Einzelnen Beitrag anzeigen
  #5  
Alt 23.01.2010, 01:19
antifaschismus
 
Beiträge: n/a
Standard

-------------------- Can Dündar-----------------

Meclis Araştırma Komisyonu’nda Korkut Eken çok önemli bir açıklama yaptı ve Abdullah Çatlı’nın 1980 öncesinde de devlet tarafından kullanıldığını belirtti. Bu, ülkenin yakın tarihinde olup bitenler açısından son derece ilginç bir ayrıntı. Bugüne kadar hep kuşkulanılan, ama bir türlü açıkça ortaya konamayan bazı senaryolar, bu açıklamayla gerçeğe dönmeye başlıyor.
Acaba yıllarca “karanlık eller” diye tanımlayıp durduğumuz, Türkiye’yi 12 Eylül’e sürükleyen güçler, bugün karşımızda gördüğümüz insanlar mı? Acaba onca kanı, bir darbeyi tezgâhlayabilmek için mi döktüler?
Şimdi mevcut kanıtları ortaya serip, olaya kuşbakışı bakmayı deneyeceğiz. İpuçları bir araya getirilince, bugün artık adlarını ezberlediğimiz insanların, 12 Eylül’e varmamızda nasıl bir rol oynadıkları bütün netliğiyle ortaya çıkıyor.

1 Mayıs 1977 geldiğinde Türkiye, Milliyetçi Cephe hükümeti yönetiminde karanlık bir dönemden geçiyor, işçiler meydanlarda muhalif sloganlar atarak yürüyorlardı. Karanlığı aşmak için, bir iktidar değişikliği için gün sayılıyordu. Ama bir anda, çevre binalardan gelen seslerle her şey altüst oldu. Bir anda karışmıştı Türkiye. Yine karanlık bir dönemin ortasında işçilerin doldurduğu meydanlar bir günde, bir anda boşalıvermişti. Geride 34 ölü ve yüzlerce yaralı bırakan 1 Mayıs katliamı hep bir sır olarak kaldı. Kimlerin ve neden bu katliamı gerçekleştirdikleri hiç anlaşılamadı.
Dönemin ana muhalefet lideri Bülent Ecevit, kanlı 1 Mayıs’ın üzerindeki gölgeleri şöyle anlattı:

“Bu ateşin nereden açıldığı belli olduğu halde, ateşi açanlar belli olduğu halde sorumluları bir türlü yakalanmadı. Biz bir araştırma kurulu kurmuştuk, fakat onun da önüne aşılmaz engeller çıkıyordu. Ben 1 Mayıs olaylarında çok kaygılandım. Ve daha önce Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantıları üzerine aldığım bilgiler ışığında duyduğum kaygılarımı zamanın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e sözlü olarak ilettim. ‘Elimde kanıt yok ama, bana öyle geliyor ki bu Özel Harp Dairesi’nin sivil uzantıları, onun içinde yer alan ömür boyu görevli birtakım siviller bunu yapmış olabilir’ diye o konuda bilgilerimi kendisine aktardım.”
1 Mayıs katliamından 10 gün sonra 7 Gün dergisinde emekli Kurmay Yarbay Talat Turhan imzalı bir yazı yayımlandı. “İktidarların Çeteleşmesi” başlıklı bu yazı, 20 yıl sonra açığa çıkacak çeteleri ilk kez haber verirken, kontrgerilla örgütlerinin çalışma yöntemlerini de anlatıyor ve adeta olacakları önceden duyuruyordu:

“Kontrgerilla örgütleri, gerektiğinde terör ve siyasi cinayetlerle anarşiyi araç olarak kullanarak faşist askeri darbeler için ortam hazırlar ve bu suretle azgelişmiş ülke düzenlerinin emperyalist çıkarlara uyarlı şekle dönüştürülmesini sağlarlar.”

Tarih, Yarbay Talat Turhan’ı yanıltmadı. O günden sonra olaylar bir çığ gibi büyümeye başladı. Ve ilk hedeflerden biri, 1 Mayıs katliamının faillerini araştıran CHP lideri Bülent Ecevit oldu. 1 Mayıs katliamından tam 28 gün sonra kurşunların hedefinde bu kez Ecevit’ler vardı.
Bülent Ecevit kendisine yönelen namluyu tutan elin nasıl sır olarak kaldığını şöyle anlatıyor:

“29 Mayıs 1977’de Çiğli Havaalanı’nda açık bir suikast girişimine hedef olduk. Eşim ve ben, havaalanı içine getirilen parti otobüsüne binerken kalabalığın içinde şimdi rahmetli olan Mehmet İsvan bize yardımcı oluyordu, otobüsün kapısından kalabalığın içinden eşimle beni otobüse çekmeye çalışırken bir silah patladı ve arkadaşımız yaralandı. Hastaneye geldiğimizde Mehmet’in durumunun kötü olduğunu öğrendik, çünkü o zamana kadar varlığı bilinmeyen içi zehirli maddelerle, kimyasal maddelerle dolu bir küçük füzeden isabet aldığını öğrendim. Ve bazı emniyet görevlileri bu füzeyi doktorlardan almak istemişler ısrarla, fakat doktorlar vermemişler. Sonradan ben tabii o silahın izini sürmeye çalıştım, fakat aşılmaz engellerle karşılaştık. Ve o silahı kullandığı bilinen polis de serbest bırakıldı. Evvela böyle bir silahın Türkiye’de bulunmadığı söylendi. Biz aksini ispat edince ‘Var ama çok olağanüstü durumlarda özel izinle kullanılır’ dendi.”

1977’ye kadar bireysel saldırılar ve adam öldürmeler şeklinde gelişen olaylar 1978’den itibaren Kahramanmaraş katliamı gibi kitlesel saldırılara dönüştü. Ve hemen ardından da seçilmiş hedeflere yönelik, büyük suikastler başladı. Milliyet Başyazarı Abdi İpekçi, SBF Dekan Yardımcısı Prof. Ümit Yaşar Doğanay, İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Cavit Orhan Tütengil, TRT yapımcısı Ümit Kaftancıoğlu, MC döneminin bakanlarından MHP’li Gün Sazak, Maden-İş Genel Başkanı Kemal Türkler ve 12 Mart’ın Başbakanı Nihat Erim peş peşe öldürüldüler.
1978-80 arasındaki o üç yıl içinde Türkiye’nin kaderi değişti. 1978’e Ecevit hükümetinin barış ve değişim sloganlarıyla giren Türkiye, üç yılda faili meçhul cinayetler, vahşi saldırılar ve gözü kara suikastlarla bir askeri darbenin eşiğine gelmişti.
Sonraları çok aşina olacağımız bazı teşhisler ilk kez o günlerde söylenmeye başlandı. Sanki bir yerlerden bir işaret verilmiş ve bazı karanlık eller önceden yazılmış bir senaryoyu sahnelemeye başlamışlardı. Ama kimdi senaryoyu yazan?... Hangi karanlık eller hangi rollerde oynuyorlardı?...
İşte bugün “Devlet, Çatlı’yı 12 Eylül öncesinde de kullandı” açıklamasıyla bu sorular aydınlığa kavuşuyor.
Artık açığa çıkan bu bağlantıyı Doğu Perinçek açıklıyor:

“MİT’le bunlar arasındaki bağlantı artık resmen kabul edilmiş durumda. Bunlar kimler tarafından seçildi, kim tarafından eğitildi, tabii ki bunu önümüzdeki dönemde ortaya çıkarmak mümkün. NATO kavrayışı içerisinde kontrgerillanın yanında birtakım sivil yan örgütler oluyor. Bu bütün NATO ülkelerinde var. Yani yan örgütler dediğim, Ülkü Ocakları, TİT, ETKO, İntikam Tugayları, İslami Cihat gibi çeşitli ırkçı ve şeriatçı örgütler NATO tarafından bu şiddet eylemlerinde kullanılmak ve sivillerin örgütlenmesi için kurulmuş. Yani Ülkü Ocakları’nın tepesindeki adamlar, bizim Abdi İpekçi’lerimizi, Doğan Öz’lerimizi katletti. Bu adamlar Kahramanmaraş katliamlarında, Çorum katliamlarında başrollerdeydi.”