Einzelnen Beitrag anzeigen
  #958  
Alt 05.12.2007, 22:26
Benutzerbild von rebellerisch20
rebellerisch20 rebellerisch20 ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard ITHAL TÜRBANIN KISA TARIHI

İthal türbanın kısa tarihi
Murat Bardakçı yazdı..



Tarhan Erdem’in yaptığı bir araştırmanın sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte, türban yeniden gündemimizin ilk sıralarına yerleşti.


Önce peşinen söyleyeyim: Kimsenin ne giydiğine karışmak gibisinden bir âdetim yoktur, herkesin canı istediği gibi giyinmekte serbest olması gerektiğine inanırım ama türbana, daha doğrusu bugün “türban” dediğimiz örtünme biçimine içim maalesef bir türlü ısınamıyor.


Zira, bu model bana yaratıcılıktan ve estetikten uzak geliyor. Örtünme konusunda asırlar boyunca zarif bir çizgide kendi modasını kendisi yaratmış olan Türk kadınını,n bizde bundan 25-30 sene öncesine kadar vârolmamış bir örtüye bürünerek giyimde estetik deformasyon yaratması hem göz zevkimi, hem de hissiyatımı artık maalesef rahatsız ediyor.


Merak edenler için, “türban” sözünün nereden geldiğini anlatayım: Bu kavram, 18. asrın sonlarında Fransa’da, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paris elçisi Moralı Esseyid Ali Efendi’nin sarığının Fransız hanımlara verdiği ilhamla ortaya çıktı.
Paris sosyetesi, şıklığıyla dillere destan olan Osmanlı elçisini davet edebilmek için birbiriyle yarışır olmuştu. Ali Efendi davetleri hiç reddetmiyordu, hanımlara karşı gösterdiği nezaket dillerdeydi ve hanımlar, Ali Efendi’nin başındaki sarığına, elindeki çubuğuna, yürümesine ve etrafı selâmlamasına hayrandılar.
Derken, Parisli hanımlar 1790’ların sonunda Ali Efendi’nin sarığına benzer şapkalar takmaya, saçlarını kıymetli kumaşlarla sarmaya başladılar ve bu yeni moda “türban” adını aldı. Sarıkta kullanılan, bugün “tülbent” dediğimiz ve Farsça aslı “dülbend” olan kelime Fransızca’da “turban”a dönüverdi!


Ali Efendi, Paris’in giyimini-kuşamını değiştirmişti ama meslekî bakımdan gayet başarısız oldu. 1802 Temmuz’unda azledilip İstanbul’a çağırıldı, daha düşük vazifelere tayin edildi ve nihayet 1808 Temmuz’unda İkinci Mahmud’un fermanıyla kellesini cellâdın satırına teslim etti. Ali Efendi’nin Avrupa’da “türban” adını alan sarığını sardığı kellesi, gövdesinden ayrı olarak şimdi İstanbul’da, Mahmud Paşa Mezarlığı’nda bulunuyor.


Ama, İslamî terminolojideki ismi Arapça’da “bakışlardan gizlenmek” ve “saklanmak” demek olan “hecebe” kökünden gelme “hicab” sözünün karşılığında kullanılan günümüzün “türban”ı, bizde bundan 25-30 sene öncesine kadar hiçbir zaman vârolmadı. Türk kadını, başını örtmek maksadıyla asırlar boyunca “yaşmak”, “kadın fesi”, “ferace”, “maşlah”, “tepelik”, “hotoz”, “tandırbaş”, “kundak yemeni”, “salma yemeni” yahut “felek tabancası” isimleri verilen birbirinden farklı ve herbiri gayet şık biçimde değişik vasıtalar kullandı ama bugünün türbanını hiçbir zaman bilmedi.


Daha önce de defalarca yazdım: Günlük tartışmalarımızın hem ayrılmaz parçası, hem de bitmek tükenmek bilmeyen kavgası haline gelen “türban” dediğimiz baş örtme biçimi bize ait değildir! Bu model, 1970’li yılların başında Lübnan’da yaşayan İranlı bir din adamı, Hüccetülislam Musa Sadr tarafından yaratılmıştır. Hüccetülislam’ın böyle yeni bir örtünme modeli ortaya koymasının sebebi ise, Güney Lübnanlı Şii kadınları bölgeye hâkim olan Filstinli gerillaların tacizinden koruyabilme çabasıdır.


Lübnan’da 1940’lı senelerde azınlıkta olan Şiiler, 1970’lerde ülkenin güneyinde çoğunluk haline gelmişlerdi ama bölge Filistinli gerillaların kontrolü altındaydı ve Kral Hüseyin’in Ürdün’den kovduğu gerillalar, sivil Filistinlilerle beraber Güney Lübnan’a yerleşmişlerdi. Askeri bakımdan zayıf olan Lübnan hükümeti ise, topraklarındaki bu silâhlı gruplara karşı birşey yapamıyordu.
İşin askeri yönünden başka bir de sosyal boyutu vardı: Şii Lübnanlılar ile Filistinli gerillalar arasında her an bir gerilim çıkıyordu, artan ekonomik sıkıntılara ilâve olarak gerillaların Şii kadınları taciz etmeleri gibisinden günlük rahatsızlıklar da vardı.


Bugünün türbanı işte böyle rahatsızlıklardan, özellikle de Şiiler’in sık sık uğradıkları tacizlerden doğdu. Modelin yaratıcılığını Lübnan’da yaşayan İranlı yüksek seviyedeki bir din adamı, Hüccetülislam Musa Sadr yaptı ve kısa bir müddet sonra hemen bütün Şii kadınlar türban takarak bir örnek giyinir oldular.
Musa Sadr, Şah dönemi İran’ının en büyük gazetesi “Kayhan”ın başında bulunan Emir Tahirî’ye 1975 yılında Beyrut’ta verdiği demeçte modeli bizzat hazırladığını anlatacak ve “İlhamımı Batı dünyasının kilise resimlerinden ve Lübnan’daki Katolik rahibelerin kulladıkları başörtülerden aldım” diyecekti. Sadr’a göre Lübnanlı Şii kadınlar bu yeni örtünme biçimi sayesinde diğer dinlerden ve mezheplerden olan hemcinslerinden apayrı bir görünüm kazanırlarken tacize ve tecavüze uğrama ihtimalleri de asgariye inmişti; zira yeni oluşmaya başlamış olan silâhlı Şii hareketinin de koruması altına girmişlerdi.
Oralardaki ismi “hicab” olan türban, Lübnan’dan İran’a ihraç edildi ve Şah’ın gidişini hazırlayan olayların başladığı 1977 sonbaharında Tahran’da yönetim aleyhinde yapılan gösterilerde sembol gibi kullanılır hâle geldi. Şah karşıtı kadınlar hızla hicaba bürünüyorlardı. Şah’ın devrilmesi üzerine 1979’da sürgünden dönen İmam Humeyni’yi Tahran’ın Mehrâbâd havaalanında karşılayan yüzbinlerce İranlı kadının arasında çok sayıda hicablı kadın da vardı.
Bu yeni tip başörtüsü, İslam Devrimi’nden sonra önce İran’da, hemen ardından da bütün İslam dünyasında siyasallaştı ve bir kimlik alâmeti oldu. İran Devrimi’nin fikri temellerini ortaya koyanlardan biri olan Ayetullah Murtaza Mutahhari, Şah karşıtı ayaklanmalar sırasında yayınladığı “Hicab-ı İslamî”, yani “İslami Örtünme” isimli kitabında Kur’an’ın “Nur” ve “Ahzab” surelerinde emredilen örtünme biçiminin omuzlara kadar uzanan başörtüsü olduğunu yazacak, Hüccetülislam Musa Sadr’ın yarattığı modelin de en doğru hicab biçimi olduğunu söyleyecekti.


Ayetullah Mutahhari’nin dini özelliklerini bu şekilde belirlediği hicab, İran’da 1981’de yayınlanan “Kadınlar İçin İslami Giyim Yönetmeliği”ne de girdi. Yönetmelikte çarşafın ve Musa Sadr’ın modelinin İslam’a en uygun örtünme biçimi olduğu söyleniyordu ama kadınlara çarşafa bürünmek yahut yüzü kapatmak mecburiyeti getirilmedi, sadece yüzlerinin açıkta kalacak şekilde kapanmaları emredildi. Şehirli kadınlar genellikle çenenin altından düğümlenen ve asırlar boyunca bizde de kullanılan normal başörtüsünü tercih ettiler; devrim yolunda çaba gösteren kadınlar ise türbanı kullandılar, kırsal kesim ise eskiden olduğu gibi çarşaflı kaldı. İran’da çarşaf yahut omuzları kapatan türban mecburiyeti hiçbir zaman vârolmadı.


Bugün hiç durmadan tartıştığımız türban işte böyle doğdu, İran Devrimi sırasında kazandığı popülarite zamanla ideolojik sembol ve siyasi kimlik vasıtası olarak İslam dünyasına yayılıp bize kadar geldi.

muratbardakci@haberturk.com