Einzelnen Beitrag anzeigen
  #2  
Alt 02.12.2014, 09:42
CakaBeyy
 
Beiträge: n/a
Standard Devam...

Sizin için roman mı önde şiir mi?

Roman baskın benim için. Şiir anlık bir meseledir. Bırakırsınız bir köşeye. Roman yıllık bir meseledir. Belki 5 yıllık bir meseledir. Zaman alır. Aynada Batan Güneş'i 6 yılda bitirdim. 2 cilt, 1300 sayfaydı. Bir dönem kitabıydı. 1977 ile 82 arasını anlatan boşluklara ve yanlışlara dokunan ama hiçbir tarafı incitmeyen bir kitaptı. Bir tarafı ötelerseniz barış olmaz.

Lisede 6 tane senaryo yazmışsınız. Daha sonra ne oldu o senaryolara?

Bir tanesi Çılgın Gençlik'ti. Onu Çiçekler Susayınca olarak romanlaştırdım. Yücel Çakmaklı okumuş, beğenmiş, önce romanlaşmasını sonra sinemasının çekilmesini istemişti. “Gözüm açık gider bunu çekmezsem” dedi. Ancak yaşlılığına geldi. Romanlaştırdım. Çok da beğendi. Önce sinema yapmak istedi. Sonra dizi yapalım dedi. Ömrü vefa etmedi. Şu anda dizi yapılabilecek şekilde hazır durumda bekliyor.

Diğerleri?

Diğerleri de çekilecek şekilde hazır bekliyor. O dönemde Batı edebiyatıyla Türk edebiyatı arasındaki farkı gözlemlediğim gibi, şu anda da görsel yayınla yazılı edebiyatın arasındaki farkı gözlemliyorum. Görsel yayın ağır basıyor. Çünkü kitap okumayı değil, hiç yorulmadan televizyon karşısına geçip dizi seyretmeyi seven bir toplum yapımız var. Bu dizilerde de gençliğin düşüncesini ifsad eden, reyting uğruna yanlışı masum gösteren meseleler var. Bizim inanç ve ahlak yapımız buna müsait değildir. Hatta Avrupa'nın ahlak yapısı da buna müsait değildir. Ahlakın ve inancın yara almaması için ahlakın çökmemesini isteyenlerin bu sahada iş yapmaları gerekir.

Televizyona yönelmek gerek mi diyorsunuz?

Toplumun ahlakı ve inanç yapısına göre diziler olması gerek. Genç nesil onları seyrederken beyinleri bulanıyor ve “bu da olurmuş” diye olmaz bir yanlışa düşüyor. Ahlakın ve inancın incinmemesini isteyenler ahlakı hiçe sayanlarla yarışa girmeli. Ailece seyredilen diziler daha çok rating alacaktır. Bugün yazar var, senaryo yazarı yok. Diziler çok çabuk çekildiği için 2-3 kişinin yazması gerekiyor. Bizim ahlak ve inanç değerlerimizle donanmış senarist fazla yetişmedi.

Karıncanın hacca gitmesi gibi yazdım

Roman hayatınıza nasıl girdi?

Liseli yıllarda Batı edebiyatını okudum. Sonra Türk edebiyatını okuduğumda arada büyük bir fark gördüm. Batı edebiyatı kendi kutsallarını ve mukaddeslerini övgüyle anlatırken, bizim edebiyatımızda inanç, ahlak mefhumları Batı'ya göre ayarlanmıştı. Edebiyat insanın duygularına ve hayata yönelişine hitap eden çok etkileyici bir unsur. Batı bizim öğretmenimiz olamazdı; ne edebiyatta, ne inanç yapımızda, ne de ahlaki geleneğimizi yaşamakta... Biz ahlakımızı Batı'dan öğrenecek değildik. Biz ahlakımızı Kur'an'dan almalıydık, ahlak ve inancımızdaki öğreticimiz Resulullah olmalıydı. Okuduğum Batı klasiklerinde kiliseler, havralar hakkında övgüler vardı. Papazlar, rahibeler, hahamlar hakkında, onları sevdiren türden hikâyeler...

Hangi romanlar mesela?

Mesela Sefiller'de büyük bir övgü vardı papazlara. Çok müşfik insanlardı onlar ve anlatım da onları yüceleştiriyordu. Son yıllarda okuduğum eserler ise ondan daha ileri. Simyacı, Piedra Irmağının Kenarında Oturup Ağladım vaaz niteliğinde. Hıristiyanlık propagandası yapıyor. Fakat biz İslam'ı anlattığımızda İslamcı yazar damgası yapıştırıyorlar.

Böylece oturup roman mı yazdınız?

Edebiyatımızdaki bu boşluğu doldurmam, karıncanın hac yolculuğu gibi bile olsa, emek vermem gerektiğini düşündüm. Ben şiir yazıyordum zaten. “Bizim toplumumuzun ahlak ve inanç yapısına göre roman yazılmaz mı?” diye düşündüm. Böylece lise son sınıfta bir roman yazmaya başladım. Askerde Çiçekler Susayınca ve Yanık Buğdayları kaleme alırken de bu düşünce vardı aklımda.

68 kuşağının farkı 3 İslami romanda

Romanda olduğunu söylediğiniz boşluk Osmanlı'nın son döneminde mi ortaya çıktı?

Cumhuriyet'le başladı. Şiirde bu tehlike yoktu. Fakat romanda vardı. Şiir dengeliydi. Her iki zihniyetin de güçlü yazarları vardı şiirde, fakat romanda yazar yoktu.

Neden böyle bir yaklaşım gelişmiş roman türünde?

Batı'nın taklitçisi olduğu için. Romanın Batı'dan geldiği kabul ediliyor. Oysa daha önce Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi eserler var. Bunlar Batı romanından daha önce anlatılan hikayelerdir. Fakat bizim yazarlarımız Batı'nın etkisi altında kalmıştır. Diğer yandan İslam'da roman yoktur diyen bir anlayış vardı Müslümanlar içinde. Ben Çiçekler Susayınca'yı bir gazetede tefrika etmeye başladığımda bir sürü tepkiyle karşılaştım. Kars'tan Ardahan'dan, Van'dan gazeteye “Bunu kaldırın” diye kalkıp gelenler oldu. “Sonu nasıl bağlanacak? Fıkhi meseleler nasıl çözülecek?” diye soruyorlardı. 6 ay sürdü tefrika. Bu sefer gazeteye tersi bir akım başladı. “Bitmiyor değil mi? Yenisi var mı?” diye istekler gelmeye başladı. O günlerde aynı gazetede bir yazar vardı. “İslam'da roman yoktur” diye yazılar yazıyordu. Şimdi 50'nin üzerinde kitabı var.

Sizin kitaplarınızla aynı dönemde yayınlanan başka kitaplar da vardı. Onlar da aynı tepkiyle mi karşılaştı?

Evet. Susamışlığa bir yudum su idi Minyeli Abdullah. Arkasından Şule Yüksel Şenler'in Huzur Sokağı, sonra benim Çiçekler Susayınca kitabım geldi. 3 roman vardı. 68 kuşağının farkı bu üç romanın yayınlanması ile Türk edebiyatındaki değişimdir.

Ya karşı cenahtan nasıl tepkiler aldınız?

Bu eserlerin çok satıldığını gördüklerinde rahatsız oldular. Hatta kendi yazarlarına “Siz çok sattığınızı söylüyorsunuz. Hiç adını bile duymadığınız yazarlar şu anda sizin 10 katınız satıyor” diye gazetelerde manşetten haber yaptılar. O gazetelerin hepsi benimle bizim gazetelerden daha çok röportaj yaptılar ve hiç saptırmadılar. Hiçbir gazete yoktur röportaj yapıp edebi anlayışımı sormayan. Hatta Wall Street Journal'in Türkiye'de röportaj yaptığı ve birinci sayfadan verdiği ilk insanım. Der Spiegel özel olarak geldi. Le Monde “Ahmet Günbay Yıldız Türk edebiyatı ve kültürünün dünyada kendi orijinaline göre yansımasıdır” diye bir sayfalık bir yazı yayınladı. Avrupa'da ismini bile bilmediğim gazetelerde hakkımda çok sayıda yazı var. Avrupa'dan, Amerika'dan konuşmam için davetler alıyorum.

Şule Yüksel Şenler yıllar sonra, “Huzur Sokağı'nda mini etekli kızlar hakkında ağır konuşmuştum. Bugün yazsam aynı şeyleri yazmazdım” demişti. Siz kendi yazdığınız romanlarda şimdi olsaydı farklı yazardım dediğiniz bir şey var mı?

Gül ağacını düşünün. Gül dikenlerin üzerinde sıyrılarak en yüksekte açar. Onun altında dikenler vardır üstü güldür. Dili dikenli olan üslup bir kesimin yazarı olur. Fakat incitmeyen, dili dikensiz bir üslup bütün kesimlerin yazarı olur. Yazar beynelmilel olmak istiyorsa zihniyet, renk, din, dil ayrımı yapmayacak. Doğru bildiklerini yazacak. Ben bazı kardeşlerimize dilinizdeki dikeni çıkarın diyorum. Kavgayla başlayan hiçbir davetiye müspet bir sonuç almaz.

Peki sizi bütün kesimler okuyor mu?

Evet. Zannedilenden ziyade diğer kesim okuyor.

Yenisafak


(Haber biraz eskiymis ama paylasilabilr bence. )