Vaybee!
  |   Mitglied werden   |   Hilfe   |   Login
 
Sie sind hier: Startseite > Vaybee! Forum > Gesellschaft & Soziales


Hilfe Kalender Heutige Beiträge

Antwort
 
Themen-Optionen Thema durchsuchen
  #35041  
Alt 29.03.2008, 17:52
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard :o)

turan dursun kimdir?

Babası daha dogmadan onun için kitaplar satın almaya başlar."Basra"da ve kufe de bulunmayacak ölçüde büyük bir din alimi " olacaktır...Küçük yaşta sıkıntılara maruz kalır.çocukluğunu yaşayamaz..." Ne yapıp edip herkesi geçmeye karar " vermiştir...Okur ama bunları sadece hedefine götürecek basamak olarak görür tüm bilgileri...Ama yaşadığı dünyadan habersizdir.Çocukluğunda koşullandığı " en önde olma" , " kendisinden herhangi bir şekilde söz ettirme " tutkuları, din adına yaşadığı bütün negatif tecrübeleri ileride bilinç altından çıkacak büyük ölçüde şahsiyetini ve dine bakışını etkisi altına alacaktır.Tüm olumsuzlukların sebebini dinle özdeşleştirdiği " zalim baba " olarak nitelediği babasını görür.TRT"ye geçince namazı orucu bırakır.Tevrat ve İncilde kuranda anlatılanların benzerini görünce Hz. MUHAMMED"in " bir sahtekar " oldugu fikrine varır ve peygamberlik inancını yitirir.Tabii onun bu ifadelerinde samimi oldugunu düşünmemiz için onun kuranı hiç okumadığını düşünmemiz gerekir.Kuranın bir çok ayeti zaten bu benzerlikten bahseder.hatta bazı tahrifleri dışında bu kitapları onayladıgını belirtir..." O an bende öyle bir hınç oluştu ki , çünkü din - peygamber benim gençliğimi çocuklugumu aldı.onun yüzünden çocuklugumu yaşayamadım."...Dursun sadece dinle kavgalı değildir.Çevresi ile de uyumsuzdur.gerek müftülüğü gerekse TRTdeki görevi esnasında yaşadığı sürgünlerin gerçek sebebi de bu olsa gerektir. TRT"den emekli olmasına gerekçe olarak " bunalım içine düşmek, iş çevresi ile uyumsuzluk, psikolojik dengesizlik " olarak gösterilir.O bu sürgünleri " her yerde doğruyu söyleme kararlılığına bağlarsa da " bu gerçekçi gözükmemektedir.O hayatının her döneminde bulunduğu yer ve konumla uyumlu görüşleri en sivri ve uç düzeyde savunmuştur. Müftülüğünde "ilerici din adamı", TRTde " katı laik ", emekliliğinde " kesin din karşıtı" kesilir.Onun kişiliğinde cinsel tecrübelerinin de önemli bir payı vardır.Hayatını anlattığı romanında bir koça masturbasyon yaptırmasını anlatması da bu açıdan ilginç bir kesittir.Çocukluğunda din adına yaşadıkları kişiliğinde derin izler bırakmıştır.Dini anlatırken kullandığı uslup ancak kendi kişiliğini tanımlaması açısından bir anlam ifade edebilir.Uslup ve ifade tarzının sahibi ile alakası direk ve tartışmasızdır.Değerlendirmeleri çoğunlukla hamasi, agrasif, hatta isterik denebilecek özellikler gösterir.o bir bilim adamı tavrından çok İslama duydugu kin ve düşmanlık sebebi ile ne pahasına olursa olsun onunla mücadele eden bir savasımcı tavrı sergiler.Dünyayı tek başına değiştireceğine inanır.Adeda bir mesihtir o...!
  #35042  
Alt 29.03.2008, 17:53
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard pardon ilk okul mezuinu bile degilmis

Sağlığında tüm İslam bilginlerine (prof"lar bunlara dahildir) hodri meydan dedi. Bir cesur çıkamadı karşısına.
Yüzyıllardır uyutulan islam alemine dinin gerçekte "NE" olduğunu gösteren bir CESUR - AYDIN-dır Turan Dursun.
Medeni proflar gibi ilk okul, orta okul, lise, üniversite tahsili görmedi belki ama Kullateyn isimli kitabında da anlattığı çocukluk yıllarında, daha 7-8 yaşlarında dahi nice imamla, müftüyle, şeyhle yarıştırdı bilgisini ve kazandı her defasında.


Muhahahahahahahahahahahahhahahaa..
Peygamber bu Peygambeeerrr...
  #35043  
Alt 29.03.2008, 17:56
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Koc a masturbasyon ?..

Muhahahahahahahahhahahahahhahaa

degisik bir psikoloji )


Ilhancigim Arsel denilen Pauclarimin profesörü daha da bir alem.

Onda " Apartman cocugu sendromu " var )
  #35044  
Alt 29.03.2008, 18:33
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard T. Dursun üzerine bir bilimcinin görüs,

leri.


Din ve Seks / Gürbüz D. Tüfekçi / Sosyal Antropolog


--------------------------------------------------------------------------------

Dostum Turan Dursun’un “Din ve Seks” konusundaki bu araştırması beni çok etkilemiştir. Kitap yoğun bir çalışma ve geniş bir bilgi birikiminin ürünüdür. Müsvetdeleri okuduğumda, beraber geçen günlerimizi anımsamışdım. Sanki karşılıklı konuşuyormuşuz gibi gelmişti bana. Hâla aynı yakınlıkta olduğumu duyumsuyorum kendimi. Atatürk’ün yaptığı devrimlerle gerçekleştirmek istediği idealinin insanlığın mutluluğu olduğu konusunda birleşirdi düşüncelerimiz. Araştırdığı konular kuşkularıydı. Elde ettiği sonuçları, önce “Kulleteyn” ‘de,sonra diğer yapıtlarında insanlığın hizmetine sunmuştu. Aydınlık yüzü,yumuşak ses tonuyla anlatırdı dinlerin kökenini, Şer’iatın çarpıklığını. Ençok üzerinde durduğumuz konulardan birisiydi bu.

Din bezirgânlarının insanları kendi çıkarlarına nasıl alet ettiklerini açıklardı. Tarihin eski kaynakalarından edindiği bilgileri sabır ve özveriyle dile getirirdi. Herşeyden önce bir “beşeri bilimler” uzmanı,bilgesiydi. ‘Orta Doğu Teknik Üniversitesinde: Atatürk İlkeleri Türk Devrimi ve Tarihi’ dersi verdiğim günlerde, üzerinde en çok durduğumuz konu insan haklarıydı. Yüksek lisans çalışmalarım süresince de çok değerli bilgiler edinmişimdir kendisinden. Tez konum kısaca: ...Türk Devrimi içinde Kadın Haklarıydı. Turan’la bu ‘kadın hakları’ sözüne çok takılırdık. ‘Yani erkeğin hakkı’ hiç mi yok? diye sorgulardık...

Türk Devriminin beyin gücü Laikliktir. Atatürk dünya uygarlık tarihleri içinde din konusunu, ayrı bir özenle incelemiştir. İnsanların yeryüzündeki serüveni üzerinde ayrıntılı olarak durmuştur. Vardığı sonuçları laiklik ilkesine yansıtarak, Şeri’at karşıtı bilimsel bir düşünce akımı yaratmıştır.

Kitabın bundan sonra okuyacağınız kesimi, Turan Dursun’la bu konuşmalarımızın bir özeti niteliğindedir.

İnsan Ögesine Tarihsel Bakış
Din ve Seks, insana özgüdür ve toplumsal ekin (kültür) kökenlidir. Akademik olarak insan-bilim (antropoloji) ana bilim dalının sınırları içine girmektedir. Bu nedenle önce insan, sonra ekinsel etkileşimle toplumsal değişimler üzerinde tarihi kısa bilgiler sunacağız. Yurdumuzda laik devrim beklentileriyle, sevgili dostum Turan Dursun’un düşünsel paralelliğini göstermeye çalışacağız.

İnsan dediğimiz varlık, çevremizi sarmalayan tüm dünya ve evreni anlamlandırarak, adlandıran tek canlıdır. Etrafımızı çevreleyen biyolojik, fiziksel ve kültürel yapılanmaların tümünü, yaşama geçiren insandır. İnsanın olmaması halinde ne ağaç, ne orman, ne dere, ne deniz ne hava ne su; kısaca ne yaratan ne de yaratılan vardır.

“Hayvanlar aleminin bir üyesi olan insan, primat takımının (order), alt takımı (sub order) olan, Simian (anthorophedia) grubuna mensup, homonidis ailesinden, homogenusu kökenlidir. Bugün yer küresi üzerinde yaşayan insanların tümü ise homo sapiens olup, dişisi ve erkeği ile akıllı insan olarak adlandırılırlar.”[1]

Yeryüzünde görüldüklerinden bu yana insanlar toplu olarak yaşarlar. Bilim bu sonuca insanlarla aynı grubu paylaşan hayvanların yaşam biçimleri üzerinde yapıları araştırma sonuçlarına dayanarak varmıştır. Örneğin: Ape’ler,küçük aile grupları olarak yaşamlarını sürdürürler. Buradan hareketle denilir ki: insanlar yeryüzünde görüldüklerinden bu yana sürekli bir grup içinde yaşamışlardır. Bunun nedenini biyologlar şöyle açıklıyor:”Evrende yaşamlarını ve topluluklarını sürdürmeye yarayacak hiçbir içgüdüsü olmayan tek varlık insandır”. Bu içgüdü yokluğuna karşın insanların çok güçlü bir öğrenme yetisi vardır. Öğrenme homo sapiensin dişisi ve erkeği için aynıdır. Toplu yaşam, öyle gelişi-güzel, bireysel bir toplaşma değildir. Topluluk, bireyler arası ilişkilerin sürüp gitmesine aracı olarak kişinin dış dünyayla uyumunu sağlar. Bu uyumda etkili olan, o topluluğun kültürel yapılaşmasıdır.

Akıllı insan bir kültür ürünüdür. Bireyi insanlaştıran kültürüdür. Kültür, başka kültürlerle karşılaşınca etkilenerek, değişime uğrar. Kültür değişimi evrensel, kaçınılması olanaksız bir olgudur. Bu tanımıyla değişim tümüyle toplum içindeki insana özgüdür. Değişim canlıdır; gelişir, büyür, etkiler ve etkilenir. Hareketlidir; göç eder, gezer, dolaşır, atlar, zıplar, koşar, yorulur , uyur , dinlenir... Konuşmaz; ama buyurucudur. Kimseye belli etmeden emreder ve yaptırır. Uslu/akıllı bilim düşkünü bir mantığı, yasaları, kuralları ve yöntemi vardır. İnsan ve toplumla ilgili konuların incelenmesinde, kültür değişimi konusu gözardı edilemez. İnsanoğlu, değişim yasasının kural ve koşullarından kendisini kurtaramamıştır.

“İlk insanlar doğanın her şeyinden, gök gürültüsünden, karanlıktan, taşan bir nehirden ve vahşi hayvanlardan ve hatta birbirlerinden korkuyorlardı... İnsan doğanın bir mahlukudur. Doğanın kendisi dahi mutlak özgür değildir;evrenin yasalarıyla bağımlıdır. Bu nedenle insan ilk önce, yerel ortamda, doğanın yasalarına, koşullarına, nedenlerine, etmenlerine bağlıdır.”[2]

Ölüme duydukları korku ise sıralamaya girmeyecek boyutta güçlüydü. Önceleri hiçbir şekilde nedenini kavrayamadıklar bir biçimde, yakınlarında bulunan bir insan hareketsiz kalıyor; sesi soluğu kesiliyordu. Anlam veremiyorlardı; ama, korktukları kesindi. Bunu bilmek için herhangi başka bir belgeye gerek yok. Günümüz insanı da aynı korku içindedir; kısaca: insanlar ölmekten ölesiye korkarlar.

Çağımız bilimselleri yaptıkları araştırmalarla, geçmiş çağlar uygarlıklarına da ışık tutabilmektedirler. “Arkeoloji ve Antropoloji” dallarının araştırma verileri ile eski ve yeni uygarlık tarihleri bu konuda önde gelmektedir.[3]

Bohannon’a göre “insan tanımlanırken dört temel nitelikte değerlendirilir. Biyolojik ve fiziksel açıdan memeli bir hayvandır”.Toplu olarak yaşama biçimiyle “sosyal bir hayvandır”. Algılama yönünden “psikolojiktir”. Son olarak yaptığı ve yarattığı her türden ekiniyle “kültürel bir varlıktır”. Bu akıllı varlığın çeşitli yollarla aşamalar geçirerek kendisini tanıması ve tüm yeteneklerinin bilincine varmasının bir öyküsü vardır. Bu öyküyü “antropoloji” (insanbilim) açıklayarak anlatır.[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] SARAN,Nephan Prof.Dr. Sosyal Antropolog gözüyle Toplumumuzda Kadın...,Sosyal Antropooji Blm.Derg.Say. 3.İst Ü.Ed.Fa. Mat. İST.1979, s.4. Ayrıca.Bkz.Tüfekçi Gürbüz, Türkiye’de kadın hakları ve laiklik,De La revolution Française A la Turqui dAtatürk,Varia Turcica xvı ‘dan ayrı basım,s.250

[2]AFETİNAN,Prof.Dr. Medeni Bilgiler ve M.kemal Atatürk’ün El Yazıları,TTK. Yay.,Ank. 1969.s.50.

[3] AFETİNAN, Prof.Dr. Atataürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler.s.242

[4] ÖZERTUĞ Banu Sosyal Antropoloji ile Fiziki Antropoloji Arasındaki İlişkiler adlı makaleden alıntı. Sosyal Antropoloji Blm.Der. Sayı.3,İst.1979,s.19 v.d.



Kadın ve Uygarlık

Yeryüzündeki canlılar arasında insan türünün dişisine kadın adı verilmiştir. Toplum içindeki yeri -statüsü ve rolü- yönünden pek çok araştırmacıya esin kaynağı olmuştur kadın. Kuşkusuz kadına yakıştırılan her türden betimlemenin en önde geleni Ana ve Sevgili oluşudur. Tarihin hangi aşaması olursa olsun değişmeyen bir olgudur bu durum. Analık: statiktir, biyolojik yapısının doğal sonucudur; ama, sevgili oluş - biraz tartışmalı da olsa – kadının ilk özelliğiyle atbaşı beraber yürür. Kadın bu özellikleriyle, toplum içinde bir rol üstlenmiş olmaktadır. Her iki konumda da farklı bir seks sözkonusudur. Analık rolünde yasal bir cinsel temas zorunlu. Sevgililik, yasaya bağlanmadan, platonik de olabiliyor.

Kadının statik rolünde, son derece güçlü bir duygu: Analık yer alır. Tüm öbür insancıl duygulardan daha yoğun olan bu duygu, anayı önce yavrusunun yaşamını kolaylaştırıcı yenilikler bulmaya yönlendirmiştir. Böylece ana-kadın içinde yaşadığı topluluğa da yararlar sağlamıştır.

Toplu yaşamın ilk çağlarında kadın ve erkek ayrı gruplar oluşturuyordu. Kadınlar erkekleri kendi gruplarının dışında tutmaya çaba gösteriyorlardı. Genel olarak bu eylemlerinde başarılı da oluyorlardı. Ayrı gruplaşmanın nedeni, kadınların analık duygusundan kaynaklanıyordu. Çocuklarını doğanın olası tehlikeleriyle, yörede et yiyen vahşi hayvanların saldırısından korumaktı asıl amaç. Öteyandan, erkekler et oburdu. Kadınlardan daha kolaylıkla avladıkları vahşi hayvan etlerini yiyorlardı. Kadınlar yerden çıkardıkları kökler ve bitkiler ile ağaçlardan topladıkları yaprak ve meyveleri yeğliyordu. Çocuklar karınlarını doyurabilecek çağa gelinceye değin , kadın grubu içinde kalırdı. Ergenlik çağını izleyen dönemde, erkek çocuklar erkekler arasına katılır, kız çocuklar ise kadınlar arsında kalırdı.

Burada şunu hemen belirtmek isteriz; insan bilimcilerin değişik topluluk ve toplumlarda yaptığı araştırmalar göstermiştir ki:kadınlar, doğuştan erkeklere nazaran, daha yumuşak başlı,daha barış sever, daha sevecen, ev işlerine daha yatkın değillerdir. Bu özellikler kadının yetiştiği toplumsal yapının düşünsel ve ekinsel kökeni, kısaca kültür dokusuyla sıkı sıkıya bağlıdır. Saptamalara göre, basit tarım topluluklarında kadınlar, büyük oranda, tarlada belirli işleri yapıyorlarsa, bunun temel nedeni, çok uzun süre bakıma muhtaç olan çocuktan, ya da çocuklardan uzak kalmayacak işleri yeğlemelerinden kaynaklanır. Kadın, çocuklarına bakmak, onların sağlıklı büyümesini sağlama çabasındadır. Çocuğunu beslerken bir gıda uzmanıdır; sayrılığına çözüm bulabilmek için yararlandığı otları kariştırırken: bir farmakologtur. Hangi otun hangi ağrıya iyi geleceğine karar verirken bir tıp doktorudur Çocuğunu beslerken bir gıda uzmanıdır; sayrılığına çözüm bulabilmek için yararlandığı otları karıştırırken: bir farmakologtur. Hangi otun hangi. Çok güçlü olan öğrenme yeteneği ile yüzyıllardan bu yana uygulana gelen yaşamı sürdürmenin doğal kurallarından da yararlanmaktadır. Yaşlı kadınlardan öğrendiği, deneyimlerden oluşan bilgi birikimlerini türdeşinin geleceğini güvence altına almak için kullanmaktadır.

Bir sonraki günün hava durumunu,gelecek mevsimin nasıl geçeceğini, ürünün bol olup olmayacağını bilebilmektedir. Toplu yaşamaktan ve bireysel ilişkiİerden kaynaklanan sorunların çözümleyicisi de kadınlardı. Bu bilge kadınlara kitaplı kutsallıklar çıktıktan sonra büyücü dediler. Böylece toplum içinde,bilge kadınlara öykünen yeni bir meslek dalı türetılmış oldu.
Ruhban sınıfı ve engizisyon mahkemeleri, “iyiyi ve kötüyü bilen” birçok bilge kadını büyücü suçlamasıyla yakacaktır.

Büyücülerin hizmetleri karşılğı belli bir ücretleri vardı. Varsayılan kutsal güçlerle insanlar arasında aracılık ederken, tabu saydıkları güce getirilen armağanları, bu yeni işkolu yerine ulaştırıyordu. Sıradan bir insan neyin, nereye nasıl verileceğini nereden bilsindi? Doğal olarak büyücüler bu işi üstlenmekle büyük bir hizmet görmüş oluyorlardı. Kendileri için hiçbir istekleri yoktu doğrusu (!) Tabuya verilen armağanların kıyısından köşesinden sarkanlar yeterdi ona ve yandaşlarına. Herhalde her dileğin bir karşılığı o çağlarda da var olmalıydı. Günümüz falcı, medyum vb. emekçiler bedava mı çalışıyorlar ki o dönemde de yapılan hizmetlerin bir fiyatı vardı herhalde.

Toplumsal sorunlar da bilge kadınların denetimindeydi. Örneğin: avlanma zamanı, kök toplama mevsimi, ertesi gün havanın nasıl olacağı konuları hep onlardan sorulurdu. Bilge kadınlar kendi cinslerinin yaşlılarından edindikleri bilgileri topluluklarına aktarıyorlardı. Ölmüşlerin ruhlarıyla iletişim kurabildiklerini söylüyorlardı. Zaman içinde kadınlar doğum işlerinde de yardımcı olmaya başladılar. Doğa olaylarıyla ilgili tahminlerinin tutması nedeniyle, artık tapınma derecesinde bağımlılık kazandılar. En eski çağlarda kadınların ateşi keşfetmeleri yeni kutsallıkların yaratılmasına neden olacaktır.

Stok ve Savaş
Bilge kadınların en önemli buluşları hayvanların evcilleştirilmesiydi. Neolotik çağ bu koşullar altında başladı diyebiliriz. Yine bu çağda kadın tarımı kolaylaştıracak bir araç da buldu:Çapa. Çapanın bulunuşunu Gordon Childe bir devrim olarak değerlendiriyor. Child’a göre:

“Yeryüzünde Endüstri ve Fransız Büyük İhtilalinden önceki en büyük devrim Çapanın bulunuşudur”.[1]

Orta neolotik çağda (MÖ. 6000-3000) ikinci bir devrim daha gerçekleşti. Kadınlar evcilleştirdikleri hayvanları tarımda kullanmaya başladılar. Hemen hemen aynı dönemde sabanı buldular. Bu keşiflere koşut olarak,doğa güçlarini de insan aklının buyruğu altına aldılar. “Su gücü,rüzgâr gücü” bunlar arasındadır.[2]
Yeni bulgular insanların statü, rol ve hakları ile görevleri üzerinde de etkili oldu. Child’a göre:
“Tarımın ağır bölümünün sorımluluğunu erkekler üstlendi...Ufak bahçeler tarla oldu. Küçük yerleşim alanları,yerlerini kasabalara bırakmaya başladı. Mal mülk sahiplerinin hem ürünleri,hem de mal varlıkları arttı. Bir tür servet doğdu. Zanaatkârlık,işçilik başladı ve yeni kazançları savunmak,malları korumak amacıyla güvenlik güçleri devreye girdi.”[3]
İnsanların ölüme duydukları korku,birkaç boyutluydu. Beraber yaşadıkları baba-dedelerinden biri ölünce,her zaman akıl danıştıkları bir büyüğü yitirmiş oluyorlardı. Ölenin ne olduğunu, nereye gittiğini bilmiyorlardı. Bu durum korkularını daha da artırıyordu. Ölüm ekonomik, psikolojik, sosyal bir olgu olarak en korkutucu olaydı.
Zaman içinde güneş, fırtına; yerine göre ağaç, toprak, ay, ya da yildız; kısaca ulaşamadıkları, anlamlandıramadıkları olaylarla, insanlara, zarar veren ne varsa toplumlarca kutsallaştırıldı. Örneğin: yürürken ayaklarını çarptıkları taşın verdiği acı nedeniyle, bir daha o taşın yanından geçmediler. Yol üzerinden kaldırıp kenara koymayı düşünemediler.

İlkçağ kabilelerindeki yaşam biçimleriyle ilgili bilgilere Batı dünyası, keşiflerle ulaştı. Kadının toplumdaki yeriyle ilgili en özgün bilgilerden bir kesimini, papaz Joseph Lafitau’nun Society of Jesus (1727) (İsa Topluluğu) adıyla yayınlanan mektuplarında buluyoruz. Peder Lafitau,mektuplarında “İroquaların” yaşam düzeninden söz ederek şu bilgilere yer veriyor:
“...kabilede kadının üstün konumundan başka gerçek yok...Ulusu ayakta tutan kadın...Kan bağı ile şecerenin asaleti kadın kökenli...Tam başatlık kadınlarda...Toprak ve ürünler kadınların. Savaş ve barış kararlarının hakemleri kadınlar. Hazineden, tutsaklardan, evlilikden, çocuklardan onlar sorumlu...Erkekler izole edilmiş durumda...Çocukları [babalarına] yabancıydı...”[4]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İLBARS, Zafer,Prof.Dr. Kadın Tarihi, DTCF. Yüksek Lisans ders notu,1988,s.,23

[2] SARAN,Nephan Prof.Dr.,Sosyal Antropolojiye Giriş, 1974,ss.,77-80.

[3] İLBARS,a.g.ders notu.,s.,27.

[4] TÜFEKÇİ,aynı yapıt. Brown’dan alıntı, s. 252

Kadın Tanrıça
Kadınların biyolojik yapıları nedeniyle,gerekçesini o zamanlar tam bilemedikleri, bir yetenekleri daha vardı. Kadınlar doğuruyordu; yeni bir canlı dünyaya getiriyorlardı. Konunun o dönem insanı için ne denli korkutucu olduğunu söylemeğe gerek yok sanırım. Kadının doğurması, onu toplum içinde ayrı bir konuma ulaştırmıştı.

“Örneğin:dünyaya gelmek veya gelmemek insanın elinde olmamıştır ve değildir. İnsan dünyaya geldikten sonra da,daha ilk andan,doğadan ve bir çok canlı varlıktan güçsüzdür. Korunmağa, beslenmeğe, bakılmağa, büyütülmeğe muhtaçtır”[1]

Kadın doğurduğu çocuğa bakabildiği gibi toplumsal sorunlarla da uğraşıyordu. Doğum olayını hiçbir erkek başaramamıştı. Halâ da -şimdilik-, başarabilmiş değiller. İleriki yıllarda ne olur bilinmez. Kuşkusuz, çok büyük bir olaydı kadınların doğurması. O günün insanı bu işi yaratıcılık yönünden ele alıyordu ve de öyle düşünmekte haklıydı. Toplumsal yaşamın her alanında yeniliklere imzasını koymuş olan kadın, artık vazgeçilemez bir güç kaynağıdır. Bireyin, uzun süren bakıma muhtaç çocukluk döneminin ardından, karşılaştığı doğa güçlerine duyduğu korku nedeniyle, insan yeni bir koruyucuya gereksinim duymuş olmalıdır. Uzun yıllar yeteneklerini görerek danışdıkları bilge kadını kutsallaştırdılar. “İnsanlık bir kez yaratma düzeyine erişip” yaşam koşullarını geliştirdikçe, çok yararlı ve sevgili bir varlık olan kadını Tanrıça ilan ettiler. İnsanlar bu kutsallığı,yontulara yansıttılar, ”...mağaralarına çizdikleri figürinlerle ölümsüzleştirdiler...Daha ileri uygarlıklarda gördüğümüz ‘Ana Tanrıça’ ve Yakın-Doğu’daki ,Greco-Romen dünyasının ‘Magna Mater’ kültünün insanlık tarihlerindeki ilk örnekleri, Üst Paleolotik’te mağaraları süsleyen kadın figürleri ile başlamıştır”.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] AFETİNAN,y.a.g.y.,s.,50.

[2] YALÇINKAYA, Işın Prof.Der. Paleolitik Devirlerde Kadın,1973,s.,203.,Daha geniş bilgi için. Bkz.TÜFEKÇİ,Gürbüz D,Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda Kadın Hakları...Ank.Üni. Sos.Bilim. Ens.Yyınlanmamış Yüksek lisans Tezi. Ank.1990

Erkeğin Toplumda Rol Almaya Başlaması
Kadının toplumdaki özgün durumu, erkeklere de yansıdı. Doğrusu onlar da bir üst konuma gelmeliydi. Toplumun yönetiminde sorumluluk üstlenecek, yeni bir iş kolu oluşturuldu. Bunlara Şef ya da Reis demiş olmalılar.
Taze iş kolu ayağının tozuyla, toplumu daha sıkı çalışmaya zorladı. Daha çok ürün elde edilmesini istiyorlardı. Artık Paleolotik dönemin barış sever yaşam biçimi değişiyordu. Fazla ürün için sınırları genişletmek gerekiyordu. Komşuların topraklarını almaktan başka çözüm yoktu. Kimse kimseye sahip olduğu toprağı vermezdi. Savaşılmalıydı. Savaş erkek işi olarak görüldü. Aklı evvel birtakım kişiler,yönetim ve savaştaki başarıları kendi icatları olan tabuların (Kutların) gücüyle birleştirme yolunu seçtiler. Savaşı kendileri istemiyordu, savaşmak buyruğunu, varsayılan kutsal güçlerin verdiğini söyüyorlardı. Halk reisin değil, büyücünün Tabuyla konuşabildiğine şartlanmıştı. Bu yolla yeni arazi veya mülk sahibi olmak, yöneticiler için öylesine avanta bir gelir kaynağı oluşturuyordu ki , kendilerine yardımcı olan büyücünün rolü hiç değişmeden kaldı. Sadece bu orunu (makamı) işgal edenin adı sanı değişti. Böylece de yeni meslek dalı olarak ruhban sınıfı, icadedildi. Kazanılan savaşta elde edilen gelir ve kaynaklarının en büyük bölümü yöneticilerin kasasına -kesesine- akıyordu. Bu büyük kazançtan ruhban sınıfını da yararlandırdılar. Böylece yöneticilerle ruhbanlar arasında öyle bir iş-birliği doğdu ki anlatmakla bitmez...

Emperyalizm Din Etkileşimi

Ben yaştaki gençlerin tarih dersi bilgilerinin, ana kaynağından alıntılayacağım bir konuyu anlatmak istiyorum.Örneğimiz Türk Tarihinin Ana Hatları adlı yapıttan olacak.[1] Kitapta, Mısır’ın Tarihi ile Mısırda Tarih Devirleri başlıklı kesiminde yer alan bilgilerin bir özetini sunacağım.

“Bugün kesindir ki,ilk Mısır ahalisi Milattan 5000 sene evveline doğru Asya’dan gelmiş beyaz ırktır; bu ırk Nil vadisinde yerleşti. Kabileler halinde kümeler oluşturdu. Her bir kümenin reisi,dinî ve kanunları vardı...Mısır’ın ilk ahalisini oluşturan aile ve kabilelerin ayrı ayrı –bayrak makamında- birlik işaretleri vardı. Bunlar,kurt,şahin gibi hayvanların ve güneşin levhalar üzerine çizilmiş resimleri veya bir hayvan derisi üzerine resmedilmiş (çizilmiş) çapraz oklar v.s. gibi şeylerdi. Bu belirtiler kendilerine kendilerine kutsallık yüklenen birtakım semboller idi. Eski Mısır ahalisi evvela bu semboller etrafında kabileler halinde idi. Kabileler reis tarafından idare olunurdu. Bu reislere Saru derlerdi. Daha sonraları bu kabileler birleştiler. İşgal ettikleri araziye Nome (El) dediler...Semboller zamanla allah makamına çıkarıldı (orununa yüceltildi). Bu allahlar,diğer taraftan da Saruların üstünde, yegâne reisler ve krallar olarak tanındılar: Allah-Kral...Sonra bütün krallıklar bir kralın etrafında birleştiler. Artık Mısır sosyal heyeti,bir devlet haline geçmiş oldu. Mısır tarihi,milattan 4-5 bin sene öncesinden başlar” denilerek ”...Her Nomenin Nut adı verilen bir merkezi” olduğundan ve burada “ünvanı Nep” olan Allahların oturduğu;ahalinin, “Allahın yasalarını uygulayan hükümetinin ,krallar yahut Nome valilerince” yönetildiği anlatılmakta; ”Her durumda İradenin kaynağı ilahî idi”...Egemenliği kullanan organı Allahın vekili olarak gösterilmektedir...”.[2]

Yapıtta, o çağda Kalde ve Elam’ da uygarlığın ilk yıllarında, yönetim biçimi ve uygulanmasının Mısırla aynı olduğuna işaret edilmektedir.
Yukarı ve Aşağı Mısır olarak ikiye ayrılan ülkede ahalinin birçok Allahlara bağımlı olarak pek çok savaşın yapıldığı anlatılmakta; en büyük Allahı temsil eden Güneş Horus için “...insanların birbirleriyle boğazlaşmaları...Devlet teşkilatının,Mısır tarihinin başlangıcında olduğu gibi, dini karakterde olması, insanlar arasında, daima düşmanlık hislerini ve yok yere kan dökülmesini gerektirmiştir...bir çok Tanrı yönetiminin mahiyeti böyleydi“ denilmektedir[3].
Bulunan belgeler “Heykellerde,ehramlarda,mabetlerde görülen zafer övgüleri, özgeçmişler,kral buyruklarından oluşmaktadır...Objektif değildir; hepsi mabetlerde bulunmuştur. Dinî eğilimlerin etkisi altındadır”[4].
Mısırı yönetenlere Firavun adı veriliyordu. “Firavun gözle görünen bir allah sayılırdı. Bu allah aynı zamanda kâinata (evrene) hükmeden büyük güneş Ra’ nın oğlu olarak tanınıyordu. Ahali bu Firavunlara taparlardı...Mısırda rahipler çoktu ve saygın idiler. Rahipler kıralın verdiği arazinin geliriyle geçinirlerdi...sonra,yine sayıları çok olan muharipler (savaşçılar) gelirdi. Firavun onlara da arazi verirdi. Fakat kıralın canı savaşmak isteyince itaat etmeye mecburdular. Sami ve hamî Mısırlılar savaşçı değildiler. Askerlikten kurtulmak için kaçarlardı... Çok çalışıyorlardı; fakat esirler gibi, genellikle ancak karınlarını doyurabiliyorlardı...köylüler Firavun, rahipler ve savaşçıların topraklarında çalışırlardı. Tahsildara belli oranda tahıl vermek zorundaydılar. Aksi taktirde,sopayla dayak yerlerdi veyahut başaşağı Nil’in suyuna atılırlardı. Halk angaryaya da tâbi idi...yapım işlerinde çalıştırılırlardı... Dayak,düzenli bir yönetim aracıydı. Esirlere hayvan gibi muamele edilirdi”[5]...



--------------------------------------------------------------------------------

11 TÜRK TATİHİ HEYETİ, Türk Tarihinin Ana Hatları, Devlet Matbaası,Ist. 1930, 2.3. Basımlar ise, Kaynak Yayınları tarafından yapılmıştır. Her yurtdaşa önerilecek bir yapıttır. Okuyunuz. G.D.T

[2] a.g. y. ,ss.,170,171.

[3] Aynı kaynak,s.,172.

[4] Aynı, s.,170

[5] aynı kaynak,ss,182,183.

Emperyalizm’in Ayak Sesleri

Şimdi aynı kaynakta Mısırda Din’i İnanışlar alt başlıklı bölümden bazı düşüncelere ilginizi çekmek istiyorum.
“Mısırlılar yüzlerce Allahlara taparlardı:güneş’e,Ay’a, hayvanlara ve Nil’e. Mısır ilahları içinde en çok tanınmışları,hayvan ilahlar idi. Her şehrin kedi,timsah,kurbağa veya aslan,kurt,çakal,leylek,akrep gibi bir hayvan ilahı vardı...Kendisine tapılan hayvanın cinsinden bütün hayvanlar o bölgede kutsal idi. Bunları öldürenler idama mahkûm olurlardı”[1]
Vahşi hayvanların tümünü kutsallaştırmışlardı. Rahipler işin rezilinin çıktığını fark ederek Tanrı sayısını azaltmaya karar verdiler. Nasıl yapacaklardı bu işi peki? Kolayını Firavunları Tanrılaştırmakta buldular.
“...papazlar, bellibaşlı allahları üçe indirmişlerdir: Baba (Osiris) Oğul (Horus),Ana (İsis) . Teslis denilen inancın esası budur. Masum ve cahil insanları,yüzlerce allaha taptırmak veya allahları belli gruplarda toplamak ve en nihayet bir allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir...Yerel Tanrı ile Güneşi bir yaptılar. Ataum-Ra= Ammon –Ra allahını icad ettiler ve papazlar herkese anlattılar,öğrettiler ve tedris ettiler (eğittiler) ki, Ammon –Ra,en büyük allahtır;diğer allahları,insanları ve her şeyi yaratan odur”.[2]

Mısır Tanrısı artık güneşi temsil eden Firavundu. Böylece güneşin aydılattığı alanların sahibi sayıldılar. Yeni mesleklerini çok sevmiş olmalıydılar ki, Firavunlar bu yeni işlerini,yani Tanrılığı, başkalarına kaptırmak istemediler. Kız kardeşleri ile evlendiler. Böylece görev aile içinde kalacaktı. İlk sömürgecilik, Güneş + firavun=Tanrı denklemi oluşturularak EMPERYALİZM yaratıldı.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Aynı kaynak,s.183.

[2] Heyet, Türk Tarihinin Ana Hatları,Kaynak yay.:187, 2. basım,Ist.1996,s.184,185. (*) Atatürk kitabın müsvetdelerini okuyarak düzeltmeler yapmıştır. Tek Tanrının icadını,Emperyalizm’in başlangıcı olarak yazmıştır. Bu not basılan yapıtta yoktur. G.T

Büyü Din ve Bilim

İnsanların korkularından kurtulmak amacıyla yarattıkları tabulara tapınmaları sosyal antropolojinin üzerinde önemle durduğu bir konudur. Bu olayı araştıran uzmanlardan birisi de James Frazer’dir. Frazer:büyü,sihir ve dinsel kökenli inançların kültürler üzerindki etkilerini incelemiş bir bilim insanıdır. Ona göre: topluluklar üç aşamadan geçmiştir. “Sihir,din ve ilim”. İlk insan mutlak büyü ve sihirin etkisi altındaydı. Bunların inancına göre,doğada insanların etkisi olmaksızın bir takım olaylar “bazı kanunlara bağlı olarak vuku bulurdu. Ancak büyücüler ve sihirbazlar bu kanunun işleyişini bildiklerinden doğadaki olayları kontrol edebilirlerdi. İlk büyücüler hayali birtakım kanunlara inanmışlardı”. Zaman ve mekan içinde çeşitli çıkarların devreye girmesi sonucu, akıllı açıkgözler, insanları daha soyut ögeler üzerinde düşünmeye yönlendirdi. “Bunlar, doğadaki düzeni ruhlarla izaha çalıştılar; ki, insanlık böylece dinsel döneme erişti.” [1]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] SARAN, Antropolıoji ve Kolları, Sosyal Antropoloji ve Etnoloji Böl.Der. s. 1,Ed.Fa.Mat. İst.1972,s.13,14

Tek Tanrıya Doğru

Tarım ürünlerinim stoklanarak saklanmasından çok daha önceleri, kadınlar ateşi kullanmaya başlamışlardı. Bu buluşları onlara yeni bir ün daha kazandırmıştı diyebiliriz. Kathleen Gough’ göre: “Ateşin bulunuşu”, alet ve dilin gelişmesi sonunda aile hayatı başlamış olmalıydı. Ateş: ışığı, sıcaklığıyla önce barınağın, sonra da evlerin kalbi oldu. Artık pişirme işlevi başalamıştı. Sıcak yemek ev halkını birbirine bağlayan ögelerin başında geliyordu. “Pişirme olayı cinsler arsında işbölümünü de etkiledi”.[1]
Bu cümleden olarak kutsallıklar yeni adlarla anıldı. Örneğin: Orta Asya’da Tanrıça yerine “Od Ana”yı devreye soktular. Ateşli kutsallıktan erkekler de yararlanmasını bildi; ilk kez kendilerine kadınınkine koşut yeni bir ad ve san yakıştırdılar. “Od Ata” yı icad ederek , Tanrı katına erkek cinsini soktular.[2]

İnsanlar arasındaki buluşlar, yeni kültür ögeleri olarak, oradan oraya gerçerken değişerek gelişiyordu. Ayrı inançları yansıtan Tabular, daha da geniş alnlarda etkili olabilecek biçimde güçlendirilerek, genelleşiyordu.

Bu konuda en özgün örnek, kuşkusuz Mısırda Firavunların Güneşin oğlu olarak Tanrılaştırılmasıdır. Yaklaşık MÖ.2000 – 1900 lerde Ehram inşaatında çalışan tutsak işçiler kırbaçlar altında eziliyordu. Ama güneşin oğluna nasıl karşı koyabilirlerdi ki? bu tutsaklar arasına Sami kabilesinden bir adam çıkarak: “kâinatı yaratan Yehovadır. Güneşi de Yehova yaratmıştır.” dedi. Tanrıçalar dönemini kapatmak için Tanrıya yeni bir cinsiyet veriliyor, erkekleştiriliyordu.
Anadoluda bir başka yöntem daha vardı. Uygarlıkların doğum yeri olarak nitelendirebileceğimiz Çatalhöyük, Çayönü gibi merkezlerde, yönetici hakanın yanında kadınlar da görev almaktaydı, Hatta yabancı toplumlarla yapılan anlaşmalara, Kadın hatunlar da imza koymaktadırlar. Ama öte yanda “Finike uygarlığında, Akdeniz’in doğusunda,Ugarit kentinde,Baal, Yehova, Adonis adlarıyla anılan ve sonraları Tevrat’ta da yer alan erkek Tanrılar da yaratılmış bulunuyordu” [3]

Mustafa Kemâl, Mısır’da Firavunların kendilerini Güneş Tanrı yerine koyarak halkı sömürmelerine,daha gençlik yıllarından itibaren karşı olmuştur. Tek Tanrı olarak Yehovanın tarih sahnesine sokulmasını Museviliğin başlangıcı olarak, şöyle anlatmaktadır:
“Musa Mısırlılar’ın kamçıları altında inleyen Yahudilerin,bu baskı ve tutsaklıktan kurtulmaktan oluşan eğilimlerinin,Tanrı’nın sözleriyle avutucusu oldu. İsa,çağının sonsuz düşkünlüklerini kavrayarak ve genel ızdıraplar döneminde dünyada gerçekleşmeye başlamış olan, koruyucu sevgi gerekliliğini, din biçimine çevirerek bu sıkıntıları yok etme yolunu bildi”.[4]
Sanki, o günlerde bilinen uygarlık dünyası kaynıyordu. Asya, Anadolu, Akdenizin doğusu, Mısır heryerde değişik bir uygulama...



--------------------------------------------------------------------------------

[1] GOUGH,Kathleen,”The Origin of Family,Toward an Antropology of Woman. New- York 1975 Monthly Rewev Press. Ss.51-76.Ayrıca,y.a.g. tez.s.14

[2] OMAY Perihan,Türkiye’nin Kalkınmasında Kadının Rolü,Ajans Türk Mat. Ank.1964, s.7.

[3] DURSUN Turan, Doğu Bilimleri Uzmanı (dinbilimci), Dinler tarihi üzerine,Söyleşi,Arşivde,Banttan



[4] Atatürk’ün Askerliğe dair eserleri, İş-Bank yay.1959,Zabit ve Kumandan ileHasbihal,1334,s. 14

Türk Devriminde Din Tarihi

Türkiye Cumhuriyetini kurarken, Gazi’nin üzerinde önemle durduğu konu: toplumu oluşturan bireylerin özgürlük bilincine sahip olmalarıydı. Çünkü “Özgürlük olmayan bir ülkede bağımsız bir devlet” kurulamazdı. 1905 yılında Şam’dan Selaniğe giderken arkadaşlarıyla yaptığı bir toplantıda söylediği bu sözler, yeni Cumhuriyeti yaşatmak için gerekenleri bizlere anlatmaktadır.[1] Birey toplum içinde, insan olarak “iyi ve kötüyü” ayırdetme özgürlüğüne sahip olabilmelidir.
İnsanın özgürlük alanlarını kısıtlayan en önemli öge, ilk çağlardan itibaren, doğa güçlerine duyulan korkuları kutsallaştırmalarıdır.
“İlkel insan kümelerinde ,ata korkusu ve nihayet ,büyük kabile ve kavimlerde ata korkusu yerine geçen Allah korkusu,insanların kafalarında sayısız yasaklar yaratmıştır.Yasaklar ve hurafeler üzerine kurulan birçok âdetler ve gelenekler insanları düşünce ve harekette çok bağlamıştır. O kadar ki, kişisel düşünce ve hareket özgürlüğü gibi bir hak kavramı bilinememiştir”.[2]
Günümüz dinlerinin başladığı,Musa’dan hareketle, yaklaşık MÖ.1200 lerde Musevilik;sıfırıncı yılda doğduğu varsayılan İsa’dan, Hrıstiyanlık; İ.S.VIIyy.da çıkan Muhammed’in kurduğu İslâmiyetle erkek Tanrı sayısı, her üç dinde ortak görüş olarak, teke indirildi.
İnanç, bu dinlere göre, kutsal kitaplarındaki belirli kuralları, yeniden oluşturulan koşulları yerine getirmeye bağlandı. Museviler bu koşullara (Tevrat kökenli olarak): TORA; Hristiyanlar (İncil kökenli kiliseye bağlı olarak):SKOLASTİK; Müslümanlar, (Kur’an kökenli olarak, Ayet; Peygamber kökenli,HADİS ile SÜNNET toplamına) ŞERİAT adını verdiler. Kısacası: artık yöneticilerin kontrolü altında,sürekli değişebilen, adı belli kurallar vardı; bu yeniliklere koşut olarak,ruhban sınıfının da iş kolu ad ve sanları değişmekteydi. Aynı olay, yönetici kadro için de geçerliydi. Egemen oldukları alan sınırları genişledikçe yöneticiler de terfi ediyordu. Şefler, hakan, kıral İmparatorluğa doğru yükseliyordu. Peygamber olamıyorlardı; ama, kendilerini kutsal kitap Tanrısının yeryüzündeki temsilciliğine, hatta gölgesi olmaya kadar yüceltmişlerdi. Artık başatlar, yönettikleri toplumu oluşturan insanların efendisiydiler. Toplumlar, sözümona, Tanrı adına yapılan kurallarla yönetiliyordu.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] ATATÜRK’ün SÖYLEV ve DEMEÇLER, 2. cilt.,(1906-1938), 2. Bsm. Ank.1959, s. 1

[2] Afetinan,y.a.g.y.,s.,50,51

Din ve Kültür Değişimi

Yaradılış söylencesi aynı kalıp içinde İslama da yansıtıldı. Özetle: insanların korkuları “İyiyi ve kötüyü bilme”nin yaptırımı olarak, cennetten kovulup,cehennemde yanmaktır.[1]
Böylece, araştırma ve yenilik getirme özgürlüğü kulların, yani insanların, elinden alınmış oluyordu. Bu kurala göre: düşünen, bulan, bilen sadece Tanrı katındakilerdir. Aksine hareket eden insanlar ölümlüdür. Ama sonu kesinlikle cehennem olan bir ölüm ...
Kitaplı dinlerin taraftar bularak yaygınlaşması, toplum yöneticilerinin güçlerinin artmasına da neden oldu. İlk çağlardan bu yana işbirliği içinde oldukları ruhban sınıfı ile dayanışmayı sürdürmekte sakınca görmediler.
“İnsan toplumları büyüdükçe ve devlet haline geldikçe,bireyler üzerindeki yük o kadar çoğaldı. Devletin başında bulunan adamın hakkı, hudutsuz, kayıtsız, şartsız mutlak bir kudret olarak kabul ediliyordu. Devletin şekli imparatorluk ve yahut cumhuriyet olsun, bunun ehemmiyeti azdı; bireyin kişisel bir hakkı yoktu. Eski zamanlarda insanların, yapabildikleri uygarlıkların en yüksek dönemlerinde, vaziyet böyle idi... Toplumların başına geçebilen adamlar, toplumu Allah adına yönetirlerdi. Her türlü hak ve yetki onlardaydı. Bireyin hakkı, özgürlüğü söz konusu değildi”.[2] Zaten birey diyince toplumu oluşturan insanların tümü değildi söz konusu olan sadece erkeklerdi. Kadın potansiyel suçludur. Kolay mı? insanın cennetten kovulmasına neden olan bir suç işlemiştir. Yasak meyvayı hem kendisi yemiş, hem de Âdeme yedirmiştir. Aslında yasak meyva, kadın erkek arasındaki cinsel ilişkidir. Bu ilişki sonunda sağlıklı çiftler bir tür yaratma işlevi görmektedirler. Çocuk sahibi olmayı, Şeriat benzeri kurallar, sadece peygamber torunlarına özgü olarak anlatmışlardır;...hem de kutsal kitapta. Halk arasında bu meyvanın elma olduğu sanılır; ama aslında, özgürlükleri kısıtlama ve kadını ‘potansiyel suçlu’ ilan etmesi nedeniyle, bu meyva ayvadır. Yiyen ise, Âdemin temsil ettiği insanların tümüdür.[3]

Kadın haklarını araştıran bilim insanları,aydınlanmayı izleyen yıllar hep dinsel söylencelerin etkisi altında kalmışlardır. Latin kökenli bilim insanları arasında en ünlülerden olan: Schoolcraft, Maine, Mc Lenan, Lubboc vb. araştırmacılar “bağımlısı oldukları dinsel söylencelerin etkisinden kendilerini kurtaramamışlardır”[4]
“Tarihçiler,sosyologlar,prehistoryacılar vb. düşünürler, kadın konusunu incelerken erkek merkeziyetçi bir bakış açısından değerlendirmede bulunmuşlardır. Kendi modellerinde anahtar olarak, geçmişyılların dinsel söylencelerini kullanmakta sakınca görmemişlerdir”.[5]
Neydi bu dinsel söylenceler? Bu konuda, önce Turan Dursun’un da yakın dostu, bir bilim insanı sayın İlhan Arsel’e; sonra bir tarih kitabına baş vuracağız. Bakın nasıl değerlendiriliyor söylenceler. Arsele göre: “Yahudiliğin getirdiği bir inançtır ki:’Erkekten gelme kötülük,kadından gelen iyilikten çok daha hayırlıdır’ kanısına dayatılmıştır....Bu inanışı Hrıstiyanlık üstlenmiş ve M.S. 7. yy’dan itibaren İslamiyet en doruk noktasına ulaştırmıştır.”[6]
Yine ben yaştaki gençlerin lisede Tarih ders kitaplarına soralım bu söylence olayını. Kitabın ön sözünde konu açıkça anlatılır. İzleyelim:
“Bu kitap ,belirli bir amaç gözetilerek yazılmıştır.Şimdiye kadar ülkemizde yayınlanan tarih kitaplarının çoğunda ve onlara kaynak olan Fransızca tarih kitaplarında Türklerin dünya tarihindeki rolleri bilinçli ya da bilinçsiz olarak küçültülmüştür...Bu kitapta hedeflenen asıl amaç,bugün,bütün dünyada doğal konumunu geri alan ve bu bilinçle yaşayan ulusumuz için zararlı olan bu hataların düzeltilmesine çalışmaktır...İkinci bir amacımız da,kâinatın oluşumuna,insanın ortaya çıkışına ve insan hayatının tarihi tarihi devirlerden evvelki mazisine dair,yskın zamana kadar ilgi gören yanlış değerlendirmelerin önüne geçmektir. Yahudilerin mukaddes saydığı efsanelerden çıkan bu görüşler,kaynakların eleştirisi ile ve son zamanların ilmi keşifleriyle artık tamamen kıymetini kaybetmiştir. Eleştirel tarihe ve tabiî ilimlere dayanılarak kurulan varsayımlar elbette Sifrittekvin’in haberlerinden daha ilmîdir. İşte bunun içindir ki,kitabımızda insanın tarihine girmeden önce,kâinat,dünya ve insan hakkında zamanımızın ilme dayanan teorileini aktardık ve açıkladık ve bunu yaparken batıl fikirlerden sıyrılarak,tarihi gerçekliği kavratmaya çalıştık. Bu kitap halkımız ve bilhassa gençliğimiz için yazıldı...Bu kitapla,doğru görmeye,iyi düşünmeye alıştırmak istediğimiz insanlar Türklerdir. Türklerin yanlış görüşlerden,hatalı düşğüncelerden bir an evvel kurtulması başlıca emelimizdir.” [7]
Bilim dünyasında bir ışık gibi parlayan Darwin teorisi, dünyada sıcak karşılanmış, toplumlar arasında hızla yayılmaktadır. Türkiye de bu akımın getirdiği düşünce yapılanmasını benimsemiştir. Laik devrimin düşünsel yapısında, “insan doğanın ürünüdür”. Türk Tarihi’nin Ana Hatları kitabı bu devrimci düşünce yönünde yazılmıştır. Devrimin söylencelerle kaybedecek zamanı yoktur. Böylece insan düşüncesini tutsak eden “iyiyi ve kötüyü bilme” yasağı ve yaradılış söylencesi dışlanarak, özgür düşüncenin önü açılmıştır...



--------------------------------------------------------------------------------

[1] MUKADDES KİTAP,aynı,s.3,TÜFEKÇİ, Yüksek Lisans Tezi,aynu,ss.23,24 vd

[2] AFETİNAN,Medeni Bilgiler ....yag.ss.. 50,51 vd.;ayrıca Bknz. TÜFEKÇİ, yag tez.s15 vd.

[3] Erkeğin ayvayı yemesi olayını tüm konferans,ders,tebliğlerimde de söylemişimdir.G.T

[4] ENGELS,Frıedrich,Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. Çev: Kenan Sömer, 3. Bas.Ank.1974,ss10-30, TÜFEKÇİ,y.a. g. Yüks4ek lisans tezi,s. 22 vd.

[5] İLBARS,y.a.g.yüksek lis.ders notu, s.,2-3

[6] ARSEL,İlhan,Prof.Dr.,Şeriat ve Kadın, Orhanlar matb.İst. 1987, s.470.

[7] TÜRK TARİHİNİN ANA HATLARI, y.a.g.s: 25,26. Satır altlarını biz çizdik.G.T.

Ölüm Korkusu, Sömürü, Savaş
Genel olarak kıral ve imparatorlar, yönetimlerinde din görevlileri ile işbirliği içinde,olmuşlardır. Bunun,en belirgin örneği Avrupanın başlattığı Haçlı seferlerinde yaşanmıştır. O dönem insanları cennet – cehennem korkusunun öylesine etkisi altındadır ki bu savaşta silahlı kuvvetler için gereken gücü rahipler, bu iki ögeyi kullanarak sağlamışlardır.
Güzel bir öyküsü de vardır bu uygulamanın. Anımsayacaksınız, MÖ 900 lü yılların sonu. Artık üç sıfırlı binli yıllar başlayacak. Kısaca: İsa’nın doğum günü, Dünyanın ilk milenyumu (!) yaklaşıyordu.
Anadolu gibi verimli bir toprak parçasını, müslümanlar işgal ediyordu. Roma klisesinin burnunun önündeki kazanç kaynağı elden gidebilirdi. Çıkar söz konusu olunca Papa, olaya el koydu. İslamı durdurmak için, derhal savaş açılmalıydı. İlgili makamlara kararını duyurdu. Çıkardan söz bile etmemiş; amacın, güneydeki kutsal topraklara inmek olduğunu söylemişti. O yörenin islam elinde olması, Hrıstiyan dünyası için büyük bir günahtı. Bağışlanmak için onlar cezalandırılmalıydı. İşte bu onuru Tanrı, onlara lütfediyordu. Şu ölümlü dünyada yöneticiler için büyük bir şanstı doğrusu bu savaş. Sevap kazanacaklardı... Papa, ordunun donanımı ve parasal sorunların çözüm biçimini gizlemişti. Plan uygularken açıklandı. Önce Hrıstiyan dünyasına bir haber açıklanacaktı. Haberi yaymak için, ajan provokatörler saldı heryana. Öyle bir haberdi ki, duyanın dudakları uçukluyor olmalıydı:
“ Ey ahali! duyduk duymadık demeyin. İsa’nın bininci doğum gününde kıyamet kopacaktır . “ Herhalde insanlar, günümüzün deyişiyle, şok olmuşlardı. Haber halka duyurulurken, söz bile etmemiş olmalılardı savaştan...Papa’nın takiyesi buydu. Hangi din olursa olsun bir aldatmacaya, herzaman baş vurulabilirdi. İnanç adına,sözüm ona, Tanrı adına yapılırdı bu yalancılık. Hatta, insan bile boğazlanır,kör testereyle kesilerek öldürülebilirdi. Bu eylem Tora, Kilise, Şeriat olarak Tanrı buyruğu sayılırdı. O tarihten beri, dinsel buyruklara bağlı olarak işlenen faili belli, katili bulunmaz cinayetlerde de aynı yöntem uygulanmıştır.
Kıyametin kopacağı yalanını halka duyurmak için kliselerde havralarda, sinagoklarda ruhban sınıfı iş başındaydı. Papazlar, keşişler, zangoçlar, kardinaller ve diğerleri başta papa; İslâm’a karşı savaşın zorunlu olduğunu vaazlarında anlatıyor olmalıydılar.
Medyada gündemi bu haberler oluşturuyordu. Bir yanda kıyamet kopacağı, öte yanda savaş korkusu. Halk ne yapacağını şaşırmıştı. Ya savaşta öleceklerdi ya kıyamet koptuğunda. Günahkarların yeri cehennemdi. Nerden bilsindi insan günahını sevabını. Belki haftada bir kiliseye giderdi; ama,belli mi olurdu, ya günahı varsa neolacaktı hali.
Savaş için asker ve para gerekiyordu. Kral ve derebeylerinde ne o vardı, ne öteki. İkisini de sağlamayı Papalık makamı üstlenmişti. Din adamları görevleri icabı Tanrı adına hertürlü yalanı söyler ve söyletebilirlerdi.
Bir haber daha uyduruldu acele:
“Kiliselerde cennetin anahtarları satışa çıkarılmıştır”.
Parayı bastıran günahkâr da olsa cennetlikti. Parası olanlar kuyruğa girmiş olmalılar. Fakir - fukara için, islama öykünen bir yönteem bulundu: Din yolundaki savaşta ölürsen, yerin cennettir dediler. Kendisini günahkâr sayan fakirlere cennetin anahtarı (fak-fuk-fon) olarak haçlı seferlerine katılmaları önerildi. İslam’ın Avrupa sınırlarına kadar gelebilmelerinin gizi, bu düşüncye dayanıyor olmalıydı. Hrıstiyanlık, islam’daki bu inancayı, belki ilk kez haçlı seferinde uyguluyordu. Kim bilir? Papa bilir, ruhban bilir ... bir de uygarlık Tarihi bilirdi.
Takiyeci yöntem başarılı olmuş, savaş için gereken para da asker de bulunmuştu. İnsancıklar ölmüş,ölmüş; öldürmüş, öldürmüş yine ölmüşlerdi. Tarih bilimi, bunları avcunun içi gibi biliyordu. Burada bilinmeyen bir konu vardır; ki, bizim gibi sıradan vatandaşlar için çok büyük bir merak konusudur...anahtarlı ya da anahtarsız şehitler cennete gitmişler midir? Bu sorunun yanıtını kimse verememiştir...

Dinsel Yönetimle Baskı
Yöneticiler kendi çıkarlarını sağlamak ıçın, bireylerin Tanrı inançlarını kurallara bağlayarak sömürmüşlerdir. Din kitaplarının nedeni korku kökenli inançları, tek sisteme bağlayarak toplumda ortak bir bilinç oluşturmaktır.
İslam’ın yayılmasının ilk yıllarındaki başarının nedeni de budur, “Muhammet, davet ettiği dinin kendisinden önce Musa, İsa ve sair peygamberler tarafından çağrıda bulunulmuş olan , ‘İbrahim ve Tevhid dini’ olduğunu söylemiştir”. Bu nedenle “Muhammedin, Medine’de yaptığı ilk camiin kıblesi Kudüs idi. Sonraları mekkeye döndürüldü”[1].
Başlangıç yıllarında İslâm Peygamberinin güncel sorunlara çözüm getirici tebliğleri çok etkili olmuştur. Yaşanan olaylar üzerinde hergün, yeni düşüncelerin ortaya konulması, toplumu çok etkilemiştir. Bir güce inanma gereksinimi içinde olan insan, güncel sorunlarına çözüm getiren önerilerden işine gelenleri değerlendirmiştir. “Muhammed’ den sonra , İslâm kamu oyunda görülen durgunluk ve gerilemenin nedeni, O’nun ardıllarının Muhammed’in mesleğinin ruhunu değil, yazılı kısmını almalarında aranmalıdır”.[2]
İslâm’da inançlar, zaman içinde Şeriat adı altında kalıplaştırılmıştır. Yöneticiler kendilerini Tanrının temsilcisi sayarak yeni şeriat kuralları icad ettirmişlerdir. Böylece yöneticinin çıkarı, Tanrıya olan inancın önüne geçmiştir.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] TÜFEKÇİ Gürbüz D., Atatürk’ün Düşünce Yapısı, Turhan kitabevi,yay. 3. Basım.Ank.1987.s.158;Lise Tarih kitabı,2.cilt,s. 91 vd. alıntı.

[2] Aynı yapıt,s 118,.TÜFEKÇİ,ss159

Devrimin Tanrı İnancı
Yine ben yaştaki gençler bu konuyu yakından bilmektedirler. Türkiye’ de Cumhuriyetin ilanını izleyen yıllarda, Laik devrimin kültür dokusunda kutsal kitap Kur’an, şöyle tanımlanmaktadır.

“Kur’an’ın içindekiler üç bölümde incelenebilir:

Tanrı’nın bir olduğuna ve ondan başka Tanrı bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun resulü olduğuna inanmak,

Hukuksal kurallar ve ibadetler,

Tarihe ait bilgiler. Hukuk kuralları, zaman ve mekâna toplumların uğradıkları değişimlere göre düzenlendiğinden, 14. yy,ile önceki günlerdeki ortamın gereksinimlerine göre gereli ve yeterli görülmüş olan esaslar yerine, bugün, birçok değişik yasalar ve yöntemler konulmak zorunluğu ortaya çıkmıştır. Bunlar dahi ölümsüz olmayıp, zamanla değişmeye mahkûmdurlar.

“Tarihe ait bilgilere gelince; yeni bilimsel yöntemler yardımıyla ortaya çıkartılan gerçekler en yakın tarih bilgilerini bile sarsmaktadır.

“İnançlara ait birinci bölümün esasları,sadeliği nedeniyle gerçekten çok önemlidir. Bu esasların her şahsın yeteneklerine göre

açıklanmasında güçlük çekilmez.”[1]

Zaman içinde haris çıkarcı yöneticiler, insanların bu tertemiz Tanrı inancını, akla gelmedik kurallarla çarpıtarak bozmuşlardır. Kutsal kitap kökenli yaradılış inancasına bağımlı olarak yönetim aksamasının nedeni kadınlara bağlanmaya çalışılmıştır.
“...tarih şunu kanıtlamaktadır ki her toplum,kadına verdiği değere oranla gelişir ya da ilkelleşir. Eski Yunan’dan ve Roma’dan bu yana durum hep bunun böyle olduğunu ortaya koymuştur. Tarihçiler Roma uygarlığının belli açıdan Yunan uygarlığına üstünlüğünü, Romalı kadının toplumda işgal ettiği üstünlüğe hamlederler. Örneğin: Leckly, şöyle der: ‘her ne kadar Yunanlılar kadını barbarlar gibi köle saymayıp erkeğin can yoldaşı ve arkadaşı durumunda saydıkları için barbarlara nazaran üstün sayılmakla beraber, Romalılara nazaran daha aşağı kertede bulunmaktaydılar; çünkü Romalıların kadına sağladıkları özgürlük ve bağımsızlık sisteminden yoksun kalmışlardı. Gerçektende Yunanlı kendi kadınını eve tıkarken ve yabancılarla aynı masada oturmaktan kaçınırken, Romalı hemen her davete eşiyle beraber gider, sofranın en şerefli yerine eşini oturturdu’ ”.[2]
Romanın, Tevrat kökenli Hrıstiyanlığı kabulünü izleyen yıllarda, dinsel inancın yaygınlaşması sonunda, insanların “iyiyi ve kötüyü bilmek” özgürlükleri ellerinden alındı. Sonuçta önce Roma imparatorluğu bölündü, sonra da battı.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] aynı Tarih,s91-92, TÜFEKÇİ,aynı,s213,214.

[2] ARSEL,İlhan, Prf. Dr.,Şeriat ve Kadın Ist. 1987, s.30; fazla bilgi için TÜFEKÇİ, adıgeçen tez., s 20.

Anadolu’da Dinsel Yönetim

İslamiyetin kabulünden önceki dönemde, Türkler’de kadınlara saygı üst düzeydedir. X yy dan itibaren Anadoluda Türkler, İslâmın kılıcı olarak işbaşı yapmışlardır. Önce X -.XIII yy. arasında Selçuklular; daha sonra XIV yy.dan, XX yy. başlarına kadar Osmanlılar bu görevi sürdürmüşlerdir. Türklerin kadına karşı olumsuz değişiklikler Selçuklu hükümdarı Melikşahın veziri Nizam-Mülk ile başlar. Koyu bir şeriatçı ve kadın düşmanı olan Nizam, kadın haklarına karşı çok ünlü ve katı kurallar koymuştur. Siyastname adlı yapıtında açıkladığı bu düşüncelerinde, Muhammed’in hadisleriyle Kur’an ayetlerinin etkisi altındadır. Melikşah’ın toplusal ve askeri konularda bile, eşi Türkân Hatun’a danıştığını biliyoruz. Nizam-ı mülk, Melikşahın kendisi yerine,eşi Türkân hatuna danışmasını hiçbir şekilde çekemeyen vezir, bu Türk devletini yıkmak için, şeriata baş vurmuştur. İslâmiyet’i yenilerde kabul etmiş olan Selçuklu Türkleri, Müslümanlık kurallarını Nizam-ı mülk’ten öğreniyor olmalıydılar. Vezir hükümetin ve devletin yönetiminde Şeri’at uygularken Peygamber Muhammed’in yolunda olduğunu söylüyordu. Haksız sayılmazdı. Nisa V ile Maide VI surelerinde bu konuda açık ayetler yer alıyordu. Örneğin: “Nisa V- 59 Ey inananlar! Allah’a itâat edin,peygambere ve sizden buyruk sâhibi olanlara itâat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz,-Allah ‘ a ve âhiret gününe inanmışsanız- onun hallini Allah’a ve peygambere bırakın. Bu hayırlı ve netîce îtibâriyle çok güzeldir”.
Bu ayet aynı zamanda halk arasında, ulu-ul emre itaat olarak bilinen buyruğu da içermektedir. “...peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itâat ediniz”. ...kimdir sizden buyruk sahibi olanlar? Aranızdan seçilenler ve atanarak bir göreve getirilenler değil mi? Bu tanımlamada peygambere itâat konusu, unutulmadığı gibi, aynı surenin 65. ayetiyle hadis ve sünnetlere boyun eğmek te yasalaşır. işte:
“Nisa V- 65 Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra,haklarında senin verdiğin hükümden dolayı içlerrinden bir sıkıntı duymayıp tamamen kendilerini vermedikçe inanmış olmazlar”
Gerçek inanırları da tanımlar “Kur’ânı Kerîm”:
“Maide VI- 48: Ey Muhammed! Kur’ânı, önce gelen Kitâb’ı tasdîken ve ona şâhid olarak gerçekle sana indirdik. Allah’ın indirdii ile aralarında hükmet; gerçekolan sana gelmiş bulunduğuna göre onların heveslerine uyma! Her biriniz için bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı,fakat bu, verdikleriyle sizi denemesi içindir; o halde iyiliklere koşun, hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ayrılığaa düştüğünüz şeyleri size bildirir. 49. O halde, Allah’ın indirdiği Kitâb ile aralarında hükmet, Allah’ın sana indirdiği Kur’ânın bir kısmından seni vazgeçirmelerinden sakın,heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki,Allah bir kısım günahları yüzünden onları cezâlandırmak istiyor. İnsan ların çoğu gerçekten fâsıktırlar.” [1]

Nizam-ı mülk müslümanlığı Şer’i’at kuralları olarak benimsetirken kendi eylemlerini güvence altına almayı da ihmal etmemiştir. Türkân Hatun’un Melikşah yanındaki üstün konumunu engellemek amacıyla, Gazali’den aldığı bir hadisi kullanmaktan çekinmemiştir:

“ İşlerinizde kadınlarla istişare ediniz...Onlar ‘şöyle yapmalıdır’ diye ne söylerlerse, onun aksini yapınız; ki, doğru çıksın .”[2]
Vezir Nizam! Kadınlar konusundaki çabaları, Asyadan kalma alışkanlıkları nedeniyle toplumda tam olarak yaygınlık kazanamamıştır. Türklerin İslam öncesi kadına verdikleri değer ve saygı Selçuklularaın Anadoluda ki egemenliklerinin, hemen hemen, son yıllarına değin sürmüştür. Selçuklu döneminde yapılmış bir takım kadın anıtları vardır. Örneğin: Kayseri’de Gevher Nesibe Hastahanesi ile Sultan Mah Peri Türbesi ; Divriğ’ deTuran Melik Hastanesi; Kütahya’da Gülsüm Yoncalı su kaynakları; Amasya’da Yıldız Hatun Hastanesi Bu anıtlar anadoluda kullanılmaktadır. Bu vezir’n adı devletin düzenleyicisi anlamına gelir. Şer’at öğretmek için açtırdığı Nizamiye Medreseleriyle bu sanı almıştır. Amacı toplumu şeriat bağımlısı müslüman yapmaktır. Medreselerde alınacak şeriat bilgisiyle yetişecek gençler ileriki yıllarda devlet yönetiminde söaz sahibi olacaklardır. Kuşkusuz aldıkları eğitim ve öğretime koşut bir yönetim uygulayacaklardır.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] KUR’ÂN-I KERİM ve TÜRKÇE ANLAMI (Meal) T.C Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara,1961, c.1 Nisa Suresi: s.114; Maide Suresi: s. 151.

[2] İZAM’Ü-MÜLK: Siyasetname, Hazırlayan: M.Altay Köymen, Ank.Hacettepe Ü. Mat..1982, s.239,240.

Yine Turan Dursun’ u Andım
Mustafa Kemâl’in TBMM’ in koruyucusu olan Eğitim Birliği yasasını andım. Siz de Türkiye Cumhuriyetini çökertmek için açılmış olan Kur’an Kursları ile İmam Hatipleri anımsadınız galiba, haklısınız. Turan Dursunla konuşma konularımızdan birisi de buydu. Şeri’at uygulanmasından amaç, Türklerin hem kadına hem yutdaşlarına hoş görülerini yok etmektir. Böylece ‘İyiyi ve kötüüyü bilme’ yasaklaması nın sonucu, toplumu ‘cennet cehennem korkusuyla’ bölmek ve devleti tıpkı Selçuklu, sonra Osmanlı gibi çökertmektir.

Orta Çağ Avrupası ve Osmanlı

Batı dünyasında da, keşifler öncesinde, yönetim din baskılıdır:
“Onaltıncı asırda, ileri sürülen fikirler şöyle idi: Hükümdar, emirleriyle, kanunlarıyle ilâhi hakkı olduğu gibi, tabii hakkı da bozamaz. Tabii hak dahi, Allah tarafından tesis olunmuş gibi kabuledilmek lâzımdır. Hareket noktası, bu fikir kaldıkça, hükümdarın erk sınırlarının temelini, Tanrısallık düşüncesi ve kutsal istenç oluşturdu. Çünkü doğal haklar da, aynı temele bağlanmıştı”.[1]
Teokratik yönetim biçiminin böylesine yoğun biçim alması Osmanlıyı da etkilemekte gecikmemiştir.Fatih’in Istanbulu alışından sonra yayınladığı ikinci ‘Kanunnamede’ toplumsal yaşamın tüm alanlarında Şeri’at geçerli yasa olarak ilan edilmiştir. Mal – mülk edinme, parasal sorunlar, her türden anlaşmazlık, kadılar tarafından şeriata uygun olarak verilecek kararlarla çözümlenecektir. [2]

Anadolu’da şeriat’ın bir tür Anayasaya dönüştürülmesi, XV yy’ da Fatin Sultan Mehmet dönemindeki yönetici kadro ile başlatılmıştır. Önceki yıllarda, Nizam-ül mülk’ün açtırdığı Nizamiye medreselerinde Şer’i eğitim ve öğretimle yetişmiş olan gençler artık yönetimde etkindir. Bab-ı Alide görev alan kimseler için bu ferman, son derecede yararlı olmuştur. Artık toplumsal yaşamda istenmeyen olayların çözümü, kara kaplı defterlere yazdırılarak çözümlenebilecektir.
Padişah fermanlarının dinsel kaynaklarının fetvasını yaratma görevi, Şeyhül İslamdadır. O günlerde Meşihat kapısı adı verilen, -bir tür yargıtay ya da danıştay benzeri- resmi yerlerde görev yapanlar, bu medreselerde yetişmişlerdir.
Şer’iatın anyasal güç kazanması kadınlara da yansıyacaktır. Kadınlar,XV yy.da artık hareme kapatılacak,eski Türk geleneğine göre toplumda saygın bir yere sahip olan kadın,örtüler altına gizlenecektir. Osmanlı İmparatorluğunda eğitim ve öğretim çağdışıdır. Bunun sonucu olarak, kısa süre sonra, Dünyadaki bilimsel ve teknik gelişmelerin de gerisinde kalınacaktır. Bu durum askeri başarısızlıklara da yansıyacaktır. Olumsuzlukların tümünün suçu Şer’an kadınlara yüklenecektir. Meşihat kapısından alınan şer’i fetvalara dayalı olarak çıkartılan Fermanlarla (yasalarla), kadınların özgürlükleri kısıtlanacaktır.
Bir gülmece yazısına konu olacak kadar ilginç olan bu fermanlardan birkaç örneği, çıkarıldığı tarihleri de belirterek bilgilerinize kısaca sunmak istiyorum: Kadınların erkeklerle sandala binmeleri (1610); kaymakçı dükkanlarına girmeleri (1613) yasaklanacaktır. Kadınlar feracelerinde yenilik yapmayacaklar (1710); mesire yerlerine gidemeyecekler (1787); ince ferace giyemeyecekler, diken terzi asılacak (1828); 3. Osman zamanında kadınların sokağa çıkmaları haftada 4 güne indirilecek, IV Mustafa ise bu özgürlüğü çok görüp, sokağa hiç çıkamayacaklarını ferman edecektir. 1881’ de bu konuda Abdülhamid’ in bu konuda bir yasa çıkarttığı da bilinmektedeir. 19ı00 yılında kadınların,babaları veya oğulları ile dahi ‘sokakta beraber dolaşamayacakları’ buyurulacaktır. [3]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] AFETİNAN,Prof. Dr., Medeni Bilgiler,yukarda, s. 51

[2] AYAS, Nevzad, Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim , Kuruluşlar ve Tarihçeleri, Ank. 1948, s.48

[3] ARSEL, y.a.g.y. ss.,30 vd.,ayrıca bkz. TÜFEKÇİ,agtez.,s. 71

Turan Dursun’dan Bir Açıklama
“İslam’ın doğumu olan olan VII yy. ,Hrıstiyanlıkta birtakım bunalımlar yaşanmaktadır. Bunalımın kaynağı,doğrudan kutsallığın kimde olduğu doğrultusundadır... İsa Tanrının oğludur,yok değildir ; gölgesidir, temsilcisidir... vb tartışmalar X yy kadar süre gelmiştir. Nihayet kutsal kitap yazılmıştır. Kutsal kitap Tevrat ve İncilden oluşur. Tevrat’ta başlangıcı oluşturan “Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar, Tesniye” adlı 5’li bölüm Musa’nın kitabıdır. Buna dayanarak “Talmut” yapılmıştır. Yahudilik inancasının kurallarına “Tora” adı verilir; ki bu İslam’da Şeri’at olarak adlandırılır. Şeriat: doğru yol “sıret el müstakim” anlamındadır. Allah’ın emri sayılan ayet,hadis ve icma-ı ümmet esaslarına dayanan din kurallarını oluşturur. Sözcük anlamı: ‘şıra’ ve ‘meşra’ dan gelir; yasa anlamında kullanılır. Develerin suya giderken izledikleri yol da demektir...
... İslam’da Yahudilerin Talmutuna karşılık “Fıkıh” çıkar. İslam fıkıhı; “şeriat ilmi, şer’i’atın usul ve hükümleri, ameli (uygulamalı) ve şer’i meseleler bilgisini inceler”. Aynı zamanda Yahudi Torasını tartışarak, Yahudi geleneğinde yer alan savunmaları ortadan kaldırmaya çalışır. İslamda yapılan “tefsirler”in amacı Yahudi Talmutu’nun savunmalarınıyıkmaya yöneliktir; aynı zanmanda da İslam inancasını savunmak, güçlendirmektir. Sonuç olarak bu savunmalar İslamdaki şeriat kurallarını doğurmuştur.[1]’’
Osmanlı’da Padişah, toplumda ‘şeri’atı yasalaştırarak toplumun özgür düşüncesini kısıtlamıştır. Yukarıda açıkladığımız gibi, “İyiyi ve kötüyü” bilmek özgürlüğünden yoksun olan osmanlı ümmetinde gelişme durmuş sonuında çökmüştür.

Konuyu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten dinleyelim:
“ Milleti uzun yüzyıllar aymazlık içinde bırakan çeşitli nedenler arasında gerçek noktayı, bir sözcükle belirtmiş olmak için diyebilirim ki, Tüm yoksulluklarımızın kesin nedeni zihniyet sorunudur. İnsanlar ve insanlardan oluşan toplumlar herşeyden önce tüm bireyleriyle tutarlı bir düşünceye sahip olmalıdırlar. Zihniyetı zayıf,çürük, bozuk olan bir toplumsal kurumun tüm çalışma ve çabaları boşunadır. İtiraf etmek zorundayız ki, tüm İslam dünyasının toplumsal kurumlarında hep yanlış zihniyetler egemen” olmuştur. Bu nedenle, “...doğudan Batıya kadar İslam ülkeleri düşmanların ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların tutsaklık zinciri altına girmiştir.[2]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] DURSUN Turan, Din Tarihi Üzerinde (söyleşi banttan daktilo edilmştir) Ankara 1988.

[2] Söylev Demeçler,c.2 den alıntı TÜFEKÇİ, Atatürkün Düşünce Yapısı, y.a.g.litap., s.208.

Şeriatçı Düşüncenin Sonuçları

Osmanlıyı çökerten Tanrıya olan inanç ya da inançsızlık değildir. Ümmette oluşan zihniyettir. Bu sözcüğün dilimizdeki karşılığı: düşünsel dokudur. Toplumlarda düşünsel dokuyu, içinde yaşanılan kültürel yapı oluşturur.
İmparatorlukdan başlayarak, Osmanlı’da ümmetin kültür dokusu şeri’at kurallarıyla tutsak edilmiştir. Çağın gereklerine uygun bilimsel bulgulara katkı sağlayıcı, çalışmalar başlatılmamıştır bile. Teknoloji yerine, Şer’iatin Yahudi ve Hrıstiyan inancadan üstün olduğu üzerinde çalışılmıştır. İşgal ettiği ülkeleri kendi kültürel baskısı altına alacağına, Şeri’atın buyruğunu uygulamayı yeğlemiştir. Yüzlerce yıl önceki kurala göre yenilen devletten sadece vergi almakla yetinilmiştir.İşgal edilen ülkeleri sömürgeleştirmek, ekonomik ve endüstriyel yönden yararlanma yoluna gidilmemiştir.
Anadoludaki erkekleri sadece savaşta asker kaynağı olarak kullanmıştır. Kadınları da erkeklerin tarlası olarak görmüşlerdi. “İyiyi ve kötüyü bilmek” yasağının potansiyel suçlusu kadın sadece cinsel açıdan ve biolojik yönden düşünülmüştür.
Çocuklara Türk toplumlarının genlerinden gelen ulusal bağlılık ve dayanışma duygusu, yurt ve ulus severliği, diğergâm yaşam biçimi unutturulmuştur. Bunların yerine şer’iat kökenli, mezhep ve tarikatçılı almıştır. Evrensel boyutlarda barış severlik, akla bile getirilmemiştir. Ulusalcılığa dayalı koruyucu bir sevgi, asla yaşanmamıştır.

Bireyin İnsan Olarak Yaşatılması

Uzun yıllar çok büyük bir toprak parçasına sahip olan osmanlı yönetimi, şeri’at nedeniyle çağın gerisine düşmüştür. Avrupanın hasta adamı nın daha fazla yaşaması olanaksızdır artık.
Toplumu köklü bir biçimde değiştirmek ve çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmak zorunludur. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk bu amaçla bir proje hazırlamıştır. İzleyelim:
“ Efendiler yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı Türkiye Cumhuriyet’i halkını bütünüyle çağdaş ve tüm anlam ve görünümüyle uygar bir toplumsal kurum konumuna ulaştırmaktır. Devrimlerimizin asıl ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen zihniyetleri tarumar etmek zorunludur. Bu güne değin ulusun beynini paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. Her halde zihniyetlerde yaşayan boşinançlar (hurafeler) tümüyle çıkartılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça dimağa gerçeğin nurlarını sokabilmek olanaksızdır.”[1]
Projenin gerçekleştirilmesinin koşulları vardır. Öncelikle devlet eğitimde fırsat eşitliğini sağlamalıdır. Yurtdaşlarına, cins ayırımı gözetmeksizin, parasız olarak, eğitim ve öğretim verdirmelidir. Ulusun genel sağlık işleri vb. toplumsal sorunları yine eşit koşullarda gerçeleştirmelidir.
Projenin can damarı, kuşkusuz en önemli ögesi, özgür insanların kuracakları tam bağımsız bir devlettir.
“Tam bağımsızlık için şu ilke vardır: Ulusalcı egemenlik, eknomik egemenlikle pekiştirilmelidir. Bu kadar büyük amaçlar, bu kadar kutsal ve ulu hedefler kâğıtlar üzerinde yazılı genel kurallarla istek ve hırslaraan buyruklarla varılamaz. Bunların bütün olarak gerçekleşmesi içim,tek güç, en güçlü temel: ekonomik güçtür.[2]

Şeriat bağımlısı inançlarla ulusun kalkınıp gelişmesi,uygarlıkta ilerleyebilmesinin olanaksızlığı, osmanlı denemesinde yaşanmıştır. Yüzyıllar öncesinin, kültür yapısını yansıtan düşünüşlerle kalkınmak ve bağımsız bir devlet yaşamaına ulaşmak olanaksızdır. Özellikle toplumun yarısını oluşturan kadın yurtdaşları, Şeriat’n köhne düşüncesiyle dışlamak ulusal gücün % 50 sini atmak anlamına gelir.



--------------------------------------------------------------------------------

[1] ATATÜRK’ÜN SÖYLEV VE DEMEÇLERİ, Ank.1959,c.,2 s.,214

[2] AFETİNAN. , Devletçilik ilkesi ve T.C. Birinci Sanayi Planı, 1933, TÜFEKÇİ, Atataürk’ün Düşünce Yapısı, s. 219 .

Şeriat’da Kadın Bir Seks Vak’asıdır

Ulusu oluşturan bireylerin tümü uygarlıkta ilerlemek, gelişmek ve kalkınma yönünde çalışmak zorundadır.
“ Efendiler, dünyada, her şey için, uygarlık için, yaşamak için, başarı için en gerçek önder bilimdir tekniktir. .. Yalnız bilimin ve teniğin yaşadığımız her dakikadaki aşamalarını, evrimini bilinçle kavramak ve ilerlemesini günü gününe izlemek şarttır.”[1]
Kuşkusuz bu işlerin yerine getirilmesinde kadın da çalışarak katkıda bulunmalıdır. Ancak, kadınların erkeklerle bir arada çalışabilmesi, şeriat nedeniyle olanaksızdır. B u konudaki çağ dışılık, akılalmaz boyutlardadır. Şeri’at kadını cinsel yönden, seks aracı olarak ele alır. Bu görüş tümüyle Kur’ân-ı Kerim kaynaklıdır.

Bakara suresinin 123 ayetine göre, Tanrının seslenişiyle:

“Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza istediğiniz gibi gelin , istikbal için hazırlıklı olun.” Günümüz teokratik yönetiminin müslüman kesiminde ise kadın artık, tarla değil gemidir. [kuşkusuz bu gemi petrol tankeridir]. [2] Kadınların normal rahatsızlık günlerinde ise bu “tarlaya” girmek yasaktır, o süre içinde ibadet edemez. Bu nedenle dinen eksikli sayılır.

Şeri’atta cinsellik (seks) görevi: Kur’an ayetleri ile hadislere dayanır. Kadının varlığı, özellikle erkek cinselliğini yansıtır. Kadının toplumsal yaşamda erkekle bir arada bulunması düşünülemez. Erkeklerin bir kadınla yanyana oturması, aynı odada yalnız kalması yasaktır. Şer’i gerekçesi: Muhammed’in, bir kadınla yanyana oturduğu zaman cinsel duygulara kapılmış olmasına bağlanmıştır. Tanrının Resulü bile cinsel duyumsama içine girerse sıradan bir erkek bile neler yapmaz diye düşünülmüştür. Bu nedenle İslâm uleması, samimi inanç sahiplerine , cinsel konularda nefse güven değil,Tanrısal önlemler önermektedirler. Önlemler kısaca: Kadınların örtünmesi, gözün korunması, evlenilebilecek kadınlarla yalnız kalmamaktır.

“ En mühim tedbir ise, cinsel duyguların harama dönüşmemesi için Allah’a sığınmaktır. Bu hususta her erkek Allah’a sığınmaya muhtaçtır. Bu sözlerin yazarı (yayın evine göre) aydın bir din adamıdır. Bu aydın din adamının yine “samimi inanç sahibi müslümanlara “ önerdiği duayı aynen alıyorum:

“...Allahım kulaklarımın şerrinden, gözlerimin şerrinden ve cinsel organımın; (cinsel organımdan kaynaklanabilecek) kötülüklerin şerrinden sana sığınırım”. [3] Böylece cinsel isteğin ortadan kalkacağına inanılmaktadfır. Cinsel temasta bulunmak, eşinizle bile olsa, şeri’at kurallarına bağlıdır. Kurallar cinsel temas öncesinden başlar, örneğin: “Besmele çekilip ihlas” suresi okunup “tekbir tahlil getirilmeli” dir. Sonra “...kadına duhul ederken, onun kulağına ‘ağır ol’ denilmesi gerekmektedir”. [4]

S O N U Ç
Şer’i’atın kadın haklarıyla ile ilgili öbür kurallarına değinmeye gerek olmadığına inanıyorum. Korku dolu şer’i’at çağ dışıdır
Turan Dursun v e Galatasaray Lisesindeyken beraber okuduğum, sınıf artkadaşım, Babür bir araya geldiğimizde, Özellikle bu tür “hadis ve sünnet” konuları üzerinde konuşurduk. Babür devletler hukuku doktoru, Turan bir teolog; çok zevkli ve bilimsel sohbetler olurdu. Saatler sürerdi konuşma. Evet, evet bunu da söylemek zorundayım, zamanın nasıl geçtiğini bilmezdik. Yeni rakı şişesi biter, bazan sabah da olurdu. İkisini de yitirmiş olmanın sıkıntısını hep duyumsarım.
Bir konu daha vardı bu beraberlikte masada eksik olmayan, Gazi Mustafa Kemâlin devrim ve insanlık anlayışı. Bize göre yapılan devrimlerin beyni: Lâiklik (dışdinsaltçılık) ilkesiydi. İlkenin anlamı ve tanımı uzun uzun yapılmazdı hiç. Çünkü,korkuya dayalı ahlak olmazdı. Çok kısa ve kolaydı anlamak. Laiklik şeri’ata karşı olmak demektir. “Mürteci”, şer’i’at özlemi içinde olanlara verilen addır. Şer’i a’ tı uygulamaya kalkışma eylemi: “İrtica” hareketidir.

Dünya devletleri arasında bu tür düşünce olan yönetimler, ne kadar bağımsızlıktan söz etseler de, büyük devletlerin sömürgesidirler .
Dünya uluslarını geleceğini kutsal kitaplar bağımlısı kurallar değil, İnsanlığı yüceltmeyi amaçlayan düşünce sistemleri alacaktır. İnsanlığı kurtaracak olan yine insandır.
Günümüzde, hiçbir bilim adamı, yarattığı teoriyi uygulamaya koyamamıştır. “ iyiyi ve kötüyü bilmek” yasağıyla, “cennet,cehennem” söylenceleriyle öğrenim görüp, “ölüm korkusuyla” eğitilen insanları kurtaracak “Laik” (dışdinsaltcı-şeriatı dışlayan) bir devrimi (sosyo kültürel değişimi) başaramamıştır. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk “altı ok”’la simgeleşen bu lâik yönetimi “sistem” ‘leştirmiştir. Sistem yeryüzüne uygarlıkların doğum yeri olan Anadolu’ dan yayılacaktır. Bu devrim (sosyo Kültürel değişim) “Ulusaltçılık, Halkçılık, Cumhuriyetçilik, Dışdinsaltçılık, Devletçilik, Devrimcilik” ilkelerinden oluşur ve Kamalist yönetim olarak anılır. Uzun araştırmalar sonunda ortaya konulmuş bilimsel bir yöntemdir.

Atatürk bu araştırmaları şöyle anlatıyor:
“Yüzyıllar ve yüzyıllardan beri, zavallı insanlığı mutlu etmek için tutulan yolların, kullanılan vasıtaların (uygulanan yöntemlerin) verddikleri neticelerin ne derece emniyetbahş (güvenverici ) oldukları incelemeye değer değil midir?
“Artık İnsanlık kavramı, vicdanlarımızı arıtmaya ve duygularımızı yüceltmeye yardım edeck kadar yükselmiştir.
Vaziyetleri ( içinde bulunulan durumları) ve onların icaplarını ( onlar için gerekenleri) uygar insan düşüncesiyle ve yüksek zicdan aydınlığı ile gözleyip inceleyerek değerlendirirsek şu sonuçlara ulaşırız:

“İnsanları mutlu edeceğim diye onları bibirine boğazlatmak insanlık dışı ve son derecede teessüfe şayan (acınılması gereken) bir sistemdir.

“İnsanları mutlu edecek yegâne vasıta (tek yöntem) ,onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddi ve mânevi (nesnel ve tinsel) ihtiyaçlarını (gereksinimlerini) sağlamaya yarayan hareket ve enerjidir.

“Evrensel barış için de insanlığın gerçek mutluluğu, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması ve başarılı olmasıyla mümkün olacaktır.”.[5]

Atataürk’ ün laik (dışdinsaltcı-şeri’a’tı dışlayan) devrimi, Tanrı’yı korkuyla değil sevgiyle kucaklayan bir sistemdir ve barış kökenlidir. Bireyler bulundukları ortamda, doğal ve temel haklarını eşit olarak kullanan insanlar olarak yaşam sürdürürler. Barış uygulaması yurt içinde başlayarak yeryüzüne yayılmalıdır. Bunu gerçekleştirmenin bir yolu yordamı vardır. Önce ulusta “toplumsal güvenliği sağlamak” gerekir, başlangıcı insanların birbirleriyle “bağlılık ve dayanışma” düşüncesinin gerçekleştirilmesine dayanır. Bu dayanışma ve bağlılık “tarikat,mezhep,din” kökenli değil “ulusaltçı” olmalıdır.

Bu kısa yazıda, Turan Dursun dostumla paylaştığım, uygar mutlu yaşam için gereken temel noktalara değiniyorum. Konunun tümünün bu yazı sınırları içinde anlatabilmek olanaksızdır. Sistem ve yöntemi ele alıp ayrıntılarıyla anlatmayı bir başka çalışmaya bırakıyorum.
ŞimdiTürk devriminin mimarı, bulucu ve kurucusunun bu konudaki sözlerini izleyelim; sonra da kadınlarla ilgili, özdeyiş derecesinde anlamlı bir sözüyle yazımızı bitirelim:

“Bilim,toplumların büyüklüğünün sırrını, insanlara açmıştır; bu sır,insanların birbirine olan bağlarıdır”...” Bağlılık hakkında bir fikir edinmeye en müsait düşünüş ve görüş” şu olabilir: ”Tarih, yaşamak kavgasının ırk, din, hars (kültür), terbiye (eğitim –öğretim) yabancılar arasında olduğunu gösterir. Birliğe doğru da bir yürüyüş demektir.”... “Fakat, birer düşünce olarak aldığımız bağlılık nazariyeleri (nin)(kuramlarının),icaplarını (gerekenleri) tatbiklerde (uygulamalarda) ‘içtimai teminler’ (sosyal güvenceler) adı altında toplamak olasıdır. Bu sosyal güvencelere devlet sosyalistliğine yaklaşarak varılabilir. Bu yol, yasa yoludur. Örneğin: 1- İş yasas. 2- Şehirlerin ve atölyelerin sağlık koruma yasası. 3- Bulaşıcı hastalıklara karşı korunma yasası. 4- İşçilerin ihtiyarlığı ve kazalaera karşı sigorta yasası. 5- Hasta ve ihtiyar yoksullara zorunlu yardım yasası. 6- Çiftçi sandıkları yasası. 7- Yardım dernekleri kurulması yasası. 8- Ucuz evler yapılması yasası. 9- Okul çocukları için okullarda kooperatifler.

“Bütün bu gibi derneklere devlet bütçesinden yardım. Bu ve buna benzer hususları temin (gerçekleştirmek) için yasalar yapılır ve uygulanır. Bu suretle bağlılık nazariyesi (kuramı) sosyal güvence sağlayark gerçekleştirilmiş olur...

“Özetle, bağlılık, ‘herkes kendi için’ yerine, ‘herkes, herkes için’ düşüncesini koyar. Bu düşünce, içtimaidir (toplumsaldır),millîdir (ulusaltçıdır), geniş ve yüksek anlamıyla insanidir.”[6]

Turan, Babür beraber vardığımız bu sonucu gerçekleştirmenin çağdaş eğitim yönteminde de anlaşıyorduk. Böylece şeri’at dışında mutlu bir dünya yaratılabilirdi.
“Şuna da kaniim ki (inanıyorum ki) eğer devamlı barış isteniyorsa, kütlelerin vaziyetlerini iyileştirecek, uluslar arası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın tümününbirden,refahı (gönenci) açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, haset (çekemezlik), aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidirler.”[7]

İşte kadınların yararlı hizmetlerine bir örnek:
“Şuna kâni olmak (inanmak) gerekir ki; dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir.”[8]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] y.a. SÖYLEV DEMEÇLER, s. 194

[2] TÜFEKÇİ, y.ag. tez, PATHAİ, Raphael, Society Culture and Change in the Middle East, den alıntı. s,80

[3] DEMİRCAN, Ali Rıza, İslâm’a göre Cinsel Hayat c. 1, Eymen yay. Ist .1986 s.56,57

[4] Arsel, y.a.g.y.,s 228,229.

[5] Atatürk’ün Söylev Demeçleri,c.2 ; s , 273,

[6] AFETİNAN, Medeni Bilgiler, ss. 72,73.

[7] aynı ,c. 3; s.99.

[8] aynı, c. 2 ; s. 85.
  #35045  
Alt 29.03.2008, 18:44
Benutzerbild von aysenisahoca
aysenisahoca aysenisahoca ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard nerden biliyosun?

kuranin kafiyesiyle degi$ilmemi$liginin, evrenselliginin aciklandigi kanaatine varip sorgulamayana $iirde yazip din diye kakalayabiliriz degilmi?
herkez hemen tatmin olabildigi icin zaten bu kadar oyuncak olmadimi müslüman halklar?
  #35046  
Alt 29.03.2008, 18:45
Benutzerbild von aysenisahoca
aysenisahoca aysenisahoca ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard bu j o.T.

ohne Text
  #35047  
Alt 29.03.2008, 18:51
Benutzerbild von aysenisahoca
aysenisahoca aysenisahoca ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard bu kada ucuzami gittin?

ben kurani daha iyi tanimlamani beklerdim senden dindar karde$im!

kuran evrensel bir kitap ise, arapcanin di$inda evrenselligine yaki$ir evrensel bir dili olmalidir elbette degilmi?
belki bu acidan bakildiginda hem degi$mezligini hem $eytani doktrinlerden uzak olu$unu hemde icerigini anlamakta güclük cekilmeden hadis/kudis külliyatina ihtiyac hissetmeden kavrayili$ini hemde olaganüstülügünü ortaya koyabilirsin!

yakla$imlarinla bilgilerin celi$iyor...
  #35048  
Alt 29.03.2008, 19:00
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard o.T.

Bist du islamwissenschaftler oder er? Du hast ja noch nicht mal den Artikel richtig gelesen. Es geht nicht um schlecht machen, ganz im Gegenteil. Aber gut, wenn du den Vers mit darbe zb. als schlagen übersetzen und auch anwenden willst bei Frauen, ist das dein Problem. Wenn man alle Brutalitäten im Koran ernst nehmen würde, wären wir alle im Gefängnis. Man darf nicht radikal sein. Oder den Koran richtig lesen und übersetzen, wie diese Man es versucht.
  #35049  
Alt 29.03.2008, 19:00
Benutzerbild von aysenisahoca
aysenisahoca aysenisahoca ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard bu ne lahana tur$usu alpi hoca :-)

hadis rivayetinin yasak olu$unu hadis rivayetilemi acikliyoruz? :-)

Turan Dursun´un üzerinde durdugu konular, senin "satanizm" diye adlandirdigin inancin ögretileridir genellikle. bircok konuda cok mantikli aciklamalari vardir.

kuranin tefsiri ve yorumlarinin icindede bu ögretilerden gecilmedigine göre, Turan Dursun´a bir yandan veryansin edip bir yandanda onun ele$tirdiklerine "satanizm" demeni anlayamiyorum.
yobazlardan biri dese hadi neyse, onlar muhammed´in ai$e´yle 6 ya$inda evlendigini hala gercek kabul ediyolar...
  #35050  
Alt 29.03.2008, 19:17
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard Super Beitrag

Gibt es ein Link dazu?
Antwort



Forumregeln
Es ist Ihnen nicht erlaubt, neue Themen zu verfassen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, auf Beiträge zu antworten.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Anhänge anzufügen.
Es ist Ihnen nicht erlaubt, Ihre Beiträge zu bearbeiten.

vB Code ist An.
Smileys sind An.
[IMG] Code ist An.
HTML-Code ist Aus.
Gehe zu