Einzelnen Beitrag anzeigen
  #29639  
Alt 20.09.2006, 21:46
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Islamın Güzel İnsanlarıda vardır!!!

Acı ve yoksulluk çeken geniş halk yığınlarını insan etmek için toplumu düzenlemek gerektiğini ilerisüren bir de
Türk bilgini var: Şeyh Bedreddin (13571420).
Şeyh Bedreddin bir Selçuk prensidir, Sultan ii"nci lizeddin Keykavus" un beşinci kuşaktan torunudur. Edirne"nin
yakınındaki Simavna kasabasında doğmuştur. Babası Gazi İsrail, Simavna kalesini alan Türk ordusunun
kumandanıydı. Kalenin alınışından sonra da Simavna kadısı olmuştur. Bedreddin, Yıldırım Bayezidin Timura
yenilmesinden sonra Bayezidin oğlu Musa Çelebi"nin kazaskerliğini yapmıştır. Bayezidin öteki oğlu Mehmet
Çelebi, kardeşini ortadan kaldırıp yönetimi tek başına ele alınca (1413) İznik"e sürülmüş, halifelerinin çıkardığı
isyanlar sonunda da yakalanarak Serez"de asılmıştır. Serezin Yunanlılara geçişinden sonra Bedreddinin kemikleri
bir sandık içinde İstanbul"a getirilerek Topkapı Sarayı Müzesi,"ne konulmuştur.
Bedreddinin toplumculuğu, sürgün olarak gönderildiği İznik"te başlıyor. Kendisi, toplumsal düşüncesini şöyle
anlatmaktadır: Tanrı, dünyayı yarattı ve insanlara verdi. Şu halde dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri
insanların ortak malıdır. İnsanlar eşit olarak yaratılmışlardır. Birinin mal toplayıp öbürünün aç kalması Tanrı"nın
amacına aykırıdır. Ben, senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim. Sen, benim eşyamı kendi eşyan gibi
kullanabilmelisin. Çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizindir.
Tanrı, insanlara akıl verdi. Herkes, Tanrı"yı aklının erdiğince kavrayabilir. Birinin kavrayışı ötekinin kavrayışına
benzemeyebilir. Aynı kavrayışta bulunmayanların birbirlerini kınamaları, birbirlerini zorlamaları doğru değildir:
Düşünce ve vicdan özgürlüğü, doğal düzenin ürünüdür. Ayrılıklar din adamlarının işleri karıştırmasından
doğmuştur. Bunlar ortadan kaldırılırsa bütün dinler bir olur. Hıristiyanların Tanrı"yı kavradıklarını yadsımak
dinsizliktir. Onlar da aynı Tanrı"ya tapmaktadırlar. Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Mecusi hep aynı Tanrı"nın
kuludur. Hepsi kardeştirler. Aralarında sevgi ve saygı olmalıdır. Onların bu sevgi ve saygıları gerçeği
yanlışa üstün kılacak, amaç, gürültüsüzce kendiliğinden elde edilecektir. Birbirlerini sevenler ve sayanlar her
zaman birleşebilirler.
Hükümet, seçimle kurulmalıdır. Ulus, tam bir özgürlük içinde oyunu kullanabilmelidir. Kıyan ve zorba (zalim ve
mütegallip) bir hükümetin buyruklarına uymamak gerekir (caizdir). Saray, saltanat, yeniçeri, tekkeler, dervişler hep
zorbalığın ürünüdür. Bu zorbalığa boyun eğilmemelidir.
Bedreddinin açık seçik maddeciliği, tasavvuf konusundaki düşünceleriyle büsbütün belirmektedir. Örneğin,
varsayılan ölüm ötesi (ahret) üstüne hemen bütün tasavvuf bilginleri sustukları, gerçek düşüncelerini açıklamak
gücünü, gösteremedikleri halde Şeyh Bedreddin, Varidat adlı yapıtında korkusuzca ve açık yürekle şunları
söylemektedir: Ruhlar, maddelerde bulunan güçlerden ibarettir. İnsanı iyiliğe sürükleyen kendi gücü melek,
kötülüğe sürükleyen kendi gücü de şeytandır. Bu güçler, sadece insanlarda değil, bütün cisimlerde vardır. Örneğin,
bir yağmur tanesi bir neden ve güçle oluşur (teşekkül eder). Yağmur tanesini oluşturan ve tarlaya düşüren güce
melek denir. Deccal, Dabbe, Mehdi"nin görünmesi gibi kıyamet belirtileri yüzyıllardan beri boşuna beklenmiştir,
bundan sonra da boşuna beklenecektir. Vücut zerreciklerinin bir kez dağıldıktan sonra yeniden bir araya gelmesine
ve cesetlerin yeniden dirilmesine (haşrine) imkan yoktur. Her güzel şey cennet, her kötü şey cehennemdir.
Kitaplarda tanımlanan cennet ve cehennem bir düşçülük ürünüdür (hayal aleminde tahakkuk etmiştir).
Bedreddin, tapınma (ibadet) konusunda da şunları söylemektedir: Tapınma, bütün namazlar ve niyazlar, ahlakın
düzeltilmesi, içyüzün arınması içindir. Gerçek tapınmanın hiçbir koşulu, sınırı, biçimi yoktur (yüzünüzü nereye
dönerseniz Tanrı oradadır, ayetini hatırlayınız). Tapınma, hangi biçimde yapılırsa yapılsın, Tanrı"nın isteğine uygun
olur. Gerçek tasavvufçu, herkesin anlayamadığı şeyleri bildiği halde bunları halka söylemez. Onları meydana apaçık
koyarsa öldürüleceğini bilir. Gerçi bu, ikiyüzlülük sayılabilir. Ama dışla için bir ayrılığı olmalıdır. Her inanış,
kendi yerinde (mertebesinde) haktır. Gerçek, halka, daha işin başında ve apaçık söylenirse ya yollarını sapıtırlar, ya
da gerçeği söyleyeni suçlarlar. Halk ve gerçek, ayrı ayrı gözetilerek, ortalama bir yolla birbirlerine alıştırılabilir.
Ama her halde halk, gerçeğe (hakikate) alıştırılmalıdır.
Halifelerinden Börklüce Mustafa"yla Torlak Kemalin çıkardıkları isyanlar bastırılıp bağlılarının tümü kılıçtan
geçirilince Şeyh Bedreddin, sürgün olarak bulunduğu İznik"ten yola çıkarak Çelebi Sultan Mehmet"in o sırada
bulunduğu Serez"e kendi ayağıyla gelmiş ve boynunu ipe uzatmıştır. Tarih şöyle yazıyor: Çelebi Sultan Mehmet,
Bedreddini karşısında görünce, yüzünüz neden bu kadar sarardı? diye sormuş. Bedreddin de şu karşılığı vermiş:
Güneş, batarken sararır.
İNSANIN KENDİSİYLE SAVAŞI. İnsan denilen varlık, kendisiyle savaşmanın mutluluğunu da sezmiştir. Bu
savaş, İslam düşüncesinde, Melamilik adı altında yeni bir mutluluk yolu (tarikat) olarak belirmektedir. Arapça
melamet sözcüğü, aşağılanma ve hor görülme anlamlarına gelen levm kökünden türetilmiştir (levm sözcüğünün
çıkışma, azarlama, serzeniş, sitem gibi başka anlamları da var). Kuran şöyle demektedir: Onlar ki kendilerini hor
görenlerin hor görüşlerinden korkmazlar (vellezine layehafune levmete laimün...). Nişabur kentinin Türk
Müslümanları, Tanrı"nın bu sözüne tutunarak, yepyeni bir yoldan mutluluğun peşine takılmışlardır. Müslümanlık,
henüz üçüncü yüzyılını yaşamaktadır (dokuzuncu yüzyıl).
Kuran"ın, ne sözcük, ne de yorumlanmış anlamlarını kurcalamadan, Tanrılık düşünceye karışarak mutluluğa
varmaya çalışanlar, insanlıklarını hor görmek ve aşağılamak yolunu tutarlar. Hem kendi kendilerini kınarlar, hem de
başkalarının kendilerini kınamasını özlerler. Kendini üstün görmek, böbürlenmek, ikiyüzlülük gibi kötü eğilimler
böylelikle ezilecektir. Oysa bu, varılacak bir amaç değil, varılmış bir amaçtır. Bu türlü davranışlar, varılmış amaca
uygun davranışlardır. Öğrenilecek ya da öğretilecek bir şey yoktur. Bilmek, bulmak, olmak yeter. Melümilik, bu
yüzden, tarikat biçimlerinin ve öğretilerinin her türlüsünden sıyrılmış bir tarikattır. Ne özel giyiti, ne biçimciliği, ne
dereceleri, ne törenleri, ne de öğrenilmesi gereken bir yöntemi vardır: Kimi yazarlar, bu nedenlerden ötürü,
Melamiliği bir tarikat saymamaktadırlar. Melamilik, kısaca, şöyle tanımlanabilir: Kınanacak davranışlarla tanrısal
sevinci duymak düşüncesi.