Einzelnen Beitrag anzeigen
  #1  
Alt 17.11.2017, 13:12
seyrangah_06
 
Beiträge: n/a
Standard Alevilik İslam dışı bir inanç mı?

Alevilik İslam dışı bir inanç mı? (Ihsan Eliacik) Okumak icin linki tiklayin


Son zamanlarda, ”Alevilik İslam dışı bir inançtır. Aleviliğin, İslam ile hiçbir ilişkisi yoktur.” şeklindeki söylemlerin sıkça dillendirildiğine şahit olmaktayız. Aleviliği inançsızlık ve İslam dışı bir olgu olarak yorumlayanlara katılmadığımı belirterek, bu konuyu gerekçeleriyle beraber açıklamaya çalışacağım. Bu yazıda esas aldığım İslam anlayışı, Emeviler ile beraber şekillenen Sünni saltanat ideolojisine dayalı mevcut İslam anlayışı değil, Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen, Kur’an’ın ana mesajı ve ruhunu taşıyan İslam anlayışıdır. İçinde yaşadığımız coğrafyada, Aleviler inancından dolayı farklı bir kategoriye koyulmuş, dinsiz olarak görülmüş, ötekileştirilmiş ve asimilasyona uğramıştır. Alevilik “İslam içi midir, İslam dışı mıdır” tartışması da bu algıya hizmet edebilecek olan ve Alevilerin ötekileştirilmesine katkı sağlayabilecek büyük bir hatadır. Alevilerin tarihten günümüze dek yığınla sorunu varken, bu konuyu dillendirmek doğru bir yaklaşım değildir. Aleviliğe İslam dışıdır demek, gereksiz ve içi doldurulamayacak bir söylemdir. Aleviliği yüzyıllar içinde ve her türlü zulme göğüs gererek büyük mücadeleler içinde var edenlerden hiçbiri, Aleviliğin İslam dışı ve inançsızlık olduğu şeklinde bir fikre sahip olmamıştır. Tam tersine “Aleviliğin İslam dışı olduğunu” iddia edenler zamanın softalarıdır. “Katli vacip” fetvası verenler, iddialarını bu gerekçeye dayandırmışlardır. Aleviler, bu softalara karşı yüz binlerce insanını kurban vererek mücadele etmişlerdir. Hacı Bektaş’a, Seyyid Nesimi’ye, Pir Sultan’a, Şah Hatayi’ye, Edip Harabi’ye ve diğer Alevi büyüklerine, “Onlar Müslüman değildi, İslam dışıydı” demek, onları anlamamaktan başka bir anlama gelmemektedir. “Allah, Muhammed, Ali”; Alevilik inancında en başta olan kutsallardır. Bu kutsallar başka bir olguya değil, İslam teolojisine aittir. Aleviliğin “İslam dışı” olduğunu iddia edenler, ulu ozanların deyişlerindeki İslami motifleri hangi anlamlar dünyasıyla açıklamaya çalışacaklardır. Yoksa ”Ulu ozanlar ve On iki imamlar Alevi değildi, Alevi kültürünü etkiledi” şeklinde bir izah getirerek büyük bir yanılgıya mı düşeceklerdir.

”Aleviliğin İslam ile bir ilgisi yok” söyleminin ana fikri, İslamiyet eşittir Sünnilik düşüncesine dayanmaktadır. Evvela şunu belirtmek gereklidir ki, Sünnilik bir din değil, bir mezheptir ve Hz. Muhammed’in vefatından asırlar sonra ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkışı da tamamen siyasidir. Sünnilerin bugün yapmakta oldukları ibadetlerin %90 gibi bir kısmı Kur’an’ın ruhu ve verileri ile uyum göstermemektedir. Çünkü, Sünnilik referanslarını doğrudan Kur’an’a değil, Muaviye ile Emevi hanedanlığına ve peygamberin vefatından yaklaşık 200 yıl sonra yazılan Kur’an’ın ana mesajı ve özü ile bağdaşmayan çeşitli hadis kaynaklarına dayandırır. Burada ana referansın Sünnilik değil, Kur’an’ın bizzat kendisi olması gerekmektedir. Referans Kur’an’ın bizzat kendisi olursa, net olarak görülecektir ki ne Sünnilik İslam’dır, ne de Alevilik İslam dışıdır. Sünniliğin uygulamalarını İslam diye anlayıp, buradan yola çıkarak Alevilik İslam dışıdır demek büyük bir yanılgıdır. İslam kelime olarak barıştır, Müslüman da barışa teslim olan kişidir. İslam Hakka teslimiyettir, Nübüvveti ve Velayeti aynı nurun yansıması olarak görmektir. Hakkın Adem de, insan-ı kamilde tecelli etmesidir. İnsanın ham ervahlıktan çıkıp insan-ı kamil olmasıdır. Rıza şehrini hedefleyerek cümle toplumun kemalat mertebesine ulaştırılmasıdır. İslam’ın özü budur, Aleviliğin de özü budur.

Aleviliğin, İslam dışı olduğunu iddia eden bazı Alevi Pirleri ve Dedeleri, bu iddialarını temel olarak beş dayanak üzerine kurmuşlardır. Bunlardan birincisi Alevilikte, ‘Hak Muhammed Ali’ denildiği, İslam’da ise ellerini yukarı kaldırarak, ‘Alluhuekber’ denildiği, ikinci olarak İslam’da ‘Tanrının gökte’, Alevilikte ise ‘Tanrı’nın insanda’ olduğu, Üçüncü olarak, Alevilikte Kadın haklarına değer verildiği ‘Kadın’ın kutsal olduğu’, İslam’da ise ‘dört kadınının erkeğe hak görüldüğü’ bu şekliyle kadının aşağılandığı, Dördüncü olarak, ”Aleviliğin, Şamanizm ve Zerdüştlük inancından beri var olduğu, İslam inancıyla beraber asimile olduğu” bu şekliyle İslam’dan önce olduğu ve dolayısıyla İslam’ın dışı olduğu, Beşinci olarak, Alevilikte ‘Cem Evi ve Cem’in’ olduğu İslam’da ise ‘Cami ve beş vakit Namaz’ olduğu bundan dolayı Aleviliğin, Tanrı Tasavvuru ve İbadet anlayışı ile İslam’ın Tanrı Tasavvuru ve İbadetleri arasında fark olduğu bu farklardan ötürü Aleviliğin İslam içi değil, İslam dışı olduğunu söylemektedirler. Yukarıda da bahsettiğim gibi bu iddiaların hepsi, Sünniliği İslam zannetme yanılgısından kaynaklanmaktadır. Bu iddialara, Kur’an verilerini ve Alevilik temel savlarını referans alarak, söylenen sözün zahirî anlamlarından ziyade, öz mânalarına inerek Teoloji eksenli değil, Teofilozofik anlayış eksenli bir analizle cevap vereceğim.

Aleviliğin, inançsal temellerinin İslam’dan farklı olduğunu söyleyenler, temel savlarını; ‘’Hak Muhammed Ali’’ ile ‘’Benim Kabem İnsandır’’ anlayışına dayandırırlar. İlk olarak, ‘’Hak Muhammed Ali’’ anlayışının manası üzerinde durmak gereklidir. Bu anlayışın, ikilikli yönü vardır. Birinci yönü; Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin doğruluk, dürüstlük ve erdemlilik yani hak (Allah) yolu üzere olduğu ve insan için en kutsal yolun, İnsan-ı Kamil olma yolunda ilerlemek olduğunu, dolayısıyla onların yolunda gitmenin de bu yoldan gitmek olduğu anlamını taşır. İkinci yönü ise; Allah’a yani Hakka inanmak, Hz. Muhammed’in peygamberliğine inanarak Hz. Ali’nin velayetini kabul ve tasdik etmektir. Bu anlayışı, bu ikilikli yönüyle anlamaya çalışmamız gereklidir. Bahsi açılmışken, Hz. Ali’nin velayeti konusuna da değinmek istiyorum. Burada ‘’Hz. Muhammed, Hz. Ali’yi kendinden sonra vekil tayin etti mi, etmedi mi ?’’ şeklindeki kısır tartışmalara girmeyeceğim. Buradaki esas mesele bu değil, Hz. Ali’nin bu makama ulaşmasına sebep olan vasıflarıdır. Gadir-i Hum da ki olay bir velayetten ziyade, Hz. Ali üzerinden tüm insanlığa gönderilen büyük bir mesajı taşımaktadır. Hz. Muhammed’in veda haccından dönerken, Gadir-i Hum bölgesinde Hz. Ali hakkında ‘’Ben kim dostuysam, Ali de onun dostudur’’ şeklinde bir konuşma yapmıştır. Hz. Muhammed’in, Gadir-i Hum da yaptığı konuşmada Hz. Ali’den övgüyle bahsetmesi, kendisinden sonra velayetin Hz. Ali de olduğu belirtmesi, iddia edildiği gibi Hz. Ali’nin onun damadı olup, soy bağı ile bağlı olduğundan kaynaklı değil, ehliyet ve liyakat ilkeleriyle, adalet, merhamet ve doğruluk şeklindeki İnsan-ı Kamil’e has karakteristik özellikleri taşıdığından dolayıdır. Nitekim soy bağı ile yapılan atama Kur’an’ın ruhuna aykırıdır. Hz. Muhammed, hakkın dostudur. Yani yoksulların, yetimlerin ve ezilip horlananların dostudur. Aynı şekilde Hz. Muhammed’in ‘’Konuşan Kur’an’’, ‘’Veliliğin Sultanı’’ ve ‘’İlim Beldesinin Kapısı’’ dediği Hz. Ali de ezilenlerin dostu, mazlumların Zülfikarı, adaletin hisarı ve İslam’ın vakarıdır. Dolayısıyla ‘’Hak Muhammed Ali’’ anlayışıyla, Kur’an’ın ruhu arasında herhangi bir kopukluk yoktur, tam tersine bu anlayış Kur’an’ın ruhunu taşıyan bir özdür.

İkinci olarak da ‘’ Benim Kabem İnsandır’’ anlayışının üzerinde durmak istiyorum. Bu konuya girizgâhı Hz. Muhammed’in ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin şu sözleri ile yapmak istiyorum; ‘’Mü’min, Ka’be’den daha üstündür’’, ‘’Hararet nardadır, sacda değildir. Keramet baştadır, tacda değildir. Her ne arar isen kendinde ara. Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir.’’ Bu anlayış temelde, inançların ve ibadetlerin şekil ve formlarının yani görünüşünün değil; taşıdığı mesajının yani özün önemli olduğunu belirtir. Bu özü de, varlığın birliği ilkesi gereği yaratılanda görür. Yani yaratan ve yaratılanın ayrımı değil, birliği esas alınır. Çünkü yaratılan, yaratanın bir yansımasıdır, cemalidir, güzelliğidir. Dolayısıyla insanın gönlü de, tanrının evidir. Yunus Emre’nin dediği gibi; ‘’Bu kıldığın namaz değildir; eğer gönül yıktın ise’’ yine Yunus’un başka bir deyişinde ifade ettiği gibi; ‘’Gönül Çalab’ın tahtı. [1] Çalap gönüle baktı. İki cihan bedbahtı. Kim gönül yıkar ise’’ dolayısıyla ‘’ Benim Kabem İnsandır’’ anlayışı da, ‘’Tanrı’nın konumu ya da ontolojik varlığı ile ilgili değil; vasfı ve yansıması ile ilgilidir. Bundan dolayıdır ki, kıblesi insan olmayanların, gönüllere ulaşamayanların; Allah’a ulaşamayacağını belirtir. İddia edildiği gibi, bu anlayışın Kur’an ile çelişen hiçbir yönü yoktur, tam tersine bu anlayış Kur’an tarafından desteklenmektedir. Bu anlayışın, bu boyutuyla ilgili son sözü Muhammed İkbal’e söyletelim; ‘’Sen insana ulaşmadan, Allah’ı nasıl arıyorsun’’ Bu söylem ve anlayışların bir diğer boyutu da, teolojik değil; ekonomi-politiktir. Tasavvuf tarihinin devrim yaratan ismi, Hallac-ı Mansur’un ‘’Enel Hak’’ isyanı da bu anlayışın tipik bir örneğidir. ‘’Enel Hak’’ haykırışı, Tanrı benim demek değil, Ey kavmin refah ve servetle şımarmış ileri gelenleri, Ey emek sömürüsü yapanlar, Ey Tanrı’nın yeryüzündeki halifesi olarak kendini tanıtıp, insanlar üzerinde hegemonya kuranlar ben de Haktanım, aramızda bir fark yok. Hepimiz Hak’tan geldik ve Hakk’a döneceğiz demektir. Enel Hak, Hakk’ın bir yansıması olan tezahür eden insanın, servet ve saltanat kalelerini yerle bir eden, mevcudun dinsel karanlığını yırtan, zalimlerin ve zorbaların zulüm düzenlerine isyan eden başkaldırısının en güçlü söylemidir.

Geändert von seyrangah_06 (17.11.2017 um 13:20 Uhr).