Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
  #1  
Alt 19.06.2014, 10:27
___EZEL___
 
Beiträge: n/a
Standard Ortadoğu düzeni çöküyor mu? - Haluk Gerger

Önümüzdeki sorular şunlar: Ortadoğu düzeni çöküyor mu? Yaşadıklarımız bir “düzen çöküşü”nün sancıları mı? Eski çöküyorsa, yeni bir düzen mi doğmaktadır Bölge'de?

Soruların yanıtları için önce “Ortadoğu Düzeni”ni tanımlamak gerekiyor. Literatürde kısa adı, “Sykes-Picot düzeni ya da düzenlemesi.” Birinci Dünya Savaşı’nda Bölge’de Osmanlı’ya karşı yükselen Arap bağımsızlık hareketi, dönemin koşulları gereği, Osmanlı ile savaşan güçler, yani İngiltere ve Fransa ile temas kurdu. Bunun tersi de doğruydu. Bölge’de savaştıkları Osmanlı’ya karşı müttefik arayan İngilizler ve Fransızlar da Araplarla ilişkiye geçtiler. Taraflar arasındaki “anlaşma” netti: Osmanlı yenilgiye uğratılırsa, İngiltere ve Fransa Arapların bağımsızlık taleplerini destekleyeceklerdi. Buna kaşılık Araplar da Osmanlı’ya karşı silahlı mücadeleyi müttefiklerle eşgüdüm içinde yükselteceklerdi.

Tam da bu süreçte, dünya çapında kanlı bir paylaşım savaşına girişmiş olan iki sömürgeci gücün, İngiltere ile Fransa’nın yetkilileri kendi aralarında gizli bir mutabakata varıyor ve eşyanın tabiatı icabı Osmanlı yenilgisi sonrası Bölge’de ortaya çıkacak olan ganimeti, yani Ortadoğu’nun kendisini aralarında paylaşıyorlardı. Savaş sonrası Ortadoğu düzeni işte böyle, bu gizli paylaşım mutabakatını imzalayan iki yetkilinin adlarıyla anılıyor.

Sömürgeciler Birinci Paylaşım Savaşı’ndan zaferle çıktıktan sonra, Bölge’de önce Arapları küçük lokmalara parçaladılar, çıkarlarına göre sınırlar çizdiler, kendi vesayetlerine aldıkları yerlerde, ilerde de birbirlerini yesinler ve hep kendilerine muhtaç kalsınlar diye, kan davalı aşiretlerden krallar, yönetimler oluşturdular; farklı etnik ve dinsel, mezhepsel grupları aynı çuvalın içlerine doldurdular, Suriye gibi, Irak gibi var olmuş ülkeleri bölerken Ürdün gibi devletleri yoktan var ettiler ve elbette Bölge’nin başta petrol zenginliklerine el koydular; Körfez’in feodal despotluklarını da vekilharç rejimlere ve emperyalizmin askeri üslerine dönüştürdüler. Bölge, sonuçta, Osmanlı zulmünden klasik sömürge kapanına kıstırılmış oldu ve bugünkü dille söylersek “dizayn edildi”. Bu hengamede Kürdistan da bölündü ve her parçada Kürtler statüsüzlüğe mahkum edildiler. Petrol zengini parçalar İngiliz ve Fransızlara ayrılmış Irak ve Suriye’ye bırakıldılar. Türkiye Cumhuriyeti de, Kürdistan’ın Kuzey parçasını da içerecek biçimde ve ilerde karakola dönüştürülecek bir tampon olarak, bu süreçte doğdu.

Sonra, İkinci Dünya Savaşı realitelerine göre bu düzen kimi yeni düzenlemelerle tahkim edildi. İsrail bir Batı plantasyonu olarak, Sykes-Picot mutabakatı ile İngilizlere verilmiş Filistin’de konuşlandırıldı, “sol ulusalcı” Arap rejimleri Sovyetlerle ittifak yaptılar, gerisi de “Batı Kampı”nda alıkondular. Bölge düzeni de aynı devletler, sınırlar, yapılanmalar ve düzenlemelerle, çelişki ve çatışkılarla sürdü.

Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasıyla birlikte iki yeni gelişme ortaya çıktı. Birincisi, ABD, artık gemlerinden kurtulmuş bir vahşi iştahıyla bütün dünyada ve özellikle de Ortadoğu’da doğrudan kendi askeri varlığıyla biçimlendirilecek “PaxAmerikana” oluşturmaya girişti. Böylece, İsrail’in kesin yerel hegemonyası altında Bölge “küreselleşme” süreci içinde uluslararası kapitalizme eklemlenecek ve Yeni Dünya Düzeni’nin bir entegre parçası olacaktı. İkinci gelişmeyse, yeni aidiyet ve direniş odaklarının eski türden sınıf temelli saflaşmaların yerini almasıyla özellikle Bölge çapında “radikal İslam” kalkışması ortaya çıktı. Bu, bölge devletlerinin, örneğin Körfez ülkeleriyle İran arasında olduğu gibi, kendi aralarındaki hakimiyet mücadeleleri ve emperyalizmin de müdahil olup kışkırtmalarıyla kaotik bir yeni çatışma alanı oluşturdu ve ABD hamlesiyle kesişti. Bu kesişme, Irak’ın işgali sonrasında ABD’nin yeniden yapılandırdığı Şii merkezi otoritesiyle toplumsal yapıdan silinen eski BAAS-Sünni arasındaki çelişkilerle, Suriye’ye karşı girişilen saldırıda bu türden muhalefetin yaygın biçimde desteklenmesiyle bugünkü meyvelerini verdi ve bir bumerang etkisiyle herkesi vurmaya başladı.

IŞİD, klasik Ortadoğu Düzeni’ne ölümcül bir tehlike oluşturdu çünkü hem onun sınırlarını (somut olarak şimdilik Irak-Suriye sınırı), hem de onun ürünü devlet yapılanmalarını (şimdilik esas olarak Irak) ortadan kaldırmaya yöneldi. Bu zaten objektif olarak böyle, iki ülke çöküyor ve sınırları da elbette ortadan kalkıyor. Böylece, ayrıca, Şiiler, Sünniler mezhepsel yapılar olarak, Hristiyanlar dinsel bir azınlık olarak ve Kürtler de örgütlü bir etnik unsur olarak Sykes-Picot düzeninin dışında kalmış oluyorlar fiilen.

Peki düzen gerçekten çöküyor mu ve yeni bir düzen ufukta görünüyor mu?

Böyle bir durumda “düzen güçleri”nin, yani var olan statükonun (kimi rötuşlarla ve yeni aktörlerin katkılarıyla) yeniden üretilmesinden yana olanların “restorasyon” çaba ve hamlelerini beklemek gerek. Nitekim öyle de oluyor. İran ile ABD yakınlaşıyor, Türkiye ile IŞİD ilişkileri geriliyor, Suudiler bile rahatsız, Suriye’de Esad’a bile razı olmaya dayalı geri çekilme yaşanıyor. Örneğin, Türkiye ya da ABD, “Irak’ın ve Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” derken, aslında, “Sykes-Picot Düzeni’nin sürmesinden yanayız” demiş oluyorlar. İran ve ABD farklı güncel neden, ihtiyaç ve hedeflerden IŞİD’e karşı ortak eylemliliği kotarmaya çalışıyorlar ama daha derinlerde ikisini birbirine bağlayan neden Sykes-Picot Düzeni’nin çökmesi tehlikesinin ortaya çıkması. O düzen içinde çelişkileri var ve çatışıyorlar ama o düzen içinde...

Meselenin bam teli de burada... İlk soruya aradığımız yanıtı da burada bulmak mümkün...

Bir “Düzen” için üç unsur gerekli. Birincisi, o düzeni oluşturacak unsurlar arasında (gerçek ya da fiktif algı) bir “ortak çıkar bilinci.” İkincisi, bütün düzene özgü ve herkesi bir ölçüde bağlayan normlar, değerler, giderek, kurallar bütünü. Üçüncüsü, bu kurallara işlerlik kazandıracak, onları uygulayacak ve ihlallere yaptırım uygulayacak, kurumların varlığı.

İlk bakışta, bunların, en azından ilk ikisinin, Sykes-Picot Düzeni’nde, yani bugünün Ortadoğu statükosunda var olmadığı görülüyor. Görüntü böyle. Ama ya, “görüntü”nün ardındaki “öz”, yani gerçek?

Ortadoğu Düzeni, yukarıda saydığımız üç unsur bakımından, kuşkusuz hayli sorunlu. Bu nedenle de krizler içinde tektonik kırılmalara maruz kalıyor, ağır sancılar içinde kıvranıyor, ölümcül olabilecek darbeler alıyor, anarşik-anomik bir ortam içinde.

Ne var ki, bu Düzen’i oluşturan sömürgeci-emperyalist güçler, yani genel olarak Batı dünyası, kendi düzeninin yeniden üretilmesinden yana. Bu Düzen’in entegre parçaları olan, onunla oluşan ve onu oluşturan bölge devletleri de bu düzenin sürmesinden yanalar. Onlar, ülke olarak da, devlet olarak da, rejimler olarak da, kendi (bütünlüklü) bekalarıyla parçası oldukları Düzen arasında bir varoluş ilişkisi kurmaktalar. Düzen’in iç bütünlüğünü sağlayan organik normal/değerler olmasa da, kurumlar çökse de, en azından şiddette somutlaşan ortak öznel iradeyle Düzen'i sürdürme imkanını ellerinde tuttuklarına inanıyorlar, bunun bütün gereklerini yapma kararlılığını gösteriyorlar. Bunların her birinin saikleri, amaçları farklı olabilir. Önemli olan, tümünün birden bu Düzen’in sürdürülmesi, yeniden üretilmesi, restorasyonu için ortaklaşma eğilimi içinde olmaları. Temel amaç, Türkiye için, Kürtlerin statü kazanmaması ya da bir devlet sahibi olmaması olabilir. İran, bunun yanı sıra, başka hegemonik hedefler güdebilir. Batı, kendi sistemine sahip çıkmayı ve o çerçeve içinde egemenliğini yeniden üretmeyi daha doğru bulabilir ve bugünkü güç dengelerinde ve alternatifinden duyduğu dehşetli korkuyla istikrarsızlığın yarattığı olumsuzlukların üstesinden statükoyu korumakla gelmeyi yeğleyebilir. Nitekim, Obama stratejisi, Bush’un radikal değişiklikle egemenliği pekiştirme deneyimine karşı eldekini reformlarla yeniden üretmenin yolu bir bakıma.

Düzen yıkma ve kurma açısından bir diğer stratejik sorun ise, yeni bir düzeni kuracak iradenin, ortak çıkar bilinci, değerleri ve kurumları inşa edecek bir gücün ya da güçler koalisyonunun, bunun ideolojisinin, örgütlülüğünün, önderliğinin var olmaması. Kendisini aşacak alternatifi üretilemeyen her düzen, bir biçimde, kendi hayatiyetini yeniden üretebiliyor. Bu biraz da bütün kriz üreten yapısına ve düzenli bunalımlarla yaşamak zorunda olmasına rağmen, kapitalizmin kendiliğinden yıkılmaması, kendi yasalarına bırakıldığında ve dıştan bir devrimci müdahalenin yapılamaması durumunda, sermayenin krizlerini iç yeniden yapılanmasıyla aşması gerçekliğine benzemektedir. Düzenlerin yıkılabilmesi için onu yıkacak iradenin oluşması ve kendi alternatif düzenini bütün unsurlarıyla somutlaştırması gerekmektedir. Ne yazık ki, bugünün Ortadoğu’sunda bu yoktur ve acil görev olarak orta yerde durmaktadır.

Düzen’den müşteki olanların gelişmelere bir de böyle bir boyuttan bakmalarında yarar var. Bu, karamsarlık ya da yılgınlık değil, tam aksine devrimci atılımlar üretmek için gereklidir
  #2  
Alt 20.06.2014, 00:58
___EZEL___
 
Beiträge: n/a
Standard Bos

Bos insanlara ne anlatabilirsin ki?
Antwort


Themen-Optionen Thema durchsuchen
Thema durchsuchen:

Erweiterte Suche

Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu