Einzelnen Beitrag anzeigen
  #11  
Alt 04.06.2014, 22:56
Benutzerbild von turkogluturkiye
turkogluturkiye turkogluturkiye ist gerade online
Erfahrener Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 246
Standard Din ve mezhep savaşlar

Din ve mezhep savaşları
“Din savaşları”nı tanımlamak gerekirse, kısaca bir din adına başka din müntesiplerine karşı savaş açmak demektir.

Savaşın amacı, 1) Bir dinin batıl, zararlı ve tehlikeli addedilmesi; 2) Müntesiplerinin bu dinden dolayı suçlu/sapkın görülmesi; 3) Onlara dinlerine göre kendilerini ifade etme ve inançlarını yaşama hakkının tanınmaması; 4) İnançlarından vazgeçmedikleri için güç kullanılarak baskı altına alınması, bulundukları yerden sürülmesi veya savaş yoluyla öldürülmesidir.

Kadim zamanlarda bunun örnekleri olsa bile, bildiğimiz tarihte Romalıların ve Hıristiyanların Yahudilere uyguladığı baskılar ve katliamlar ile Hıristiyan dünyanın Endülüs’te Müslümanlara reva gördüğü katliam -ki tarihçiler üç milyon Müslüman’ın öldürüldüğünü ve hatta dört göbeğe kadar Hıristiyan kökenden gelmeyen Müslümanlara Hıristiyan olma hakkının dahi tanınmadığını yazıyorlar- din savaşlarına somut örneklerdir.

Nazilerin Yahudilere uyguladığı soykırım ve Amerika’da ırkçı beyazların siyahlara reva gördüğü kötü muamele “din savaşları”ndan çok “ırkçılık” olarak görülebilir. Zira Nazilerin hareket noktasını doğrudan “din/Hıristiyanlık” teşkil etmiyordu; ırk/etnik saiklerle Yahudileri, soyları imha edilmesi gereken insanlar olarak görüyorlardı. Beyaz ırkçıların gözünde zencilerin durumu da öyleydi. Meşhur sloganları şuydu: “En iyi zenci ölü zencidir.”

“Mezhep savaşları”nı ise, bir dinin içinde o dinin kaynaklarından hareketle farklı yorumların sebep olduğu savaşlar olarak tanımlayabiliriz. Bunun en trajik olanı yine Avrupa’nın yakın tarihinde müşahede ettiğimiz Katolikler ile Protestanlar arasında vuku bulan savaşlardır. Bu savaşlar uzun yıllar sürmüş ve Avrupa nüfusunun üçte birinin zayi olmasına sebep olmuştur.

Mezhep savaşlarında zemin ortak bir dindir. Dinin ana referanslarından hareketle yorumlar yapılır, yorumlar farklılaşır ve farklılaşan yorumlara göre dinî pratik hakkı istenir. Eğer bu talep ve teşebbüs kelami epistemoloji çerçevesinde bir cevaz bulabiliyorsa, o dinde tanım gereği çoğulculuk vardır ve her dinî yorum ve bu yoruma göre yaşamak isteyen mezhep müntesipleri kendilerini ifade etme, pratiklerini gerçekleştirme hak ve özgürlüğüne sahiptir. Böyle bir kelami zeminde mezhep çatışması ortaya çıkmaz, farklı mezhepler bir arada veya duruma göre yan yana ya da en azından çatışmaya girmeden yaşar.

Fakat bu, mezheplerden hareketle askerî savaşların, politik mücadelelerin ve çıkar çekişmelerinin olmayacağı anlamına gelmez. Bu tür çatışma, mücadele ve çekişmelerde mezhep “etkileyici faktör”dür, bir bakıma mezhep meşruiyet zeminin sağlanması için araçsallaştırılmıştır; başka bir ifadeyle mezhep maskesini takanların niyeti mezheplerinin içtihatlarını ve pratiklerini kendi hatırına diğerlerine kabul ettirip onları saf doğruluğa sevk etmek değil; politik mücadelede üstünlük sağlamak, çıkar temin etmektir.

İslam tarihinde yukarıda çizdiğimiz çerçevede, yani kendi hatırına saf mezhep çatışması vuku bulmamıştır. İslam’ın iki ana yorumu Sünnilik ve Şiilik’tir. İkisi de Ehl-i Kıble’dir, Kur’an ve Sünnet’i referans almakta; kelam ve fıkıh alanında kendi aralarında farklılaşmalar kaydetmektedirler. Ama bu, ne Sünnilerin Şiilere, ne Şiilerin Sünnilere baskı kurmasına meşru gerekçe teşkil etmez. Sünnilik içinde iki büyük itikat mezhebi vardır: Eş’arilik ve Maturidilik. Fıkıh mezhepleri de Hanefilik, Şafiilik, Hanbelilik ve Malikiliktir. Bu mezhepler arasında da çatışmaya temel teşkil edecek hiçbir faktör yoktur ve olmamıştır da. Son Antalya toplantısında, Diyanet, Aleviliğin İslam içi olduğunu beyan etmiştir. Zeydilik ve çok az müntesibi olan İbadilik rahatlıkla varlıklarını devam ettirebilmekte, büyük çoğunluk tarafından saygı görmektedirler. Hatta Şia’nın gulat fırkaları da bugün için herhangi bir çatışmaya sebep değildirler.

Durum bu merkezde iken, Irak’taki çatışmaları salt mezhep farklılığına dayandırmanın ikna edici bir yanı yoktur. Kaldı ki başta Ayetullah Sistani, Ayetullah Ali Hameney, Abdülaziz el Hekim, Mukteda es Sadr ve Sünni ulema bu çatışmalara karşı çıktılar; hangi mezhepten olursa olsun Müslümanların birbirlerine karşı silah kullanamayacaklarını, bunun haram olduğunu açık bir dille ifade ettiler. Demek ki ortada başka şeyler söz konusudur.

Ali Bulaç