Einzelnen Beitrag anzeigen
  #22302  
Alt 31.07.2005, 23:48
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard I a )

tasavvuf büyükleri insan hayalinin Allah u Teâlâ hakkında verebileceği en son noktanın, hayret noktası olduğunu bildiriyorlar. İbn-i Ata ( ks ) :

" Tefekkür gönlün nûrudur ve sürûrun kaynağıdır.
Tefekkürsüz kalan gönül kararmaya mahkumdur
ve cehaletle beraber yoğun bir gurura kapılır "

diyor. Son olarak zikir ve tefekkür arasındaki ilintiyi çok anlamlı anlatan Ankaravî Hazretlerinden bir şiir :

Bu kadarını söyledim, ötesini sen düşün
Fikrin donmuşsa, düşünemiyorsan, yürü zikret.
Zikir fikri titretir, harekete geçirir.
Zikri bu donmuş fikre güneş yap.

Öncelikle tanımladığımız bu " özbenlik " kavramına tasavvufta nasıl yaklaşıldığını örnekler vererek açıklamak istiyorum. Sufiler " özbenliğe ", gönül, can, ruh, göklerdeki ikizimiz gibi tanımlamalarla yaklaşıyorlar. Terminolojide birlik olmaması aynı tanımı yapan insanların değişik sözcükler kullanmasına neden oluyor, mesela Hz. Mevlâna aşağıdaki satırlarda " can, gönül, ben " deyimlerini birlikte kullanıyor.

Mesneviden ve Rubailerden bazı örneklerle konuya giriyorum.

" Ayran içinde yağ nasıl gizliyse, doğruluk cevheri de, yalan da gizlidir.
O yalanın, şu fâni tendir... doğrun da Tanrıya mensup olan can!
Yıllardır şu ten ayranı meydandadır da can yağı, onda fâni ve değersiz bir hale gelmiştir.
Nihayet Tanrı, bir elçikulunu, ayranı yayığa koyup döven birisini, gönderir de
Bende bir Ben gizli olduğunu bileyim diye sıfatla, hünerle o yayığı döver. "
Mesnevi IV S 243 ( MEB Yayınları )

Bu aşamada akla şöyle bir soru gelebilir, zaman mekân dışında veya sınırında ki bir mekânda " bireysellik " olabilir mi ? Yani Yunus" un içersinde ki o " Ben " bireysel bir -ben- midir ? Bu sorunun yanıtı hem evet ve hem de hayır olabilir.

" Ezeli sırları ne sen bilirsin, ne ben. Bu muammanın tavrını ne sen okuyabilirsin, ne ben. Perdenin berisinde sen-ben dedikodusu sürüp gidiyor ama, perde kaldırılınca ortada ne sen kalır, ne de ben "
( Hayyam, Rubailer, rubai 17 )

" Gizli âlemin ( gaybın ) şekilsiz ve sınırsız görüntüsü, Musa" nın gönül aynasında parlamış, koynuna sokup çıkardığı elde görünmüştür. O görüntü göklere, arşa, ferşe, denizlere, ta en yüce gökten, denizin dibindeki balığa kadar hiçbir şeye sığmaz. Çünkü bütün bunların sınırı sayısı vardır. Halbuki gönül aynasının sınırı yoktur. Burada akıl, ya susar, yahut şaşırıp kalır. Nedeni de şu : ( Gönül mü Tanrı"dır, Tanrı mı gönül? ) Hem sayılı, hem sayısız olan gönülden başka her nakşın aksi gelip geçer, sonsuz değildir. Fakat ezelden ebede kadar zuhur ede gelen her yeni nakış, gönle akseder, orada perdesiz, apaçık surette tecelli eder. Gönüllerini cilâlamış olanlar renkden, kokudan kurtulmuşlardır. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler. Düşünceyi bırakmışlar, âşinalık denizini bulmuşlar, ilâhi bilgide yok olmuşlardır. "
Mesnevi 1 Sayfa 279 ( MEB )

" Gerçekten de, gönülden gönüle pencere vardır. İki insan birbirine gönülden bağlanınca, artık onlar, birbirinden ayrı değillerdir. Bedenleri birbirinden uzak düşse de gönülleri beraberdir. İki kandilin kapları birbirinden ayrıdır. Bitişik değildirler. Fakat nûrları birbirine karışmıştır, birleşmiştir. "( 6 )

" Etrafa solgun ışık saçan bu kandiller ile, içindeki yağı yakan fitil başkadır. Yani ayrı ayrı maddeden yapılmıştır. Fakat ışığı, verdiği aydınlık birdir. Başka aydınlık değildir; ötelerden gelen ışıktır. Yani Allah" ın ışığıdır, Allah" ın nûrudur! Eğer içlerinde yağ yanan kandillere bakacak olursan, gerçeği anlayamazsın, şaşırır kalırsın. Çünkü onların, aynı ışığı etrafa yaydıkları halde sayıları bir değildir, ikilik vardır. Fakat ayrı ayrı yanan kandillerden gelen aynı ışığa, aynı nûra bakarsan, ikiliktende, sonu olmayan sayıdan da kurtulursun. " " ( 7 )

" Varlığını yok etmiş, benliğinden kurtulmuş kişi ne budur, nede odur! Belki; senin niceliğini, senin ne olduğunu sana gösteren bir aynadır! Bahis buraya dayanınca, söz dudakta düğümlendi, yani dudak yumuldu ve konuşmaz oldu ve kalem kırıldı. " " ( 8 )

" İnsanlar bir tek adam gibidirler. Adamın başı ağrısa, bütün vücûdu rahatsız olur. Gözü ağrısa, bütün vücûdu şikâyet eder, rahatsız olur. "
Câmi"us-Sağir, c.II , hadis

Buraya kadar aktarılanlara bakarsak, ilk aşamada sanki bir çelişki yaşıyoruz, bir yandan ne sen ne de ben var, gönül hem sayılı hem de sayısız. Ama yine de bir yağmur damlasının deryaya karışıp bireyselliğini yitirip deryanın bir parçası olması olayı da burada pek geçerli değil. İnsanın bu yüce sırrına doğru bir adım daha atarsak bizi oluşturan maddesel yapımızın bu alanda artık bildiğimiz moleküler - atomik yapıdan, " nûrsal " bir yapıya dönüştüğünü görüyoruz.

Ama bu gerçeğin en ilginç yanı, meydana çıkış yerinin belkide yaşadığımız boyutların dışında olmasına ve " maddesel " yanının da bildiğimiz madde yapısının hiçbir şekilde benzeri olmamasına rağmen, bu nûr " enerjisinin " duyusal olarak duyu organlarımız tarafından algılanabilir olması! Yüce Allah ( cc ) Hz. Musa" ya bak eline diyor ve o el " nûr " a dönüşüyor. ( Kur"an, A"raf 108, Kasas 32 ).

Yeni doğmuş bir bebeğin çekiciliği acaba nereden gelir ?... Bu anlatılanlara bakarsak insanoğlu, renk, şekil gibi kavramların ötesinde, çok gizemli, " duyular üstü bir dünyaya " da sahip gibi görünüyor.

İnsanlıkta bir yandan böyle bir özel algılama " anteni " var ama daha da ötesi, bu nûr insanda meydana çıktığında, Kalahari çölündeki bir zenci ile, Grönland" da yaşayan eskimo arasında renk, dil, ırk gibi tüm ayrılıkların ötesinde akılalmaz bir birlik yaşanıyor. Demek ki asıllarımız ayrı değil, hepimiz " bir cevher " den oluşmuşuz! Bu açıdan bakabildiğimizde ırkçılık ne denli anlamsız geliyor, takdiri sizlere bırakıyorum. Yukarıdaki metinlerden önemli bir ipucu daha alıyoruz, " bedenler ayrı fakat gönüller bir " ama bu gönül birliğine bizleri götüren muhteşem güç ise o ayırım yapmayan " evrensel aşk ".

Bu özel hâlde yaşanan bireyselliğe, mutlak, statik, değişmez bir bireysellik değil, " aşk " yaşandıkça, buzun güneşte erimesi gibi, gittikçe aşk ateşinde eriyen bir bireysellik.

Ve bu aşamaya gelindiğinde,
" söz dudakta düğümlenir, dudak yumulur,
kalem kırılır ..."

Bizim burada bilmemiz gereken, bu hâlde, tüm insanlığa ve özellikle dikkatimizi odaklaştırdığımız insanlara olağanüstü bir " sevgi penceresi " nin açılması.