o.T.
"1-2- İndiği sırada yıldıza andolsun ki bu arkadaşınız ne sapıtmış ne de eğri yola gitmiştir. 3- Kişisel arzularına göre de konuşmamaktadır. 4- O, kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir. 5-7- Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri öğretti. O, ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü. 8- Sonra yaklaştıkça yaklaştı. 9- O kadar ki iki yay kadar hatta daha yakın oldu. 10- (Allah) kuluna ne vahyettiyse vahyetti. 11- Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı. 12- Şimdi siz şüpheye düşüp gördükleri hakkında onunla tartışmaya mı kalkışıyorsunuz! 13-14- Andolsun ki onu bir başka iniş esnasında da Sidre-i Müntehâ"nın yanında gördü. 15- Ki onun yanında huzur içinde kalınacak cennet vardır. 16- O an Sidre"yi bürüyen bürümüştü. 17- Göz ne kaydı ne de hedefinden şaştı. 18- Hiç kuşkusuz o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü görmüştü" (Necm: 1-18).
18. âyetteki "Hiç kuşkusuz o,... görmüştü" anlamındaki cümlede öznenin Hz. Peygamber olduğu açıktır; fakat onun neyi gördüğünü şu mânalardan biriyle açıklamak mümkündür: a) Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü, b) Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını, c) Rabbinin en büyük âyetlerini gördü. Bunlardan ilk mânayı tercih eden müfessirlerden bazıları bunu Cebrâil"i görmesi şeklinde açıklamışlar, bazıları da Hz. Peygamber"in Rabbini görmüş olması ihtimali üzerinde durarak bu konuyu geniş biçimde tartışmışlardır. İbn Abbas"tan meşhur olarak nakledilen rivayette Peygamber"in Rabbini gözüyle gördüğü belirtilirken, kendisine bu konuda soru sorulan Hz. Âişe bu ihtimali reddetmiştir. İbn Mes"ud ve Ebû Hüreyre"den meşhur olarak nakledilen rivayet de bu yöndedir. İslâm âlimleri de bu rivayetleri Allah"ın zâtı, sıfatları ve görülmesine ilişkin âyet ve hadislerle birlikte değerlendirerek iki eğilimi de savunan açıklamalar yapmışlardır. Bazı âlimler de Peygamber"in Allah"ı gözüyle değil kalbiyle gördüğü, Allah"ın zâtının değil sıfatının tecelli ettiği gibi telifçi yorumlar ortaya koymuşlardır. Bu noktada unutulmaması gereken bir husus da, anlatılan oluş ve tecellilerin cennet gibi farklı bir âlemde, farklı varlık boyutunda, farklı şartlar içinde gerçekleştiğidir; cennette ise her müminin Rabbini göreceği bilinmektedir.
Büyük Tefsir alimi Elmalılı"nın, Necm suresinin tefsirinde miracla ilgili yorumları verirken ara ara kaydettiği ve önemli bulduğumuz kendi tercihiyle ilgili düşüncelerini şöyle toparlamak mümkündür: Resûlullah, Cebrâil"i Kur"an"ın her inen parçası esnasında, hangi sûrete girmişse öyle görüyordu. Gerçek sûretinde ise bir defa Miraç"tan önce gördü, o vakit Cebrâil Resûlullah"a inmişti. Bir kere de Miraç"tan inerken gördü, bunda Resûlullah Cebrâil"e doğru iniyordu ve Cebrâil Sidre-i Müntehâ"nın yanında onu karşılıyordu. Hz. Peygamber namaz konusunda birkaç defa inip çıkmış olduğundan 13. âyetteki "nezleten uhrâ" tamlamasını "son bir iniş" şeklinde düşünmek daha mânidar olur. Dolayısıyla ufukta istivâ etmeyi (doğrulmayı) Hz. Peygamber"in kendisine yapılan talim (öğretme) üzerine nübüvvet ilminde yükselip istikametini alması (en yüksek ufukta istivâ etmesi) şeklinde anlamak uygun olur. Cebrâil"in talimi üzerine Resûlullah en yüksek ufukta istivâ ile kalmamış, ondan sonra Allah Teâlâ"ya doğru yaklaşmıştır. Bu durumda 8. âyetteki yaklaşmanın Resûlullah hakkında olduğu, cezbe (çekme) mânası içeren "tedellâ" fiiliyle de onun cezbedilmesinin yani aşağıdan yukarı doğru çekilip çıkarılmasının kastedildiğini, dolayısıyla burada Mirac"a işaret bulunduğunu söyleyebiliriz. 9 ve 10. âyetlerden de şu mâna çıkmaktadır: Mirac"ta Allah"ın has kulu olan arkadaşınız Hz. Muhammed o istivâdan sonra Rabbine öyle yaklaştı ki, her vâsıta ortadan kalktı yani Mirac"da Cebrâil dahi vâsıta olmaksızın Allah Teâlâ kuluna her ne vahyetti ise vahyetti. 18. âyetten, Resûlullah"ın, Cenab-ı Allah"ın rububiyetini gösteren, mutlak egemenliği altındakilere ait hayretler uyandırıcı ve söz kalıpları içine sığmayacak nice delilleri veya en büyük delili gördüğü anlaşılmaktadır; şu halde bunun mahiyetini açıklamaya kalkmak bizim haddimiz değildir. Âyette "Rabbini gördü" denmeyip "Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü" buyurulduğuna göre bu ifadenin zâhirinden O"nun zâtını gördüğü anlamı çıkmaz. Bu konuyu açıklarken Râzî"nin kullandığı bir ifade bize başka bir mânayı düşündürdü: Rü"yet (görme) en büyük âyet olunca burada "kübrâ"yı ("en büyük"ü) rü"yet ile tefsir edebiliriz. Bunu da iki yönlü düşünmek mümkündür: a) Rabbinin âyetlerinden yani mucizelerinden en büyüğü olan rü"yet mucizesini gördü; âhirette ümmetinin göreceği gibi beni gördü demek olabilir. b) En büyük âyet olan rü"yetin hakikatini gördü demek olabilir. Çünkü En"âm 6/103 âyetinde geçtiği üzere "basar"ın (görmenin) künhünü ve dolayısıyla rü"yetin hakikatini Allah bilir. O halde rü"yetin hakikatini görmek, -bir kudsî hadiste yer alan "... artık onun kulağı, gözü ve kalbi ben olurum" ifadesiyle Enfâl 8/17 âyetinin mazmunu üzere- Allah Teâlâ"nın Resûlullah"ta tecelli eden en büyük yakınlık âyet ve delillerinden olmuş olur. Bu yoruma göre âyet-i kübrâ (en büyük delil) hakikat-i Muhammediyye demektir. Biz de [Elmalılı], sözün akışı makam-ı Muhammedî"nin açıklanmasıyla ilgili olduğundan, en büyük âyetin hakikat-i Muhammediyye olduğu kanaatini taşıdığımızı belirtmek istiyoruz. Çünkü maksat hangisi olursa olsun, âyetlerin en büyüğü veya âyetlerden en büyüğünün onda tecelli etmiş bulunduğunda şüphe yoktur (VII, 4570, 4574, 4576, 4577, 4579-4580, 4582-4583,4586, 4588-4589).
Mirac olayını en sağlam kaynaklara dayanarak anlatan Hamîdullah Hoca"nın dediği (geniş açıklamasını kitabından okumak gerekir) şudur: "Benim acizane görüşüme göre miracın açıklanıp anlatılması, Allah"ın kullandığı aynı şekil tavsif ve anlatımlarla yapılması gerekir. Kur"an ve hadislerle verilen açıklamalara inanmak ve bunlarda, ahiret aleminin ele alındığı ve insan hayal gücünün hissedebileceği ve fakat ifade edemeyeceği konulardan bahsedildiği daima hatırlarda tutulmalıdır. Mühim olan bir insanın Allah"a doğru yücelişi, yükselişidir... bunun nasıllığı ve nerede cereyan ettiği değildir. Bu mucize tamamen ruhî-manevî alanda cereyan etmiş bir olaydır ve bu olayın da tasavvufî mânada olmak üzere açıklanıp ortaya konması icab eder, asla coğrafi ve turistik bir seyahat olarak değil." (s.133, par. 249). "Miracı maddeten ve fiilen bir yerden diğer bir yere gidiş, bir yolculuk olarak düşünmede ısrar eden evvelki ilim adamlarına hürmetimiz bakidir..." (s. 143, par.259).
Büyük mutasavvıf İmâm-ı Rabbânî miracı şöyle anlatıyor: "O"nun (s.a.) mirac gecesinde Rabbini görmesi, dünyada değil, âhirette vaki olmuştur. Çünkü O (s.a.), mirac gecesi mekan-zaman dairelerinin dışına çıkınca ve imkân âleminin darlığından kurtulunca ezel ve ebedi bir an olarak buldu, başlangıç ve sonu bir nokta olarak gördü..." (C. I, 283. mektup).
Süleyman Çelebi"nin eşsiz eseri Mevlid"inde okuyup dinlediğimiz mirac olayı, buraya kadar anlattıklarımızın, taklit edilemez güzellikte yapılmış bir özeti gibidir:
Bir fezâ oldu o demde rû-nümâ
Ne mekan var anda ne arz ü semâ (öyle bir âlem ki, orada yer, gök ve mekan yok)
Kim ne hâlîdir ne mâlî ol mahal (O yer ne dolu, ne de boş)
Akl u fikr emez o hali fehm ü hall... (Akıl bu hali anlayamaz ve çözemez)
Şeş cihetten ol münezzeh Zü"l-celal
Bî-kem ü keyf ana gösterdi cemal
(Altı yönden münezzeh celal sıfatlı Allah ona, nicelik ve nitelikten öte bir lutufla cemalini gösterdi).
...
Âşikâre gördü Rabbü"l-izzeti
Âhirette öyle görür ümmeti
Bî-hurûf ü lafz u savt ol Padişâh
Mustafâ"ya söyledi bî-iştibâh
(Harf ve ses olmaksızın Allah, Mustafâ"ya, şüphesiz olarak konuştu, söz söyledi).
Âhirette (cennette) Muhammed ümmeti de Allah"ı görecek, Allah miracda Peygamberi ile, bizim bilmediğimiz, madde ve maddi araçların arada olmadığı bir mahiyyete konuştu, işte bunun gibi yine bizim bildiğimiz ve anladığımız "görme"ye benzemeyen ve mahiyeti ondan farklı olan bir görme ile, dünyadan başka bir âlemde Rabbini de gördü. Allah ona bu kabiliyeti lütfettiği için bayılma filan da olmadı.
Mi"rac Hz. Peygamber"e büyük bir ihsan, eşsiz bir armağandır; ümmetinin de bundan büyük bir nasibi vardır. Mi"rac gecesi Hz. Peygamber"i, başta mirac olmak üzere genellikle mucizeleri, o gece armağan edilen namaz ibadetinin önemini, İsra sûresini ve orada geçen dini, ahlaki hükümleri anmak, anlatmak, temsil etmek elbette yararlıdır ve yapılmalıdır. Ancak gerek bunları ve gerekse başka meşru şeyleri yapmak "miraç gecesine mahsus" bir sünnet, Hz. Peygamber"in örnek olarak yaptığı bir ibadet değildir; böyle anlaşılırsa dine ekleme (bid"at) yapılmış olur.
<a href="redirect.jsp?url=http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00009.htm" target="_blank">http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00009.htm</a>
|