Einzelnen Beitrag anzeigen
  #28955  
Alt 11.08.2006, 18:27
Benutzerbild von xp0mpalanejatx
xp0mpalanejatx xp0mpalanejatx ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard Kuran İnkarcılara MeydanOkuyor Ama Nasıl

insan ürünü bir kitap olduğunu ileri sürenlere Kuran"ın cevabı şöyledir:

De ki: "İnsanlar ve cinler bu Kuran"ın bir benzerini oluşturmak için bir araya gelseler, yine onun bir benzerini getiremezler. Birbirlerine arka olup yardım etseler de..." (17:88)

Bu tür bir meydan okumanın ne anlamı var? Diyelim ki hikayeci Aziz Nesin, hikayelerinden biri için aynı türden bir iddiada bulundu, "İnsanlar ve cinler bu hikayelerin bir benzerini oluşturamazlar..." diye. Cevabınız ne olur? Veya bir sosyolog aynı iddiayı Franz Fenon"un Yeryüzünün Lanetlileri için tekrarlasa? Veya bir edebiyatçı Dante"nin İlahi Komedi"si veya Mehmed Akif"in Safahat"ı, yahut Nazım Hikmet"in Kerem Gibi"si için tekrarlasa? Veya bir bilim adamı, Newton"un Matematiğin Prensipleri için aynı savda bulunsa? Kütüphaneleri dolduran binlerce kitap için aynı iddiada bulunulsa cevabımız ne olacak?

Benzerlik yarışması?

Şunu anlatmak istiyorum: Biri çıkıp, yazdığı kitabın Kuran"ın benzeri, hatta ondan daha iyi olduğunu ileri sürse nasıl değerlendirilecek? Din adamları onu peşinen red mi edecek? "Hayır benzemiyor" diye. O zaman, "Benzerlikten amacınız ne?" diye sormazlar mı? Kuşkusuz "aynısı" değil! Zira bir kitabın aynısı kopyasıdır! Her kitap aynen kopya edilebilir. Bu durumda Kuran"ın diğer kitaplardan bir farkı olmaz.

Bir kitabın diğer bir kitabın dengi veya benzeri olduğuna veya daha iyi olduğuna kim karar verecek? Nasıl verecek? Değerlendirmenin kriteri ne olacak? Bu sorular iyice belirlenmeden "meydan okuma" aslında "bildiğini okuma"ya dönüşmez mi?

Moon tarikatının kurucusu Papaz Sun Myung Moon"un izleyicilerinden biri, The Principle kitabının Tanrısal vahiy olduğunu ve bir benzerinin meydana getirilemeyeceğini ilan etse (ki ediyorlar), benzer iddiayı Kuran için yapan biz müslümanların cevabı ne olur? "Olmaz öyle şey, yalnız Kuran"ın bir benzeri meydana getirilemez" cinsinden dervişçe bir cevap mı olur? Yoksa "Al sana şu kitap! Alimlerimizden biri yazdı. Moon"un kitabının dengidir" biçiminde reddedilmeye mahkum bir cevap mı olur?

Reddedilmeye mahkum diyorum, zira Moon tarikatının bağlıları "Hadi canım. Bunun neresi denk. Moon"un kitabı bir ilim ve irfan harikası. Sizin alimin yazdığı ise mevcut insan bilgi düzeyinin bile altında" diye zaferlerini ilan etse ne deriz? Cevap vermeden önce, "Hazırlayacağımız nazireyi hangi objektif kritere göre ve nasıl değerlendireceğinizi bildirirseniz o zaman bu meydan okuyuşunuza bir cevap veririz" biçiminde Moonculardan makul bir açıklama istememiz gerekmez miydi?

Hele, meydan okuma, kitabın edebi üstünlüğü konusunda yoğunlaştırılsa durum daha bir anlamsız olmaz mı? Edebi ürünlerin hangisinin hangisinden daha üstün olduğu kararını kimler verecek? Nasıl verecek?

"Hiç kimse benim gibi lezzetli kebap pişiremez" diye kebapçılara meydan okuyan birinin bu iddiası nasıl reddedilebilir ki? Bir iddia yanlışlanabilir bir karaktere sahip değilse bilimsel bir iddia olamaz. "Hiç kimse benim kadar renkli rüya göremez" diyen birinin iddiası da aynı şekilde anlamlı değildir. Bir başkasının yalnızca benim gördüğüm bir rüyaya inanmasını bekleyemem. Bilimsel olmayan bir iddia doğru dahi olsa, doğruluğunu sınayamadığımız için o iddiaya inanmamız için başka sebepler yoksa, ona inanamayız. Böyle bir iddia sadece sahibini bağlar; tartışmada kullanılamaz. Kuran bu bilimsel metodu öğütlediğine göre (17:36; 2:111), kuşkusuz aynı metotla meydan okuması beklenir.

Anlamlı bir meydan okuma nasıl gerçekleşir?

Demek ki "objektif ve matematiksel bir kriter " olmadan yapılacak bir meydan okumanın pratikte hiçbir anlamı yok. Matematiksel bir kriter olmadan düzenleyeceğimiz en adil bir yarışma bile meydan okuyan tarafın zaferini ilan edebilmekten uzak olacaktır.

Açıklayalım: Bir kitabın diğer bir kitaptan üstün olup olmadığını samimiyetle öğrenmek istiyorsak, o kitapları önceden okumamış ve onlardan birine angaje olmamış uluslararası tarafsız bir kurulun önüne isimleri rumuzlu olarak çıkarmalıyız. Kuruldaki kişilerin ittifakıyla verilecek lehte bir karar, söz konusu kitabın hanesine bir olumlu puan koyabilir. Ancak yine de söz konusu puanlamanın değeri, kuruldaki kişilerin sayısına, seçimine, yetkinliğine, kültürüne ve yarışmaya katılan kitapların sayısına bağlıdır. Kuruldaki kişilerin farklı özgeçmişleri, görüşleri ve inançları objektif bir değerlendirme şansını alabildiğine küçültür. Kitapların hangisinin daha yüce ahlaki değerler ve kriterler sunduğunu belirlemek de yine kurul üyelerinin özgeçmişlerine, kültür ve normlarına sıkı sıkıya bağlıdır. Ayrıca, kitabımız yüz yarışmadan zaferle çıksa dahi yüz birinci yarışmada yenilgiye uğramayacağını garantileyemeyiz. Matematiksel bir kriter olmadan yapılacak en objektif değerlendirmeler bile yüzde yüz bir garanti sağlayamaz.

Öyleyse, Kuran"ın bu meydan okuması, insanların ve cinlerin vereceği cevaplara bağlı olmaksızın, kendi başına bir değere ve kanıta sahip olmalı. Aksi takdirde, Kuran"ın Tanrı sözü oluşu kıyamete kadar kanıtlanmamış olur. Demek ki, Kuran"ın meydan okuyuşu, tüme varım (endüksiyon) değil, tümden gelim (dedüksiyon) yöntemine sahip olmalıdır. Bir başka deyişle, Kuran"nın meydan okuyuşu bir çağrı değil, kanıtlanmış bir tezin zaferinin ilanıdır.

Diyelim, ünlü teorik fizikçi Einstein mevcut ve gelecek teknolojiye şöylesine meydan okudu: "Tüm mühendisleriniz ve fabrikalarınızla bir araya gelseniz ışıktan hızlı giden bir uzay gemisi yapamayacaksınız." Einstein?ı desteklemek için ışık hızını tek tek mevcut uçakların hızıyla mı karşılaştırırsınız, yoksa ışık hızını aşmanın mümkün olamayacağını mı denklemlerle kanıtlarsınız? Birinci yöntem hem çok zaman alır ve hem de Einstein"ın tezini gelecekte üretilecek roketlerin çürütebileceği kuşkusunu bulaştırır.

Kuran"a nazire düzenler!

Kuran tarihini konu edinen kitaplar, bazı Arap edebiyatçılarının Kuran"ın meydan okuyuşuna cevap amacıyla nazireler düzdüklerini; ancak hepsinin hüsrana uğradığını bildirir. Örneğin; Din İşleri Yüksek Kurulunun eski üyelerinden Dr. Osman Keskioğlu"nun yazdığı Nüzulünden Günümüze Kuran-ı Kerim Bilgileri adlı kitabı bu konuya 10 sayfa ayırıyor. Keskioğlu, "mişli, muşlu" ifadelerle ve alabildiğine yüzeysel değerlendirmelerle konuyu avam düzeyinde savuşturuyor.

Arap edebiyatının muhteşem şiir ve nesir örnekleri dururken, din adamlarının bula bula Arap edebiyatında hiçbir yeri olmayan "Müseylemetül Kezzab" (Yalancı Müseyleme) diye anılan ne idüğü belirsiz bir şahsa atfedilen "saçma-sapan" bir ifadeye yüklenmeleri ilginçtir. İddiaya göre Müseyleme şöyle nazirede bulunmuş:

Vel mübezzirati zeran, vel hasidati hasdan, vez zariyati kamhan, vet tahinati tahnan, vel acinati acnen, vel habizati hubzen, ves saridati serdan, vel laqimati loqman... El filu, mal filu. Ve ma edrake mal filu. Lehu zenebun vesilün ve hurtumun tavilun. İnne zalike bi halqi rabbina leqalilün... Ya dafda" binte dafdaayni... .

Çevirisi:

Andolsun ekin ekenlere, ürünü biçenlere, taneleri saptan ayıranlara, değirmende öğütenlere, hamur yapanlara, ekmek yapanlara, yan yana dizenlere ve lokma lokma edenlere... Fil, fil nedir? Filin ne olduğu sana bildirildi mi? Onun vardır kıvrak bir kuyruğu ve uzun bir hortumu. Kuşkusuz bunlar Rabbimizin yaratılışını dile getirirler... Ey çifte kurbağanın kızı kurbağa...

Bazı müslümanların, mevcut İncilleri çürütmek amacıyla, Barnabas adında bir İncil düzdüğünü düşündüğümüzde, Kuran mucizesini övmek amacıyla Muhammed Peygamberin okuryazar olmadığı palavrasını icma ile propaganda ettiklerini hatırladığımızda, "Yalancı" (Kezzab) diye yaftalanan bir şahsa atfedilen saçma sapan ifadelerin aynı kafa yapısına sahip müslümanlarca uydurulmuş olması büyük bir ihtimal kazanıyor. Bu kafa sahipleri, saçma sapan tekerlemeleri Kuran ile yarışa sokarak akıllarınca ucuz edebi zaferler elde etmeye çalışmıştır.

"Komikse kezzaptır, ciddiyse zındıktır" mantığı

Nitekim, Kuran"ın mucizesinden söz eden alimlerin hemen tümü, "Müseylemetül Kezzab"a" atfedilen söz konusu saçma sapan tekerlemeleri nakletmeye başlayarak Kuran"ı savunmaya çalışır. Ellerinde sınanabilir herhangi bir kriter olmadığı için reddetmekte güçlük çektikleri ciddi nazire örneklerini ise, "yazarının aslında nazire yazmaya niyet etmediği" gibi gülünç sebeplerle diskalifiye ederler.

Keskioğlu"nun yukarıda ismini verdiğim kitabının 1987 baskısının 193. sayfasından bir paragrafı alıntılayalım:

Görülüyor ki, Müseyleme ve hempalarının saçmaları insanı güldürmekten başka bir şeye yaramıyor. İbni Mukaffa, Ravendi, Ebül Ala gibi ediplere ise yapıştırılan töhmet bir gizli maksadın mahsulüdür. şöhreti olan bu ediplere bu töhmeti fırlatmakla zındıklar, Karamıta ve Batıniye gibi fırkai dalle erbabı bir maksat güdüyorlar, onları da kendi taraflarında göstermek istiyorlardı. Aslı faslı olmayan davalar uyduruyorlardı. Müşrikler, Yahudiler, Kuran"ın karşısında mağlup oldukları gibi bunlar da şüphesiz mağlup olup yerlere serildiler.

Kuran"ı saçma-sapan gülünç tekerlemelerle yarışa sokarak ucuz kahramanlıklar kazanan bizim ulemaya şu hatırlatmada bulunmak istiyoruz: Bir edebi parça ister Kuran"a nazire düzmek amacıyla yazılmış olsun veya olmasın, onu nazire olarak ileri süren "zındıklara" ya adam gibi cevap vermeli veya susmalı.

Saçma-sapan ve gülünç olmayan nazirelerin çürütülüş mantığı ise çok ilginç. Bu sefer de nazireler "çok benziyor" diye yarışı kaybediyor. Aynı kitabın 197. sayfasında "Nureyn Suresi" adlı bir parça bakınız nasıl reddediliyor:

Bu parçayı mahsus uzattık. Ta ki herkes bu tabirlerin çoğunun Kuran"dan alınma olduğunu görsün. Gulam Ahmed"in yaptığı gibi bir şey. Bunlar Kuran"ın muhtelif ayet ve kelimelerini bir araya getirmekle ve araya Ali kelimesini, vasiyet meselesini sokmakla meydana gelmiş şeyler.

Hadisçi-Sünnetçi alimlerin çıkmazı

Aslında hadisçi-sünnetçi alimler kendi iddialarıyla açık bir çelişki içindedirler. Bir yandan Kuran"ın edebi yönden bir mucize olduğunu akıllarınca ispatlamaya çalışırken, öte yandan, Arap edebiyatını kendilerinden çok daha iyi bilen sahabenin (peygamberin arkadaşlarının) Kuran ayetlerini insan sözlerinden ayıramadığına inanırlar.

Örneğin, hadis kitapları, Kuran"ın derlenmesiyle görevli komitenin Kuran ayetlerini iki tanık olmadan kabul etmediğini aktarır. Böylece, yetkili sahabelerin bile Kuran ayetlerini insan ürünü sözlerden ayıramadığını ileri sürerler. Buhari başta olmak üzere birçok hadis kitabı,

"Eşşeyhu veş şeyhetü iza zeneya fercümühüma elbettete nekalen minallahi wallahu azizün hakim" (Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ederlerse onları Tanrı tarafından bir ceza olmak üzere taşlayarak öldürün. Tanrı Üstündür, Bilgedir)

biçiminde bir "ayet" rivayet eder. Yahudilerin ve Mekkeli putperestlerin uyguladığı taşla öldürme cezasını İslam dinine sokmak amacıyla uydurulan bu sözde "ayet" meğerse peygamberin vefatından sonra Kuran"dan çıkarılmış. Fakat yine de hükmü yürürlükte kalmış...

Tanrı"ya yakıştırılan sözlerin Tanrı"ya ait olup olmadığını edebiyat ve belağat mucizesiyle nasıl kanıtlar bizim büyük İslam alimleri? Müseyleme"ye karşı kahraman kesilen bizim ulema, ne var ki Buhari, Müslim, Ebud Davut, İbni Maceh, Tirmizi, İbni Hanbel gibi sarıklı sakallı usta yalancılar karşısında aciz kalıp suspus olmaktadırlar.

Hadis kitapları, bir sürü sözler rivayet ederek, onların daha önceden Kuran"da yer aldığını, ancak unutkanlık veya "nesih" gibi sebeplerle Kuran"a sokulmadığını iddia eder. Hatta bazı rivayetler, fazladan iki sure (Kunut duaları) içeren bir Kuran nüshasından söz eder. Müseyleme karşısında edebi zaferler kazanan alimlerimiz Kunut dualarının Kuran"dan olmadığını edebiyat ve belağat ilmiyle nasıl kanıtlarlar? Doğrusu merak ediyoruz.

Bu ne turşu, bu ne perhiz?

Aslında konu daha vahimdir. Ehl-i Sünnet"in ve Şia"nın mevcut mezhepleri başta olmak üzere yüzlerce mezhep ve tarikat Kuran"a ciltlerle kitabı nazire olarak düzmüşler ve hatta onları Kuran"a tercih etmişlerdir. İlkel yalancıların Muhammed Peygamberin vefatından yıllar sonra (Örneğin Buhari 240 yıl sonra) düzdüğü hurafeler, bazı doğrular ve ayetlerle karıştırılarak İslam dininin ikinci kaynağı olarak sunulmuştur. Hadis ve Sünnetin Allah"tan gelen vahiy olduğunu iddia eden sözde İslam alimleri böylece Müseylemetül Kezzab"a nispet edilenden daha gülünç ve saçma bir sürü sözleri Kuran"a eş koşmuşlardır. Hatta Hanefi mezhebinin alimleri, hadislerin Kuran ayetlerinin hükmünü ortadan kaldırabileceğini bile iddia etmişlerdir. Örneğin; Hanefi mezhebine göre 2:180, 240; 4:11,12; 4:15; 4:23-24; 5:106; 6:145 gibi nice ayetler hadisler tarafından neshedilmiş, yani iptal edilmiştir.

Kuran ayetlerinin bir eşi ve benzeri olmadığını kanıtlamak için Müseyleme"ye isnat edilen birkaç satıra cihat ilan eden ulema, diğer yanda Ebu Davud adındaki şahsın derlediği ciltlerle hadisin Kuran"ın bir benzeri olduğuna iman edebiliyor. 52:34 ayetiyle alay edercesine... Ebu Davud (ki aynı zamanda o kitapların da ismidir) bir rivayette Muhammed"e şöyle bir iftirada bulunuyor:

Utitül Kurane ve mislehu (Bana Kuran ve bir de benzeri -Hadis- verildi).

Ebu Davud"un oluşturduğu bu kamburu görebilen bazı Sünni din adamları ameliyat ile atmaya cesaret edemedikleri için onu çeşitli yorumlarla örtmeye çalışırlar. İslam tarihi boyunca hadislerin oluşturduğu entelektüel ve pratik sorunları çözmek için harcanan enerjiyi tahmin bile edemezsiniz.

Kısacası, Kuran"ın meydan okuması, buğdayı samandan ayıracak bir kritere sahip olmalıdır. Kuran, tutarsız ve palavracı işportacıların kargaları bile güldüren donkişotluğuyla savunulamaz.