Einzelnen Beitrag anzeigen
  #2  
Alt 17.11.2017, 13:12
seyrangah_06
 
Beiträge: n/a
Standard Zweiter Teil

Alevilik İslam dışı bir inanç mı? (Ihsan Eliacik) Okumak icin linki tiklayin


Üçüncü olarak, ‘’Alevilikte Kadın haklarına değer verildiği ‘Kadın’ın kutsal olduğu’, İslam’da ise ‘dört kadınının erkeğe hak görüldüğü’ bu şekliyle kadının aşağılandığı iddiasıdır. Bu iddia, Kur’an verileri ile bağdaşmamaktadır. Kur’an’ın hiçbir ayetinde çok eşliliğe teşvik, onay ve ruhsat verilmemektedir. İslam öncesi Mekke toplumunda, poligami [2] zaten oldukça yaygındır. Erkekler bırakın dört kadın ile evlenmeyi, onlarca kadın ile evlenmektedir. Bundan dolayıdır ki dört eşlilik şeklinde bir uygulamaya da ihtiyaç yoktur. Kur’an’ın dört eşlilikle ilgili olan ayeti, İslam öncesi Mekke toplumunun sosyal yapısını esas alarak, dönüştürücü bir rol oynamaktadır. Nitekim Kur’an, Mekke toplumunda yaygın olan çok eşliliğin adaletsizliğe yol açtığı görmüş ve buna müdahale etmiştir. Kur’an, Mekke toplumunda yaygın olan çok eşliliği ilk önce dörde indirmeye çalışmış, daha sonra dörtten üçe, üçten ikiye ve nihai hedef olarak da ‘’tek eşe’’ doğru giden bir anlayış ortaya koymuştur. (Nisa; 2-3) Kur’an çok eşliliğin yaygın olduğu bir topluma, nihai hedef olarak tek eşliliği yerleştirmeye çalışmıştır. Bundan dolayıdır ki, iddia edildiği gibi Kur’an kadına çok eşliliği ön görmemiş, kadını aşağılamamış tam tersine erkek egemen ve köleci toplum yapısını ortadan kaldırmayı hedeflemiştir.

Dördüncü olarak, ”Aleviliğin, Şamanizm ve Zerdüştlük inancından beri var olduğu, İslam inancıyla beraber asimile olduğu” iddiasıdır. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki her yeni inanç, ortaya çıktığı coğrafyanın mevcut inançlarının kültürel yapısından, inancın kültürel öğelerine etki etme biçimiyle etkilenmiştir. Şamanizm ve Zerdüştlükte bir Orta Asya ve Orta Doğu inancıdır. Elbette bu coğrafyada doğan birçok inanç ve öğreti gibi, Alevilikte kültürel anlamda eski inanç ve öğretilerden bazı öğeleri almıştır. Ancak bu kültürel öğeler hiçbir zaman, inancın temelini oluşturan öğeleri etkilememiş sadece kültürel zenginlik ve kazanımlar olarak kalmıştır. İslam ve Aleviliğin kültürel öğelerine baktığınızda, Şamanizm ve Zerdüştlük ile benzerlik gösteren bazı öğelere rastlayabilirsiniz. Bu kültürel öğelerin varlığı, inancın özünü belirleyen faktör olduğu anlamına gelmez. Her din ve anlayış ortaya çıktığı toplumun, ritüellerini ve kültürel öğelerini doğrudan reddedici bir tutum değil; dönüştürücü bir tutum alarak şekillendirme amacını taşır. Örneğin, İslam öncesi dönemdeki ritüeller ile İslam’ın ritüelleri arasında birçok benzerlik vardır. İslam öncesi dönemde de, insanlar Kabe’yi tavaf ediyor, namaz kılıyor ve kurban kesiyorlardı. Ancak bir fark vardı, namazları, tavafları ve kurbanları Allah’a değil, Mekke’nin soyca ve servetçe üstün olan putlarına yapılıyordu. Kur’an ise bu anlayışı dönüştürerek ve bu ritüellerin uygulanış biçimleriyle ilgili çeşitli farklılıklar yaparak yeni bir anlayış ortaya koydu. Şimdi bu anlayıştan yola çıkarak, Kur’an’ın ana inancı, diğer inançlardan etkilenmiştir şeklinde bir düşünce ortaya koymak mantıki gerekçelerle izah edilebilecek bir durum değildir. Şu unutulmamalıdır ki bazı kültürel öğe ve motiflerin kazanımları, eski inancın kendisi ve özü değildir. Bu etkilenişlerin tamamı, inançlarla değil; kültürel motif ve öğelerle ilgilidir. Dolayısıyla, ‘’Aleviliğin, İslam ile asimile olduğu, aslının bu olmadığı’’ iddiası mesnetsiz bir safsatadan ötesi değildir.

Beşinci olarak, ”Alevilikte ‘Cem Evi ve Cem’in’ olduğu İslam’da ise ‘Cami ve beş vakit Namaz’ olduğu dolayısıyla İslam ile Aleviliğin ibadet açısından farklılık gösterdiği” iddiasıdır. İlk önce şunu belirtmek gerekir ki, İslam dininin bugünkü şekliyle ‘’Namaz/Salat’’ diye bir ibadeti, dininin direği ve beş şartı olmadığı gibi ‘’Cami’’ diye de resmi bir ibadethanesi yoktur. Kur’an’a göre tüm yeryüzü; mescit, iyiliğe ve barışa yönelik tüm fiil ve eylemler; ibadet, eşitlik, paylaşım, adalet, doğruluk, dürüstlük ilkeleriyle yoğrulmuş bir yaşamda; İslam’ın en büyük şartıdır. Kur’an’da namaz, oruç ve hac gibi ritüeller, ibadet değil; nüsuk olarak geçer. Nüsukların ibadet sayılabilmesi için, hayatın içine erdemli davranışlar şeklinde yansıması gerekir. Tüm nüsuklar bilinç kazanmaya yöneliktir. İnsanlar bu bilinci, nüsukların dışında farklı yollarla da kazanabilir. Örneğin, namazda secde ve rüküya gidilir. İkisi de eğilmektir. İşte bu bir nüsuktur. Namaz kıldıktan sonra, malın, mülkün şanın ve şöhretin önünde eğilmediyseniz, kibirlilik yapmadı iseniz ibadeti yaptınız demektir. Bunları yapıyorsanız, zaten namaz kılmaya da ihtiyacınız yoktur. Kur’an ne namaz kılmayanı lanetler ne de namazı dinin direği ve şartı olarak görür. Ama Kur’an, namaz kıldığı halde insanlara gösteriş yapıp; yoksulu ve yetimi görmezden gelenleri ve iyilik yapmayanları en şiddetli biçimde lanetler ve dini yalan saymakla suçlar. (bkz. Maun Suresi) Cami ve Cemevi farkını ise, peygamberin dönemindeki mescitler ve peygamberin ölümünden sonra ortaya çıkan mescitler şeklinde bir ayrım yaparak cevaplayacağım. Hz. Muhammed’in yaşadığı dönemde mescitler, insanların toplanma birleşme ve sorunlarına çözüm bulma mekânlarıydı. Bu mescitlere fakirler, yetimler ve ezilip horlananlar gelir, kendilerine yardım ve destek sağlanır sorunları çözüme kavuşturuldu. Aynı zamanda bu mescitlerde, sınıf ayrımı kalkar, toplumsal yargılama olur ve rızalık sağlanırdı. Nitekim Hz. Muhammed, vefatından kısa bir süre önce ashabıyla vedalaşmak ve helalleşmek için Mescide gitmiş ve ‘’ Ey insanlar! Kime vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Her kimin benden alacağı varsa, işte malım, gelsin alsın!’’ diyerek rızalaşmanın büyük bir örneğini göstermiştir. Mescitlerdeki bu anlayış, peygamberin vefatı ile bitmiş, Kerbala’nın ardından toprağın altına gömülmüş, Emeviler ile beraber yeni bir boyut kazanarak Kur’an’ın temel ruhuna aykırı bir biçimde bugünkü şeklini almıştır. (bkz. ”Camideki Allah öldü!”/Emre Ergül ) Bugünkü mevcut cami anlayışının peygamber dönemindeki mescit anlayışıyla hiçbir bağlantısı yoktur. İhsan Eliaçık’ın deyimiyle, ‘’Peygamber mescidinin şekli camide kalmış, ruhu ise cemevine gitmiştir.’’ dolayısıyla peygamber dönemindeki mescit anlayışı ile cemevi arasında bir fark yoktur. Kur’an verilerine göre, yapılan ritüellerin şekil ve formları değil; taşıdığı mesaj ve yöneldiği amaç esas olandır. Her ikisinde de; birlik olunur, Hakk’a dua ve ibadet yapılır, niyaz edilir ve secdeye gidilir. Aynı şekilde toplumsal yargılama olur, rızalık alınıp verilir ve paylaşım sağlanır. Yani peygamber dönemindeki mescit ile cemevi özü itibariyle aynı mesajı ve amacı taşımaktadır. Çünkü Kur’an’ın dini bir ritüeller ve ibadetler dini değil; eşitlik, adalet, sevgi ve paylaşım dinidir. Buradan bakıldığında iddia edildiği gibi, Cemevinin İslam dini ile çelişen ve ayrı düşen hiçbir noktası yoktur.

Alevilik, basit, tarihsel ve en önemlisi de inançsal temeli olmayan bir olgu değildir. Aksine, asırların süzgecinden geçmiş ve insanlığa önemli katkılar sunmuş olan ve daha da sunacak olan bir inançtır. Aleviliğin inanç boyutunu yok saymak, inkar etmek ve sadece bir takım sosyal ve insancıl yönleri ile yorumlamak yanlıştır. Yine salt ibadet ve formel kurallarla sınırlamak da doğru değildir. Hiç kimsenin Alevilikten, Muharrem orucunu, Hızır’ı, Musahipliği, Aşureyi, Semahı, Hak Muhammed Ali’yi, Hz. Hüseyin’i, Hz. Hasan’ı, Ehl-i Beyt’i, On iki imamları, Kerbela’yı, Pir Sultan’ı, Seyyid Nesimi’yi, Hacı Bektaş-ı Veli’yi, dört kapı kırk makamı ve daha benzer değer ve doğruları çıkararak, Aleviliği inanç dışı olarak göstermeye hakkı yoktur. Bu değer ve doğrular ne Aleviliğe sonradan eklenmiştir ne de Aleviliğin dışındadır. Aleviliğin özü budur. Alevilik, İslam dışı verileri referans alarak şekillenmiş bir olgu değil, tam tersine İslam teolojisini esas alan öğretilerin, farklı yorumlanış biçimiyle son halini almış bir olgudur. Muaviye ve Yezid referanslı saltanat dinciliğini İslam zanneden bazılarının, Aleviliği İslam dışı olarak görmeleri büyük bir yanılgıdır. Alevilik, Allah inancının ve takvanın en üstün olduğu yoldur. Alevilik, peygamberin vefatından sonra biten ve Kerbelâ’nın ardından toprağın altına gömülen İslam’ın özüdür. Alevilik, zalim sultana karşı hakkı ve hakikati haykırabilmenin adıdır. Bugün Aleviliğe yapılabilecek en büyük kötülük; Aleviliğin İslam dışı olduğu şeklinde yapılan propaganda ve telkinlerdir. Tarihte bu telkinleri yapanlar, Hz. Ali’yi hançerleyenler, Hz. Hüseyin’i susuz bırakanlar, Harre’de, Yezid’in kulu ve kölesi olarak biat etmeyenleri katledenler, Nesimi’nin derisini yüzenler ve Pir Sultan’ı darağacında sallandıranlardır. Bu iddialara cevap olarak son sözü, ‘’Muhammed bizimdir, Ali bizimdir. Erkanı bizimdir, yolu bizimdir. Bir Allah’a yalvarırım. Şaha padişaha değil’’ diyen Ulu Ozanlardan Pir Sultan Abdal’a verelim.



Gidi Yezit bize Kızılbaş demiş,
Meğer Şah’ı sevmiş dese yoludur.
Yetmiş iki millet sevmedi Şahı,
Biz severiz Şah-ı Merdan Ali’dir.

Kırkımız bir katara dizildik,
Hakk’a, Muhammed’e ümmet yazıldık.
Hakikate şerbet olduk ezildik,
Biz içeriz sâki peyman Ali’dir.

Gidi Yezit bizler haram yemedik,
Bâtın ettik gördüğümüz demedik.
İkrâr birdir dedik, geri dönmedik,
Yediler’iz, birincimiz Ali’dir.

Muhammed dinidir bizim dinimiz,
Tarikat altından geçer yolumuz.
Cibril-i Emindir hem rehberimiz
Biz müminiz, mürşidimiz Ali’dir.

Pir Sultan’ım, Nesimi’dir pîrimiz,
Evvel kurban verdik Şah’a serimiz.
On’ki İmam meydanında dârımız,
Biz şehidiz serdarımız Ali’dir.

(Pir Sultan Abdal)

Geändert von seyrangah_06 (17.11.2017 um 13:16 Uhr).