Einzelnen Beitrag anzeigen
  #2155  
Alt 22.02.2007, 02:04
Benutzerbild von roman
roman roman ist offline
Neuer Benutzer
 
Registriert seit: 06.05.2008
Beiträge: 0
Standard o.T.

(yukarıda ki makale Ayşe Önalındır.)



ASLI TUNÇ

Ekranda uluyan kurtların sonu mu?

Kurtlar Vadisi her ne kadar şoven milliyetçilik ve ırkçılık mesajları verse de ve her ne kadar hukuk dışı çözümleri savunup şiddeti yüceltse de dizinin yasaklanması demokrasi savunucularının ağzında kötü bir tad bıraktı adeta. Yaşam karşısında ilkeli bir duruşa sahip pek çok insanın kanısı, içeriğe karşı çıkmanın sonucunun sansür olmaması gerektiği yönündeydi. Bu dizi, geçen hafta toplumu ortadan ikiye yaran konular listesine (ki bu liste hayli kabarık) ilk üç sıradan girdi ve üzerinde çok yazılıp çizildi. Benim de niyetim söylenenlerin tekrarı değil. Ancak bu kutuplaşan tartışmada benim görebildiğim sadece iki isim sağduyulu bir yurttaş protestosundan dem vurdu. Bunlardan ilki 9 Şubat tarihli Radikal’de Haluk Şahin’in “Kurtlar Vadisi’ni Kim Durdurabilir?” adlı köşeyazısı diğeri ise Murathan Mungan’ın kendi sayfasından (murathanmungan.com/monthly/) okunabilecek kanımca olağanüstü güzellikteki “Sivil İtiraz Adına Suya Atılan Taş” adlı yazısı.

Bu iki yazı da öz olarak aynı temaya vurgu yapıyor. Bireyler protesto güçlerini kullanarak karanlık gördüğü, faşizan mesajlar üreten, şiddeti allayıp pullayan dizilere reklam veren ürün ve hizmetleri boykot etmeli. Bu tavır, reklam gelirleriyle ayakta duran ticari bir mekanizmayı kıskıvrak yakalamak demek. Bireyler bu malları kullanmadığı gibi bunun nedenlerini her platformda afişe etmeli ve sivil toplum örgütleri basına ilan vererek, ünlü kişilerden yardım alarak diğer pek çok tüketiciyi bu harekete davet etmeliler. Demokratik toplumlarda sansür yerine başvurulan yollar bunlardır. Murathan Mungan “akıtılan bunca kanı aklayacak deterjanların, katil eli yıkayacak sabunların henüz bulunmadığını unutmayalım” diye yazıyor. Ne kadar doğru. Tek tek yurttaşlardan öte bu kanlı oyunun parçası olmak istemeyen vicdanlı şirketlerin ve kurumların varlığını da unutmamak gerek. Reklamverenlerin bir kısmı bu karanlık derin devlet portresinin parçası olmak istemeyeceklerdir. Bu duyarlı ve sağduyulu kuruluşlar demokrasilerde yüceltilir ve halk tarafından ödüllendirilir.

Biz ne yazık ki, bu ülkenin protesto ve demokratik tepki kültürü olmayan vatandaşları olarak hep güce itaat etmeyi tercih ediyoruz. Haksızlıklar karşısında topluca sesimizi yükseltmekten ürküyoruz. Bu, kuşkusuz eğitim ve aile yapısına uzanan derin bir yara. Ancak toplumca hukuka olan güvenimizin zayıfladığı bu noktada sivil protestoların devreye girmesi ve hukukun işletilmesi için de itici güç olması tek çıkış yolu görünüyor.

Sadece eli kanlı dizilere değil, cinsiyet ayrımcısı yayınlara, çocukları cinsel nesne gibi gösteren reklamlara da verilecek en sert yanıt bu malları kullanmamak ve çevrenizdekileri bu doğrultuda örgütlemektir. Zaten emin olun, bugün ekrandan kalkan ırkçı diziler yarın başka adlarla ve farklı bir kadroyla geri dönecektir. Sansür bu ürkütücü atmosferin dağılmasını sağlamayacağı gibi yazar ve aydınları hedef gösteren ırkçı websayfaları, faşist örgütlerin YouTube’daki tehdit içeren, kin ve nefret yayan videoları ve “Ya Sev Ya Terket” sloganıyla yayın yapan şoven gazeteler hala varlıklarını sürdürebilmektedir. Sonuç olarak bu dizinin ortadan kalkmasını destekleyenler bile bu çaresizliğin tam orta yerindedir.

Mungan sivil itirazın “sudaki halkalar gibi yayılıp genişleyeceğini, bize yalnız olmadığımızı, birbirimize yaslandığımızda milyonlar ettiğimizi öğreteceğini” umuyor. Bu umudu en son Hrant Dink’in ardından sessiz ama dev bir güç olarak yürürken de hissetmedik mi?



19 Şubat 2007, Pazartesi