Einzelnen Beitrag anzeigen
  #6  
Alt 28.03.2013, 21:10
the_last_time
 
Beiträge: n/a
Standard Risale-i Nur Kur'an Tefsiri Değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Risale-i Nur Değe

Onuncu hicrî asırda gelen ve o asrın müceddidi sayılan İmam Rabbânî'nin (Mektubat) adlı kitabında (Bediûzzaman) deyimi bulunduğu ve bunu Said Nursî'nin benimsediği aynı lâkap dolayısiyle tefe'ül ettiğine istinaden talebeleri bunu bir tefahur vesilesi yapmışlardır ki, gülünç bir iddiadır.



NUR RİSALELERİNİN ARŞ-I A'ZAM'DAN İNDİĞİ İDDİASINDAKİ CÜR'ET VE KİTAB'A, SÜNNET'E DAYANMAYAN AKIL DIŞI TEVİLLERİ : (S.14-15)
Risale-i Nûr'un yüceliği hakkında propaganda o dereceye vardırılmış ki, (Zülfikar) risalesinde: «Bu hüccetler ve talimatın, bu kelimat ve teşbihatın Arş-ı A'zam'dan indiği muhakkak...» gibi; son derece sınırsız iddialarla semavî kitaplar arasına sokulmak istenmiştir. Bu kitapta, kelimat ve tebligatın Arş-ı A'zam'dan indiği hakkındaki izah, ifadenin ilhama dayandığını açığa vurmak gayesini gütmektedir. Vahyin Kur'ân-ı Kerîme mahsus bulunduğu ve Hz. Peygamber'den başkasına ait ilhamın delil olmayacağı için böylece bir tutum din ilmince doğru görülemez. Bu gibi uygunsuz ifadeler ötedenberi Batınîlerce benimsenmişti.

Böyle aşırı tevillerin bulunduğu (Sikke-i tasdik-i gaybî) eserinin baş tarafında, birinci sayfadan evvel, bizzat kendisi tarafından «Eski medreslerde 5-10 seneye mukabil, inşallah Nur medreseleri 5-10 haftada aynı neticeyi temin edecek ve 20 senedir ediyor.» denilmektedir. Böyle bir şeye imkân var mıdır? Bu zihniyet, Peygamberimiz'in «Beşikten mezara kadar ilim öğrenin» sözüne uymadığı gibi, İslâmî tahsile de bir suikast olmaz mı? Yine aynı eserde «Bu kitabın neşrine çalışılması, dehşetli günahlara kefaret ve gelecek müthiş belâlara ve anarşistliğe bir set olacağı...» yazılmakta, 41. sayfada:

«Kalp, istiyor ki şu defineleri, gizli olan lem'alan göstereyim. Fakat ne yapayını ki makam kaldırmıyor...» gibi megalomaniye kaçan sözlere rastlanmaktadır. Bu temsiller gerçekle ilgisi olmayan bir takım garip iddialardır.



SAİD NURSÎ ASR-I SAADETTEN SONRAKİ DEVRİN EN BÜYÜK ÂLİMİ İMİŞ! : (S.15-16)

(Ankara Üniversitesinde konferans) adlı risalenin 9. sayfasında: «Asrı saadet hariç, İslâm Âlemi böyle bir âlim yetiştirmemiştir.» denilmektedir/ İslâm fıkhını derlemiş ve Müslümanlara bu hususta önder olmuş dört büyük mezhep imamiyle İslâm İnancını dağınıklıktan koruyan iki âlim, yani Ehl-i Sünnet'in itikatta iki büyük imanını, Ebû Mansur Mâturîdî ve Ebu'l-Hasen el-Eş'arî'yi bile küçümsemiş olan yazı sahibi, bunlardan sonra asırlar boyunca gelen ve Hüccetü'l-İslâm, Şemsü'l-Eimme, Sadru'ş-Şerîa, Sultânü'l-Ulemâ vesaire gibi şerefli lâkaplarla yüceltilmiş, yahut isimlerini bütün Müslümanların, hatta Batı âlimlerinin hürmetle andığı büyük mütefikkirleri, meşhur âlimleri büsbütün unutmuş bulunmaktadır. Fahruddîn-i Râzî, Sa'deddîn-i Teftâzânî, Seyyid Şerif Cürcânî, Muhyiddin-i Arabi, Zemahşerî, Aliyyülkari, Süyûtî, İbn Kayyım, İbn Teymiye, Âlûsî gibi ölmez eserler meydana getiren bu âlimler bunu yazanın meçhulü müdür? Bunların içinde eserleri 400 ü aşanları vardır. Nur talebelerinin, bu değerli âlimleri hiçe sayması kadar abes bir şey tasavvur olunamaz.

Görülüyor ki bu eserdeki beyanlarda Said Nursi'nin, Asr-ı Saadet'ten sonra yetişen bunca âlim ve müçtehitlerden üstün görülmesi, hakikatlare aykırı bir düşünüş tarzıdır.



NUR TALEBELERİNİ İSLÂMÎ ESASLARA UYMAYAN TE'VİLLERİ : (S.16-17)

İslâmî esaslara uygun düşmeyen sınırsız, aşırı üslûp, hususiyle Nur talebelerinin seçtikleri ifade tarzıdır. Bu yolla Said Nursî'yi en büyük müceddit tanıyan Nur talebeleri (Fihrist) mecmuasının sonundaki takrizde şöyle derler:

«Ehl-i kalbin lâtîf keşiflerinden birisi de: beklenilen zât bir kitap yazacak, geçmişte hiç kimse ona benzer bir kitap yazmıyacaktır. Elhak, Risale-i Nur, bunun güneş gibi delilidir. Evet onun şakirtleri kat'iyyen îman ediyorlar ki, şimdiye kadar böyle eser görülmemiştir ve kıyamete kadar yazılmıyacaktır. Ehl-i keşif o nur'un tercümanı olan zatı nuranî (mescûnün-nisa) yâni müteehhil bulunmayacak, ihtiyar yaşta olacak... diye bahsediyorlar. Bu tevafukun her halde başka şekilde izah ve tefsirine ihtiyaç yoktur. Maziden, yâni bulundukları zamandan istikbale nazar eden ve bu zamanın halini tarassud eden ehl-i keşfin, keşfe müstenit daha çok beyanları vardır. Kısa keserek sizi onlara bırakıyoruz, îşte Risale-i Nûr'u yalnız ben medh etmiyorum, onu Hz. Kur'an medhediyor, Hz. Ali methediyor. Gavs-i a'zam methediyor, Hz. Murtaza Celcelutiyesinde Risale-i Nur'a (bedî) diyor.

Şu halde elbette ki o (Bedîuzzaman) dır, (Fahrü'd-devran'dır).»

Görüldüğü gibi (Nur şakirtleri kat'iyyen îman ediyorlar ki) sözü ile Said Nursî ve onun eserlerini Kur'-ân'ın, Hz. Ali'nin ve diğer büyüklerin methine mazhar kılarak yapılan tevcihler, daha da ileri gidilerek, Kur'ân-ı Kerim'deki 100 e yakın âyetin ebcet hesabiyle Said Nursî'ye, lâkabına, risalelerine tarih düşürülmesi suretiyle isbat edilmeye çalışılmaktadır. Tılsımlar kitabında 189-190, Sikke-i Tasdik-i Gaybî'de 41-95. Ahmed Fevzi'nin Maidetü'l-Kur'ân'ında 173-191 inci sayfalar, böyle yersiz, sınırsız tevafuklarla doludur. Bunlar Kur'ân-ı Kerîm'in gerçeklerini Said Nursî'ye yönelten zorlamalardır. Hakikatle hiç bir ilgisi olmadığı gibi Kur'ân-ı Kerîm'e ve onun tefsir usulüne bir tecavüzdür ve daha önce de belirtildiği gibi Batınîlerin maksatlarına ulaşmak için yürüdükleri yoldur. Yukarıda gösterilen mecmuada Bedîuzzaman kelimesinin çıkışına ve Said Nursî'nin şahsına dair yazılar, aşırı bir sevgi sonucunda müritlerin şeyhlerine, bazı talebelerin hocalarına gösterdikleri sınırsız ifratçı tazimleri ifade ediyorsa, da, Hurufîlik yoluyla âyetlerden mana çıkarılması da Kur'ân'ı anlamadaki kaide ve usul lere taban tabana aykırıdır. Bilinmiş olmalı ki, âyet-i kerîmeler böyle keyfî tasarruf mevzuu olmak için nazil olmuş değildir. Mahzâ hidayet olan Kitâb-ı Mübîn'i, hakikatlerini böyle bir yolla açıklamak yüce dinin usulüne aykırıdır.



NETİCE (22-24)

Netice olarak: Nur Risaleleri Kur'ân-ı Kerîm'in tefsirinden bazı itikat ve îman meselelerini ele almış, yalnız bunlarda tefsir usulüne uymayan indî hatta keyfî bazı tevilllere geçmekle zihinlerde teşevvüşler meydana getirmiştir. Said Nursî imam Rabbanî, Abdulkadir Geylânî ve diğerleriyle kıyaslanarak hepsinin üstünde sayılmış ve bu bazı garip ifadelerle' belirtilmiştir.

Nurcuların inanış ve telâkkileri, İslâm Dini'nin Kur-ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyyedeki kaide ve formüllerine uymayan bir akide tarzı olmuştur. Nurculuk dinî meselelerde işi çığırından çıkaran bir istismara ilâveten millî ve içtimaî konularda da birlik fikrini baltalayan bir zihniyeti temsil etmiştir. Risalelerde gösterilen sırf dinî ifadeler bile yapılan aşın teviller ve keyfî görüşlerle, yukarıda örnekleriyle gösterildiği gibi manevî, millî bütünlüğümüzü bozan, gerçek ittikayı gölgeleyen bir hal almıştır. Bu Risaleleri okuyanlar, kendilerini bütün müslümanlardan üstün görmüşler, yalnız ve yalnız Nurcu olanları cennete ehil, Nur Risalelerini günahlara keffaret saymışlar ve netice olarak da Nur Risalelerini okumayı bir ibadet haline getirmişlerdir.

Ey müslüman kardeş! Dine yararlı telif ve irşatta bulunanlar Peygamberimiz'in hizmetkârları durumunda 'oldukları için, Kur'ân-ı Kerim'de Peygamber Efendimiz'e hitap edilmiş âyetleri onların şahsına atfetmek yakışık almaz. Böyle bir telâkkimi benimsemek de Müslüman tevazuuna sığmaz.

Said Nursî'ye uyanlar Nurcu ise, diğer müslümanlar zulmetçi midir? Esasen Nur, Kur'ân'ın dır. Kur'ân ise bütün Müslümanlarındır. Hatta Kur'ân bütün âleme gelmiştir. Bir Batılı da, bir uzak Doğulu da ondan feyz alacaktır. Nasıl ki vaktiyle Endülüs, Kur'ân sayesinde bütün Avrupaya ilim menbaı olmuştu, îbn-i Rüşd'ün eserlerini okuyan Hıristiyan din adamları Katolikliğe karşı isyan ederek Protestanlığı ihdas etmişlerdi. Bugün bütün dünyada önem verilen içtimaî munâvenetin teşkilâtlandırılması hususunda vaktiyle Batı memleketlerinde yapılmış ilk teklif, Endülüs'teki zekât tatbikatını gören bir İspanyol âlimi tarafından olmuştu.

Hülâsa: Kur'âni-ı Kerîm bütün insanlığın hidayet rehberidir. Asırlar boyunca îslâm âlimlerinin yazdığı eserlerin toplamı dahi Kur'ân'ın hakkiyle tefsirini başarmış değildir. Her biri kendi istidat ve ihtisası olan cihette bir özellik gösterebilmiştir, diğer taraflarda basit kalmıştır. Hal böyle iken, Nur Risalelerini Kur'ân'ın en mükemmel bir tefsiri addetmek Allah kelâmının kıyamete kadar, ondan sonra olacak şeylere ve bütün ilimlere şümulünü bilememek demektir.

Nurcuların bu gerçeği bilmemelerine imkân yoktur. Onların bizden ayrı kalmasını değil Peygamberimizin (Livâülhamd) adı verilen maneviyât sancağı altındaki birlik ve beraberlik içinde olmalarını dileriz. Livâülhamd = Hamd sancağı, kâinatta mevcut her şeyde Allah'ın yaratıcı sıfat, kudret ve bilgisini görüp takdir edebilen olgun zihniyeti temsil eder. Kur'ân'ın dünyaya hidayet feyzini yaymak için yegâne başarı imkânı, din ve ilmin müstakilen zihinde birbirine refakat edebilmesindedir ki, bu yol Livaülhamd'inj altına giden yoldur. Göklerde ve Arz'da her ne varsa, hepsinin insana müsahhar kılındığı Kur'an'da bize bildirilmiştir. Bu muazzam: nimeti kavrıyacak ilmî olgunluğa ancak bu suretle ulaşılabilir. O halde metodumuz bir insanın mahdut idrakini ve mahdut görgüsünü kabullenip onunla yetinmek değil, günden güne zenginleşen ve yükselen ilmî idrak ile Allah Kelâmının manasını değerlendirmek ve böylece dünya münevverlerinin îmanına imkânlar hazırlamaktır. Asıl faydalı olan bu yoldaki hizmettir. Kendi birliğimizi ve dirliğimizi bozan ayırıcılık ve mahdut bir fikre saplanıp kalmak, zararlı bir zihniyettir.

Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1964, Resimli Posta Matbaası