MODERN ve ILKEL
Modernin karşıtı ilkel değil elbette... Allah ile aldatanlar, siyasal sömürüye müsait olduğu için moderni daima ‘dinsel’in karşıtı olarak kullanmaktadırlar. Böyle olunca da, bu dinci söylemden rahatsız olanlar, modernin karşıtını ‘ilkel’ olarak belirleme yoluna gidiyorlar.
Mantık şöyle işliyor: ‘Sen bana modern diye hakaret edersen ben de sana ilkel diye hakaret ederim. Ve bu atışmada dünyanın genel tutumu seni değil beni destekler.’
İnsanca, insafla ve düşünce onuruna yakışır biçimde konuşursak modernin karşıtı ne ‘dinsel’dir ne de ‘ilkel’.
Modernin karşıtı traditional yani ‘geleneksel’dir. Böyle olunca da ne modern bir hakaret ve aşağılama ifade eder ne de geleneksel... Bunlar, sadece farklı yöntemlerdir. Aynı imanı, aynı heyecanı, aynı kültürü, hatta aynı siyasal anlayışı temsil edenlerin biri modern yöntemle iş görürken öteki geleneksel yöntemle iş görebilir.
Dahası var: Bazen aynı kişi, bazı konularda tam modern iken başka bazı konularda iyice gelenekçi olabilir. Örneğin, bendeniz böyle biriyim...
Ne yazık ki ayakta kalmayı, başarıyı daima aforoz ve ithama bağlı tutan din sömürücü zihniyetler bir yöntem farkını bir iman ve din farkı gibi damgalamış, kendisi gibi düşünmeyenleri bu yolla hiç zahmetsizce saf dışı etmeyi yeğlemiştir.
Modern; bilimsel, düşünsel çizgide kaldığınızda, Batı demek de değildir. Batı’ya tamamen karşı olan bir anlayış da yöntem ve tavır bakımından modern olabilir. İslam’ın yirminci yüzyılda tartışmasız en büyük düşünürü olan Muhammed İkbal, en ileri anlamda Batı karşıtıdır ama aynı zamanda en ileri anlamda moderndir.
Batı, modern olmadan da Batı idi. Samuel Huntington gibi, Batı’yı ilahlaştıran bir adamın bu gerçeği, her şeye rağmen itiraf etmiş olması dikkat çekicidir. Diyor ki:
‘Batı, modern olmadan çok önce Batı idi.’ (bk. The Clash of Civilizations, 69)
Devamını biz söyleyelim:
İslam’ı yaratıcı devrinin büyük düşünürleri, çağlar öncesinde yaşamalarına rağmen, bugünkü Batı’dan çok daha ileri düzeyde modern idiler. Zamana, çağa yemin eden ve çağın dışında kalanları hüsrana yuvarlanmakla nitelendiren bir kitabın iman çocukları elbette ki her zaman ve zeminde ‘modern’ olmak zorundadırlar.
Modern, bu anlamıyla, insanlığın ulaştığı tekámül çizgisinin gerisinde kalmadan iş görmeyi ve değer üretmeyi ifade ediyor.
Dinci saptırma, geleneksel şekilciliği bir tür tabu haline getirerek kendi saltanatı için problem çıkarması muhtemel yeni arayış ve yaratışların yolunu tıkamayı amaçlıyor. 20. yüzyılın en büyük ilahiyatçılarından biri olan protestan düşünür Paul Tillich (ölm. 1965) bazen ‘traditionalism’ bazen ‘conventionalism’ diye andığı bu gelenekperestliği eleştirirken şu satırları yazmıştır:
‘Geleneksel şekilciliğin istediği, davranışlarda, önceden kabul edilmiş tarzlara otomatik itaattir. Geleneğin; ilişkilerde, eğitimde, oto kontrolde kazandığı müthiş güç, onu, tüm insanlık tarihinde trajik bir kudrete dönüştürmüştür. Bu gücün istediği, tüm yeni kuşaklarda ve tüm yeni oluşlarda vücut bulabilecek, ama henüz doğmamış canlılıkları, yaratıcılıkları yerle bir etmektir. O, kişilikleri ve toplulukları, olası tüm ruhsal ve duygusal cevherleri bastırarak şekillendirmek peşindedir. Onun elindeki şekil, ruhu sürekli bir biçimde tahrip etmektedir...’ (Tillich; Systematic Theology: 1/91)
İslam dünyası ‘modern’ kelimesini bir tür şeytan pisliği gibi gösteren kara yürekli yobaza teslim olmanın ağır faturasını ödüyor. O kara yürekli yobaz, ‘içtihat devri kapanmıştır’ hezeyanını haklı çıkarmak uğruna, önüne gelen bir nimet ve imkána ‘modern’ damgası vurarak kaldırıp attı. ‘Matbaa gávur icadıdır, bize yaramaz’ diyerek Batı ile aramıza üç yüz yıllık aşılmaz bir duvar koyan adı Müslüman, ruhu gávur tip o kara yobazdı. Çocukluk yıllarımda, bisiklet binenlerin ‘modern, zındık’ camiye hoparlör hediye etmek isteyenlerin ‘modern, kitapsız’ yaftalarıyla suçlandığını biliyorum.
Ondan beteri de var:
Bugün, hesapları ve çıkarları elveriyor diye, Hıristiyan kurmayları haklı çıkarmak için ‘Hz. İsa gelecek, dünyayı kurtarıp barış ve mutluluğu yeniden kuracak’ diye özel yayınlar yapan kocaman ‘İslamî cemaatler’, bundan çok kısa bir süre önce, İslam’ın yeniden yapılanmasını öneren bilim ve düşünce öncülerine ‘Modern, reformcu zındık’ diye saldırıyorlardı. Ama çıkarları söz konusu olduğunda, modernin alabileceği en rezil ve iğrenç anlamları baş tacı etmekten asla çekinmiyorlar.
Anlaşılıyor ki, kavramların insanca ve akla uygun şekillerine sövenlerin ákıbetleri, o kavramların insanlık ve akıl dışı biçimlerine kurban olmak gibi bir kadere mahkûmiyet olmaktadır...
Bizim insanımızın başını örtmeyen mümin-Müslüman analarını, bacılarını sosyetik, boyalı kokana vs. diye çamurlayanlar, şimdilerde, ABD ve AB’nin, vücudu abdest ve gusül tanımamış kodamanlarının her yanını yalamayı ‘hoş görü, siyasal deha, Batı ile uyum’ vs. olarak pazarlayıp Haçlılardan itibar ve gülücük devşirmekteler.
Karşılığında Türkiye’nin geleceğini, vakar ve onurunu peşkeş çekerek...
Ne oldu o din-iman nutukları, o ‘sallallahu aleyhi ve sellem’ şovları? Nereye gitti, o ‘sünnet-i Muhammediyye’ edebiyatı?!
Boğazdan aşağı inmeyen iddiaların ömrü işte bu kadar...
Yasar Nuri ÖZTÜRK
|