Tarih, Milliyetçilik ve “İçimizdeki Ermeniler:” Açığa Çıkan Irkçılık
Halaçoğlu tartışmasıyla gündeme derhal “Hepimiz Ermeniyiz” sloganlarının gelmesi de manidardır. Milliyetçi cenah bu sloganı unutamamakta ve buna bir açıklama getirmek çabasındadır hala. İsrafil K. Kumbasar, Halaçoğlu’nun elindeki belgeleri açıklamadığı için eleştirmektedir. Zira bu belgeler en sonunda “bugüne kadar ‘gerçek kimliklerini’ gizlemeyi başarıp kendilerini ‘Kürt’ veya ‘Kürt alevisi’ gibi göstererek, insanların arasında ‘nifak tohumları’ eken ve ‘Kürt-Türk çatışması’ çıkarmayı amaçlayan ‘sünnetisiz’ Ermeni dönmelerini fena şekilde köşeye” sıkıştırmıştır. Şimdi bir takım insanların Halaçoğlu’na bağırıp çağırması da aslında bu deşifre olma korkusunun bir ifadesidir. Böylece aslında büyük bir kısmı Türk olan ancak “kendisini Kürt sanan” toplumla Türkler arasında bir sorun yoktur. Ancak kendisini Kürt gibi gösteren Ermeni dönmeleri, Kürtlük gibi Türklük karşıtı cereyanları çıkararak nifak tohumları ekmektedir. Böylece Türkiye’nin en önemli toplumsal sorunlarından bir tanesine de günah keçisi bulunmuş olunmaktadır.
Kumbasar, diğerlerinden farklı olarak Alevilere de aba altında sopa göstermeyi ihmal etmiyor. Alevilerin içinde de kendilerine Alevi süsü veren bir takım kişilerin neden “İslam düşmanlığı” yaptığının da bu vesile ile ortaya çıktığından dem vuruyor. Böylece Aleviliğin İslam dışında olduğunu iddia edenler, azınlık statüsü talep edenler de her an “Ermeni Dönemsi” kategorisinin içine alınmakla tehdit edilmiş oluyorlar. Yalnız bu tehditlerden muzdarip olanlar sadece Alevi veya Kürtler de değiller. Ortadoğu gazetesinde bu sıralarda çıkan bir haber bu kategorinin rahatlıkla diğer etnik gruplara da teşmil edilebileceğini göstermektedir. Halaçoğlu’nu doğrulayan Prof. Salim Cöhce’nin “Türkiye’de Araplaşan binlerce Ermeni var” sözü bu gazetece haberlerin başına koyulabilmektedir.
Kumbasar, Halaçoğlu’na seslenerek bu belgeleri açıklamasını ve sokaklarda “Hepimiz Ermeniyiz” diye bağıranların Türk olmadıklarının da ortaya çıkmasını istiyor:
“Ekmeğini yedikleri, suyunu içtikleri, sırtından sefa sürdükleri bir millete ihanet edenlerin ‘gerçek kimliklerini’ bilmek hakkımız değil mi? Buldukları her fırsatta sokaklara dökülüp ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye böğüren hainlere ‘zaten öylesiniz’ demek hakkımız değil mi? O Halde?”
Halaçoğlu’nun belgeleri açıklamasını Hasan Demir de istiyor. Zira o zaman bütün kötülüklerin, nifakların kaynağı ortaya çıkacak:
“Adam Ermeni, hem de bir ASALA militanı, bir Taşnak mensubu gibi bir Ermeni amma kendini Türk gösteriyor, Kürt gösteriyor, Alevi gösteriyor ve tabii aslında Türklerle Kürtleri, Alevilerle Sünnileri birbirine düşürüyor, yani adı adıma, dini dinime, mezhebi mezhebime benzemesine rağmen, ASALA’cılık, Taşnakçılık yapıyor, Halaçoğlu belgeyi açıkladığında iyot gibi ortaya çıkacak; işte mesele burada ve işte o bundan korkuyor…”
Demir bu noktada Kürtler ve Alevilere de bir davranış kalıbı önermekten geri durmuyor. “Alevi ve Kürt kimliğine bürünmüş binlerce Ermeni var” açıklamasında sonra güceneceklerine “yahu içimizde öyle Aleviler, öyle Kürtler var ki, bunların davranışı bizim davranışımıza benzemiyor yoksa bunlar bahsedilen Ermeniler olmasın” gibi bir akıl yürütmede bulunmalarını istiyor. Böylece farklı etnik grupların kendi içlerinde devlete, millete karşı eylemde bulunduğuna inandıkları, ve böylece aslında “kendilerinden olamayan” Ermenileri deşifre etmelerini istiyor. Böylece aslında Ermeniliğin, Ermeni olmanın milliyetçiler açısından ne anlama geldiğini de gayet iyi göstermiş oluyor. Bu biyolojik millet anlayışı çerçevesinde halkın içinden Türklük ve devlet karşıtı bir hareketin, düşüncenin gelişemeyeceği anlatılmaya çalışılıyor. Bu anlayışa göre farklı görüşler veya muhalefet, olsa olsa milletin dışından kaynaklanan mihraklardan doğabilir. Bundan dolayı Türkiye’de Türklük karşıtı söylem de ancak bir takım dönmelerin, kendini gizleyen Türklük düşmanlarının işi olabilir. Buna da en çok uyan “gizli Ermeniler.” Aslında büyük bir kısmı Türk olan Kürtleri temsil ettiğini iddia eden örgütlenmeler bile Ermenilerin bir eseri. Mehmet Gül bu bağlamda PKK ile ASALA’nın başlangıçta birlikte hareket ettiklerini iddia ediyor. Ancak ASALA’nın gündemden düşmesiyle beraber PKK;
“kısa zamanda gizli Ermenilerin ağırlıkta olduğu yabancı uyruklu ‘sünnetsiz’ sözde Kürtlerin katıldığı bir örgüt haline geldi.”
Gül’e göre TİKKO’luların hücre evlerinden “Ermeni Soykırımını Unutmadık” yazılı pankartların çıkması, PKK’lı kadın “teröristlerin” boyunlarında haçlı madalyonların bulunması bu bağlamda bir tesadüf değil. Mehmet Gül, Halaçoğlu’nun “henüz” Suni Kürtler arasında kendini Müslüman ve Kürt gösteren Ermenilerden bahsetmediğini de özellikle vurguluyor. Yani Gül’e göre orada da gizli Ermeniler mevcut. Gül bu konuda yazdığı yazılarda Halaçoğlu’nun yayınlamadığı belgelere ek kanıtlar da ileri sürüyor. Örneğin Mıgırdiç Margosyan gibi kişilerin anılarını tehcirden Müslüman olarak kendini kurtaran Ermenilere örnek olarak kullanıyor.
Özcan Yeniçeri de bu bağlamda Abdullah Öcalan’a uzun süre “Ermeni Dölü” denmesini hatırlatarak gerçek düşmanın kim olduğunun uzun süredir farkında olunduğunu ima ediyor. O da benzerleri gibi tarihsel süreç içerisinde Türkler ile Kürtler’in iç içe geçtiklerinden bahsediyor ve yine bu “süreç içerisinde malum nedenlerden dolayı bir çok Ermeninin kendisini Kürt Alevi olarak gösterdiğini” belirtiyor. Halaçoğlu’nun açıklama ve araştırmaların bölücülük değil, bir bütünlük yaratmaya çalıştığını iddia eden Yeniçeri, Halaçoğlu’ndan ancak “acaba benim kimliğim de ortaya çıkar mı?” diye korkanların endişe edebileceklerinin altını çiziyor.
Yukarıda anılanlarla aynı cenahta yer alan ve aynı gazetede yazan Yavuz Selim Demirağ da Kürt Aleviliğinin tehlikelerinden dem vuruyor. Demirağ’ın dediğine göre soyu Ermeni olan vatandaşlarla bir problemi yoktur. Hatta kilisede vaftiz olarak dönmelerin yeniden dinlerine dönmelerini de saygı ile karşılamaktadır. Köylerine, kentlerine kilise taleplerine de bir şey dediği yoktur. Ancak ısrarla yapılan Alevi Kürt ya da Kürt Alevi propagandasına diyecek çok şeyi vardır. Bu her şeyden önce bunlar Türkiye’yi bölme planları çerçevesinde kullanılmaktır. Yani tehlikeli olan bu gizli Ermenilerin Kürtçülük adı altında Türkiye’nin altını oyması, huzurunu bozmasıdır. “Adı Bedros, Artin, Hrant olanlardan hiçbir dönem şüphemiz olmadı. Ama Ahmet, Ayşe isimleri arkasına gizlenip Kürtçülük yapmaya kalkışanlarla davamız var.” Adı Ermeni olanlardan şüphesinin olmamasını nasıl yorulmak gerektiği ayrı bir konudur. Demirağ’ın Sebataylar üzerine çokça yayınlanan kitaplara ilişkin yorumu da ilginçtir. Her önüne gelene Sebatay damgası vurma modasının aslında psikolojik harbin bir tezahürü olduğunu savunan Demirağ’a göre bu yayın kirliliği ile kafalar, zihinler karıştırılmaktadır. Ancak bu kirliliğe rağmen yazar Kürt Alevisi diye bir şeyin olmadığının bir gerçek olduğunun altını çizmiştir.
Bu ırkçı bakış açısına göre soy ve kan bağı her şeyden üstün bir belirleyiciliğe sahiptir. Gerçekten Türk olanlar “Hepimiz Ermeniyiz” sloganı atmazlar, atamazlar. Bunlar olsa olsa kanı bozuk, Ermeni dönmeleri olsa gerektir. Zaten bunu bu sloganla da ispat etmektedirler. Yine bir Ermeni dönmesi asla kendi kimliğini unutmaz ve yüz yıl sonra dahi içine doğduğu gizli Ermeni cemaati içinde Türk düşmanı olarak hayatına devam eder. Dinler arasındaki geçişkenlikler, kimliklerin değişimi, dönüşümünün bu zihniyette yeri yoktur. Yıllar içinde bu dönmelerin yaşadıkları toplumla iç içe geçme olasılıkları pek yoktur. Bundan dolayı yukarıda belirtildiği gibi açıkça eski dinlerine dönmeleri Türkler açısından daha hayırhahdır. Müslümanlık kisvesi altında, Türk isimleri altında düşmanın niteliği görünmez olabilmektedir. Zira bir Ermeni her zaman için bir Ermeni’dir. Tarih Vakfı’nın yukarıda alıntılanılan açıklamasında da belirtildiği gibi bu bakış açısı çok açık bir şekilde ırkçılıktır. Bu ırkçı damar Türk milliyetçiliğinin içinde bir unsur olmaktan çıkarak, belli milliyetçi örgütlerin ve grupların asıl niteliği halini almaya başlıyor.
|