Einzelnen Beitrag anzeigen
  #863  
Alt 29.12.2003, 23:31
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard GÜNCEL BİR KONU İÇİN!!!

Din, ölüm, hayat....
İran, çeyrek yüzyıldır İslami kurallarla yönetiliyor.

Yeryüzünde en fazla ibadet edilen, Allah sözcüğünün en fazla telaffuz edildiği, kadınların “günahtan” korunmak amacıyla en fazla baskı altına alındığı ülkelerin başında geliyor.

Ülkenin yönetiminde din adamları var.

Günahın her türlüsü devlet eliyle cezalandırılıyor.

Bu ülkede 6.5 şiddetinde bir deprem oldu.

Bir kent neredeyse tümüyle yıkıldı.

İlk rakamlara göre yirmi bin kişi öldü.

Kaliforniya Müslüman değil.

Hayat tarzlarına bakılırsa Hıristiyanlığı bile ne kadar ciddiye aldıkları tartışılır.

İnsanların “günahtan” kaçınmadıkları, ibadete pek önem vermedikleri, kadınların keyiflerince giyindikleri bir eyalet.

Kaliforniya’da İran’dakinden çok şiddetli bir deprem oldu.

Sadece üç kişi öldü.

Şimdi, bu iki olayı hiç demagojiye sapmadan nasıl açıklayacağız?

Aslında, bana sorarsanız, bu konuyu enine boyuna tartışmak dini inançları benimkinden çok daha güçlü olan insanlara düşerdi. Müslümanlık vurgusuna önem veren gazetelerin, televizyonların bu konuyu enine boyuna konuşmasını isterdim.

Ne yazık ki, bizim ülkenin aydınları kendi “kamplarını” eleştirmek konusunda inanılmaz bir çekingenliğe sahip.

Aydınlarımızın büyük bir kısmı, doğruyu, gerçeği bulmayı değil de sanki kendi görüşlerinin ve inançlarının propagandistliğini benimsemişler.

Sadece karşı görüşleri ve inançlarını eleştirmeyi iş edinmişler.

Bu toplum neredeyse her görüşten, düşünceden, inançtan kuşku duyuyorsa bunun temelinde aydınların korkaklığı yatıyor bence.

Kimse “propagandistlere” inanmıyor çünkü.

Ne düşünüyor bizim dindarlarımız İran’daki depremde 20 bin kişinin ölmesi hakkında?

Çeyrek yüzyıldır şeriatla yönetilen, günahın “yasak” olduğu, kadınların kapatıldığı bir ülkede insanlar böyle öldü?

Bunun sorumlusu kim?

Bunun sorumlusu o ülkeyi yönetenler bence.

Bir devletin sorumluluğu, vatandaşlarını ibadete zorlamak, kıyafetlerine karışmak, günahına müdahale etmek değil, onların hayatlarını güvence altına almak olmalı çünkü.

Aksi takdirde, sadece bir “görüntü” yaratıyor, işin özüne aldırmıyorsunuz.

Kadınların başını açmaya ya da kapamaya çalışmakla uğraşırken insanların yaşama haklarını güvence altına almaya önem vermiyorsunuz.

Bütün bu kainatı yaratan tanrı kullarından ne ister?

Sadece ibadet mi?

Yoksa kullarının diğer kullarını koruması, onların yaşamlarını savunmasını mı?

Bana öyle geliyor ki, son zamanlarda Müslüman diyarlarda dindarlar fazlasıyla görgüsüz bir gösterişçiliğe, dinlerini bir üstünlük madalyası gibi göğüslerinde taşımaya, başka insanlardan daha üstün olduklarını kanıtlamak için dini bir araç gibi kullanmaya başladılar.

Sanki din bir “öz” olmaktan çıktı, tamamen bir “görüntü” oldu.

Müslüman dendiğinde gözümüzün önüne sadece baskı ve ölüm geliyor?

Ben bu işleri çok iyi bilmem.

Onun için müminlere sormak lazım:

“Bu mu Müslümanlık gerçekten?”

Eğer bu değilse, niye sesiniz çıkmıyor?

Hıristiyanların bu kadar güvencede Müslümanların bu kadar tehlikede yaşamasını nasıl açıklıyorsunuz?

Yirmi bin insanını orta boy bir depremde ölüme teslim etmeyi din hoş görüyor mu?

Dinin tek derdi kadınların kapanması mı? Evlerin sağlam yapılmasıyla ilgili hiçbir sorunu yok mu dinin?

Belki bizim dindar aydınlar bu konuları tartışsalar, bu ülkedeki sancılı din sorunu da onların objektif yaklaşımlarının yarattığı güvenilirlik içinde biraz rahatlar.

Ama bu ülkenin aydınları kendi “kamplarının” sorunlarını tartışmazlar değil mi?

Kol kırılır yen içinde kalır, öyle mi?

Kol dediğiniz, binlerce insanın hayatı.

Peki Allah bunu affeder mi?



29 Aralık 2003, Pazartesi


Mehmet Altan

Molla rejimi ve demokrasi
İran’da, önce Şah’ın diktatörlüğü, ardından Humeyni’nin Molla rejimi, San Francisco’da kimsenin burnunu kanatmayan bir depremde, 70 bine yakın İranlı yurttaşın insanın öleceği bir kabus çıkardı.

İran’ın tarihi kenti Bem’de meydana gelen 6.3 şiddetindeki deprem, demokrasiler ile diktatörlükler ve din devletleri arasındaki farkı da çok hazin bir şekilde bir kez daha bize öğretti.

Demokratik rejimlerde devlet bütün vatandaşlarına eşit mesafede, onların güvenliğini özgürlüğünü, zenginliğini sağlamak için uğraşır.

Demokrasi dışı rejimlerde ise yönetenler önemlidir. Yönetilenlerin kıymeti harbiyesi yoktur. Aynen İran’da olduğu gibi.

San Francisco’da daha şiddetlisinin insan öldürmediği bir deprem, eğer İran’da öngörüldüğü gibi 70 bin kişinin canına kıyıyorsa, burada devlet adı altında bir çete olduğunu gösterir.

Humeyni rejimi kadınların örtelim mi, açalım mı tartışması yerine, insanları depremden koruyacak teknik önlemleri almayı hedefleseydi, böyle bir cinayet işlenmeyecekti. Humeyni’den önceki Şah rejiminin de amacı hanedanın keyfiydi.

Depremlerin değil, rejimlerin insanları öldürdüğü ve bunun da çok netleştiği bir çağdayız.

Deprem bir turnusol kağıdı gibi, eğer insanlar ölüyorsa, o ülkelerde muhakkak bir iç talan var ve o talan hamasi nutukların arkasında gerçekleşiyor. Çıkar çeteleri kendi avantaları için insanların ölümüne göz yumuyor.

Eğer depremlerde insanlar ölmüyorsa o ülkelerde bireyi esas alan, onun can güvenliğini, özgürlüğünü, zenginliğini sağlamaya yönelik demokratik bir temayül söz konusu.

2003 yılını bitirip, 2004 yılına girerken, yığınların bir avuç bezirganın çıkarı için ölüp gitmesi ne acı.

Önce insan, sonra insan, sadece insan diyen anlayış, tüm dünyada egemen olmadıkça, depremler can almaya devam edecek.

O acıların da mağduru halk, faili ise demokrasi dışı rejimlerdir.



29 Aralık 2003, Pazartesi