapmaya hakkımız yok. Medyanın Hüseyin Üzmez’in sırtından Vakit gazetesini ve bunun üzerinden de dindarlara saldırması ise kabul edilemez” şeklinde cevap verdi.

MÜTEDEYYİN İNSANLARA SALDIRI KABUL EDİLEMEZ
Karahasanoğlu, Altaylı’nın “Oktay Ekşi ya da İlhan Selçuk’un benzer bir durumla yakalanmış olsaydı, bugün gösterdiğiniz itidalli tavrı gösterir miydiniz?” sorusuna ise şu cevabı verdi: Biz hiçbir şekilde Cumhuriyet gazetesi yazarı diye, gazeteyi öne çıkararak yazmadık. Sadece ‘İlhan Selçuk’un ismi Ergenekon soruşturmasında çıktı’ dedik. Bizim yayınlarımıza bakarsanız, biz bir kişi üzerinden bir kurumu veya bir camiayı hedef almayız. Bugün yapılan ise Hüseyin Üzmez üzerinden mütedeyyin insanlara bir saldırı var. Mütedeyyin insanların hedef alınması kabul edilemez.”

SUÇU SABİT OLURSA, YOLLARIMIZI AYIRIRIZ
Altaylı’nın Hüseyin Üzmez’in suçu sabit olması halinde ne yapacaklarını sorması üzerine Karahasanoğlu, “Eğer suçu sabit olursa, bizimle yolları ayrılır. Şu zina yasasının çıkmaması için kıyamet koparan medya organları, bugün bu olay üzerinden mütedeyyin insanlara saldırıyorlar. Bir taraftan zinayı özel hayat diye tanıtıyorlar, diğer taraftan Hüseyin Üzmez üzerinden ahlakçılık yapıyorlar. Bizim yazdıklarımız ortada. Bizimle ilgili yazan Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’ın patronu pornoculuk yapmaktan sabıkalı. Adliyenin verdiği sabıka kaydı var. Sen böyle sabıkalı birinin yanında çalışıyorsun. Hüseyin Üzmez’in suçu sabit olmuş da biz onunla beraber mi olmuşuz. Bu yargısız infazlar fevkalade çirkin. Bir başka televizyonunun haber spikeri, otel odasında yaptığı şeylerden sonra, utanmadan başka televizyonlara transfer olabiliyor. Biz yargısız infaz yapmak istemiyoruz ama eğer Hüseyin Üzmez’in suçu sabit olursa, biz kendisiyle yollarımızı ayıracağız” şeklinde cevap verdi.
  #35287  
Alt 02.05.2008, 17:42
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard YORUMSUZ.

Artık tesettürlü eşler de aldatıyor!

İslamcıların en çok başvurduğu ruh hekiminden şok açıklama

Türkiye gündemi, kaleminden şeriat damlayan 74 yaşında bir yazar, Topkapı Sarayı’nda 24 saat Kuran-ı Kerim okuyan bir hafız ve tesettür giyiminde önde gelen bir işadamının Müslümanları utandıran eylem ve açıklamaları ile çalkalanıyor. TEMPO, arka arkaya meydana gelen bu olayları ve İslami camiadaki cinsellik algısını, yıllardır bu kesimi tedavi eden psikiyatr Doç. Dr. Sefa Saygılı’yla konuştu

Vakit Gazetesi yazarı Hüseyin Üzmez, 14 yaşında bir kız çocuğuna tacizden tutuklandı. Topkapı Sarayı’nın Kutsal Emanetler Bölümü’nde 24 saat Kuran-ı Kerim okuyan hafızlardan S.E., internette tanıştığı yaşları 14 ile 16 arasında değişen onlarca çocukla cinsel ilişkiye girdiği iddiasıyla tutuklandı. Tekbir Giyim’in ortaklarından Mustafa Karaduman, “Tek eşlilik mümkün olsaydı, umumhaneler, kerhaneler olmazdı” dedi.
Yukarıdaki cümleler son 15 gün içinde gazetelerde yer alan üç habere ait. Haberlerdeki ortak özellik, üçünün de İslami camiayı yakından ilgilendirmesi. Kuşkusuz, birtakım inananlarının sapıklık, sapkınlık ya da poligamiyle ilişkilendirilmesi, İslamiyet’i bağlayan bir durum değil. Ancak söz konusu üç haberdeki kişilerin de sıradan Müslümanlar olmadığını kabul etmek gerekiyor. Çünkü 14 yaşındaki bir çocuğu tacizden tutuklanan Hüseyin Üzmez, Vakit Gazetesi’ndeki köşesinde yazdığı yazılarla, İslami camianın önemli seslerinden biri olarak tanınıyor. Aynı şekilde Topkapı Sarayı hafızı da hem ilahiyatçı olması hem bulunduğu pozisyon itibariyle ayrıcalıklı bir konumda. Son olarak Tekbir Giyim’in ortaklarından Mustafa Karaduman da İslami camianın önde gelen işadamlarından biri olarak biliniyor. Yani söz konusu üç kişi de ait oldukları camiada etiket sahibi insanlar. Peki, camianın etiket sahibi olmayan üyeleri, yani sıradan Müslümanların durumu ne? Soruyu Vakıf Gureba Eğitim Hastanesi Psikiyatri Klinik Şefi Sefa Saygılı’ya sorduk. Böyle bir röportaj için Saygılı’yı seçme nedenimiz ise, ünlü psikiyatrın ağırlıklı olarak İslami camiaya hizmet vermesi ve bu kesim arasında tanınan bir isim olması.

TEMPO: Son günlerde İslami camiaya ait cinsel suç ve istismar haberleri çıkmaya başladı. Bir artış mı var?

SEFA SAYGILI: Türkiye’de bir cinsellik patlaması var. Bu, hem İslami camia hem diğerleri için geçerli. TV, basın iletişim araçları bunu artırdı. Eskiden kadın-erkek birbirini göremezdi. Mahalle baskısı vardı. Ama şimdi iletişim araçları arttı.

T: Medyayı mı eleştiriyorsunuz?

S.S.: Tespitte bulunuyorum. Medya aracılığıyla kadın erkek ilişkileri empoze ediliyor. Bu da bu tür ilişkilerin sıradan algılanması sonucunu doğuruyor. Gayrimeşru ilişkiler, sevişmeler, sevgili edinmeler… Reyting sağlıyor bunlar.

T: Niçin ben etkilenmiyorum da izleyen başkası etkileniyor?

S.S.: Tek bir faktör yok. Yatkınlığı olacak, ailevi durumu itecek; bir sürü etki var başkaca tabii ki. Mikrobik durumlarda bile her vücudun direnç seviyesi farklıdır. Sosyal olaylarda da böyle.

T: İnsanlar, dinlerini mi iyi öğrenemiyor, yoksa din onlara yeterli cevabı veremiyor mu?

S.S.: İkisi de olabilir.

“Kadının silahı cinsellik”

T: Dinin, cinsel sapkınlıklara karşı yeterli vizyonu sunamadığını söylemek mümkün mü?

S.S.: İnsan çamurdan yaratılmış bir varlık. Hem şeytan hem melek. Zıt duygular bir aradadır. Dinin herkeste aynı derece etkili olması beklenemez. Kimilerinde de kritik durumlarda dini gözü görmez olabilir insanın…

T: Dinin güncellenmemesi ya da eksikliğiyle alakalı değil yani?

S.S.: Değil.

T: İslami camiada azgınlaşma var denilebilir mi?

S.S.: Hayır, sadece bu tür vakaların İslami camiada da çıkması biraz daha dikkat çekiyor o kadar. Toplumun gözünde daha çirkin addediliyor.

T: Buna ne ad vereceğiz?

S.S.: Bu, farklılaşma ve yozlaşmadır. Toplumdaki genel durum böyle, İslami camia da bundan kopuk değil. İslami sınırların dışına çıkmadır bu.

T: Toplumun geneline göre İslami camiada cinsel problemlerin boyutu nedir?

S.S.: Bu durumu bir tür bileşik kaplar kanunu gibi görmek lazım. Yani Türkiye’deki her cepheyi, dolayısıyla İslami cepheyi de kapsıyor. Yani İslami cephede de bir cinsellik patlaması var. Daha önceden bastırılmış duygular çarpık şekilde ortaya çıkıyor. Yıllardır bastırmış bunu insanlar. Şimdi çıkıyor. Bir de göründüğü gibi değil, daha yaygın bu iş. Muhafazakâr insanlarda erkek çalışıyor, kadın evde duruyor. Kadın eskisi gibi değil. Günlük işleri de azalmış durumda. Eskisi gibi çocuk da doğurmuyorlar. Kadın kendini boşlukta hissediyor. Böyle bir durumun tezahürü olarak kadının tek silahı cinsellik oluyor kocasına. Bunu kullanıyor. Bu da erkekleri yoldan çıkarıyor. Bunu tespit olarak söylüyorum. Doğru bulduğumdan değil. Dışarıda elde edilebilecek pek çok kadın var. Yalnızca fahişelik anlamında değil söylediğim. Bana gelen vakaların çoğunda da bu tür çarpık ilişkilerin izleri var. Tabii bir de erkekler dörde kadar yolu var diye kendilerine bir çıkış kapısı yaratıyorlar.

T: Ama bu bir hak değil…

S.S.: Ruhsat. Belirli şartları var. Toplumsal kurallara göre de değişir. Resmi olarak şu an yasak. İnsanlar devletin yasaklarına uymak durumunda. Bu daha çok görünür oldu. Bir de cinsellik patlamasının yansıması gibi görüyorum bunu. Böyle şeyler sıradan hale geldi artık. Eskiden olmayan olaylar bile daha çok görülmeye başlandı. Bir tesettürlü kadının kocasını aldatmasına rastlanmazdı pek. Artık bu da var. Eskiden ‘erkeklerle çıkıyor kızımız’ diye getirirlerdi. Şimdi ‘kızımız erkeklerle çıkmıyor’ diye getiriyorlar. Türkiye’deki değişimin bir parçası bu. Dindarlara yansımaması mümkün değil. Herkesin evinde aynı iletişim araçları var.

T: ‘Mahalle baskısı’ dediniz.

S.S.: Eskiden herkes birbirini tanırdı. Şehirler kozmopolitleşti. İnsanlar yakınlıklarını mahalleyle değil, iş yeriyle kuruyorlar. Evlilikler daha önce tanıdıklar arasından olurdu. Şimdi öyle değil. Eskiden doğduğu yerde yaşardı insanlar. Bunlar da mahalle baskısını yani toplumun hoş görmediği şeyleri daha rahat yaşayabiliyorlar.

T: İslami camianın cinsel eğitimi ne durumda?

S.S.: O da önemli bir problem. Dindar olmayan insanlar, pek çok kitap alıp bu bilgilerini genişletebiliyor. Dindarlar böyle bir kitap aldıklarında maalesef hoş karşılanmıyor. Bu yüzden de 300-500 sene önce yazılmış birtakım kitapları halen okuyanlar var. 500 yıl önceki insanlar için hakikaten gerekli olabilir. Ama alıp bugüne uyarlamaya kalkarsan, sapkın olursun. Şartlar değişmiş durumda. Üstelik İslami camiaya yönelik olarak cinsellik eğitimi veren kitap sayısı da çok az. Olanların büyük bölümü de bu işten anlamayanlarca yazılmış kitaplar ve yazarlarının aldıkları referanslar da o 300 senelik kaynaklar.

T: Ne var o eski kitaplarda?

S.S.: En basiti, “Mastürbasyon kötürüm yapar” diye yazıyor. Kapalı insanlarda bunun etkisi daha büyük oluyor. Bilgisizlik ve buna bağlı problemler daha fazla oluyor. Cinsel problemlerini açma konusunda insanlar artık daha rahat. “Kocam benimle seyrek ilişkiye giriyor, bunun nedeni ne?” diye sorabiliyorlar. Kocasının yılda bir veya iki kez ilişkiye girdiği bir kadın geldi. Psikosomatik rahatsızlıkları ortayla çıkmış. Yıllar sonra bir yerde okumuş bunun yanlış olduğunu, kocasını alıp tedaviye ikna etmiş. “Kızım bu zamana kadar neredeydin” diye sorduğumda, “Her erkek böyledir sanırdım” dedi.

İki evli kadınlar

T: Gazetelerde, İslami camiadan fiili livata örnekleri de gördük son bir hafta içinde…
S.S.: İslami cephede olursa, daha dikkat çekiyor. Toplumun genelinde de var aslında. Ama yoğun değil. Kişilik bozukluğudur bu. Küçüklere taciz, bir cinsel sapmadır. Dindar olup olmaması önemli değil.

T: 30 yaşında erkek, 13-14 yaşında kız çocuğuyla evlendiriliyor İslami camia içinde. Bu niye oluyor?

S.S.: Bu bir problem. Kesinkes doğru değil. Ayrıca evliliği sadece cinsellikten ibaret görmemek gerek. Gerçi İslami camiada bir uyanış var artık bu konuda.

T: Bir işadamı, çok evlilik olmasa, “Kerhaneye gitmek zorunda kalacağız” diyordu. Bu, çok kısır bir bakış açısı değil mi?

S.S.: Tamamen erkek açısından bakınca, haklı olan yönleri düşünülebilir. Erkeklerle kadınların cinsel ihtiyaçları farklı olabilir. Erkek, cinsel yönden çok aktifse, tek eşle yetinmeyebilir. Onunki uç bir örnek. Ama o kadınların sağlıklı olduğunu düşünmüyorum. Hiçbir kadın kocasını paylaşmak istemez. Çok vaka gördüm böyle. İki evli kadınlar buraya sık olarak getiriliyor. Mutlu olanını görmedim. ‘Karılarım çok memnun’ dediğine bakmayın. Cinsellik yönünden mutlu edebilir; ama duygusal yönden olamaz. Erkeklere birden fazla eşi tavsiye etmiyorum. Dörde kadar evlenebilir diyor İslamiyet. Kendi eliyle evlendirdiği halde pişmanlık duydu hepsi. Erkek de ilk başta mutlu oluyor; ama kadınlararası çekişme başlayınca mutsuzlaşıyor.

T: Cinsel problemler birinci kuşakta mı, ikincide mi?

S.S.: İkinci kuşakta daha çok. İki kültür arasında kalıyor çocuklar. Toplum, çevre ve din baskısı azalıyor insanların üzerinde.

T: Diğer İslam ülkelerinde durum nedir? Mesela Suudi Arabistan veya İran’da…

S.S.: Arabistan’da yurtdışından bazı ufak yaşta fakir kız çocuklarını getirdikleri ve cinsel amaçlarla kullandıklarını duyuyorum. Genellikle Suriye, Mısır, Filistin gibi yerlerden getiriyorlarmış bu kız çocuklarını. Yapanlar da bunların göbekli zengin kesimleri. Yaygın olarak söylenen bir şey bu. Özellikle o ülkelerin seçilme nedeni ise daha beyaz tenli olmalarıymış o kızların. İran’a gelince, bildiğim muta nikâhı var. Biz, bunu zina olarak değerlendiriyoruz.

T: 1980’li yıllarda İslami camiada da muta nikâhı vardı yanılmıyorsam?

S.S.: Evet, yaygındı bir zamanlar. Ama şimdi rastlamıyorum buna. Tam olarak muta nikâhı değildi bu. Bir çeşit nikâh kıyıp ilişkiye giriyorlardı.

T: İslami camiaya ne önerirsiniz?

S.S.: Cinsellik konusunda açık olmalarını, gizli kapaklı işlere kalkışmamalarını ve bilgi sahibi olmalarını.

T: İslami camiada en sık cinsel sorunlar nelerdir?

S.S.: Birden fazla evlilik. İkinci eş genellikle sekreterleri oluyor mesela.

T: İkinci eşlerin başı açık oluyormuş duyduğumuz kadarıyla; doğru mu?

S.S.: Bir kısmı öyle. Bir gün sakallı bir adam geldi. Yanında mini etekli bir kadın. İkinci eşiymiş. İkinci evlilikler genellikle gizli oluyor. Bazı ikinci evlilikler, adam ölünce ortaya çıkabiliyor. Gayrimeşru ilişkiler yaygın ayrıca.

T: İlkinden ne farkı var?

S.S.: Birincisinde imam nikâhı oluyor. Öbür türlü ilişkiler daha çok işadamları arasında yaygın. Bunlar gelip geçici oluyor: Tabii dindar açısından helal-haram dengesi kalmıyor.

T: Başka?

S.S.: Erkekler kadar olmasa bile kadınlarda da görüntülü ve görüntüsüz chat’leşme oldukça yaygın. Birçok evli erkek, eşlerine bunu ‘sadece arkadaşız’ diye savunuyor. Kadınlar bunalıma giriyor. Sonra, mesela eskiden erkek karısının aldattığını görünce, kadına her türlü kötülüğü yapardı. Şimdi az sayıda bile olsa, bu durumda evliliği sürdüren erkekler var. Rezil olma duygusu da etken burada. Eşlerini cinci hocaya götürenler bile var. Cinci, ‘büyü var’ deyince erkek rahatlıyor.

T: Eşcinsellik?

S.S.: Bir artış var. Eşcinsel olup dindar kalanlar ve eşcinselliği ortaya çıkınca dindarlıktan vazgeçenler de var. Ailelerin bazıları çocuklarını getiriyor. Giderek arttığını görüyorum. Eskiden birçoğu ailelerinin zoruyla evleniyordu. Artık bu durum azalmış halde. Kadın çarşaflı, iki çocukları var. Adam eşcinsel olduğunu açıklamış sonunda. Üstelik kadın olmaya karar verdiğini de söylemiş. Ailelere tavsiyem, kesinlikle böyle durumdaki çocuklarını evlendirmemeleri. Evlendiği insan da mutsuz oluyor.

T: Başka var mı?

S.S.: Evlenmeyen kişilerin sayısı da çok arttı. Birtakım insanlar cinsel ihtiyaçları arkadaşlıkla gideriyorlar. Aynı evde yaşıyorlar, evliliğin sorumluluğunu yüklenmek istemiyorlar.

T: Cinsel suiistimaller yaygın mı?

S.S.: Cinsel suiistimaller dindar kesimde de çok yaygın. İnsanlar söyleyemiyorlar. Özellikle ensest. Bunun çoğu yakınlar tarafından oluyor. Ensest harici, komşu, misafir, amcaoğlu vs. gibi şekillerde de suiistimaller oluyor. Çocuklar bunu söyleyemiyor ve bir travma olarak saklıyorlar bunu. Allah çocuklarımızı korusun.

TEMPO / Enis Tayman
  #35288  
Alt 02.05.2008, 17:46
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard A.Hakandan Vakit gazetesine.

Katil sevici VAKİT

Mehmet Ali Ağca’ya,Rahip Santora"nın katiline, Metin Göktepe’nin katili polislere sahip çıktılar. Şimdi de tacizciye...

Hürriyet Gazetesi yazarı Ahmet hakan Vakit Gazetesi"nin Hüseyin Üzmez olayı sonrasındaki tavrına sert çıktı. İŞTE O YAZI...

Müptezellik


HÜSEYİN Üzmez denilen yazar, İstanbul’daki evini "Aczmendi Müslüm"e tahsis edip, "Fadime kepazeliği"nin yaşanmasına yardım ve yataklık etti mi? Etti...


Hüseyin Üzmez denilen yazar, kendisinden 50 yaş küçük genç bir kızla evlenebilmeyi içine sindirdi mi? Hem de nasıl...

Hüseyin Üzmez denilen yazar, Kuğulu Park’ta torunu yaşındaki genç kızla yaşadığı aşkın romanını yazıp reklamını yaptı mı? Yaptı...

Yani...

Karşımızda "gözü çöplükte kalmış sempatik yaşlı çapkın" muamelesi çekip, gülümseyerek geçiştirebileceğimiz türden bir adam yoktur...

Üstelik "adamımız", kendisini "İslam’ın gür sesi" olarak takdim eden bir gazetede köşe yazarlığı yapmaktadır...

Ve gün gelmiştir:

Bu adam, "çocuk tacizi" gibi yeryüzünün en aşağılık ve rezil suçlamasıyla hapsi boylamıştır...

Olayın özeti budur...

* * *

Peki özetini verdiğimiz bu olay...

Vakit denilen gazetede nasıl yorumlanıyor?

Yani "çocuk tacizi" gibi aşağılık bir suçlamaya maruz kalmış adamın yazı yazdığı Vakit’in Hasan’ı, Mustafa’sı, Ali İhsan’ı ne yapıyor?

Ne yapacaklar?

Hiç utanıp sıkılmadan, "çocuk tacizciliği" ile suçlanan adama kol kanat geriyorlar...

Bu konuda o kadar ileri gidiyorlar, o kadar vicdansızlaşıyorlar ki...

Olayı "tacize uğrayan kız çocuğu"nu suçlu ilan etmeye kadar götürebiliyorlar.

"Adı kötüye çıkmış bir kadın"dan falan söz ederek zavallı kız çocuğu için "O yolun yolcusu" imasında bulunuyorlar...

Zihni sapkınlığın boyutu o kadar ilerlemiş ki...

Nafile olacağını bile bile "Çocuk ulan bu çocuk!" diye haykırmak istiyorsunuz...

Ama bunda şaşacak bir şey yok...

Bunlar öyle aşağılıktırlar ki...

Trabzon’da Rahip Santora cinayetinin ardından, "Misyonerlik nedeniyle bir gencin hayatı kaydı" başlığını atabilmişlerdir...

Düşünün: Bir cinayet işleniyor ve adamlar, o cinayetin sorumluluğunu katile değil de, cinayete kurban giden rahibe yüklüyorlar... Maktulü suçlu ilan edip katile sahip çıkıyorlar!

Tek olay bu değil ki...

Bunlar katil Mehmet Ali Ağca’ya da sahip çıkmıştır...

Bunlar Metin Göktepe’nin katili polislere de sahip çıkmıştır...

Bunlar Manisa’da işkenceci polislere de sahip çıkmıştır...

"Katil sevici"dir bunlar...

Şimdi de sicillerine "Çocuk taciziyle suçlanan adamlarına kol kanat germek" gibi unutulmaz ve silinmez bir leke sürmüşlerdir...

Siz bakmayın onların, "Mahkemeden çıkacak kararı bekliyoruz" falan demelerine...

Bu utanmaz arlanmaz adamlar, mahkeme Üzmez’i suçlu bulsa dahi, yine su getirecek bin dere bulurlar...

Ama lütfen bunun bir "din/iman/inanç" meselesi olduğunu düşünmeyin...

Hayır, hayır... Bu bir tıynet meselesidir... Bu nedenle kendilerine "dindarım", "mütedeyyinim" diyen insanlarımızın, tez elden, kepazeliği şiar edinmiş bu adamlardan kendilerini ayrıştırıp kurtarmaları gerekmektedir.

Aksi takdirde...

Bu "utanmazlık sicili", hiç hak etmedikleri halde onların da sicili olacaktır.
  #35289  
Alt 04.05.2008, 13:27
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Ey Arapca okuyanlar ! Allah Türkce bilmi

<a href="redirect.jsp?url=http://www.youtube.com/watch?v=qPd-CqV0Nwo




Cok" target="_blank">http://www.youtube.com/watch?v=qPd-CqV0Nwo




Cok</a> enteresandir;

Bir tarihte Asik Mahsuni Serif bu deyisi yazmisti.
Bizim " Müceddit" ler de onu Mahkemeye vermisti..
Davaya Ülkemizin En Böööyüüük Müslümanlari Tanik Olarak davet edildiler.

Sonra mi ne oldu ?..

Bu Bööyüük Müslümanlar ,Allah"in Türkce gibi her dili bildigine dair Sehadet getirdiler

Mahsuni Serif Beraat etti..

Nedendir Bilinmez hala da " Türkce Kuran okunmaz " gibi fetvalar da diretirler
__________________
  #35290  
Alt 04.05.2008, 13:42
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard o.T.

Bir meclise mihman oldum
Rastlamadım bir yarana
Ne acayip döndüm kaldım
Taş atarlar yalvarana

Meclisin yapısı güzel
Koltuğu kapısı güzel
Dışarda hepsi güzel
İçerde kıran kırana

Sandım ki bir savaş yeri
Adam çatlar diri diri
Deki bana hey serseri
Niye girdin bu borana

Kimi kimine bağırır
Biri kaçar beşi vurur
Kızan bir tekme savurur
Yanda uyuyup durana

Görülmemiş böyle uçar
Dokunulmaz zehir saçar
Hak"kı inkar eder kaçar
Döner el basar Kuran"a

Der Mahzuni çıkamadım
Bu cümbüşten bıkamadım
Kaşı çatık bakmadım
Kapıda kimlik sorana

Mahsuni Serif
Antwort


Themen-Optionen Thema durchsuchen
Thema durchsuchen:

Erweiterte Suche

Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu