Einzelnen Beitrag anzeigen
  #1  
Alt 25.09.2009, 13:34
Benutzerbild von NadirKacan
NadirKacan NadirKacan ist offline
Erfahrener Benutzer
 
Registriert seit: 11.07.2009
Beiträge: 215
Standard Türkler gibi eglenmek

TÜRKLER GİBİ EĞLENMEK

Almanya'dan gazeteci bir dostum aradı. Bir meslektaşımızın Ankara'ya
geleceğini ve Türkiye-AB ilişkileri konusunda bir makale yazacağını söyledi.
Gelecek arkadaş Türkiye'nin katılımına sıcak bakıyormuş. Benim adımı,
telefonumu vermiş, yardımcı olmamı istiyormuş. Kabûl ettim. Neticede bir
yerde memlekete hizmet durumu.

Ertesi gün aradı, buluştuk. Bir yerde oturduk bir-iki fincan çay içtik.
Nereye gitmek istediğini sordum. "Kocatepe Camii" dedi. "Niye", diye sordum.
"Sen Müslüman mısın?". Değilmiş, ama merak ediyormuş. Neyse gittik. Bana
kubbenin çapından, avizenin ağırlığını, toplam kapalı alanın
metrekaresinden, avlunun kapasitesine kadar sorular sordu. Önce soruyu
soruyordu, ondan sonra cevâbını veriyordu.

Sonra akşam oldu. "Türkler gibi eğlenmek istiyorum" dedi. "Siz nasıl
eğleniyorsanız, bir akşamı nasıl geçiriyorsanız, tam öyle". "Yahu yapma"
dedim, "bünyen kaldırmaz" dedim, dinletemedim. Eh, artık keyfi bilir. O
yıllarda Ankara' da benim en sık uğradığım mekânların başında Sembol
Tanju'nun Neyzen'i vardı. Beraber Neyzen'e gittik.

Önce dekorasyondan büyülendi. Hatta not defterini çıkardı, ufak tefek
eskizlerini çizdi. Derken ney taksim başladı. Çok şaşırdı; "Bu dini bir
enstrüman değil mi? Dini müzik çalıyor. Burası dindarların devâm ettiği bir
lokanta mı" diye sordu. "Boşver" dedim, "takıl".

Neyden sonra ise -Neyzen'de adet olduğu üzre- aryalar okunmaya başlandı.
Misafirim biraz daha şaşırdı. "Sizde" dedi, "dinî müzik dinleyen, opera da
dinliyor mu?". "Sizde dinlemez mi" diye sordum, aklı karıştı. Bu arada
hayret içinde masaya yığılmaya başlayan mezelere, masalardan masalara
yapılan rakı-meze ikramlarına bakıyordu. "Burada herkes birbirini tanır
mı"diye sordu, "yoo, yahu boşver, sen takılmana bak" dedim.

Aryalar bittiğinde ise sıra popüler şarkılara geldi. Benden sözlerini
çevirmemi istedi. Bir-iki şarkı sonra not defteri yeniden çıktı ve deli gibi
not tutmaya ve soru sormaya başladı.Alevi türküsü okununca, "burası
Alevilerin yeri mi?", Dokuz sekiz çalınca, "buraya Çingeneler mi geliyor",
Ege türküsü okununca "buradakiler efeleri neden destekliyor?" diye sorular
sordu durdu. Arada bir de "bu müziklerden birini dinleyen ötekileri de
dinliyor mu" diye sordu, daha da neler neler;

-Şu Urfa'nın etrafı dumanlı dağlar

- Buraya Urfalılar mı geliyor?

- Hayır.


- Lörke, lörke, lülülülü

- Burası Kürtlerin mi?

- Hayır

Bunlara anlam vermeye çalışırken, önce "Çiao Bella" sonra da "Venseremos"
çalınca birden ciddileşti.

-Bana istediğini söyle, ama ben bunun Şili Komünist Partisi marşı olduğunu
biliyorum.

-Doğru, öyle zâten.

-Burası Komünistlerin mi?

-Şöyle bir çevrene bak, öyle mi görünüyor?

-.

Hayatında peçetenin sadece ağız silmek için olduğunu zanneden ve çatal-kaşık
ile tabağa vurarak hiç bateri çalmamış bu arkadaş, sandalyelere çıkanlardan
da önce biraz korktu. Sonra onun da içi gitti, fark ettim, ama bir şey
söylemedim.

Mezeler bitip, balıklar geldiğinde ise fena afalladı. Önce "biz yemek yedik
ya" dedi, sonra "ama ben doydum" dedi, fakat ben "madem Türk gibi
eğleneceksin, bunu da yemelisin" deyince, pek itiraz edemedi. Bu arada ben
de şarkıları türküleri çevirmeye devâm ediyordum. Ben çeviriyordum, o dehşet
içinde bana bakıyordu, sonra bir soru soruyordu, ben de cevâp vermeye
çalışıyordum;

-Yaslan dağın yamacına Halil İbrahim.

-İbrahim kim? Meşhur birisi mi?

-Ben ne bileyim.

-Herkes alkışlıyor, onlar mı tanıyor?

-Bilmem. Yahu, güzel bir türkü işte, takılmaya bak.


-Düşman galip geldi haklayamadım, döküldü cephanelerim toplayamadım.

-Bu, kahramanlık türküsü mü?

-Hayır, eşkıya türküsü.

-Bu eşkiyalar politik mi?

-Yok be, bayağı eşkiya. Bizde eşkiyaya türkü yakarlar.

-Peki şu kızla adam niye romantik romantik dansediyor.

-Şarkı güzel.

-Ben bunu anlamıyorum. Yani aşk, düşman, cephane?

-Boş ver işte, takıl.


-Vur hançeri kadınım ben öleyim.

-Neden kadınının onu bıçaklamasını istiyor?

-Çok seviyor.

-Seviyorsa evlensinler.

-Evlenemezler.

-Niye?

-Dedim ya, birbirini çok seviyorlar.


-Kanım aksın ki, terk etmem seni.

-Neden kanı akıyor, kaza mı geçirmiş?

-Yok canım. Yani o kadar çok seviyor. Seni terk edersem öleyim diyor.

-Biraz garip.

-Yahu boşver, sen takıl.


Bir-iki şarkı daha dinledi. Sonra patladı;


-Yahu sizde bütün şarkılar aşk ve ölümle ilgili.

-Evet, ne olmuş. Hayat da öyle. Başka ne var ki?

-Doğru aslında. Ama biraz garip değil mi?

-Ne yapacaktık, çayıra çimene şarkı mı yazacaktık? Biz bu kadarını
yapabiliyoruz.

-Yanlış anlama. Hepsinin de sözleri çok güzel.

-Sorun ne?

-Bilemiyorum.

Bütün masalar ağzı kulaklarında hoplaya-zıplaya "sürünüyorum" diye göbek
atarken, yüzünü görmeliydiniz. Sonra Çile Bülbülüm çalınca, bu defa komaya
girdi.

- Bu şarkıda Allah diyorsunuz.

- Evet, deriz.

- Ama Allah deyip rakı içiyorsunuz.

- Ne olmuş, içeriz.

- Yanılıyorsam, lütfen düzelt. İslâm'da alkol günahtır.

- Doğru.

- O zaman neden yapıyorsunuz?

- Güzel oluyor. Sana bir sır vereyim mi? Bugün müzede gördüğün heykeller
varya, dün burada onlar içiyordu. Allah deyip, rakı içtikleri için taş
oldular. Garsonlar onları gizlice müzeye taşıdı.

- .

- Yahu şaka, gevşe biraz. Sen takılmana bak.

10. Yıl marşı başlayıp, bütün masalar tempo tutunca ise manası Türkçe'de
aşağı-yukarı "oha" olan bir lâf etti. En çok da Onuncu Yıl Marşı eşliğinde
tren yapılmasını yadırgadı. Önce kısık bir sesle "burası emekli subayların
lokantası mı" diye sordu. Nasıl baktıysam, "boşver" dedi, "takılalım".

Bir de bir Arap bir de Yunan şarkısı çalınca tümden aklı karıştı.

-Siz Yunanları seviyor musunuz?

-Arada bir.

-Ama Yunan şarkısı dinliyorsunuz?

-Arada bir işte.

-O demin söylenen Arapça şarkı ne diyor?

-Ne bileyim ben.

-Yunanca şarkının sözleri ne?

-Yahu nereden bileyim?

-O zaman neden dinliyorsunuz?

-Güzel oluyor. İlla anlamak mı lâzım.

- .

Bir Azerî türküsünü de tercüme edince, "buradaki herkes Azerice biliyor öyle
mi?" diye sordu, ama artık ben de de cevâp verecek takat kalmamıştı.

Onun bu kültür şoku üç-dört saat sürdü. Sonra kalkmak istedi, yorulmuştu.
"Yahu olur mu" dedim, "daha çorba içeceğiz". Bana çok garip baktı, "ama
yemek yemiştik. Yemekten sonra da balık yemiştik. Rakının üzerine nedense
bira da içtik. Üstelik o kadar yemeğin üzerine sıcak helva da yedik, sonra
bir de meyve yedik. Onun da üzerine kuru yemiş yedik. Kahve de içtik".

"Olmaz", dedim. "Şimdi de çorba içeceğiz. Devâmında da dürüm yiyeceğiz.
Türkler gibi eğlenmek istemiyor muydun?" Boynunu büktü. Bir şey söylemedi.
Oradan bir dürümcüye gittik. Mercimek çorbası, birer porsiyon soslu-soğanlı
dürüm. Ben "keşke başka çorba içseydik" deyip, keyifle, şırdan tuzlama, paça
ve işkembeyi anlatmaya başladım, ama yüzünü ekşiterek eliyle "ne olur sus"
gibisinden bir hareket yaptı. Onu pek anlamadım.

Yolda bana baktı, baktı sonra; "biliyor musun?" dedi, "biz Almanlar da
aslında eğleniriz".

"Ne yaparsınız" diye sordum, "uzun masalarda yan yana oturup, bira içerek,
sallandığınızı biliyorum. Bir de bizde ilkokulda deve-cüce diye bir oyun
vardır. Galiba onu da oynuyorsunuz" dedim. O bir şey demedi.

Biraz sonra "biraz fark olacak tabii, siz Akdeniz milletisiniz" dedi. Ben de
"tam değil" dedim. "Aslında aynı zamanda Kafkasyalı, Orta Asyalı, Orta
Doğulu, Avrupalı, Balkanlı ve Egeli, Karadenizli'yiz" dedim.

"Haydi" dedim. Sevinçle "otele mi gidiyoruz" dedi. "Yoo" dedim, "Gölbaşına.
Orada göl var. Şimdi yola çıkarsak, şafak sökerken orada oluruz. Güneş
doğarken rakı içeceğiz". Bana garip garip baktı, "ondan sonra otele
dönebilir miyim" diye sordu.

Kahvaltı saatinde oteline bıraktım. Öğleyin yeniden buluştuk. Ne kahvaltıda
ne de öğle yemeğinde hiçbir şey yememiş. Sadece soda içmiş. "Keşke
kahvaltıda benim bildiğim bir yer var, oraya gitseydik. Sucuklu yumurta
yerdik" diyecektim, vazgeçtim. "Sakın Türkleri AB'ye sokmayın" diye bir yazı
yazmış. Çok şaşırdım, "bana senin Türkiye'nin AB'ye girmesini istediğini
söylemişlerdi" dedim. "Öyleydi" dedi, "ama o zaman daha Türkiye'ye
gelmemiştim" dedi. "Türkiye'yi sevmedin mi" diye sordum.

"Bayıldım" dedi, "harika bir ülke" dedi, "ama AB'ye girerseniz, hem siz
bozulursunuz hem de biz bozuluruz" dedi. Çünkü biz zâten dominan
kültürmüşüz. AB'ye girersek, on sene sonra Fransızlar, Almanlar
"sürünüyorum" diye göbek atmaya, yeni nesil "kadınım bıçakla beni, seni çok
seviyorum" diye ilân-ı aşk etmeye başlarmış.

"Şu Ren'in suyu akar delidir oy, oy, oy" gibi, "yaslan dağın yamacına Hans
Peter'im" gibi, "Münih'in etrafı dumanlı dağlar" gibi filân işte.

Ayrıca bütün Avrupa obez olurmuş. Kimse de sabah işe zamanında
yetişemezmiş."Bir nasıl bozuluruz" diye sordum, "size" dedi, "AB'de bunların
yarısını yaptırmazlar" dedi.

Aman neyse boşverin, biz takılalım. O da artık takılıyor zâten.