Einzelnen Beitrag anzeigen
  #2553  
Alt 31.03.2007, 15:06
unknown
 
Beiträge: n/a
Standard ARIADNE"NIN YAKINMASI /Nietzsche

Kim ısıtır, kim sever beni daha ?
Sıcak eller uzatın bana !
Yürek mangalları uzatın bana !
Vurulup düşürülmüş çırpına çırpına,
can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan,
sarsılmışım, ah ! Bilinmeyen ateşlerle yana yana,
sen peşimdesin, ey Düşünce !
Adlandırılamaz ! Açıklanamaz ! İğrenç !
Sen, ey bulutların ardındaki avcı !
Yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle,
sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan !
Yatıyorum öyle,
kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle
bütün sonsuz ezaların,
vurdun beni
sen ey zalim avcı,
sen ey tanınmaz - T a n r ı ...

Vur, daha derine vur !
Bir kez daha, haydi vur !
Kopar, parçala bu yüreği !
Niye bu işkence
körelmiş oklarla ?
Neye göz koydun böyle,
usanmadın mı bu insan işkencesinden,
acı vermekten haz duyan Tanrı şimşeği gözlerle ?
Öldürmek değil istediğin,
yalnızca eziyet, eziyet etmek mi ?
Bana - niye eziyet ediyorsun,
sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz Tanrı ?

Ha ha !
Usul usul sokuluyorsun
böylesi gece yarısında ?...
Ne istiyorsun ?
Konuş !
Üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni,
Ha ! Çok yaklaştın yanıma !
Soluğumu duyuyorsun,
yüreğimi dinliyorsun,
kıskanç seni !
- neden kıskanıyorsun beni ?
Git ! Defol !
O merdiven de niye ?
İçeri mi girmek istiyorsun,
yüreğime tırmanmak,
en mahrem
düşüncelerime tırmanmak ?
Utanmaz ! Tanınmaz ! Hırsız !
Ne çalmak istiyorsun ?
Ne gözetlemek istiyorsun ?
Ne işkencesi etmek istiyorsun ?
Sen ey işkenceci !
sen - Cellat - Tanrı !
Yoksa köpek gibi,
taklalar mı ataydım karşında ?
teslim mi olaydım, kendimden geçerek
sevginle - sırnaşarak ?

Boşuna !
Sürdür batırmanı !
Zalim diken !
köpek değilim - avınım yalnızca senin,
zalim avcı !
en gururlu esirinim,
en ey bulutların ardındaki haydut...
Konuş artık !
Ey şimşeklerin ardına gizlenen ! Tanınmaz ! konuş !
Ne istiyorsun, ey Eşkiya ... b e n d e n ?

Nasıl ?
Fidye mi ?
Ne istiyorsun fidye diye ?
Çok iste - böylesi yaraşır gururuma !
ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma !

Ha ha !
Beni - istiyorsun ha ? beni ?
herşeyimle beni ? ...
Ha ha !
Ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte,
gururumu kırıyorsun işkencenle ?
S e v g i ver bana - kim ısıtır ki beni daha ?
kim sever ki beni daha ?
sıcak eller uzat bana,
yürek mangalları uzat bana,
bana, yalnızların en yalnızına,
buzunu ver ah ! yedi kat donmuş buz,
düşmanları bile
düşmanları özlemeyi öğreten,
ver, evet, teslim et,
ey zalim düşman
bana - k e n d i n i !

Kaçıyor !
Bu kez o kaçıyor,
tek yoldaşım,
en büyük düşmanım, tanınmazım benim,
Cellat-Tanrım benim !...

Hayır !
gel geri !
bütün işkencelerinle birlikte geri gel !
Bütün gözyaşlarım
sana akıyor,
yüreğimin son alevi
seni aydınlatıyor.
Gel, geri gel,
tanınmaz Tanrım ! A c ı m benim !

son mutluluğum benim ! ...


_____________________________


Modern dönemde ateizmin yayılmasında ve taraftar bulmasında rol oynayan iki önemli düşünür daha
vardır. Bunlar Nietzche ve Sartre’dır. Kendi kültürlerine karşı isyankâr bir ruh yapısına sahip olan
bu düşünürler birtakım duygusal, moral ve varoluşsal gerekçelerle Tanrı’yı reddetmiş, geleneksel
(dinî ve ahlâkî) bütün değerleri yıkarak insanın özgürlüğüne dikkat çekmeye çalışmışlardır.
Söz konusu düşünürler özellikle hıristiyanlığın Tanrı anlayışına ve bu anlayış üzerine kurulan
ahlâkî yapıya karşı amansız bir mücadele vermiş ve inançsız yaşamayı ilke edinmişlerdir. Bu
düşünürlere göre hıristiyan ahlâkı da insanı küçültmüş ve özgürlüğünü kaybettirmiştir. Her iki
düşünürü de bunalımlı bir dünyanın ortaya çıkardığı bunalımlı insanlar olarak nitelemek mümkündür.

“Tanrı öldü O‘nu biz öldürdük” diyen Nietzsche bu ifadesiyle Tanrısız bir yaşam istediğini açığa
vurmuştur. Tanrı’nın ölmesi de ona göre insan zihnindeki Tanrı kavramının yok edilmesi ve çıkarılıp
atılması anlamına gelmektedir. Bu durumda insan, Nietzsche"ye göre, özgürlüğünü ve onurunu yeniden
kazanacak ve kendi özünü yine kendisi belirlemiş olacaktır.

Nietzche’den büyük çapta etkilenen Sartre da insanın özgürlüğü için Tanrı’nın yok olması gerektiğini
öne sürmüştür. Ona göre Tanrı varsa özgürlük yok demektir. Bu durumda insan kendi özünü oluşturma
imkân ve gücünden yoksun kalacaktır. Ona göre Tanrı var olmadığı için herhangi bir mutlak değerden
de bahsedilemez. Dolayısıyla insan kendi değerlerini ve kendi dünya görüşünü yine kendisi yaratmak
durumundadır. Dolayısıyla O dünyada kendi başına olup, yalnız kalmıştır. Bu nedenle o özgürlüğe
mahkûmdur. Özgürlük içerisinde de kendi özünü oluşturmak ve belirlemek zorundadır.

Gerek Nietzsche ve gerekse Sartre"ın fikirleri sadece Batı’da değil dünyanın değişik yerlerinde
büyük bir heyecan uyandırmıştır. Pek çok düşünüre cazip gelmiş ümitsizliğe, karamsarlığa ve bunalıma
düşmüş insanların tesellisi olmuştur. Ancak her iki düşünürün iddiaları Tanrı"nın varlığını
çürütmekten ziyade onun ahlâkî açıdan var olmaması gerektiği gibi bir ön kabulle yola çıkılarak
ileri sürülmüş haykırma ya da şikâyet türü şeylerdir. Muhatapları da hıristiyanlığın baskısından
bunalmış, sıkıntıya düşmüş ve arayış içerisindeki insanlar olmuştur. Ortaya koydukları şeyler de
sıradan insanların benimseyebileceği düşünceler olmaktan ziyade, uçlarda gezen ve aykırı davranan
kişilerin hoşuna gidecek olan düşüncelerdir.

Ayrıca Nietzsche ve Sartre"ın düşüncelerini doğrudan İslâmiyet’e yöneltilmiş bir eleştiri olarak da
düşünmemek gerekir. Çünkü her iki düşünürün de reddettiği Tanrı İslâmiyet"in Tanrı’sı değildir.
Görünen o ki bu düşünürler daha ziyade hıristiyanlık’la hesaplaşmaktadırlar.Bu kişiler Tanrı"nın
(İsa) trajik bir biçimde çarmıha gerildiği, insanların günahkâr doğduğu ve kiliseye gidip vaftiz
olmadıkça aklanamadığı, insanların günah işlediğinde (Ortaçağ"da görüldüğü gibi) acımasızca ateşe
atıldığı, ölümden sonra da cehennemle korkutulduğu bir kültürde yetişmişlerdir. Yıllar süren din
savaşlarının ve kilise baskısının altında ezilen bir toplumun fikrî özgürlüğünü seslendirmişlerdir.
Dolayısıyla böyle düşünürleri kendi şartları içerisinde anlamak ve değerlendirmek gerekmektedir.
Projelerini ve ideallerini de evrensel bir norm olarak düşünmemek gerekmektedir.

Söz konusu düşünürlerin fikirleri önemli olmakla birlikte onları dine (İslâmiyet) karşı
geliştirilmiş teorik itirazlar olarak görmek mümkün değildir. Bu kişilerin gözünde Tanrı, Tanrı
olmaktan çıkmış başka bir hüviyete bürünmüştür. Dolayısıyla ne bu kişileri ikna etmek ne de
zihinlerindeki kavramları kabullenmek mümkündür. Yapılabilecek en iyi şey onları kendi hallerine
bırakmak ve zaman içerisinde yanılmış olduklarını görmeyi beklemek olacaktır. Bu kişiler ahlâk
(özgürlük) ve erdemlilik adına Tanrı’yı inkâr etmişlerdir. Halbuki İslâmiyet’e göre Tanrı inancıyla
birlikte ahlâklı ve erdemli olmanın yolları sonuna kadar açılmıştır.

Gerek Kur’ân’a ve gerekse Peygamber"in yaşamına bakıldığında insanlara daima ahlâklı, rasyonel ve
kişilikli bir şahsiyete sahip olmalarının tavsiye edildiği görülecektir. Nitekim Tanrı insanı böyle
bir yetenekte yaratmış ve ahlâklı olma imkânlarını önümüze sunmuştur. Hangi şartta olursa olsun
erdemli yaşamanın ön koşulu bulunmamaktadır. Yani dini, dili, ırkı, sosyal statüsü, maddî durumu,
sağlığı, huzuru, ne olursa olsun herkesin uyması gereken birtakım insanî ve ahlâkî normlar
bulunmaktadır. İnsan olumsuz şartlarda dahi bu özelliğini korumalıdır. Dinin istediği budur.
Dolayısıyla ateistlerin iddiasının aksine dinin (İslâmiyet) ahlâk konusunda olumsuz bir rolü
bulunmamaktadır. Dini bu durumla itham etmekte dinî bilgisizliğin ve ideolojik bir tavrın sonucudur.


İster Batı’da olsun ister Doğu’da Tanrı"ya inandığı halde bazı insanların ahlâka aykırı tavır
sergilemeleri o kişilerin eksikliğidir. Bu durumdan Tanrı’yı sorumlu tutmak mümkün değildir.
Ahlâksızlığın kol gezdiği bir toplum yaşamına veya insanların zararına olan şeylere Tanrı"nın onay
vermesi mümkün değildir. Dolayısıyla bazı ekonomik ve sosyal sıkıntılardan dolayı insanların
ahlâksız olmaları veya içine düştükleri sıkıntıdan kurtulmak için Tanrı’yı reddetmeleri anlaşılır
değildir. Bu noktada ateistlerin ileri sürdüğü özgürlük ideali de sorumsuzluk, kuralsızlık,
dağınıklık ve kaos istemiyle eş anlamlı olacaktır.

İnsanın çoğu zaman duygusal bir varlık olduğu âşikârdır. Bu duygusallığın inanç, ahlâk ve bilim
konularına da yansıdığı ve dolayısıyla yanıltıcı olabileceği gözden kaçırılmamalıdır. Bu yüzden
birtakım hissi gerekçeler üzerine inançsızlığı inşa etmek, kişilerden ve bazı kurumlardan dolayı
Tanrı inancına karşı çıkmak doğru olmayacaktır. Kaldı ki böyle bir tavır insana mutluluk
kazandırmayacak, mevcut problemlerini de çözmeyecektir. Nitekim inançsızlığın yaygın olduğu yerlerde
insanların gerek ruhen ve gerekse sosyal açıdan mutlu olduklarını söylemek zordur. Kaldı ki o
insanların pek çoğu da artık inançsızlıkla ilgili hayal kırıklığını ve ümitsizliğini
gizlememektedir. Nitekim kendilerini inkârcı ideolojinin etkisinden kurtaranların pek çoğu Tanrı
sevgisinin ön plana çıktığı yeni bir yaşam biçimine yönelmiş ve dünyaya daha değişik bakmaya
başlamışlardır.

İslâm peygamberi görevinin birinci derecede ahlâkı kemale erdirmek olduğunu belirtmiştir. İnsanları
Tanrı inancına çağırırken onlara ön koşul olarak moral değerlere bağlılığı, iyi bir insan olmayı ve
kötü alışkanlıkların bırakılmasını telkin etmiştir. Bütün bunlara rağmen bazı insanların din adı
altında uygunsuz davranışlarına, ikiyüzlü, menfaatperest, ya da çıkar dolu eylemlerine
rastlanmaktadır. Elbetteki bunlar o insanların kişisel zaaflarıyla ilgilidir. Dolayısıyla insan
unsurundan kaynaklanan olumsuzlukların Tanrı’dan kaynaklandığını düşünmek ve dini eleştirmek büyük
bir haksızlıktır.


Yani Tanri Ölmedi

Ölen sadece Nietzsche :O)

Kimbilir belki TEIZM dersleri aliyordur Huzur-u KÜBRA da

)