Einzelnen Beitrag anzeigen
  #26321  
Alt 08.11.2005, 21:03
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Böyle bir yerde sen veya kizinin

bulunmasini istermidin Özsu???


OSMANLI’DA HAREM



Osmanlı İmparatorluğu üstüne yazı yazanlar mutlaka haremde ilgili de bir şeyler yazarlar. Çünkü harem oldukça renkli sayılacak bir konu. Harem yerli tarihçilerimizin olduğu kadar yabancı tarihçilerimizinde oldukça ilgisini çekmiştir.

Bundan yıllar önce Osmanlı İmparatorluğu’nun merkezi olan Topkapı Sarayı’nı geziyordum. Sıra Harem’e gelmişti. Harem’i gezmek isteyenleri rehber gurup, gurup gezdiriyordu. Harem’deki yaşam ile ilgili olarak ise çok dikkatli teknik bir dil kullanıyordu. Harem; Osmanlı padişahının hane halkının yaşadığı mekan diye tanıtıyordu. Padişah bu mekanda eşi ve çocukları ile birlikte yaşardı diye anlatıyordu. Günlük dilde de “Harem” demek o kişinin özel yaşam alanı anlamında kullanılıyor. Haremim denilince bana ait özel yer, yaşam anlatılmak isteniyor. Sözlüklerde de bu kelimenin karşıtı; “Harem; herkesin giremeyeceği yer.” Haremlik; “harem dairesi, evde harem kısmı, herkesin uluorta giremeyeceği yer” diye tanımlanıyor.

Ama sözkonusu “Osmanlı Harem”i olunca tarihçilerin yazdıklarına bakılırsa olay hiçte bu kadar masum değil. Zaten bu denli masum bir yaşam olsa idi. Konu üstüne yüzlerce kitap yazılamazdı. Ve hala yazılmaya devam edilemezdi.

Öyle ise konu ile ilgili ilk tanığımız dünyaca ünlü seyyahlardan, Hans Dernchwam’ın Seyahat Günlüğü’nden okuyalım: “…büyük kapının önünden geçerken iç tarafta kapıya uzak olmayan yerde bir kaç hadım haremağası görülür. Köpek çobanı gibi ellerinde sopalarla otururlar. Buradaki uygulamayı bilmeden bir kimse kapının önünde durup içeri bakarsa onu hemen yakalarlar…

Dünya’nın her tarafında Türkiye’ye getirilen kızların en güzelleri seçilip padişahın sarayına veya harem dairesine alınır. Bunlardan birkaç yüzü saraydaki odalarda mahpus gibi yaşarlar. Bunlara ilk önce Türkçe sonra müslüman adetlerince ibadet yapmaları v.s. öğretilir. Saray terbiyesi verilir.

Padişah harem dairesine geldiğinde bu masum Hıristiyan kızları onun önünde dizilirler. Sağa sola salına salına yürütülürler. Padişah bunlardan hangisini beğenirse ona bir kese içinde bin akçe atar. Bunun üstüne yaşlı kadın kızı hemen hamama götürür yıkatır, taratır. Padişah’ın yatağı için hazırlar. Haremağaları da o akşam onu padişaha götürürler…Hamile kalmayan kızlar padişahla bir daha temas etmez. Bunlar herhangi bir paşa, sipahi veya çavuş ile v.s. evlendirilir.”(1)

Görüldüğü gibi OsmanlıHaremi’ndeki yaşam masum bir aile yaşamının sınırlarını çok aşan bir yaşam biçimidir. Bir başka Osmanlı tarihçisi Lamartin bakın haremin masraflarının karşılanması ile ilgili olarak neler yazmış: “…Harem, padişahı öteki bütün işlerinden daha fazla meşgul ediyordu. Kadınlar, kokular ve kürkler yeryüzünde yarattığı cennetin en başta gelen zevkleriydi.

Annesi, vezirleri, paşaları ve gözdeleri Sultan İbrahim’e kadın güzelliğinin kaynağı İtalya, Kafkasya, İran, Lehistan gibi ülkelerden cariyeler yetiştirmekte zorluk çekiyorlardı. Durmadan sarayın kazanında kaynayan Arabistan’ın en güzel ve en tahrik edici kokuları, bütün Asya’da güzel kokuların fiyatlarını artırmıştı. Haremde halı ve elbise niyetine kullanılan samur kürklerin fiyatı ise her zamanki fiyatının on katına çıkmış… Samur kürküne düşkünlüğü nedeniyle Sultan İbrahim’in saltanat dönemine “Samur Devri” denilmiştir…

Kalabalık haremdeki kadınların süsü için yaptığı harcamaları hazine karşılayamadığı için Ceneviz ve Venedik gemilerinin önü kesilip yüklerine el koymak için adamlarını görevlendiriyordu.(2)

Sultan İbrahim cinsel fantazilerini o denli geliştirirki normal boyutlardaki cariyeler arzularını tatmin etmez. Yardımcılarından iri boyutlu kadınlar bulmasını ister. Bu istemi Lamartine şöyle yazıyor”

“Sultan İbrahim artık doğa üstü şeyler arıyordu. Bütün beden ölçüleri haddinden fazla büyük olan bir cariye bulunmasını buyurmuştu. Kaya Hatun’un adamları Asya’nın İsviçre’si sayılan Ermenistan’da istedikleri gibi bir kız buldular. Sultan İbrahim bu doğa üstü yaratığa öğle delicesine bağlandıki bütün Haseki Sultanlar ile Kösem Sultan’ın bile padişah üzerindeki etkileri tehlikeye girmesinden derin kayguya düştüler.”(3)

Osmanlı padişahlarının masum harem hayatlarının olmadığı ortada. Yoksa Osmanlı tarihçileri bu denli cinsel fantazi üretemezlerdi. Ya da tüm yazılanlar yalan olamaz. Bakın bu konuda bir Türk tarihçimiz, M. Çağatay Uluçay ne yazıyor”(4)

“Gelmiş geçmiş Osmanlı padişahları içinde en çok kadına düşkün olanı 3. Murat’tır. Hükümdarlığının ilk zamanlarında eşi Safiye Sultan’a bağlı kaldı. Fakat annesi ve kızkardeşlerinin teşvikiyle güzel cariyelerle düşüp kalkmaya başladı. Denildiğine göre hasekilerinin sayısı kırkı aşmıştı. 3 Murat, saraydaki kadınlarla yetinmeyerek dışardaki kız ve kadınlarla da münasebette bulunarak çok aşırı hareketlerde bulunmuştur. Bu sebeple hayatta iken 100 ile 130 arasında çocuğu vardı. Bunlardan çoğu kendisi hayatta iken öldü. Ölümünden sonra 19 erkek 30 kız çocuğu kaldı.”

Bu yaşam biçimine masum-sade bir harem yaşamı denebilir mi? Sultan İbrahim bir cariyesine Şam Eyaleti’nin gelirini veriyor. 3. Murat’ın annesi Nurbanu oğluna günde bir bakire kız takdim ediyor. Amacı ise diğer kadınların etki alanından padişahı kurtarmak ve kendi dediğini yaptırmak.

Osmanlı tarihçisi Reşat Ekrem Koçu(5); “Sultan Ahmet’in haremi hümayumunda hepsi güzellikte yekta yediyüzden fazla (evet yanlış okumadınız yediyüzden fazla) müstefrişe cariyenin toplanmasına bunlar arasında padişahı aşırı derecede meşgul eden Gülbeyaz, Gülnar ve Afifi gibi harem yıldızının parlamasına mani olamadı.”

Yediyüzden fazla kadının hemde Dünya’nın değişik ülkelerinden devşirilmiş kadının yani cariyenin sadece Padişahın seyretmesi için toplandığını iddia edemeyiz. Bu gerçek kendini en çarpıcı biçimde padişahların taht değişimi sırasında görülmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda padişahlık soy yolu ile babadan oğula geçer. Herhangi bir nedenle padişah ölürse onun yerine varsa en büyük oğlu ya da büyük kardeşi tahta çıkar. Tabii taht için yıllardır süren büyük bir kavga verilmektedir.

Babası öldükten sonra yerine geçecek olan büyük erkek çocuk tahta oturur oturmaz önce potansiyel rakiplerini halleder. İlk iş olarak taht için tehlike arzedecek amcaları hayatta ise onları ve erkek kardeşlerini öldürür ya da hapseder. Ama hapis kesin yol olmadığı için çoğu kez kardeşleri ve amcaları öldürmek kural olmuştur.

Bu işin yolu Harem’den geçer. Tahta çıkan Padişa’nın babasının Harem’inde üç gurup kadın vardır. Bunlardan birinci guruptakiler babasından çocuğu olan kadınlar. Onların çocuklarını öldürmek sureti ile hayatları bağışlanır ve kendileri rüşvet karşılığı Osmanlı sarayında görevli çeşitli üst rütbeli kişilerle evlendirilir. İkinci guruptaki kadınlar babasından yani padişahtan hamile olan kadınlardır. Bunların doğumu beklenmez. Bir gece çuvallanarak Sarayburnu’ndan denize atılarak boğdurulmak sureti ile çocuk ve hamile annenin yaşamına son verilir.

Harem’deki üçüncü gurup kadınlar ise; Padişah ile ya da yeni padişahın babası ile birlikte olup hamile kalamayan cariyeler ile daha Padişah ile birlikte olmak için sıra bekleyen cariyelerdir. Bunlarda devlet hazinesinden verilen rüşvetlerle saraydaki çeşitli üst rütbeli memurlarla evlendirilerek harem boşaltılmış olur.

Böylece tahta oturan padişah; hem taht varislerini hemde Harem’deki babasının çocuk doğurmuş, hamile olan ve potansiyel çocuk doğuracak kadınlarını saraydan uzaklaştırmış olur. Yani Harem’i yeni padişah boşaltır. Tabi Harem boşaldıktan sonra sıra bu seferde yeni padişah için Harem’i cariyelerle doldurmaya gelir. Ve bu iş böyle devam eder. İşte Osmanlı’nın Harem hayatı. Görüldüğü gibi padişahların Harem yaşamı hiçte masum bir Harem yaşamı sayılamaz.

Tabii, saray adeta padişah ailesinin erkeklerinden temizlenip meydan kadınlara daha doğrusu Valide sultanlara kalınca bu kez Taht üstünde etkili olabilmek ve Saray’ın nimetlerinden Sürgit faydalanmak için bu kezde kıran kırana bir Valide Sultanlar Savaşı alıp yürür. Ve çoğu kez de Osmanlı tarihi’nde sıkça rastlanıldığı gibi Validesultanlar çocukları yani Padişahlar üstünde oldukça söz sahibide olmuşlardır.

1) Hans Dernchwam, İstanbul veAnadolu’da Seyahat Günlüğü S.183-189

2) Alponse de Lamartine, Osmanlı Tarihi C.2. S. 671

3) Alponse de lamartine, Osmanlı Tarihi C. 2 S. 671

4) M. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları veKızları S. 43

5) Reşat Ekrem Koçu, Osmanlı Padişahları S. 244.