Einzelnen Beitrag anzeigen
  #3  
Alt 30.05.2014, 01:45
Benutzerbild von turkogluturkiye
turkogluturkiye turkogluturkiye ist offline
Erfahrener Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 246
Standard

Mesela; Hidayet Allah’ın elindedir. Bu nedenle ey insan, sakın, Allah’ın dinini tebliğ ettiğinde, karşı çıkanlar, inkâr edenler, hatta küfür ederek hakaret edenler olursa, telaşlanma, sakinliğini, dinginliğini bozma. Onları Rabbine havale et. Sen tebliğini yaparak görevini tamamladın. Hidayet senin elinde değil. Hidayet Rabbinin elindedir. Hidayet Rabbin ile tebliğ ettiğin insan arasında bir ilişki. Oraya girme, hidayete karışma. Eğer hidayete karışırsan, tebliğin sonucunda inanmayan kişilere karşı hınç besler, dengeni bozarsın. İç barışın, huzurun, esenliğin kaybolur. Şimdi düşünün, bu özü kabul eden birinin artık kendi içinde savaşı yoktur. Çünkü tebliğ ettiği dinin sahibi Allah, sen görevini yap, gerisine karışma demiştir. O zaman tebliğ edenle, tebliğ ettiği kişinin arasında herhangi bir sorun kalmamıştır. Tebliğ eden görevini yapmış, işini bitirmiştir. Tabi görevini usvetül hasene, yani en güzel üslupla, bilgiyle yapmasıyla görevini gereği gibi yerine getirmiş olacaktır. Dan dun mantığıyla yapılan tebliğin hiçbir anlamı yoktur. Ayrıca tebliğ eden kişinin inancı, söyledikleri hayatında yoksa da bir anlamı yoktur. Zira tebliğ sadece sözle Allah’ın dinini insanlara açıklamak değil, aynı zamanda bizzat Müslüman’ın hayatında yaşayarak göstermesidir.

Mesela; zafer, fetih, başarı gibi olgular Allah’ın elindedir. Allah bütün bunları kendisinin insanlara bir nimet olarak verdiğini beyan eder. Zafer, fetih, başarı gibi olgular insanın elinde değildir. Bir Müslüman ne kadar kendisini, zafere, fethe, başarıya odaklasa da, Allah nimet olarak sunmadıktan sonra gerçekleşmez. Tabi bir Müslüman görevlerini yerine getirecektir. Ancak görevlerini yerine getirirken, başarmak, zafere ulaşmak, fetihlerde bulanmak gibi niyetleri, bunların gerçekleşmesine yaramayacaktır. Müslüman bu bilgi, bu bilinçte olmalıdır. Müslüman olarak, bunlar için çalışacak ama bunların kendi elinde olmadığını bilecek, sonuçları Allah’a bırakacaktır. Eğer Müslüman bu olguları Allah’a bırakmaz ise, kendisini barışa, zafere, fethe şartlayacak, neticeye ulaşamadıkça da, aklında, beyninde, kalbinde, benliğinde savaş vermeye başlayacaktır. Hâlbuki Müslüman barışa, huzura, esenliğe ulaşandır. Onun için Allah insanın elinden, zaferi, fethi, başarıyı almıştır. Böylece insan bunlar için, aklını, hırsını, azmini öne çıkararak, barışını, huzurunu, esenliğini bozmayacaktır. Müslüman’a düşen görev bütün dikkatiyle Allah’ın gönderdiği emirleri yerine getirmek olacaktır.

Nüzul sırasına göre 110. Sırada, rivayetlere göre Mekke’nin fethi sırasında gelen Nasr suresi bize bazı gerçekleri hatırlatıyor. “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O tövbeleri çok kabul edendir”

Rivayetlere göre Mekke’nin fethi sırasında surenin geldiğinden söz etmiştik. Mekke’nin fethini tarihi bilgilerden hatırlayınız. Müslümanlar o güne kadar topladığından daha çok büyük bir orduyla Mekke’ye doğru yürümüştür. Ama öyle ki, Mekke’nin kuzeyinden, güneyinden, doğusundan, batısından gelen Müslümanlar, bölük, bölük Mekke’ye doğru yaklaşmaktadırlar. Resulün çağrısı bütün Arabistan’ı harekete geçirmiştir. Mekke’de bulunan Kâbe Allah izin verirse, artık putlardan temizlenecektir. Müslümanlar kararlı bir şekilde Mekke’ye doğru yürüyorlar. Bu yürüyüşün özü, Arabistan’ın kalbi Mekke, Mekke’nin kalbi Kâbe’nin özgürlüğe ulaştırılması, şirkten kurtarılmasıdır. Böylece Peygamberin Mekke’de başlayan tebliği, sürgünü, devlet kuruşu, Mekke’nin fethiyle anlam kazanacaktır. Bu niyetlerle, bu azimle bütün Müslümanlar hareket halindedirler. Mekke’nin o dönemdeki reisi Ebu Süfyan Müslümanların Mekke’ye doğru hareket ettiklerini öğrenince, Müslümanların ordusunu izlemeye çıkmıştır. Gördüğü manzara dehşet vericidir. Müslümanlar Mekke’yi çember içine almışlardır. Artık Mekkelilerin kaçacakları bir yer yoktur. Mekke’yi kuşatan ordunun sayısını bilen yok. Müslüman ordusu yolda iken, henüz Müslüman olmayan bazı Arap toplulukları da İslam’a girerek orduya katılıyorlar. Rivayetlere göre Mekke’nin etrafını çeviren Müslüman ordusu dört kısma ayrılmış. Mekke’yi her yönden muhasaraya almıştır. Bir gece bir anda on bin ateş yaktılar. Ortalık sanki gündüz gibiydi. Mekke aydınlanmış, insanlar şaşkınlıkla etrafını saran Müslüman ordusunu Mekke’nin yüksek evlerinden seyrediyorlardı. Zaten Mekke’nin nüfusu neydi ki? Yaklaşık on bin civarında olan Mekke nüfusu Müslümanlara açtığı savaşlar sonucunda bir hayli azalmıştı. Bedir, Uhut, Hendek savaşları Mekkelileri hüsrana uğratmış. Müslümanlar gittikçe çoğalırken putperest Araplar gittikçe azalmışlardı. Mekke’nin etrafında on bin ateş yakan Müslümanlar, Mekke’de yaşayan insanlardan çok fazlaydı. Kaldı ki, Mekke’nin nüfusunun içinde kadınlar, yaşlılar, çocuklar vardı. Savaş için asker çıkarmaya çalışsalar belki iki bin kişi bulamayacaklardı. Ama etraflarını saran Müslümanlar on binleri aşmıştı. İçlerinde kadınlar, çocuklar, yaşlılar yoktu.