![]() |
KUM
Sen kum nedir bilmezsin Deniz Görmedin ki. Yum gözlerini, zamanı düşün, Deniz bir gözünde Kum bir gözündedir. Sen taş nedir bilmezsin Dağa çıkmadın ki Yürü ufuklara doğru, Dağ bir ayağında Taş bir ayağındadır Sen kül nedir bilmezsin Ateş yakmadın ki, Uzat ellerini gökyüzüne, Ateş bir elinde Kül bir elindedir Sen kan nedir bilmezsin Ölmedin, öldürmedin ki, Yat toprağa boylu boyunca Ölüm bir yanında Kan bir yanındadır Sen aşk nedir bilmezsin Beni sevmedin ki Ağla, ağlayabildiğin kadar Bütün güzellikler sende Aşk bendedir! UMIT YASAR OGUZCAN |
" Sevmek güzel birinde Ask`i aramak degil,
O kiside bilmedigin bir zamanin beklenmedik, bir aninda, "Kendini bulmaktir".... |
Hakiki Erkek...
"unutma hakiki erkek, yuzlerce erkekten meydana gelir. zaten bir zaman
sonra, yuzlerce erkegin sana verdigini, bir erkekten beklemeyecek kadar olgunlasmis olacaksin sen de... bir kadinin aradigi o bir tek erkek, her zaman icin hayali bir varliktir. hic olmamistir.... her erkekte, aradigin erkegin yanlizca bir parcasini bulursun. gercek bir kadin icin, gercek bir erkek, allah gibidir, her yerdedir ve hicbir yerdedir. ask da budur zaten! baska bir sey degil. aramaktan vazgec demiyorum, bulmaktan vazgec!" Murathan Mungan |
"gözlerim gözlerinden başkasını unuttu,
sen yoksan, o yokluktur, senden öncesi yoktu!" Ümit Yasar |
büyük insanlık sekizinde işe gider,
yirmisinde evlenir, kırkında ölür, büyük insanlık. -nazım hikmet ran- |
Sancili geceler gecti diyerek ,sevincle kendimi güne biraktim
Tazeleniyorordu güzel umutlar,günesimi gölgeledi bulutlar Kadermi bilinmez, bu cekim gücü,katran yakar sanki kara büyücü Nekadar güzelde olsa bu hayat, Dürüstce yasamak fazla yorucu 1insan |
"gelecegim, bekle dedi, gitti
ben beklemedim, o da gelmedi ölüm gibi birsey oldu. ama kimse olmedi" özdemir asaf |
Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?
Sana düşer azapların, tövbelerin beteri. Alçakları besler, yoksulları ezer durursun: Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri. Hayyam |
Hayyam Bade sarhossan mutlu ol!
Lale yanakli biri ile oturmussan mutlu ol! Mademki dünyanin sonunda yokluk var! Say ki yoksun! Varmissin gibi mutlu ol..... |
Yalniz bir Opera 1
YALNIZ BİR OPERA
Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim İmrendiğin, öfkelendiğin Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim Yani yaşamışlık sandığın Geçmişim Dile dökülmeyenin tenhalığında Kaçırılan bakışlarda Gündeliğin başıboş ayrıntılarında Zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu. Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim. Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp, Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren, Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin. Ve hala bilmiyordun sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana Bütün kazananlar gibi Terk ettin. Yaz başıydı gittiğinde, ardından, Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim. Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim. Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum. Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum. Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine Çerçevesine sığmayan Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu. Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs. Seni bir şiire düşündükçe Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma. Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi? 'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda. Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda. Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını Takvim tutmazlığını Aramızda bir düşman gibi duran zamanı Daha o gün anlamalıydım Benim sana erken Senin bana geç kaldığını. Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri. Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı. Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza. Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk. Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık. Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize. Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana. Şimdi biz neyiz biliyor musun? Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. Birbirine uzanamayan Boşlukta iki yalnız yıldız gibi Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız Ne kalacak bizden? Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden Bizden diyorum, ikimizden Ne kalacak? Şimdi biz neyiz biliyor musun? Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz. Kış başlıyor sevgilim Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan Oysa yapacak ne çok şey vardı Ve ne kadar az zaman Kış başlıyor sevgilim İyi bak kendine Gözlerindeki usul şefkati Teslim etme kimseye, hiçbir şeye Upuzun bir kış başlıyor sevgilim Ayrılığımızın kışı başlıyor Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime. Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak.... Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar, Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, Çağrışımlarla ödeşemezsiniz. ... |
yalniz bir opera 2
.....
Dışarda hayat düşmandır size İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz Bir ayrılığın ilk günleridir daha Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup Kulak verdiğiniz saat tiktakları Kaplar tekin olmayan göğümüzü Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz Bakınıp dururken duvarlara Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek, Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına, Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya Kendimizi hazırlar gibi. Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken, Ve kazanmış görünürken derinliğimizi Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar Göremeseniz de, bilirsiniz Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar. Bana zamandan söz ediyorlar Gelip size zamandan söz ederler Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onalar da bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler. Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır. Zaman alır sizden bunların yükünü O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir. O boşluk doldu sanırsınız Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir. Gün gelir bir gün Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide O eski ağrı Ansızın geri teper. Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten bitmissinizdir. Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi kavranır. Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır. Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla Günlerin dökümünü yap Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini Kim bilebilir ikimizden başka? Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış Bir ilişkiyi, duyguların birliğini, Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla Bunlar da bir işe yaramadıysa Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda. Bu şiire başladığımda nerde, Şimdi nerdeyim? Solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden İkindi yağmurlarını bekleyen Yaz sonu hüzünlerinden Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim Geçti her cağın bitki örtüsünden Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından Bakarken dünyaya Yangınlarla bayındır kentler gibiyim: Çicek adlarını ezberlemekten geldim Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların Unuttuklarını hatırlamaktan Uzun uzak yolları tarif etmekten Haydutluktan ve melankoliden Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden Duyarlığın gece mekteplerinden geldim Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim. Bu şiire başladığımda nerde, Şimdi nerdeyim? Yaram vardı, bir de sözcükler Sonra vaat edilmiş topraklar gibi Sayfalar ve günler Işık istiyordu yalnızlığım Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. Karardı dizeler. Aşk...Bitti. Soldu şiir. Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde Ask yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım. Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır: Eksiliyorduk Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim Her otelde biraz eksilip, biraz artarak Yani çoğalarak Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında Ağır ve acı tanıklıklardan Geçerek geldim. Terli ve kirliydim. Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de... Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları Ve açık hayatları seviyordu. Buraya gelirken Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri... panayır yerleri... Ölü kelebekler... Ölü kelebekler... Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim. Adım onların adının yanına yazılmasın diye Acı çekecek yerlerimi yok etmeden Acıyla baş etmeyi öğrendim. Yoksa bu kadar konuşabilir miydim? İpek yollarında kuzey yıldızı Aşkın kuzey yıldızı Sanırsın durduğun yerde Ya da yol üstündedir Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı. Aşkın bir yolu vardır Her yaşta başka türlü geçilen Aşkın bir yolu vardır Her yaşta biraz gecikilen Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler Gözlerim Aşkın kuzey yıldızıdır bu Yazları daha iyi görülen Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler İlerlerim Zamanla anlarsın bu bir yanılsama Ölü şairlerin imgelerinden kalma Sen de değilsin. O da değil Kuzey yıldızı daha uzakta Yeniden yollara düşerler Düşerim Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler Yaşamsa yerli yerinde Yerli yerinde her şey Şimdi her şey doludizgin ve çoğul Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi Şimdi her şey yeniden Yüreğim, o eski aşk kalesi Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden Dönüp ardıma bakıyorum Yoksun sen Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren. Murathan Mungan |
Ehl-i sünnet kasidesi
Ehl-i sünnet itikadı, nazm üzre ey civan,
Oldu aşağıda sana, açık dil ile beyan: Doğru olan itikadı, ister isen kardeşim, Gece gündüz, ilmihali oku hem de, pek candan! Ruhuna rahmet eylesin, Hak Ebu Hanife’nin, Kur’an yolunu gösterdi, bize o yüce Numan. Dünyaya gönül bağlama, akar ömür su gibi! İslamiyet’e uyan kimse, her dem olur şadüman. Önce ilmihali öğren, çocuğuna da öğret! Din bilgisi öğrenmezsen, olursun sonra pişman! Düşmanlarımız sinsice, nasıl saldırıyor bak! Sen de dini yaymak için, çalış kaybetme zaman! Dinsizler hep yalanla, gençleri aldatıyor, İslamı yok edecekler, artık gafletten uyan! Müslümanlar da şaşırmış, tuzağa düşmüş çoğu, Ehl-i kıble sözde hepsi, ayrılmışlar hak yoldan. Kim ilmihalden anlamaz, kendini koruyamaz, Kâfir veya sapık olur, Ehl-i sünnet olmayan! Doğru olan bilgileri, yayanlara yardım et! Cihad sevabını kazan, olsun bunda mal revan! Resulullah hiç durdu mu, Eshabı uyudu mu? Dini yaymak için hepsi, olmuştu bir kahraman! Çalış boş durma sen dahi, din düşmanı pek kavi! İçten dıştan ezecekler, gidecek, dinle iman. Eshaba uzatma hiç dil, hepsinin kadrini bil! Birbirini severlerdi, buna şahittir Kur’an! En üstün Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali hem, Muaviye’yi de çok sev, Odur Kur’anı yazan! Rabbimiz cisim değildir, zamanı, mekânı yok, Maddeye hulul eylemez, böyle olmalı iman! Mahlûka muhtaç değildir, ortağı, benzeri yok, Her şeyi Odur yaratan, hem de varlıkta tutan. İyi, kötü, iman, küfr, madde, kuvvet, enerji, Hepsini O var ediyor, yaratamaz hiç insan! Herkese akıl, irade verdi, doğruyu gösterdi, Kim iyilik diler ise, yaratır hemen Rahman! Önce, itikadı düzelt, emri, yasağı gözet! Saadete kavuşamaz, İslamiyet’ten ayrılan! Ta önceden âdet oldu, kim ekerse o biçer, Pek aldandı, ziyan etti, ekmeden buğday uman! Yetmiş üç fırkadan ancak Ehl-i sünnet kurtulan, Resulullah’ın yolunu onlardır bize sunan! |
İlk öpüştüğüm kişiydi o.
Dudakları dudaklarımdayken, Söylediği sözü hatırlayınca, Gülümseme oluşur yüzümde, engel olamam. 'Sen öpüşmeyi bilmiyorsun ki' ...Evet Bilmiyorum. Ama hiç şüphesiz ki, sana koca bir masumiyet sunabilirim, ki sundum! Olmadı, aşkları da ticarete döktüler artık. Her sevgili tecrübeli eleman arıyor. Şimdi söyle; Aşkına layık olmam için kaç referans göstermem gerekiyor? Can Dündar |
kar yağdı durmadan üç gün üç gece,
tıkandı geçitler yollar kapandı. yalnızlığın buzdan çetelesinde kimseler umursamadı karı. yüzlerinde iğreti bir kibirle hep düşürmekten korktukları, dalıp gittiler günlük işlerine. diz boyu birikmiş kar içinde yürürdük uzatarak açtığımız kanalı, iki kar güvesi gibi sokaklarda seninle anardık bütün yitik aşkları bu karlı kış gününde. güngörmüş dağlara karşı sımsıcak öpüşürdük sarılıp birbirimize. -sevgilim, yanımda olsaydın keşke! şölensiz, sevinçsiz yaşıyoruz şimdilerde, bir iğdiş ve buruşuk zamanı. kimsenin türküsü yok dilinde karşılayacak yağan karı coşkulu ve sarhoş sesiyle. bıçak açmıyor ağızları; acı, yalnız acı var yüreklerde. kar yağdı durmadan üç gün üç gece, yaslandı duvarlara, kapıları zorladı, pencerelerden baktı ev içlerine. kar hiç böyle kimsesiz kalmadı kendi özgül tarihinde. çıngırakların, kızakların karı yağdı herşeyin üstüne sessiz bir öfkeyle. birikti bir çamaşır ipine bile. saçaklardan sarktı, attı kendini gürültüyle yere, kimse sahip çıkmadı; yığıldı kaldı duvar diplerine. yalnız kuş ayakları bastılar incelikle göğsüne. -sevgilim, yanımda olsaydın keşke! kar var yaşadığımız günlerde. umutsuzluk çevremizi kuşattı, kıtlık kıran gündemde. yine de ele güne karşı, özenle saklıyorum yüreğimde sana duyduğum aşkı, dört yanım kar içinde. metin altıok |
Değirmenciler
Beyin öğüten değirmenciler At hırsızı besiciler Bahçıvan dilenciler Prof titel`li şirk üreticiler, Köle taşıyan gemiciler Alın teriyle beslenen servetrciler Gece başınızı yastığa koyunca, Rahat uyuyabiliyormusun`uz Hamurlarını kanla yoğuran ekmekçiler I.A 1 insanol |
Aldanma insanların samimiyetine! menfaatleri gelir her şeyden önce. Vaad etmeseydi Allah cenneti; O'na bile etmezlerdi secde.
Mehmet Akif Ersoy |
dile min e min da teye
cave min e timli teye were min gri venekle le zalime min guneye |
moda
ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım eğlence zümresinin başının tacı hanım bu metod ki sizlerin müsbet ilacı hanım dışının görünüşü içinin aynasıdır açıl kızım utanma bu devrin modasıdır yerindedir tahsilin güzelliğin şahane varsa türkten talibin bul çeşitli bahane bir ecnebi hovarda yakalarsan daha ne dışının görünüşü içinin aynasıdır açıl kızım utanma bu devrin modasıdır flörtünün sayısı en az on beş olmalı kimisi halis züppe kimisi keş olmalı altın kolyen kürk manton taksin beleş olmalı dışının görünüşü içinin aynasıdır açıl kızım utanma bu devrin modasıdır iç votkayı şarabı sokaklarda nara at medeniyet sizlerle yükselmektedir kat kat çeşni ruha gıdadır her gün bir yatakta yat dışının görünüşü içinin aynasıdır açıl kızım utanma bu devrin modasıdır hiç durma twist öğren her gün baloya git tırnağını yüzünü dudağını boya git suni peyke varis ol conilerle aya git dışının görünüşü içinin aynasıdır açıl kızım utanma bu devrin modasıdır bazan düz pantalon giy traş ettir enseni bin dolaş bisiklete göster şöyle sen seni kabahat ailende anlıyorum ben seni dışının görünüşü içinin aynasıdır açıl kızım utanma bu devrin modasıdır artist ol filim çevir ismine yıldız derler bin kez kürtaj yaptırsan gene sana kız derler çıplak resim çektirsen ne şahane poz derler dışının görünüşü içinin aynasıdır açıl kızım utanma bu devrin modasıdır mayoyla endam göster git jürinin önünde mahremini teşhir et her birinin önünde seçil bir kraliçe imtihanın sonunda dışının görünüşü içinin aynasıdır açıl kızım utanma bu devrin modasıdır hayır inanma kızım bunlar hep istihzadır namus insanlar için en mukaddes meyvadır gençlikte hissiyatın belki seni aldatır dışının görünüşü içinin aynasıdır haddinden çok açılmak soysuzun modasıdır türk oğluna anne ol iftihar et onunla elin soysuz züppesi bağdaşamaz seninle bu yurdun kızı isen şu sözü iyi dinle dışının görünüşü içinin aynasıdır yapacağın düşüklük bize yüz karasıdır Abdurrahim Karakoc Heftigggg ;-) |
Bu Kadar Sevmedimki
Dönemem terk ettiğim hiç bir yere Dolaşıp duruyorum sokaklarda Dilimde o son duam Ben hiç kimseyi bu kadar sevmedimki Sonsuzluk gibi çıkıyordu Bu söz içimden Umutsuz bir yakarış gibi Hiç bitmeyecek bir hasret gibi Ben hiç kimseyi bu kadar sevmedimki Cezmi Ersöz |
Aşktan Nefes Alamadığım Yerde
Çocukluğumun bahçesiydin sen Bütün bilinen mutluluklardan uzakta, O sarışın akşam üstlerinde, Istırabın eşiğinde… Nefesim sıkıştığında seni sevmekten Ömrümü okurdum o acı neşede, Boşalırdı ağzımdan o kanlı nefes Sonra çok özlendiği için acımasızca talan edilen Her baharda dönerdim oraya… O sarışın akşamüstleri Hiç gitmediğim uzaklardan döndüğüm yer olurdu… Bilinen bütün mutluluklardan uzakta Kalırdım orada, Kalırdım çocukluğumun bahçesinde, Aşktan nefes alamadığım o yerde… Cezmi Ersöz |
İki Karanlık Orman Birbirini Sevse Ne Olur, Sevmese
Anlaşmak diye birşey yoktur aslında dillerin ve yüzlerin altında başıboş zamanlar dolaşır sokaklarda bir kıç,bir penis,bir çocuk-köpek gibi dolaştığım zamanlar varlığımı koruyabilmek için masaların altında ellerimi, ayaklarımı parçaladığım zamanlar Zamanlar haindir,zamanlar muhbir İki karanlık orman birbiriyle anlaşsa ne olur, anlaşmasa Güvenmek diye birşey yoktur aslında dillerin ve yüzlerin altında başıboş korkular dolaşır bense korkumu ölümümün altına sakladım hep korkumun kokusunu aldılar kaçtım kovaladılar İki karanlık orman birbirine güvense ne olur, güvenmese Sevmek diye birşey yoktur aslında dillerin ve yüzlerin altında başıboş yalnızlıklar dolaşır uydurulmuş anılar,sahte öyküler,hiç kullanmadığım yerlerimi bıraktım onlar yine de son kapıma dayandılar kapının ardı karanlık deniz denizde masum,tetikteki sızım,son inancım gördüler onu Artık şimdi o karanlık denizde 'binlerce hiçkimseyim' İki karanlık orman birbirini sevse ne olur, sevmese Cezmi Ersöz |
Kendini Saklama Çiçekleri
Biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle içinde güvensizlik ağaçları, küstüm otları, kendini saklama çiçekleri... Özlem kirli bir kan gibi yüreklerimizi boğmasın, Yalnızlık karanlık bir orman gibi çökmesin içimize diye, Biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle... Önümüzde dokunuşlardan uzak, insafsız ve çok uzun bir kış var diye, koca bir yaz, kendini saklama çiçeklerini suladık durduk yalnızca Biz aşk bahçemizi küçük, çok küçük tuttuk seninle... Cezmi Ersöz |
Kaldırımlar 1
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya, Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi.. Necip Fazıl Kısakürek |
Zindandan Mehmed'e Mektup
Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de, geri adam, boynunda yafta... Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim! Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli. Bu yol da tutuktur hapse düşeli... Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak. Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! Bir âlem ki, gökler boru içinde! Akıl, olmazların zoru içinde. Üstüste sorular soru içinde: Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu? Bir idamlık Ali vardı, asıldı; Kaydını düştüler, mühür basıldı. Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; Bahçeye diktiği üç beş karanfil... Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'! Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat... Beni Allah tutmuş, kim eder azat? Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem... Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem! Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil; Sayım var, maltada hizaya dizil! Tek yekûn içinde yazıl ve çizil! İnsanlar zindanda birer kemmiyet; Urbalarla kemik, mintanlarla et. Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... Yalnız seccâdemin yününde şefkat; Beni kimsecikler okşamaz mâdem; Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem! Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; Köpük köpük, duman duman erisin! Peykeler, duvara mıhlı peykeler; Duvarda, başlardan, yağlı lekeler, Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler... Duvar, katil duvar, yolumu biçtin! Kanla dolu sünger... Beynimi içtin! Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; Tek nokta seçemez dünyadan nazar. Yerinde mi acep, ölü ve mezar? Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? Ses demir, su demir ve ekmek demir... İstersen demirde muhali kemir, Ne gelir ki elden, kader bu, emir... Garip pencerecik, küçük, daracık; Dünyaya kapalı, Allaha açık. Dua, dua, eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış... Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu; İplik ki, incecik, örer boşluğu. Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş; Karanlığında nur, yeniden doğuş... Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş! Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin! Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! (1961) Necip Fazıl Kısakürek |
Sadece ..
Ben yazin Portakali, Kisin Karpuzu özlerdim.. Simdi birde `SEN ciktim karsima :( |
HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM
Seni, anlatabilmek seni. İyi çocuklara, kahramanlara. Seni anlatabilmek seni, Namussuza, halden bilmeze, Kahpe yalana. Ard- arda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarda gürül- gürül akan bir dünya... Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar, Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana Bir bu yana... Seni bağırabilsem seni, Dipsiz kuyulara, Akan yıldıza, Bir kibrit çöpüne varana, Okyanusun en ıssız dalgasına Düşmüş bir kibrit çöpüne. Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, Yitirmiş öpücükleri, Payı yok, apansız inen akşamlardan, Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene, Seni anlatabilsem seni... Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini... - Ahmet Arif - |
Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu. Birinciliği beyaza verdiler.
|
"Eger Hayat ta hep mutlu olursam, hayalini kuracak neyim kalir "
|
It ürür kervan yürür.
|
Mümtaz Beğen
Biliyorum biliyorum,
Tam yedi yil oldu dede. Istedim hep istiyorum, Kismet bu yil oldu dede. Neden? Niçin? Sakin sorma, O alemden kafa yorma, Yazmak çok zor degil amma, Yazilan yel oldu dede. Faziletmis, karaktermis, Bunlar hepsi eskidenmis, "Fodul" denmis güzel denmis, Görünen kel oldu dede. O günlerden bu günlere, Gülünç olduk hep ellere, Sirtlarimiz yükseklere, Çikilan yol oldu dede. |
Yilmaz Odabasi
EY HAYAT
(ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın aslında yokum ben bu oyunda ömrüm beni yok saysın…) yaşam bir ıstaka gelir vurur ömrünün coşkusuna hani tutulur dilin konuşamazsın! tırmandıkça yücelir dağlar sen mağlupsun sen ıssız ve kalbinde kuşların gömütlüğü tutunamazsın… eloğlu sevdalardan dem tutar aşk büyütür yıldızlardan yasak senin düşlerin dokunamazsın... birini sevmişsindir geçen yıllarda açık bir yara gibidir hâlâ hâlâ ne çok özlersin onu ağlayamazsın... yolunda köprüler çürür sesin, sessizlik sanki bir uğultuda savurur hayat kül eyler seni doğrulamazsın! yapayalnız bir ünlemsin dünyayı ıslatan şu yağmurlarda herşey çeker ve iter anlatamazsın... yaşam bir ıstaka gelir vurur işte ömrünün coşkusuna sesinde çığlıklar boğulur ama bağıramazsın… sonra vakt erişir, toprak gülümser sana upuzun bir ömrün ortasında ne hayata ne ölüme yakışamazsın! yazdırmalısın mezar taşına: ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın aslında hiç olmadım ben bu oyunda ömrüm beni yok saysın… |
Yilmaz Odabasi
KONUŞSAM SESSİZLİK SUSSAM AYRILIK
resmin rehindir gurbetimde gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana... ve akşam, bir kez daha saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara “bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır” çekmiyorsun! akarsuları imrendiren yüzün de sabahçı kahveler de biliyor görüşmeyeli yorgunum yıkık kentler kanadı sevinçlerimle görüşmeyeli ya sen nasılsın adım, adresim durur mu defterinde? şimdi siirt'te koyun kokulu bir gecedeyim beynimde iklimsiz papatyalar ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde sokakların gün batınca neden boşaldığını ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum konuşsam: sessizlik/gitsem: ayrılık sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara gurbetini rehnetme özlemimde… |
Ibrahim Sadri
Ben seni hiç sevmedim ki
Durgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim Birde yıldızları sevdim Eylül akşamlarında gelip, Gözlerinde tutulan. Ben seni hiç sevmedim ki Beni yola koyduğunda ayrılmayı sevdim Kurşunları sevdim beni vurduğunda Ağlamayı sevdim unuttuğunda Yalnız olduğumu anladığımda Ayakta kalmamı sevdim Yıkılmamı sevdim seni hatırladığımda Ekmeği sever gibi sevdim sensizliği Su gibi özledim Temmuz güneşinde sesini İkindide yağmur gibi Geceleyin yağan yağmur gibi sevdim seni sevdiğimi Ben seni hiç sevmedim ki Kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim Menekşeyle konuşmanı Nisan'a hatırlatmanı Baharın bir adının da yalnızlık olmadığını Düştüğün zaman kanayan yaralarını Ve tuhaflığını üşüdüğün zaman Sakız satan çocukları Yeni çıkan şarkıları Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe Ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte Ben seni hiç sevmedim ki Bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine Bir gece bir şiir gibi kibrit alevinde Alemin ortasında, kimsesizliğin sesinde Buğusunda sabahın, acımasızlığında ahın Ağlayan yüzünde İsa'nın Ferahlatan gücüyle duanın Korkutan yanıyla nar'ın İncirin, zeytinin ve kalbin üstüne Gülün üstüne Tutunduğum umudun üstüne Korkunun üstüne Hepsinin üstüne, hep senin üstüne Ben seni hiç sevmedim ki Gittiğin zaman gitmeni sevdim Evreni sevdim geldiğin zaman Kalmanı sevdim Korkuyordum sana alışmaktan Yine de sevdim gülümsemeyi Mendilimi sallarken, seni götüren trenin arkasından Kırlara ilk kar düştüğü zaman Ölümünün ne güzel olduğunu sevdim Seni içimde öldürdüğüm zaman Ben seni hiç sevmedim ki Durgun akşamlarda söylenen şarkı neyse Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim Bir de yıldızları sevdim Eylül akşamlarında gelip, Gözlerinde tutulan. Düştüğün zaman kanayan yaralarını Ve tuhaflığını üşüdüğün zaman Sakız satan çocukları Yeni çıkan şarkıları Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe Ben yangını sevdim yandığım zaman böyle işte Ben sevdim mi adam gibi severim |
Ask ve Ölüm
Yilmaz Odabasi
Ben iki şeyin apansız geldiğine inanırım: aşk ve ölüm.. İkisi de geldiğinde git diyemezsiniz. İkisinin de önemi ve büyüklüğü, belki de geldiklerinde git diyemediğimiz içindir. |
Nerdesin?
Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar: -Nerdesin? Arıyorum yıllar var ki ben onu, Aşıkıyım beni çağıran bu sesin. Gün olur sürüyüp beni derbeder, Bu ses rüzgarlara karışır gider. Gün olur peşimden yürür beraber, Ansızın haykırır bana: -Nerdesin? Bütün sevgileri atıp içimden, Varlığımı yalnız ona verdim ben, Elverir ki bir gün bana derinden, Ta derinden bir gün bana “Gel” desin. Yazar : AHMET KUTSİ TECER |
Zitat:
Aldigim nefesten soruyorumda, Verdigim nefeste bulamiyorum, Iste iki nefes arasi ne kadar onu bilemiyorum!!! |
Sakız Ağacı
O bir sakız ağacıydı, alelade;
Bir gün o yeşil sahile çıktı geldi, O zaman bu zamandır memnun yerinden; Seyreder bulutları, göğü, denizi. Titreşirdi rüzgarla güneşli yaprakları; Ömür sürdü öyle hoşnut dünyasından, Aydınlıktan uyku tutmazdı bazı gece, Motor sesleri duyulurdu uzaklardan. Tanrı adın işitmedi ömründe; İnanmadan da madem yaşanıyor diye, Rüzgarlı bir kıyıda, sevinç içinde, Yaşamak dururken düşünmek niye? Anmadı geçenleri bir defa bile; Ne uğraşır mesut olan gelecekle? Bir avare misali, günü gününe, O bir sakız ağacıydı, yaşadı sade. Can Yücel |
Gıza Bak Hele
Böyledir kısrağın deli çağları Çalmadan oynuyo kıza bak hele Ben yarattım diyo alçak dağları Kafirin verdiği poza bak hele Bilmem neyin nesi kimin sıpası Çözüldü göynümün katmerli pası Göğüs göğüs değil füze rampası Şafak mı söküyo yüze bak hele Ten değil mübarek akrın sıcağı Koynuna girenin söndü ocağı Bir kalçayı seyret bir de bacağı Tornada çekilmiş dize bak hele Üst yanı Asyalı alt yanı Frenk Her adım atış bir başka ahenk Ela mı bela mı bilmem ki ne renk Şu cellat bakışlı göze bak hele Dedi ki "Nasibim senmişsin meğer On bin kez maşallah demeden eğer; Koklarsan solarım, nazarın değer" Ağzından yel alsın söze bak hele Dedim ki; "Ne olur tenhaya gidek, Gidek de feleği perişan edek" "Say" dedi "o hade saçımı tek tek" Haspanın ettiği naza bak hele Görenler altını ıslatmış derler Yatağı göl etti döktüğüm terler Yetişin; yanıyo bastığı yerler Giderken koyduğu ize bak hele Cemal Safi |
öpüyorsam ayrılığı gözünden
söküyorsam yüreğimi göğsümden geçiyorsam gözlerinin içinden sana olan sevdamdandır bilesin geçiyorsam bir çiçeğin özünden sana olan sevdamdandır bilesin meğer ne yalnızız insan olmuşsak yaprak gibi dalda sessiz solmuşsak yeri gelmiş acıya da gülmüşsek sana olan sevdamdandır bilesin yeri gelmiş ayrılığa gülmüşsek sana olan sevdamdandır bilesin biliyorum sen yine parmak uçlarında üşüyorsun. aramızda kıvrılıp yatan uzaklığa inat, ayaklarınla kasıklarımın kasırgasını, ellerinle yüreğimde yaktığın ateşi düşlüyorsun. sularımız sızıp karışıyor ay karanlıkta ve çırılçıplak bir ırmağa dönüşüyoruz yatağımızda. apansız pencerende gülümsüyor güneş, ne güzel! bütün parmakların tıkır tıkır işliyor. iştahla biliyorsun, yaşamaktır aşk geceyle gündüzün sessiz geçişimidir bir uyku boyunda delice bir yangın parmaklarının buzulunda ah şahrud, her yerimiz nasıl da şaşırıp kalmaya istekli! karşılıksız sevebilmekse sevda gerçek seven küle dönmüş her çağda elim kolum bağlanmışsa kıyında sana olan sevdamdandır bilesin seydunayım gebermişsem kıyında sana olan sevdamdandır bilesin |
Bız Bızı Sevıyoruz ! Kımse Kıskanmasın!
bütün siirlerin tek bir noktasi , bizi bize bagliyor, SEVGI !!
kim ne derse desin; BUKADAR FARKLI OLSAK BILE, BIZI KIMSE AYIRAMAZ !:D |
Alle Zeitangaben in WEZ +2. Es ist jetzt 18:49 Uhr. |