Hamidiye Alayları, ittihatçıların iktidara gelişi ile isim değişikliğiyle varlığını sürdürmüştür. Yeni Türk devletinin kurulmasıyla dağıtılmıştır. Kürt isyanları patlak verince Kemalist iktidar yine Abdülhamit ve ittihat geleneğine sarılmış, 1924-’25 yıllarında çıkarılan köy kanunuyla Hamidiye milislerine benzer köy koruculuğu getirilmiştir. Ermenilere karşı olduğu gibi Kürt isyanlarına karşı da Kürt işbirlikçileri kullanılmıştır. 1980’lerin ortalarında Kürt ulusal devrimci hareket atılım yaptığında devlet zaman kaybetmeksizin aynı paslı silaha başvurdu. ’84-85’te çıkardığı yasalarla köy koruculuğu yeniden canlandırarak kurumsallaştırdı. Korucular, Hamidiye Alaylarının Ermenilere yaptığı saldırıların hemen hepsini Kürt yurtseverlerine yönelttiler. Katliam, kaçırma, işkence, işkenceyle öldürme, köyleri yakma, mallarını yağmalama ve topraklarına el koyma vb. Hamidiye Alayları’ndan devralınmış çeteler, hala köy koruyucuları şahsında yaşatılıyor. Köy koruculuğunu reddetmek, Hamidiye Alayları’nı katliam ve saldırganlıklarıyla yüzleşilmeden yüzeysel ve içeriksiz kalır.
ANADOLU’DA KATLİAMLAR YÜZYILI AÇILIYOR
Abdülhamit, kabul etmek zorunda kaldığı reformları uygulamak yerine katliamlarla Ermenileri sindirme ve etkisizleştirme yolunu izledi. 1878 ve 1890 Erzurum, 1894 Sason (Sasun) 1895-96’da Ermenilerin yoğunlukla bulunduğu Kürdistan vilayetleri, kimi başkaca Anadolu kentleri ve İstanbul; 1902 tekrar Sason ve 1909’da da Adana’da katliamlar gerçekleştirildi. Yüz binlerce Ermeni ve Hristiyan katledildi. Bundan dolayı Abdülhamit “İstibdadın kanlı sultanı” Avrupa kamuoyunda da “Kızıl Sultan” olarak anılmaya başlandı.
Anadolu ve Mezopotamya’da yeni katliamlar asrı Ermeni katliamları başlamış; Süryani, Keldani, Yakubi**, Bulgar, Rum, Kürt, Ezidi ve Alevilere kadar hemen hemen ezilen halkların hepsinin maruz kaldığı bir devlet geleneğine dönüşmüştür. Abdülhamit’ten ittihatçılara, Kemalistlerden AKP’ye 1878’de yeni çağın ilk Ermeni katliamı olan Erzurum katliamından Roboski’ye bir tarihsel süreklilik ve bağı vardır.
1877-’78 Osmanlı Rus Savaşı’ndan sonra Berlin Anlaşması’yla Erzurum’dan Rus askerleri çekilince 80 bin Ermeni katliam riskiyle karşı karşıya kaldı. Bu saldırılarda binlerce Ermeni katledildi. İki yıl sonra Erzurum’da bir katliam daha yaşanacaktır.
Ermenilere yönelik 1889 Ekim’inde Diyarbakır çerçevesindeki köylerde Kürt ağalarının öncülüğünde yağmalamalar başlar. Ermeni ve Yakubi köyleri talan edilir, cinayetler işlenir. 1892’de Mardin Mutasarrıfı Enis Paşa’nın organize ettiği sabotajda Mardin Çarşısı ateşe verilir. Ağırlıkla Ermenilerin dükkanları yanar. Dükkanı yanan az sayıda Kürt ve Türk’ün de önceden haberdar olduğundan dükkanları boşaltılmıştır.
Yıllardır devletin baskısı ve zulmü, Hamidiye ağalarının ve eşkıyaların saldırıları altında bulunan Ermeniler, bir de çifte vergi ödemek zorunda bırakılmışlardı. Hem devlete hem de yerel Kürt beylerine vergi ödemek zorundadırlar. 1894’te çifte vergiye karşı başlayan Sasun ayaklanması dört bir yanda Ermenilerin coşkulu dayanışma eylemleriyle selamlandı. Ayaklanmada ve protestoların yaygınlaşmasında başta Hınçak olmak üzere devrimci örgütlerin önemli bir rolü oldu. Ordu ve Hamidiye Alayları’nın ortak saldırısıyla ayaklanma kanlı biçimde bastırıldı. Sasun katliamı Abdülhamid’i tatmin etmemiş olacak ki, Ermenilere “ders vermek” için katliamları yaygınlaştırma talimatı verdi. Ermenilerin çoğunlukla yaşadığı altı Kürdistan ili başta olmak üzere, Trabzon, Halep, Adana Ankara, İstanbul vilayetleri ve İzmit ve Zeytun kasabalarında katliamlar yapıldı. 1896 yılının sonlarına kadar aralıklarla süren katliamlarda toplam 200 ile 300 bin arasında Ermeni ve diğer Hristiyan halklarından yaşamını yitiren oldu.
İstanbul’da katliamları protesto eden Hınçak’ın öncülük yaptığı kitle, 30 Eylül 1895’te Babıali’ye doğru yürürken Abdülhamit’in askerleri kitlenin önünü keserek elli Ermeni’yi öldürdü. Ardından, Abdülhamit’in ajanlarının kışkırttığı medrese öğrencileri ve esnafın saldırısında Ermenilerden iki bine yakını yaşamını yitirdi.
1896’da İstanbul’da Taşnak üyesi Arman Garo ismini kullanan Ermeni devrimci Karekin Pastırmacıyan’ın başında bulunduğu 31 devrimci, coğrafyamızın devrimci tarihine altın harflerle yazılması gereken cüretkar bir eyleme imza attılar. Devam etmekte olan Ermeni katliamının derhal durdurulması için Osmanlı Bankası’nı işgal ettiler. Askerin ve linç güruhlarının saldırıları boşa çıkınca devlet eylemdeki devrimcilerin bütün taleplerini kabul etti. 30 saat süren işgal; 27 Ağustos akşamı, günlerdir İstanbul’da devam eden katliam bıçakla kesilir gibi durunca sona erdirildi. İstanbul’da binlerce Ermeni’nin yaşamını yitirdiği bu katliam işgal eylemi sayesinde daha fazla büyümeden durduruldu.
Yapılanlar sadece katliamlarla sınırlı değil, zorla Müslümanlaştırma, kadın ve çocukların kaçırılarak “evlendirme” ya da “aileye katma” yoluyla asimile etmek; köle pazarlarında satma, mallarına ve topraklarına el koyla yağlama, yakma, yıkma, tahrip etme saldırıları katliamlara eşlik etti.
Saldırılar sadece Ermenilere yönelmedi, Süryani, Keldani ve Yakubilere de yönelmiştir.
Bu katliamlar sonucu “Yakubi topluluğu tamamen yok edilmiştir.”(7) Bu halk kültürüyle, inancıyla artık yaşamıyor. Sınırlı bir nüfusa sahip olması ve geriye hiç kimsenin kalmamasından dolayı pek gündeme de gelmemekte. Oysa, açıkça ve netlikle söyleyebiliriz ki, bir Yakubi soykırımı yaşanmıştır.
“Önce Türk birlikleri katliam amacıyla bir kasabaya geldiler daha sonra Kürt başı bozuk askerleri ve aşiretleri yağmacılık amacıyla geldiler. Nihayet ateş ve yıkımla katliam geldi ve kaçakları izleme ve temizleme harekatlarıyla o vilayetteki topraklara ve köylere yayıldı. 1895 yılının bu cinayetler kışında, Doğu Türkiye’deki yirmi kadar ilçede Ermeni nüfusunun büyük bir kısmının yok edildiğine ve mülklerinin tahrip edildiğine tanık olundu.”(8)
1895 katliamları Urfa’da genellikle Cuma günü (günümüze kadar birçok katliam veya katliam girişiminde olduğu gibi muhtemelen Cuma namazından sonra) boru çalarak katliamlar başlatılıyordu. Ve yine borunun çalmasıyla da katliamlara o günlük ara veriliyordu. Kurtulma umuduyla kilise ve benzeri yerlere sığınanlar, mekan ateşe verilerek kadın ve çocukların da içinde olduğu Hristiyanlar diri diri yakılarak öldürüldüğü örnekler az değil.
“Genç Ermenilerden oluşan büyük bir grup bir şeyhin huzuruna getirildiğinde şeyh onları sırt üstü yatırmış, el ve ayaklarını bağlamıştı. Daha sonra bir gözlemcinin deyimiyle Kur’an’dan ayetler okundu ve “Koyun kurban edilirken yapılan Mekke ayininin (Mecca Rite) ardından boğazlarını kesti.”(9)
Katliamlarda kılıç ve silahla doğrudan öldürmelerin yanı sıra işkenceyle yakarak, diri diri gömme, parçalayarak veya boğazını keserek öldürme gibi en insanlık dışı ve vahşi biçimlerinin de uygulandığını görüyoruz.
Bir diğer önemli unsur ise yukarıdaki örneklerde de gördüğümüz gibi egemenler katliam ve yağmaları meşrulaştırmak için dini bir araç olarak kullanmaktan da geri durmuyorlar. Sonraki katliam ve soykırımlarda da linç güruhlarını toplayabilmek için İslam’ın kullanıldığını biliyoruz. Çorum, Maraş, Sivas gibi yakın dönem Alevi katliamlarında da; bugün IŞİD ve El Kaide’nin yaptığı katliamlarda da benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Müslüman halklarının bu gelenekle yüzleşip kopuşması, sadece tarihle hesaplaşma değildir. Güncel, toplumsal ve politik sonuçları da olan acil bir görevdir. Katliamlarda İslam’ın kullanılmasının önüne geçilecektir.
Birçok kaynağa göre, Babıali’nin talimatı Ermeni katliamıdır. Ancak bir kere kıyıma dini motif giydirilince Müslümanları Hristiyanlara karşı kışkırtınca yerel yöneticiler, Hamidiyeliler ve bunlara katılan linç güruhları her zaman öldürdükleri kişi Ermeni mi değil mi ayırt etmemeye başladılar. Kaldı ki yerellerde çıkan çatışmaları ya da saldırgan tarafın yağmadan mal ve mülk edinme iştahı kabarınca kimin Ermeni olup olmadığını çok önemi de kalmıyordu.
Katliamlar, asimilasyon, kaçırma, köleleştirme, yağma ve mülklerine el koyma saldırıları sonrası Ermeni göçleri daha da yaygınlaştı. Ermenileri göçe zorlamak, Babıali’nin ve yerel Kürt aşiret reislerinin ve ağalarının ortak amaçlarından biridir. Babıali için göçe zorlamak, altı Kürdistan ilinde Ermeni nüfusunu seyrelterek reformları gereksiz kılmak, onları bir özerk ya da bağımsız Ermenistan’ın önüne geçmekti. Zira, Babıali, kabusla sonuçlan Balkanların ikinci bir baskısını Doğu’da yaşamak istemiyordu. Kürt aşiret reislerinin bağımsız Ermenistan korkusu vardı, yanı sıra Ermeni göçü onlara yeni topraklar sağlıyordu.
KAÇIRMA KÖLELEŞTİRME ASİMİLASYON
Ermeni kadınlarının kaçırılarak Müslümanlarla zorla evlendirilmeleri, 19. yüzyıl boyunca yaşansa da özellikle Berlin Anlaşması’ndan sonra devletin desteğini alan yaygın bir uygulamaya dönüştü. 1894-’96 katliam döneminde ise kitlesel bir hal aldı.
“1894-’96 katliamları boyunca kadınların ve genç kızların Müslüman evlere kapatılarak zorla Müslüman yapılmak istenmesi, genç çocukların kaçırılarak Müslüman evlere alınması, basılan Ermeni köylerinde tüm halka Müslüman olmaları için baskı yapılması, erkeklerin toplu olarak zorla sünnet ettirilmeleri ve kiliselerin camiye çevrilmesi ve bazı durumlarda onlara ‘Hamidiye Camisi’ isminin verilmesi yaygın pratiklerdi.”(10) Din değiştirmeye zorlamalar Süryani, Keldani ve diğer Hristiyan halklarının da sorunuydu.
“Ermenilerin kiliseye doldurulmaları ve tek tek dışarıya alınarak Müslüman olmaları istenmesi bir başka yaygın uygulama idi. Müslüman olmayı kabul etmeyen kişi hemen orada öldürülmekteydi. Bu nedenle canlarını kurtarmak isteyen Ermeniler, Müslümanlığa kabul etmekten başka bir seçeneğe sahip değillerdi.”(11) Bazı durumlarda Müslümanlığı kabul etmeleri, hayatlarını kurtarmaya yetmiyordu, “yalandan din değiştirdikleri” bahanesiyle öldürülenler az değildi.
|