Tayyip ve sehrin fiyakali Isiklari.....
Tek bir adamın bir toplumun kaderinde böylesine önemli bir rol oynadığı durumlara doğrusu ya çok sık rastlanmaz.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, iki yıllık olağanüstü bir çabayla Türkiye ile Avrupa arasında kurduğu köprüleri şimdi birer birer yıkıyor.
Her sözü, her kararı, her siyasi manevrası bizi Avrupa’dan uzaklaştırıyor.
Kimse bu davranışlara aklın berrak ışığında bir mana veremiyor, mantığa uygun bir neden bulunamıyor bu yaptıklarına, en yakınları bile başbakanın davranışlarını açıklamakta aciz kalmış görünüyor.
Eğer nedenleri aklın ışığında bulamıyorsak belki de daha gölgeli kalmış yerlere, bilinçaltının derinliklerine, hergün yeni yükler altında zorlanan ruhuna, geçmiş inançlarıyla bugünkü hali arasında sarsılan benliğinin dip akıntılarına bakmamız gerekir.
Biz, yöneticilerin de bir insan olduğunu unutuyoruz.
Onlar da insan.
Bütün zaafları, zayıflıkları, ihtirasları, ani yorgunlukları, sevilme ihtiyaçları, tutkuları, beklentileri, geçmişin nasihatlarıyla şekillenmiş bilinçaltları, korkuları, telaşlarıyla birer insan onlar.
Tayyip Erdoğan’ı bir düşünün.
İmam Hatip’te okumuş, iriyarı fiziği sayesinde mahalle aralarında biraz korkutucu dindar bir bıçkın olmuş, futbol oynamış, hep kadınsız erkekler aleminde yaşamak zorunda kalmış, şehrin ışıklı tepelerine asla itiraf edilemeyecek bir özlem ve çokça dile getirilen bir öfkeyle bakmış, kendini kanıtlamak isteyen ihtiraslı bir genç adam.
Hayatının büyük bölümü şehir ışıklarından uzakta, ıslak palto kokan sınıflarda, loş camilerde, sigara dumanıyla dolmuş parti odalarında geçmiş, şehrin ışıklarına da toplumun “günahkar” entellektüellerine de yabancı bir hayat.
İnsanla, hayatla, siyasetle ilgili basmakalıp fikirler, dindarlığa karışmış koyu bir milliyetçilik, yeni hiçbir fikrin ufkuna ulaşamadığı kapalı bir denizde tekrarlanan ayetlerle hadisler, dinci siyasi parti kulislerinin taşralı kokusunda şekillenmiş bir politikacılık anlayışı.
Baktığınızda geçmişi hemen hemen bu.
Ve bu insan son iki yıldır kendisinden başka biri oldu, yeni fikirlerle karşılaştı, inanılması zor bir algılama gücüyle onları kavradı, koca bir toplumun yüzlerce yıllık tarihini değiştirecek büyük bir manevranın dümenini tuttu, tarihe unutulmaz bir biçimde geçecek büyük bir siyasi şahsiyet kimliği edindi, sadece kendi geçmişini değil toplumunun geçmişini de geleceğe bağlayan büyük dönüşümleri gerçekleştirdi.
Gençliğinin o uzak şehir ışıkları önünde eğildi, ülkesinin en önde gelen entellektüelleri onu saygıyla selamladı, en büyük servet sahipleri karşısında ezildi, toplum onu zafere giden bir Sezar gibi alkışladı.
Büyük bir başarı kazandı.
Ne yazık ki, zor gençliklerden gelenler için başarı mağlubiyetten bile ağır bir yüktür.
Zafer onu yormaya başladı.
Çevresindeki alkışların yaptıklarına değil bizzat kendisine olduğunu, ne yaparsa yapsın alkışlanacağını, sadece varlığıyla alkışı hakkettiğine inanmaya eğilimli bir hale geldi; büyük bir ihtimalle onu sarmalayan dar bir çevre de bu eğilimi besledi.
Ve korkunç ruhsal deprem o hazin tren kazasıyla sarstı onu.
Eleştirileri kendine bir ihanet gibi gördü, artık sevilmediğini düşündü sanırım.
Victor Hugo, “insan sevilmeyince bayağılaşıverir” der, başbakan sevilmediğini sandığında bayağılaşmasa da ani bir paniğe kapıldı.
O panik halinde, “başka biri” olma enerjisini gösterme gücü eridi, kendine, geçmişine döndü, basmakalıp fikirlere, sıradanlığa sığındı.
Tren kazasıyla birlikte zincirleme hatalar yaşamaya koyuldu.
Neredeyse her davranışı yanlıştı ve her yanlış onu daha fazla yanlışa, inatlaşmaya, korkuya sürüklüyordu.
Şehir ışıkları, entellektüeller gençliğinde olduğu gibi ona uzak ve düşman görünmeye başladılar.
Kendisini “şartsız” sevecek ana kucağını arayan bir çocuk gibi onu “hatalarıyla” sevecek, onu bağrına basacak, eleştirmeyecek kendi öz cemaatini aramaya, onlara sığınmaya çalıştı.
Türkiye tarihinin gördüğü en büyük tarihi şahsiyetlerden biri olmak üzereyken birdenbire Kasımpaşalı, babayiğit bir imam kimliğine dönüverdi.
Sanırım artık onun için ne Avrupa hatta ne de başbakanlık önemli, o partisini ve cemaatini kaybetmemeye uğraşıyor, herkesin kendisini terkedeceğinden korkuyor.
Tarihe geçmekten vazgeçti çünkü bunu yapacak gücü kalmadı, tükendi.
Onunla birlikte ülkenin ümitleri de tükendi ne yazık ki.
O tarihi bir kimlik olma şansını biz tarihimizi değiştirme fırsatını kaybettik.
Ama gene de bir mucize daha bekliyoruz.
Erdoğan “bir başkası olma”, Türkiye de Erdoğan gibi birinden tarihi bir şahsiyet yaratma mucizesini bir süreliğine de olsa göstermişti.
İkinci bir mucize ilk mucizeden daha zor olsa da, buranın mucizesi bol bir toprak olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir.
Bakarsınız Kasımpaşalı bıçkın çocuk, bu muhteşem yarışın son adımlarında, tam da tökezlediği, bitkinleştiği, herkesin yarışı bıraktığını düşündüğü anda, ancak büyük şampiyonlarda görülen o inanılmaz atağı gerçekleştirir.
O zaman onu tarihe yazarlar.
Ya da...
|