Einzelnen Beitrag anzeigen
  #3  
Alt 23.01.2010, 01:13
antifaschismus
 
Beiträge: n/a
Standard

---------- http://www.candundar.com.tr/index.php?Did=5983

OLAY 1
16 MART 1978: İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ KATLİAMI

12 Eylül öncesinin en kanlı olaylarından biri 1978 yılı Mart ayında İstanbul Üniversitesi’nde yaşandı. Çete, kanlı bir dönemin açılış bombasını üniversite önünde patlattı. 16 Mart günü sol görüşlü yüze yakın öğrencinin üzerine bomba atıldı, kurşun yağdırıldı: Sonuçta 7 öğrenci öldü, 47 öğrenci yaralandı. Olayın tanıklarından biri de o dönem askeri öğrenci olarak İstanbul Üniversitesi’nde okuyan Erol Mütercimler’di:

“O gün yağmurlu bir gündü. Laboratuvardan çıkıp merkez binaya geldiğimde, bütün o yağmur sularının kan deresi olarak aktığını gözlerimle gördüm. 16 Mart onun için gözümün önünden hiç gitmiyor.”
Olayın sorumlularının hiçbiri yakalanamadı. Bombayı hazırlayanların kimliği ise yıllar sonra ortaya çıktı. Asıl fail; Korkut Eken’in “80 öncesi de kullandık” dediği Abdullah Çatlı’ydı. Çatlı, 1977 Ekiminden, 1978 Şubatına kadar Ülkü Ocakları Derneği şube başkanıydı. MHP’li Ali Yurtaslan’ın itiraflarına bakılırsa, dönemde yüklüce bir miktar patlayıcı edinmiş ve bunlardan 4-5 tanesini Ülkü Ocakları’nın İstanbul teşkilatına bırakmıştı. TNT kalıplarından bir tanesi dernekte yapılan aramada ele geçirilmişti. İşte 16 Mart katliamında üniversite öğrencilerinin üzerine atılan bombanın da o kalıplardan biri olduğunu Çatlı, Ali Yurtaslan’a söylemişti.
Erol Mütercimler olaydaki isimlerin daha ilginç bağlantılarına da dikkat çekiyor:

“Mahkeme tutanaklarında Abdullah Çatlı’nın katliam günü İstanbul’da görüldüğü, bırakın onu, 250 adet TNT’yi buraya getiren kişi olduğu söyleniyor. Yine mahkeme tutanaklarından söylüyorum: Yüzbaşı Mehmet Ali Çeliker diye bir isim görüyoruz. Bu yüzbaşının TNT’leri bu grup içinde bölüştürdüğü söyleniyor. Oktay Engin adı var. 16 Mart’tan sonra adı geçiyor. Oktay Engin adı bizim belleklerimize ne getiriyor? Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atan MİT provokatörü.”


OLAY 2
24 MART 1978: DOĞAN ÖZ CİNAYETİ

Bir türlü aydınlatılamayan siyasi cinayetlerin ilk kurbanı bir cumhuriyet savcısıydı. Hem de sıradan bir savcı değil. Ankara Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Doğan Öz, kontrgerilla-MHP ilişkisini ilk araştıran savcıydı. Soruşturduğu bazı münferit olayların sorumluluğunun devlet içinde üst makamlara kadar tırmandığını saptamış ve bu sırrı o günlerde eşi Sezen Öz ile paylaşmıştı. Sezen Öz anlatıyor:

“Bunu fark ettiği andan itibaren çok huzursuz oldu, ama bana şöyle bir ifadesi oldu: ‘Gerçekten çok korkmaya başladım. Yani şimdiye kadar birçok olayda meslek dolayısıyla geçirdiğim tehlikeler oldu. Fakat bu boyutta bir tehlikeyi ilk kez hissediyorum ve ürperiyorum ama bunun üzerine gidilmesi gerekiyor. Cumhuriyeti tehdit eden ölçüde bir tehlike varittir ve cumhuriyetin savcısı bunu önlemek zorundadır’.”

Doğan Öz, 1978’in Ocak ayında yaptığı bu konuşmadan sonra, kontrgerillayla ilgili bir dava açma hazırlığına girişti. Başlatacağı büyük soruşturmanın bir ön çalışması olarak kısa bir rapor da yazdı. O raporda aynen şöyle diyordu:

“Şiddet olayları, anarşik eylemler olarak nitelendirilebilecek kadar basit değildir. Amaç, demokrasi umudunu yok etmek; onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır. Böylece ABD ve çokuluslu ortaklıklar, Ortadoğu sorununu büyük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler. Bize göre bu sonuca ulaşmada CIA, kontrgerilla gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi vardır. Bu örgütler, devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı öngörmüşlerdir.”
Öz, raporunda, ABD yararına çalışan bazı gizli örgütlerin, devlet aygıtını da kullanarak demokrasiyi yok etmeye ve faşist bir düzeni yürürlüğe koymaya çalıştıklarını açıkça söylüyordu. Doğan Öz’ün raporundan, günümüze ışık tutan daha önemli satırlar ise şunlardı:

“Bütün bu çalışmalar içinde askeri ve sivil güvenlik güçleri vardır. Kontrgerilla, Genelkurmay Dairesi’ne bağlıdır. Sivil güvenlik güçleri içinde de MİT elemanları ve 1. Şube görevlileri kullanılmaktadır. Bütün bu çalışmalar MHP ve onun kadrolarınca yönetilmektedir. Bu genel çerçevede cinayetleri, şiddet ve anarşik eylemleri daha iyi anlamak olasıdır. Konuya bu kapsamda yaklaşılmadıkça anarşi eylemlerini kaynağında kurutmak olanak dışı olduğu gibi demokrasiyi tek seçenek olmaktan çıkartarak bütün kurumlarıyla faşizmi kökleştirmek de gündeme gelecektir. Durum bütün açıklığı ve acılığıyla ve saygıyla sunulur.”

Bugün Susurluk sonrası gözler önüne serilen ilişkiler ağı, tam 20 yıl önce bir cumhuriyet savcısının yazdığı kısa bir raporla açıkça ortaya konmuştu. Savcı Doğan Öz, raporunda kontrgerilla olarak Genelkurmay Dairesi’nin adını veriyordu. Ve bu raporu, yine o günlerde bu dairenin faaliyetlerinden yeni haberdar olan Başbakan Ecevit’e ulaştırdı.
Ancak Bülent Ecevit o günlerde bu olayın üstüne yürüyemedi. Nedenini şöyle anlattı:

“Ayrıntıları hatırlamıyorum ama o zaman o tür bilgiler rahmetli Doğan Öz’den de gelmiştir. Başka görevlilerden de gelirdi. Biz de üstüne yürümeye çalışırdık. O arada tabii biz bütün bu olayların üzerine yürümeye çalışırken bazı ciddi engellerle karşılaşıyorduk. Bu engellerden bazıları görünmez engellerdi. Mesela Genelkurmay Başkanı’nın bile göremediği engellerdi. Belli bir organizasyon olduğu belliydi...”

Ecevit, kendisinin de dehşet içinde haberdar olduğu bu örgütlenmenin üzerine gidemeyecek ve hiçbir adım atamadan devrilecekti. Doğan Öz ise bu raporu yazdıktan iki ay sonra, raporunda sözünü ettiği çetenin bir saldırısının kurbanı olacaktı.
Eşi Sezen Öz, Doğan Öz’ün öldürülüş nedeninin, devletin ilişkiler ağını sergileyen o rapor olduğuna inanıyor:

“Evet, olayların üzerine gitmek çabası hissedilmiştir ve ölüm fermanının o zaman verildiğini düşünüyorum. Rapor kendisi öldürüldükten sonra çekmecesinde bulundu. Ve ben eşimin, o nedenle öldürüldüğünü düşünerek raporu dönemin başbakanı sayın Bülent Ecevit’e o acılı günlerde ulaştırmayı uygun gördüm. Amacım, Doğan’ı katleden güçlerin çok farklı noktalarda bulunduklarını ve kendisinin de böyle bir tehlikeye hedef olabileceğini ve tedbirli olmasını bir anlamda uyarma amacıyla kendisiyle görüşme talep ettim. Ve raporun bir suretini kendisine o zaman götürdüm. Kendisi beni dinledi ve not aldı.”

Doğan Öz cinayetinin sanığı İbrahim Çiftçi askeri mahkemede yargılandı. Bütün tanıklar ve kanıtlar aleyhineydi. Ancak Çiftçi’nin avukatı Can Özbay’ın mahkemeye verdiği bir dilekçede, müvekkilinin Milli Savunma Bakanlığı’nda dosyasının olduğunu belirtmesinden sonra Çiftçi hakkında verilen idam kararı Askeri Yargıtay’da tam dört kez bozuldu. Sonunda askeri mahkeme ilginç bir karar verdi ve şöyle dedi:

“Sanık Çiftçi’nin Doğan Öz’ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüştür. Ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararına direnilemeyeceğinden, sanık Çiftçi’nin beraatine karar verilmiştir.”

Mahkeme, sanığın suçlu olduğunu kabul ediyor, ama beraat veriyordu. Ve akla, elbette suç ortaklarının devlet içinde olduğu iddiası geliyordu.
Doğu Perinçek bu iddiayı daha ileri götürüyor:

“Ortak suçları var. Ortak suçlar yüzünden Abdullah Çatlı’ların eli kuvvetli. ‘Bizim üzerimize gelemezsiniz, çünkü bu suçları beraber işledik’ derler. Ve hakikaten üzerlerine gidilmemiştir. Bir İbrahim Çiftçi dört kez idama mahkûm edilmiştir, dört kere bozulmuştur idam. Abdullah Çatlı’lar ellerini kollarını sallayarak ağır idamlık suçlar işledikleri halde dolaşabilmişlerdir.”

Sezen Öz ise, “Olayların üzerine o esnada daha yoğun gidilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gidilmediği için cesaretleri daha çok arttı” demekle yetiniyor.

OLAY 3
11 TEMMUZ 1978: BEDRETTİN CÖMERT CİNAYETİ

11 Temmuz 1978 günü Ankara Gaziosmanpaşa’da Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Kürsüsü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Bedrettin Cömert öldürüldü. Balistik muayene sonuçlarına göre, Bedrettin Cömert’i vuran silah daha pek çok olayda kullanılmıştı. Katillerin ülkücü oldukları ve cinayetten sonra Almanya’ya kaçtıkları belirlendi. Olayın baş aktörlerinden birini bugün kamuoyu çok yakından tanıyor: Ankara 5. Sulh Ceza Mahkemesi’nin Cömert cinayetiyle ilgili olarak gıyabi tutuklama kararı verdiği isim Abdullah Çatlı idi.


OLAY 4
10 AĞUSTOS 1978: BALGAT KATLİAMI

Ülkücü Gençlik Derneği yöneticisi Ali Yurtaslan itiraflarında, Abdullah Çatlı’nın derneğin şube başkanı olduğu dönemin “kahve taramaları dönemi” olarak adlandırılabileceğini söylüyordu. İşte ünlü Balgat katliamı da o döneme denk gelmişti. 1978 yılının 10 Ağustos günü Balgat’ta solcuların gittiği kahvehaneler tarandı ve 5 kişi öldü, 14 kişi yaralandı. Olayla ilgili olarak yakalanan Mustafa Pehlivanoğlu’nun askeri savcılığa verdiği ifadede yine Abdullah Çatlı’nın adı vardı.
1980 öncesi de devlet tarafından kullanıldığı açıklanan Çatlı hakkında Pehlivanoğlu’nun söyledikleri şunlardı:

“Genel Merkez’de Abdullah Çatlı’nın emrindeydik. Hepimiz O’nun emrinde öldürme ve yaralama eylemlerini gerçekleştirdik. Benim karıştığım Balgat olayı, Çatlı’nın emriyle gerçekleştirildi. Olayda kullanılan 12’li Baretta tabancayı Abdullah’tan aldım. Silahları İsa Armağan Niğde’den getirerek Abdullah’a veriyor, Abdullah da örgüte dağıtıyordu. Balgat olayından sonra yakalanmamızın ardından İsa Armağan’ın bir arkadaşı 3.5 milyon lira parayı Abdullah Çatlı’ya götürerek bizim serbest bırakılmamızı sağlamasını istemiş. Ancak Çatlı İstanbul’a yerleşip o parayla kuyumcu dükkânı açmış.”

Bunun üzerine Mustafa Pehlivanoğlu serbest kalamadı ve Balgat katliamı davasında mahkûm olup idam edildi. Katliama adı karışan diğer bir isim olan Haydar Şahin ise “konuşamadan” öldürüldü. Asıl emirleri verdiği söylenen Abdullah Çatlı hakkında ise nedense hiçbir işlem yapılmadı.